1 Mart 2012 Perşembe




KÜRESELLEŞME VE İSTİHDAM
Fatma YAHŞİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA 2007
T.C
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
KÜRESELLEŞME VE İSTİHDAM
Fatma YAHŞİ
DANIŞMAN: Yrd.Doç.Dr.Yelda TEKGÜL
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA 2007
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne
Bu çalışma, jürimiz tarafından İktisat Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ
olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Yrd.Doç.Dr.Yelda TEKGÜL
(Danışman)
Üye: Prof.Dr.Mahir FİSUNOĞLU
Üye: Doç.Dr.Seda ŞENGÜL
ONAY
Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını
onaylıyorum.……./……./…….
Prof.Dr.Nihat KÜÇÜKSAVAŞ
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
TEŞEKKÜR
Tez çalışmamın hazırlanması sürecinde değerli bilgilerini, tecrübelerini ve anlayışını
benden esirgemeyen tez danışmanım değerli hocam Yrd.Doç.Dr.Yelda TEKGÜL’e Lisans ve
Yüksek Lisans eğitimim boyunca değerli bilgilerini bizlere aktararak ufkumuzu açan
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin tüm değerli hocalarına,
Sosyal Bilimler Enstitüsü değerli çalışanlarına ve İİBF2006YL21 no’lu projem için
gereken harcamaların karşılandığı Bilimsel Araştırma Fonu çalışanlarına,
Hiçbir zaman yardımını ve manevi desteğini esirgemeyen sevgili arkadaşım Sedef
ŞAHİN’e
Canım aileme…
Her zaman yanımda olan, maddi manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili
annem Emine Güler YAHŞİ ve sevgili babam İbrahim YAHŞİ’ye, özellikle tezin yazım
aşamalarında büyük desteklerini gördüğüm sevgili kardeşlerim Ayşe ve Mediha YAHŞİ’ye,
teknik bilgi ve desteğine her zaman ihtiyaç duyduğum sevgili kardeşim Bekir M. YAHŞİ’ye
sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Fatma YAHŞİ
i
ÖZET
KÜRESELLEŞME VE İSTİHDAM
Fatma YAHŞİ
Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı
Danışman: Yrd.Doç.Dr.Yelda TEKGÜL
Ekim 2007, 110 sayfa
Küreselleşme süreci, akademik ve siyasi çevrelerde son dönemde tartışılan en popüler
kavramlardan biridir. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerle hız kazanan küreselleşme;
ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel ve politik açılardan global bütünleşme, entegrasyon ve
dayanışmanın artması ve ekonominin uyumlu bir biçimde uluslararası ölçekte planlanması
şeklinde ifade edilmektedir.
Bu yüksek lisans tezinde, etkisi yerel veya bölgesel olarak sınırlandırılamayacak olan
ve tüm toplumları etkileyecek güç ve boyutta olan küreselleşme kavramının istihdam ve emek
piyasası üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Bu bağlamda öncelikle birinci bölümde
küreselleşme olgusu tarihsel süreçteki işleyişi dikkate alınarak, olumlu ve olumsuz tüm
yönleri ile incelenmiştir. İkinci bölümde küreselleşme sürecinin istihdam üzerinde yarattığı
etkiler üzerinde durulmuştur. Küreselleşme süreci ile ortaya çıkan yeni iş ve işgücü yapısı,
değişen istihdam koşulları ve global işsizliğin nedenleri incelenmiştir. 21. yüzyılın gelişen
teknolojileri, bilgisayar ve internet ağı bilgi toplumunu öne çıkarmış ve beşeri sermayenin
önemi artmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü beşeri sermaye ve bilgi toplumunun küreselleşen
dünyada yeri incelenirken, uluslararası ölçekte planlanan ekonomide yabancı yatırımlar,
özelleştirmeler ve firma birleşmelerinin istihdam üzerindeki etkilerine değinilmiştir. Yine
üçüncü bölümde küreselleşmenin bazı ülke grupları, AB ve Türkiye’de istihdam ve işsizlik
üzerindeki etkilerinin boyutları ve bu etkilerin ne yönde olduğu verilerle ortaya konmaktadır.
Küreselleşme süreci, istihdam yaratmada ve işgücü niteliğinin geçirdiği evrimde katkısı olan
bir süreç midir? Yoksa tam aksine küreselleşme süreci bugün dünya ülkelerinin işsizlik
konusunda yaşadığı ortak sıkıntının bir nedeni midir? Sorularına yanıt aranmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, İstihdam, Beşeri Sermaye, Kobi
ii
ABSTRACT
GLOBALIZATION AND EMPLOYMENT
Fatma YAHŞİ
Master Thesis, Economics Head Of Discipline
Supervısor: Assisatant Proffesor: Yelda TEKGUL
November 2007, 110 page
The process of globalization, has been one of the much debated subject by academical
and political environments nowadays. The globalization that has been gathered speed by
information technology; is couched as economic, social, technological, cultural and global
integration in the point of political angle, integration, gaing of solidarity and planning of
economy in accordance with international scale.
In this master thesis has been evaluated the globalization process of employment and
labor market influences that has a power and dimention effect all the world not local or
regional limited areas. In this context before all else at the first chapter has been examined the
positive and negative ways of globalization fact by taking into account of historical progress
of it. At the second chapter has been emphasized the progress of globalization that caused the
effect on the labor and has been examined the work, workforce structure has been causes by
globalization process. Varying labor, conditions the reason of global unemployment. 21.
century’s booming technologies, computer and internet network has been higlighted the
information society and increased the human capital. At the third chapter while has been
examined the human capital and information society’s place in this globalization world the
foreign investments in which international planned scale of economy, pirivatizations,
consolidation of firms’s effect on employment has been mentioned. Also at the third chapter
has been displayed the size and ways of effect caused by globalization employment and
unemployment in some coutry grups the E.U. and Turkey. The progress of globalization
whether contribute to the creation of work and the labor force which has to the creation of
work and the labor force which has been evolved? Otherwise globalization progress is one of
the reasons of all the world cuntries common problem of unemployment? That answers has
been looked.
Key words: Globalizatıon, Employment, Human Capital, SME
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET………………………………………………………………………………………...…i
ABSTRACT…………………………………………………………………………………....ii
KISALTMALAR……………………………………………………………………….……..vi
TABLOLAR LİSTESİ……………………………………………………………………… viii
GRAFİKLER LİSTESİ………………………………………………………………………..ix
GİRİŞ……………………………………………………………………………………..........1
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME KAVRAMI
1.1. Küreselleşme Tanımı ve Boyutu…………………………………………………………..4
1.2. Küreselleşmenin Tarihçesi………………………………………………………………...7
1.2.1. Liberalleşme ve Bloklaşma………………………………………….…………….11
1.3. Küreselleşmenin Olumlu ve Olumsuz Yönleri…………………………………………..13
1.3.1. Küreselleşemeye Olumlu Yaklaşım ………………………………….……….…..13
1.3.2. Küreselleşmeye Olumsuz Yaklaşım…………………............................................14
1.4. Küreselleşmenin Dinamikleri……………………………………………….…….……..16
1.4.1. Artan Uluslararası Rekabet Koşulları ve Çokuluslu Şirketler………...…….….....16
1.4.2. Yeni Ekonomi ve Özellikleri……………………………………………………...18
İKİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞMENİN İSTİHDAM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1. İstihdam ve İşsizlik Kavramları………………………………………………………….21
2.2. Global İşsizliğin Boyutları……………………………………………………………….23
2.3. Küreselleşme ve İstihdam İlişkisi………………………………………………………..28
2.3.1. Küreselleşme İle Değişen Yeni İş ve İşgücü Profili……………………….……...30
2.3.2. Küreselleşme ile İstihdamda Sektörel Değişim……………………………….…..31
2.4. Esnek İstihdam ve Sendikaların Önemsizleşmesi………………………………………..34
2.5. Kadın İstihdamında Küresel Eğilimler…………………………………………………..38
2.6. Çocuk İşgücü ve İş Güvenliği Çerçevesinde Gelişmeler………………………………...39
iv
2.6.1. Çocuk İşgücü ……………………………………………………………………...39
2.6.1.1. Çalışan Çocukların Karşılaştıkları Riskler……………..............................41
2.6.1.2. Çocuk İşçiliğine Karşı Yapılan Çalışmalar……………………………….41
2.6.1.3. Türkiye’de Çocuk İşçiliği…………………………………………………42
2.6.2. İş Güvenliği…………………………………………………………………….….43
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BAZI ÜLKE GRUPLARI VE TÜRKİYE’DE İSTİHDAMIN YAPISINDAKİ DEĞİŞİM
3.1. Gelişmiş Ülkelerde İstihdam ve Genel Eğilimler …………………………………….....45
3.2. Geçiş Ekonomilerinde İstihdam ve Genel Eğilimleri……………………………………47
3.3. Gelişen Ülkelerde İstihdam ve Genel Eğilimleri………………………………………...49
3.4. Avrupa Birliği’nde İstihdam ve Genel Eğilimler………………………………………...51
3.4.1. AB’de İstihdam ve İşsizlik………………….……………………………………..54
3.5. Küreselleşme İle Birlikte Türkiye’de İstihdamın Yapısındaki Değişim…………………58
3.5.1. Küreselleşme Sürecinin İşgücü Arzı Üzerindeki Etkileri …..……………………58
3.5.1.1. Nüfusta Yaşanan Değişmeler………………………..……………………60
3.5.1.1.1. Cinsiyet ve Eğitim Açısından İşgücü Arzı..................................60
3.5.1.1.2. Türkiye’de İstihdam Seviyesi ve İşgücünün Sektörel Dağılımı.64
3.5.1.2. İşgücünün Niteliğinde Yaşanan Değişmeler……………………………...68
3.5.1.2.1. Teknoloji, Bilgi Toplumu ve İstihdam…….….………………..68
3.5.1.2.2. Beşeri Sermaye ve Artan Önemi………………………….........71
3.5.1.3. Ekonomik Alanda Yaşanan Değişmeler………………………….………71
3.5.1.3.1. Yabancı Yatırımlar Özelleştirmeler ve Firma Birleşmelerinin
İstihdam Üzerindeki Etkisi…………....................……………71
3.5.2. Küreselleşme Sürecinin İşgücü Talebi Üzerindeki Etkileri…………...…………..73
3.5.2.1. Türkiye’de Küreleşme ve Genel İstihdam Yapısı……………...………...76
3.5.2.2. Beşeri Sermayenin Eğitim Boyutu.....………………………....................77
3.6. Türkiye’de Yaşanan Değişimler ve KOBİ’lerin İstihdam Açısından Önemi..…………..80
3.6.1. Türkiye Ekonomisinde 1980 Öncesi Dönem…………………………..………….80
3.6.2. Türkiye Ekonomisinde 1980 Dönüşümü………………………………..………...81
3.6.3. Türkiye Ekonomisinde 1980’li Yıllarda İşgücü Piyasaları ve İstihdamın
Yapısı………………..……………………………………………………………82
3.6.4. KOBİ’leri Geliştirme Politikaları……………………………………….…………83
v
3.6.4.1. Küreselleşme Sürecinde KOBİ’lerin Artan Önemi……………………….83
3.6.4.2. KOBİ’lerin Türkiye Ekonomisindeki Yeri…………………….................85
3.6.4.3. Türkiye’de KOBİ’lere Uygulanan Teşvikler …………………………….88
3.6.5. Türkiye’de işgücü Piyasaları İle İlgili Genel Değerlendirme ………….…............92
SONUÇ……………………………………………………………………………………….95
KAYNAKÇA………………………………………………………………………...………99
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………………...110
vi
KISALTMALAR
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
APEC : Asya Pasifik Ekonomik Birliği
ARGE : Araştırma-Geliştirme
BM : Birleşmiş Milletler
BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu
DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü
DPT : Devlet Planlama Teşkilatı
EFTA : Avrupa Serbest Ticaret Topluluğu
GATT : Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
G7 : G7 Ülkeleri
GSMH : Gayri Safi Milli Hâsıla
GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
ILO : Dünya Ticaret Örgütü
IMF : Uluslararası Para Fonu
IPEC : Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Fonu
ISO : İstanbul Sanayi Odası
JER : Ortak İstihdam Raporu
KOBİ : Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme
KOSGEB : Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı
KÜGEM : Küçük İşletmeleri Geliştirme Merkezi
NAFTA : Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşmaları
OECD : Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
SPK : Sermaye Piyasası Kurulu
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TCMB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TEK : Türkiye Ekonomi Kurumu
TEKMER : Teknoloji Geliştirme Merkezi
TESK : Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu
TMSF : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
TİSK : Türkiye İşveren Sendikaları Kurumu
TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
vii
TTGV : Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
TUBİTAK : Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
TUİK : Türkiye İstatistik Kurumu
WTO : Dünya Ticaret Örgütü
viii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo-1. Bölgelere Göre Dünyada Büyüme, İstihdam, İşsizlik (%)……………………….…24
Tablo-2. İstihdamın Sektörel Dağılımı……………………………………………………….34
Tablo-3. AB ve Türkiye’de İstihdam Artışı ve İşsizlik Oranları……………………………..55
Tablo-4. AB ve Türkiye’de İstihdamın Sektörel Dağılımı (2001-2004) (%)………………...55
Tablo-5. Erkek ve Kadınların İşgücüne Katılma Oranları, Türkiye-Kent-Kır (+15)…………61
Tablo-6. Eğitim Durumuna Göre İşgücü Durumu Türkiye (4 Dönem)………………………63
Tablo-7. İşgücü ve İstihdam (+15) …………………………………………………………...65
Tablo-8. İstihdam ve GSMH-GSYİH Büyüme Hızları (1994 2004)…………...…………….75
Tablo-9. Değişen Eğitim Modeli……………………………………………………………..79
Tablo-10.Türkiye’de Girişimlerin Sayısı……………………………………………………..86
Tablo-11.Türkiye’de imalat sanayinde KOBİ’ler…………………………………………….87
Tablo-12.Türkiye’de KOBİ’lere Verilen Destekler…………………………………………..90
ix
GRAFİKLER LİSTESİ
Grafik-1.Türkiye’de ve AB Ülkelerinde Öğrenim Düzeylerine Göre İşsizlik Oranları
(2006)……………………………………………………………………..………...58
Grafik-2.İşgücüne Katılım Oranları, Türkiye-Kent-Kır (+15)…………………………..…...59
Grafik-3.Türkiye’de İşgücüne Katılma Oranı (%)………………………………………...….60
Grafik-4.Türkiye’de İşsizlik Oranları (1996- 2005)-Yıllık (%)………………………….....66
Grafik-5.İstihdam Edilenlerin Sektörel Dağılımı……………………………………………..66
Grafik-6.Türkiye’de Yıllar İtibariyle Özel-Kamu Sektörü İşçi ve Memurların İşgücü
Maliyetleri (1990 - 2003)…………………………………………………..……….74
Grafik-7.İstihdam ve GSYİH Büyüme Hızları (1994-2004) ………………………………...76
1
GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı, sembolik olarak 1980’li yıllarda başladığı ya da bu yıllarda
yoğunlaşarak etkisini arttırdığı ileri sürülen globalleşme, Türkçe deyimiyle küreselleşme
kavramını açıklamak ve dünyanın ekonomik, siyasal ve yönetsel anlamda geldiği noktada
istihdamda meydana gelen dönüşümleri, küreselleşme süreci ile ilişkilendirip ortaya
koymaktır.
Küreselleşme; ulaşım ve iletişim teknolojilerinde sağlanan devrim ve yenilikler
yoluyla bilgi aktarımını kolaylaştırmış ve bu sermayeye küresel dolaşım olanağı vermiştir.
Küreselleşmeyi hızlandıran temel iki etken teknolojik yenilikler ile uluslararası finans ve
ticarettir. Ancak küreselleşme olgusunu yalnızca sermaye odaklı düşünmek, küreselleşmenin
toplumsal ve kültürel yaşam farklılıklarını neredeyse ortadan kaldırmaya yönelik etkilerini
gözardı etmek anlamına gelmektedir. O nedenle küreselleşme kavramı iyi çözümlenmeli,
etkileri tüm yönleriyle irdelenmelidir.
Akbey’in dediği gibi, “küreselleşme olgusu doğal bir süreç midir, yoksa liberal
kapitalist felsefenin öncülüğünü yapan zengin ülkelerin, dünyanın geri kalanına sunduğu tek
seçenek, ya da kapitalist sistemin bir dayatması mıdır?” türünden tartışmalar bir kenara
bırakılırsa, “1980 sonrasında klasik Keynezyen Refah Devleti uygulamalarının ve
politikalarının ideolojik ve pratik bağlamda bir kenara bırakılmaya başlandığı ve yerine neoliberal
piyasa ekonomisinin sosyo-ekonomik platformda kendisini hissettirmeye başladığı, bir
gerçeklik olarak karşımıza çıkar”. (Akbey, 2004, 137)
Dünyada ülke ekonomilerinin gelişmişlik farklılıkları küreselleşme sürecinin tüm
ülkeler için aynı etkiyi yapmasını önlemiştir. Küreselleşme olgusu avantaj ve dezavantajları
içinde barındıran paradoksal bir süreçtir. Zira küreselleşme düzeni bazı toplumları
zenginleştirip onlara daha iyi yaşam koşulları sağlarken, bazı toplumları ise olumsuz bir
biçimde etkilemektedir. Bu bağlamda bu tez çalışmasının ilk bölümünde, ana hatlarıyla
küreselleşme kavramı anlatılmaktadır. Ayrıca küreselleşmenin tarihsel gelişimi, bugünkü
boyutu, olumlu ve olumsuz yönleri ve dinamikleri tartışılmaktadır.
2
Yeni küresel sistemde enformasyon ve iletişim dallarındaki yeni buluşlar, bireyin ve
bireyin ana ilkelerinin önemini arttırmıştır. Yeni teknolojiye hakim, bilgiyle donatılmış,
değişen koşullara ve teknolojiye uyum yeteneği yüksek, eğitimli ve etkin birey, yeni küresel
sistemin baş aktörü olmuştur. Bu nedenle küreselleşme, beşeri sermayenin artan önemine
vurgu yapmaktadır. Donanımlı ve nitelikli beşeri sermaye ise etkin ve temel bir eğitim
sürecinin ürünüdür. Günümüzde vasıflı işgücünün önemi bu denli fazla iken, eğitim seviyesi
düşük, teknolojik beceri donanımı olmayan, intibak yeteneği düşük işgücü ise safdışı kalmış
ve talep edilmez olmuştur. Dolayısıyla bilgi toplumuna geçmeyi başaramayan ve temel formel
eğitimin önemini idrak edemeyen toplumlar, dahil olmaktan kendilerini alıkoyamadıkları
küreselleşme sürecinin “kurbanları” olmuşlardır (Çukurçayır, 2003, 14). Nitekim son çeyrek
asırdır dünyanın yaşadığı çarpıcı değişim sürecinde yalnızca az gelişmiş ya da gelişmekte
olan ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de ortak sorunu işsizlik olmuştur. Küreselleşme süreci
yalnızca işgücünün niteliğini değiştirmemiştir. Küreselleşme ile birlikte işler, fırsatlar,
sektörler ve çalışma alanları da farklılaşmıştır. Çalışmamın ikinci bölümünde ise bu
farklılaşmaların ne yönde olduğu, global işsizliğin boyutları, küreselleşme ile değişen iş ve
işgücü profili, küreselleşmenin sektörel değişimi, kadın ve çocuk işgücünün küreselleşmeden
ne yönde etkilendiği ve iş güvenliği konuları yer almaktadır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde, küreselleşme ile birlikte bazı ülke grupları ve
Türkiye’de istihdamın yapısındaki değişim ve işsizlik, verilere dayandırılarak ortaya
konmaktadır. Türkiye ile ilgili bölümde, Türkiye’de 1980’lerde başlayan ekonomik reform
süreci ve 1980 dönüşümü ile ilgili bilgiler de sunulmuştur. Ayrıca Türkiye ile ilgili istihdam
ve işsizlik verileri AB ile karşılaştırmalı olarak açıklanmıştır. Bu bölümde küreselleşme
sürecinin etkilerine işgücü arzı ve talebi açısından bakılmıştır.
Değişen yalnızca teknoloji değildir. Bilgi toplumunun insanı da yeni sıfatlar
kazanmaktadır. Artık mesele ürün üretebilmek değil, bilgi üretebilmek ve üretilen bilgiyi
ekonomik aktivitelerde kullanabilmektir. Bilginin kendisi yeni bir üretim faktörü olarak
görülmeye başlanmıştır. Sonuç olarak teknolojik gelişme ve bilgi toplumuna geçiş, beşeri
sermayenin ve eğitimin önemini arttırmıştır. Küresel düzende, teknolojiye uygun içerikli
öğrenim edinmiş toplumlar bu süreçten karlı çıkarken, eğitime yeterince önem vermemiş
toplumlar ise çeşitli dışlanmalara maruz kalmışlardır. Bilimle desteklenmeyen kalkınma ve
teknolojinin gelişemeyeceği ve teknolojik yayılmanın işgücünün teknolojiye uygun içerikte
eğitim almasına bağlı olduğu bilinmektedir. Nitekim bu konu, çalışmanın üçüncü bölümünde
3
yer almaktadır. Üçüncü bölümde ayrıca, özelleştirmeler, firma birleşmeleri ve yabancı
yatırımların küreselleşme sürecinde istihdam üzerindeki etkisi, Türkiye’de yaşanan 1980
dönüşümü ve bu dönüşümün işgücü piyasaları ve istihdam yapısına etkilerinin yanı sıra yeni
küresel düzende önemi artan KOBİ’ler incelenmektedir.
Ülkemizde, 1980’li yılların sonlarından itibaren yaşanan ekonomik dönüşüme ve
KOBİ’lerin tüm dünyadaki artan önemine paralel olarak, KOBİ’lere destek politikaları
geliştirilmeye başlanmıştır. Ekonomik kalkınma sağlanabilmesi, sanayileşme ve uluslar arası
rekabet gücü kazanılmasına bağlıdır. Uluslar arası rekabet gücü ise yüksek teknolojik
yeteneğe sahip olmak ve yenilik sürecine uyum kabiliyetine sahip olmakla kazanılmaktadır.
Bu noktada, yarattıkları yüksek katma değer dikkate alındığında kalkınma politikaları içinde
KOBİ’lere dayalı sanayileşme stratejileri ön plana çıkmış ve 1980’li yıllar küçük ve orta
büyüklükteki işletmeler için önemli yıllar olmuştur. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
KOBİ’ler işletmelerin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. KOBİ’lerin istihdam yaratma
kapasiteleri dikkate alındığında küresel sistemde istihdam sorununun çözümünde ve kürsel
rekabetin olumsuz etkilerinden korunulmasında, teknolojiye uyum sağlayabilen, yüksek
katma değere sahip, yeniliğe açık KOBİ’ler oldukça etkili bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla
çalışmanın üçüncü bölümünde küreselleşme sürecinde KOBİ’lerin durumu ve önemi de
değerlendirilmiştir.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME KAVRAMI
1.1. Küreselleşme Tanımı ve Boyutu
Dünya ekonomisinde özellikle 1980’li yılların sonlarında küreselleşme (globalleşme)
kavramı, sıkça işlenmeye başlanmış ancak bu kavram üzerinde tam olarak mutabakat
sağlanamamıştır. Küreselleşme kavramı DPT’nin tanımına göre; “ekonomik, politik, sosyal
ve kültürel alanlarda, bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında
yayılmasını” ifade etmektedir (Özdemir, 2004, 176). Küreselleşme, üretim faktörlerinin, ülke
birikimlerinin ve değerlerinin ulusal sınırları aşarak yayılması, ticaret ve yabancı yatırımlarla
dünya ülkelerinin bütünleşmesi ve ulusların ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel
farklılıklarına rağmen ortak bir noktada buluşup uluslar arası ilişkilerin yoğunlaştırılması
olarak tanımlanmaktadır (Özdemir, 2004, 176).
Yeldan’a göre ise; “küreselleşme olgusu, ulusal ekonomilerin dünya piyasalarıyla
eklemlenmesi ve bütün iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya kapitalizminin sermaye
birikimine yönelik dinamikleriyle belirlenmesi” olarak yorumlanmaktadır (Yeldan, 2002, 13).
1980’ler öncesinde pek fazla telaffuz edilmeyen küreselleşme, günümüzde soysal, siyasal,
kültürel ve ekonomik hemen hemen her konunun içinde yerini bulmuş, tartışmaların odak
noktası olmuştur. Ulaşım ve iletişim teknolojileri geliştikçe uluslar ve ekonomiler birbirine
yaklaşmış, karşılıklı ilişkiler yoğunlaşmış ve dünya üzerinde sermaye, mallar, hizmetler,
işgücü, bilgi, fikirler, suçlar, kültür ve değerler, modalar, sosyal hareket ve anlayışlar,sosyal
sorunlar, yaşam tarzları ve hatta hayatı algılayış biçimleri bile kitlesel olarak dolaşmaya
başlamıştır (Özdemir, 2004, 174).
Dr. Bahadır Kaleağası’na göre ise küreselleşmenin tanımlanması farklı boyutlarda
yapılabilir: “Uluslar arası ticaret, siyaset, ekolojik dengeler, kültürel etkileşim, internet, spor,
terör, suç şebekeleri…” (Kaleağası, 2003, 3).
Küreselleşme ile birlikte insanlar ve toplumlar arası ilişkiler yoğunlaşmıştır. Ticaret,
seyahat gibi pek çok faaliyet, uluslar arası bir nitelik kazanmıştır. Bu açıdan bakıldığında
küreselleşmenin insanlar ve toplumlar arası ilişkileri zenginleştirdiği söylenebilir (Balay,
5
2004, 61). Küreselleşme ile birlikte insanlar mal, hizmet ve fikir alışverişi yaparak, ulusal
düzeyde düşünce tarzını terk edip, uluslar arası ölçekte yeni bir ilişki ve düşünce tarzına geçiş
yapmaktadır (Balay, 2004, 62).
Küreselleşme, ulusal hükümetlerin ekonomideki rolünü azaltmakta ve rekabetin
alanını ülkeler arası boyuttan, uluslar arası, şirket ve firmalar arası bir boyuta taşımaktadır.
Böylece ulus devletler ile çok uluslu şirketler arasında bir amaç çatışmasına tanık
olunmaktadır (Balay, 2004, 63). Küreselleşme bir yandan, elektronik ve haberleşme
teknolojisinde sağlanan gelişmeler, diğer yandan da sermayenin sınırsızlığı ve dünya
ticaretinin serbestleşmesi olarak algılanmaktadır. Son yıllarda ekonomik, siyasal ve toplumsal
anlamda hemen hemen her konu küreselleşme ile ilişkilendirilmiş ve küreselleşme paradoksal
öğeleri de içinde barındıran kompleks bir kavram haline gelmiştir. Böylece küreselleşme ile
ilgili olarak geliştirilen yaklaşımlarda bu kavramın ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda pek
çok sorunun sebebi, sonucu ve çözüm yolu olarak ifade edildiği görülmüştür (Demir, 2001,
74). Küreselleşme ekonomik, yönetsel ve siyasal anlamda dünyanın geldiği yeni durumu ifade
eden, yaşamın tüm alanlarını kuşatmış ve tüm toplumları etkileyecek güç ve boyutta olan bir
kavramdır. Böylesine güçlü ve etkileri sadece toplumsal veya yerel olarak
sınırlandırılamayacak olan bu kavram, olumlu ve olumsuz etkileri ile de yandaş ya da muhalif
grupların oluşmasına neden olmaktadır. Çünkü küreselleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler arasında bütünleşmeyi sağlayıp, üretken sermayenin kar oranlarını arttırmak üzere
üretimi dünya ölçeğinde planlama eğilimlerine işaret etse de, dünyanın diğer bölgelerini
dışlama eğilimini de içinde barındıran ve üçüncü dünya ülkelerini kaderleri ile baş başa
bırakıp, üçüncü dünyanın da üçüncü dünyası durumuna gelmesine sebep olabilecek
paradoksal bir süreçtir (Çukurçayır, 2003, 1-17).
Küreselleşmeye yaklaşım genel olarak üç grupta incelenebilir (Özdemir, 2004, 175-
176).
1- Birinci grupta yer alan anlayışa göre küreselleşme, teknolojik gelişmelerin doğal
bir sonucu olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Özellikle bilgi toplumunun artan önemi
ve gelişen bilgisayar teknolojisi ve internet ağı sayesinde kolaylaşan bilgi aktarımı
ve iletişim sermayenin hareket alanını genişletmiş, üretim- yatırım ve tüketimi
uluslararasılaştırmıştır.
2- Küreselleşmeye farklı bir pencereden bakan diğer bir grup ise neo-liberallerdir.
Neoliberallere göre küreselleşme, piyasaların uluslararasılaşmasına
6
bağlanmaktadır. Teknolojik ilerleme ile birlikte artan üretim, piyasaların dışa
açılmasını gerekli kılmış ve ticaret serbestleşmiştir. Ülke ekonomileri korumacı
politikaları bir tarafa bırakarak, dış ticareti teşvik etmiş ve para piyasaları
serbestleşmiştir. Kısacası ünlü iktisatçı Adam Smith’in “görünmez el”
yaklaşımının geçerliliği kabul edilerek piyasa ekonomisi egemen kılınmaya
çalışılmıştır.
3- Üçüncü grupta yer alan yaklaşıma göre küreselleşme yeni bir kavram değildir
(Neo-Marksist yaklaşım). 19. yüzyıl dış ticaret hacmine ilişkin verilere, 500 yıl
önceki keşif gezilerine ve yüzyıllar öncesine dayanan kervan ticaretlerine
dayanarak küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığı ifade edilmektedirler.
Diğer taraftan kapitalist sistemin varlığını idame ettirebilmek ve yaşadığı krizden
sıyrılabilmek için küreselleşme olgusunu bir çözüm yolu olarak ortaya koyduğu görüşü de
ileri sürülmektedir (Özdemir, 2004, 176).
21. yüzyılda dünya; her alanda liberal felsefenin hakimiyetinde, teknolojik gelişmenin
sınır tanımaksızın önemli değişmelere yol açtığı, bilgi ekonomisinin öne çıktığı bir döneme
girmiştir. Haberleşme ve ulaştırma teknolojilerindeki hızlı gelişmeler dünyayı küreselleşmeye
doğru itmekte, mal ve finans piyasalarının mobilitesi her geçen gün artmaktadır. Çok taraflı
ticari ve mali ilişkilerin gelişmesi küreselleşmeye hız kazandırdığı gibi, benzer özelliklere
sahip, aynı coğrafi bölge içinde olan ülkeleri, güç birliği oluşturma yönünde yoğun bölgesel
ilişkiler içerisine de itmektedir. Kısacası “dünya ölçeğinde globalleşme bilgi ve sermayenin,
hizmetlerin, sınırlar arasında mal akışının büyümesini yansıtırken, ülkeler arasında ekonomik
dayanışmanın büyümesine de işaret etmektedir.” (Zencirkıran, 2003, 1-8)
Günümüzde tartışılan küreselleşme kavramı ise, çok daha geniş tabanlı olup
toplumların yalnızca ekonomik yapılarına değil sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik
yapılarına da nüfus eden güçte ve boyuttadır. Bu nedenle küreselleşme kavramını daha geniş
bir perspektif içinde ele almak daha akılcı ve açıklayıcı olmaktadır. Küreselleşme yeni bir
olgu olmasa da; yeni kurallar koyan, yeni araçlar kullanarak yeni pazarlar oluşturan ve
başrollerde yeni aktörlerin olduğu yeni dünya düzenini işaret eden bir süreçtir. Mesele
küreselleşmeyi savunmak ya da küreselleşmeye muhalif olmak değildir. Küreselleşme artık,
kayıtsız kalınamayacak bir biçimde yaşamın her alanında etkisini hissettiren bir kavramdır. O
nedenle çok iyi tahlil edilmeli, olumlu ve olumsuz yanları analiz edilmeli ve olumlu
7
yönlerinden yararlanma çabasına girilirken, olumsuz yönleri için de tedbirler alınmalı,
savunmaya geçilmelidir. (Çukurçayır, 2003, 13 )
Küreselleşme en genel anlamda, ülkeler arasında ekonomik, politik ve sosyal
ilişkilerin yaygınlaşması, gelişen teknoloji, haberleşme ve ulaşım ağı ile yerel ve ulusal
düzenlemeler üzerinde sınırlar arası farklılıkların ortadan kalkması ve ülkelerarası ideolojik
kutuplaşmaların çözülmesi şeklinde ifade edilmektedir. Böyle bir tanımlama ile, mekan ve
yerel kural sınırlaması olmaksızın, üretim faktörlerinin, mal ve hizmetlerin, bilgi ve
teknolojinin ve hatta maddi-manevi değerlerin milli sınırlarını aşarak yayıldığı bir dünya
idealize edilir (Demir, 2001, 75).
Çizilen pembe tablo içerisine yerleştirilen yeni “dünya toplumu”, coğrafi sınırların
önemini yitirmesi ile siyasi ve iktisadi çatışmaların olmadığı, ulus üstü kuralların hakim
olduğu bir toplumdur. Böylece küreselleşme tüm dünyayı kuşatan ve kapsayan ve içinde
barındırdığı ekonomilere eşit fırsatlar sunan bir süreç olarak sunulmaktadır.
Ancak dünya ülkeleri arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar, daha da
önemlisi gelişmişlik farklılıkları bu süreçten tüm ekonomilerin aynı ölçüde yarar sağlayacağı
görüşünün geçerliliğini sınırlandırmakta ve küreselleşme kavramının sorgulanması ihtiyacını
doğurmaktadır. Küreselleşmenin paradoksal yapısı tüm dünyayı kuşatmasına izin
vermemekte, hatta bazı ülkelerin dünya ile bütünleşmek yerine dünyadan dışlanmasına neden
olmaktadır. ( Demir, 2001, 75-102 )
Küreselleşen ekonomiler arttıkça ve küreselleşme olgusu etkisini her geçen gün
artarak hissettirdikçe, ülke ekonomileri ve ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları bu hızlı
değişimden kaçınılmaz olarak etkilenmektedir. Böylece uluslararası karşılıklı bağımlılık
artmakta ve uluslar denizaşırı ülkelerde meydana gelen olay ve kararlara bağımlı hale
gelmektedir.
1.2. Küreselleşmenin Tarihçesi
Küreselleşmenin tanımı, kapsamı ve etkileri konusunda ileri sürülen farklı görüşlere
ilave olarak, küreselleşme ile ilgili bir diğer fikir ayrılığı yaratan konu ise, küreselleşmenin
yeni bir kavram olup olmadığı hususundaki görüş farklılıklarıdır. “Eğer küreselleşmeyi,
8
ülkeler arasında büyük ve artan bir ticaret akışı ile sermaye yatırımının gerçekleştiği açık bir
uluslar arası ekonomi diye yorumlarsak”, küreselleşmenin yeni olduğunu söylemek
imkansızdır (Hırst ve Thompson, 1996, 8). Ancak hiç şüphe yok ki, bugünkü dünya
ekonomisi 1900’lü yılların başındaki durumundan çok farklıdır.
İnsanlık tarihi incelendiğinde, her dönemde toplumların var olan sınırları aşmak
gayretinde olduğu görülmüştür. Her dönemde insanlık ticaretin sınırlarını zorlamış, ticaretin
sınırları genişledikçe yeni topraklara sahip olma güdüsü artmıştır. Çünkü artan nüfusun
ihtiyaçlarını karşılamak ancak ve ancak yeni hammadde ve gıda kaynaklarını bulmakla
mümkün olmuştur.
Örneğin Uzak Doğu-Orta Asya hattı boyunca uzanan kervan ticaretleri ve İpek Yolu,
bugünkü sınır ötesi ticaret ve uluslararası sermaye hareketinden çok da farklı bir şey olarak
görülemez. Şüphesiz ki o çağlardaki bu tür girişimler bugünkü anlamda küreselleşmenin
temelini atmış, zeminini hazırlamıştır. Tarihi süreç içerisinde küreselleşmenin seyrine
bakıldığında, dünya üzerinde iki küreselleşme dalgasından söz edilebilir (Uludağ, 2004, 138).
1. Sanayi Devrimi öncesinde görülen küreselleşme yoluyla zenginleşme sürecinin coğrafi
keşiflerle sağlandığı görülür (Kazgan, 2005, 3). Küreselleşmenin 1. Sanayi Devrimi ile ortaya
çıkan ve coğrafi keşiflerle etkisini hissettiren boyutu 1. küreselleşme diye tanımlanırken,
1980’li yıllardan sonra boyut değiştiren ve 1990’larda SSCB’nin dağılması ile etkisini artıran
ve “yeni dünya toplumuna” doğru gidişi hızlandıran süreç ise 2. küreselleşme olarak
tanımlanmaktadır (Kazgan, 2005, 4). Hiç kuşku yok ki; 2. küreselleşmeye ivme kazandıran ve
1. küreselleşmeye kıyasla, “ küreselleşme” veya “globalleşme” kavramlarının daha fazla
tartışılmasına ve bu kavramlara yandaş ve muhalif gruplar oluşmasına neden olan en önemli
gelişmeler teknolojik ilerlemelerin hız kazanması, internet ağının yaygınlaşması, ulusal devlet
anlayışının giderek önemini yitirerek tek kutuplu dünyaya gidişin süratle sürmesidir.
Dünyada küreselleşme furyasının en önemli basamağı hiç kuşku yok ki, coğrafi
keşifler olmuştur (Kazgan, 2005, 2). Coğrafi keşiflerle artan ticaret dürtüsü, küresel alanı
genişletmiş ve serveti Avrupa topraklarına aktarmıştır. Böylece servetin toplandığı Avrupa’da
üretim artmış, teknolojik icatlar gelişmiş ve ticaretin yayılmaya başlandığı alanda
küreselleşme de kendini hissettirmeye başlamıştır. 1. küreselleşme sürecinin başlamasının
ardında yatan temel güdü pazar bulma ihtiyacıdır (Akbey, 2004, 138). Tüm bu gelişmeler
Avrupa’dan sonra dünyanın geri kalan bölgelerinde de görülmeye başlanmıştır. Ancak
9
dünyanın bazı bölgeleri gerek içsel sorunları gerekse ticari dürtü eksikliğinden dolayı, ya da
elde edilen sermaye birikiminin ticari manada etkin kullanılamadığından dolayı bu sürecin
dışında kalmış ve tıpkı bugünkü manada gelişmişler ve geri kalmışlar şeklinde kategorize
olma eğilimine girmişlerdir. Böylece zenginleşen Avrupa henüz 1. Sanayi devrimi öncesi;
dünyanın diğer alanları ile arasındaki farkı açmıştır. Böylece bazı toplumlar geri kalmışlığa
mahkum olurken Avrupa ise ufkunu açmıştır (Kazgan, 2005, 3).
1. küreselleşme süreci 1. Dünya Savaşı ile kesilmiş ve 1970 yılına kadar küreselleşme
süreci kesintiye uğramıştır. 1979 Petrol Krizi tıkanan ekonomik sisteme çözüm olarak neoliberal
politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Bu da 2. küreselleşme dalgasını yaratmıştır
(Akbey, 2004, 138). Küreselleşme SSCB’nin yıkılmasıyla beraber boyut değiştirmiştir.
Teknolojik yeniliklerle beraber her türlü sermaye sınır tanımaksızın serbestçe dolaşmaya
başlamış, finansal serbestlik giderek artmıştır. Artık istikamet tek “merkezli dünya”dır.
Ticari faaliyetlerin uluslararasılaşması en eski uygarlıklara kadar dayanmaktadır (Hırs
ve Thompson, 1996, 44). Avrupa’da Ortaçağ’da başlayan sınır ötesi ticaretle ve yeni icatlarla
zenginleşen İngiltere, küreselleşmeyi sürükleyen devlet konumunda olmuştur (Kazgan, 2005,
5). Bu dönemde bazı tüccarlar İngiliz mallarını Güney Avrupa Ülkelerine satışına olanak
sağlamışlardır (Hırs ve Thompson, 1996, 45). Sanayi Devriminden sonra ise, sınır ötesi ticaret
faaliyetleri artış göstermiş ve çokuluslu şirketler sahnedeki yerini almıştır. 1.Dünya
Savaşı’ndan sonra ise çokuluslu şirketlerin oluşumunu tamamlayıp yapılarını
sağlamlaştırmalarıyla ticari faaliyetler hız kazanmıştır. Bu hız ekonomik buhran yıllarında
yavaşlasa da , 1950’lerden sonra yeniden canlanmıştır (Hırs ve Thompson. 1996, 46-49).
Diğer yandan sınır ötesi ticaretin bir diğer ayağı da, ülkelerarası göç hareketleri ve
bunun işgücü piyasası üzerindeki etkileridir.
19. yüzyılın ikinci yarısında, uluslar arası ticaretin önündeki en önemli engel olarak
görülen taşıma maliyetlerindeki yükseklik ve ulaştırma giderlerinin fazlalığı, buhar
makinesinin deniz ve demiryolu taşımacılığına uygulanmasıyla düşüşe geçmiş ve böylece
hem uluslararası ticaret artmaya, hem de emek ve sermaye küreselleşmeye başlamıştır. İlk
küreselleşme dalgasını yaratan, teknolojik yeniliklerle buhar gücü ve demir endüstrisini
geliştiren Sanayi Devrimi’dir. Bunu ise üretimde verimlilik ve üretkenliğin artması ile ve
ulaştırma-haberleşme teknolojisi ile sağlamıştır. Yani küreselleşme sürecinin ilk önemli
10
etkeni teknolojik yeniliklerdir denebilir. Küreselleşmenin diğer dinamiği de uluslar arası
finans ve ticarettir (Akbey, 2004, 138-139). Böylece uluslar arasındaki mal, hizmet, kültür ve
işgücü alış-verişi için uygun zemin oluşturulmuştur. Nüfus arttıkça ücreti azalan emek sosyal
güvenceye de sahip olamamış ve şansını deniz aşırı topraklarda deneme peşine düşmüştür
(Kazgan, 2005, 6).
Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere göç özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra artmıştır (Hirst ve Thompson, 1996, 52). Ancak yinede işgücü piyasasındaki uluslar
arası hareketlilik, hiçbir dönemde mal ve hizmet hareketliliği kadar yoğun olmamış ve işgücü
piyasalarının yapısı biraz daha ulusal kalmıştır. İşgücünün yüksek mobilitesi bölgesel
bloklaşmaların içinde kalmıştır (özellikle AB). Uluslararası ticaret, sermaye hareketliliği, mal
ve hizmetler için varlığı kabul edilen bir dünya piyasası, henüz emek piyasası için
bulunmamaktadır. Emeğin hareket alanı, bölgelerarasına pek fazla yayılmayıp, daha ziyade
komşu ülkeler arasında sınırlı kalmıştır. İstihdama yönelik uluslar arası göçler 20. yüzyılın
son çeyreğinde ciddi boyutlara ulaşmıştır ancak Körfez Savaşı’nın ardından geçici göçmen
istihdamı sekteye uğramış ve işgücü illegal yollarla kendine istihdam alanı aramıştır. Yasal
olarak istihdam edilenler ise nitelikli işgücü ve üst düzey yönetici konumunda olanlardır
(Hirst ve Thompson, 1996, 56).
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya ekonomisinde çok büyük bir küresel
konjonktürel eğilimler gözlemlenmekte ve iktisadi faaliyetler hızla uluslararası nitelik
kazanmaktadır. 1929 Büyük Dünya Bunalımı, ve bu kriz sürecinin aşılabilmesi, devlet
müdahalesini gerekli gören Keynesyen yaklaşımın benimsenmesi ile mümkün olmuştur.
Kapitalist mantığın işleyiş biçiminin ekonomik sistemlere verebileceği zararın kamu aracılığı
ile giderilebileceği düşünülmüştür. Görenel bu düşünceyi şu cümlesi ile ifade etmiştir:
“Ancak temel karşı çıkış, müdahalelerin asıl pürüz kaynağı oluşuydu”. (Görenel, 2002, 306)
Ardından bu fikirden beslenen yeni klasik yaklaşım ve parasalcı yaklaşım hakimiyeti
görülmeye başlanmış ve iktisadi liberalizmin derinleşmesi için çaba sarfedilmiştir.
Keynes’in devlet müdahaleli iktisat politikaları ile devlet, kurumları ve işletmeleri ile
ekonomik konjonktüre yön verebilecek bir güce ulaşmıştı. Korumacılığa, ithal ikameci
sanayileşme stratejisine, gelir dağılımındaki değişimlere ve işçi-işveren sınıflarının etkin
mücadelesine dayanan devlet temelli bu güçlü yapı haliyle kendine muhalif grupları
yaratmıştır.
11
Böylece kapitalizm ya da yeni adıyla küreselleşme, liberalizmin hayatın tüm alanlarına
yansıtılma çabası olarak ve gelişmiş ülkelerde kar hadlerinin düşmesine bir çözüm yolu olarak
varlığını kabul ettirmeye çalışmaya başlamıştır. (Görenel, 2002, 308)
1.2.1. Liberalleşme ve Bloklaşma
Son çeyrek yüzyıldır; ABD, AB ülkeleri ve OECD ülkeleri, devlet müdahalesinin
minimum düzeyde olduğu, bireysel teşebbüsün teşvik edildiği yapısal bir reform sürecindedir.
Bu doğrultuda piyasa ekonomisi benimsenmekte, ekonomik faaliyetler üzerindeki düzenleme
ve vergiler azaltılmakta ve daha açık ekonomik sistemler benimsenmektedir. Özellikle 1980’li
yıllar dünya genelinde liberalleşme ve dışa açılma programlarının yoğun bir biçimde
uygulandığı yıllardır. Bu eğilim önce gelişmiş ülkelerde başlamış daha sonra ise gelişmekte
olan ülkeler ve Avrupa’daki eski merkezi planlı ekonomilere yansımıştır. Hakim olan görüş,
liberal bir dış ticaret rejiminin ekonomik büyümeyi hızlandıracağı görüşüdür.
Ekonomik liberalleşme normlarına uyum sağlanarak, kamu kurum ve kuruluşlarının
özelleştirilmesi, mal ve finans piyasalarının serbestleştirilmesi, ekonomide devlet
müdahalesinin azaltılması, uluslar arası ticaretin önündeki gümrük ve kota gibi kısıtlamaların
kaldırılması, ulusal pazarın uluslar arası rekabete açılması ve yabancı yatırımların arttırılması
gibi “yeni sağ” ideolojinin politikaları IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar
tarafından azgelişmiş ülkelerin önüne sunulmakta ve liberal ekonomi politikaları
küreselleştirilmektedir. Diğer yandan da hak ve özgürlüklerin, demokrasinin ve insan
haklarına saygının arttırılması ve evrenselleştirilmesi hedeflenmektedir. Serbest piyasa
ekonomisi ile zenginleşen ülkelerin daha fazla liberalleşme istekleri ile birlikte küreselleşme
ve enformasyon teknolojisi artmış ve sosyalizm ve reformist sol önemini yitirmeye
başlamıştır. Ekonomik kalkınmanın vazgeçilmez şartlarından biri de liberalleşme ile beraber
özelleştirme politikası olarak görülmektedir. Özelleştirmenin ciddi boyutlarda olduğu önemli
bir ülke ise ABD’dir. Diğer taraftan 1970’lerdeki petrol şokunun yarattığı ekonomik
darboğazı, ithal ikameci ve korumacı ekonomik politikalarla aşmayı başaramayan Latin
Amerika ve Afrika ülkeleri de liberalleşme ve özelleştirmeyi ekonomik büyümenin itici
güçleri olarak kabul etmişlerdir (Aykaç, 2001, 2; DPT, 2005, 35-49).
Ekonomik liberalleşme Aykaç’a göre; “evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisine
geçişi, tüm ülkelerin dünya piyasası ile bütünleşmesini, mal, hizmet ve sermaye mobilitesinin
tam anlamıyla serbestleşmesini ve küreselleşmenin gerçekleşmesini ifade etmektedir.” Bu
12
çerçevede ekonomilerin dış ticaret politikalarında, korumacı nitelikteki unsurlar azaltılmakta,
dış ticaretin yaygınlaştırılabilmesi için paraların konvertibil olması sağlanmakta, ekonomide
devletin rolü azaltılarak, özelleştirmeler arttırılmakta, finansal serbestleşme yaratılmakta ve
doğrudan yabancı yatırımlar teşvik edilmektedir. Böylece rekabete dayalı serbest piyasa
ekonomisi, temel itici gücün kar kabul edildiği bir çerçevede benimsenmeye çalışılmaktadır
(Aykaç, 2001, 2-3).
Her ne kadar, yeni dünya düzeni içinde, tam serbestleşme ve tek dünya argümanları ön
plana çıksa da, ülkeler uluslar arası sistemde güçlenebilmek için diğer ülkelerle anlaşmalı
bütünleşme ya da güç merkezlerini yansıtan bloklara dahil olma yoluna gitmişlerdir. Bu
bloklaşmalar, kimi zaman ekonomi-politik, kimi zamanda ideolojik ya da jeopolitik nitelikte
olmuştur. Söz konusu bütünleşme ve bloklaşma eğilimleri, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte
çift kutuplu uluslar arası sistemin ortadan kalkmasıyla yoğunlaşmaya başlamıştır. Ancak bir
taraftan serbest ticaret ve küreselleşmeden söz edilirken, bir taraftan da ittifaklar kurulup
bloklar oluşturulmaya çalışılmıştır. (Aykaç, 2001, 3)
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD için hedef; ekonomik, siyasal ve sosyal bir uluslar
arası yapılanmaya gitmek olmuştur. Bu hedef doğrultusunda ABD’nin öncülüğünde ilk olarak
Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Ardından dünya ekonomisinde piyasa koşullarının işleyişine
yeni açılımlar getirecek olan, IMF, Dünya Bankası ve GATT gibi uluslar arası iktisadi
kuruluşlar oluşturulmuştur. Bu kuruluşların oluşum ve işleyişi ile birlikte hem küreselleşme,
hem de dayanışma ortamı yaratılmaya çalışılmıştır (DPT, 1995, 11). Uluslar arası ekonomik
sistemi oluşturan büyük aktörler arasında ekonomik-politik ve teknolojik bağların artması,
aralarındaki işbirliği hareketlerini körüklemiş ve IMF, GATT,WTO, Dünya Bankası ve BM
gibi kuruluşlar küreselleşme; AB, NAFTA, EFTA gibi kuruluşlar ise bölgeselleşme
çerçevesindeki işbirliğini simgelemiştir. Dünyanın neredeyse tüm bölgelerinde ekonomik
bloklaşma hareketleri görülmektedir: Avrupa kıtasında AB, Amerika kıtasında NAFTA, Asya
ve Pasifik’de APEC…. Afrika ve Orta Doğu Bölgeleri ise bu bloklaşma alanlarının dışında
kalmaktadır (Türk, 1997).
Söz konusu kuruluşlara ve dünyanın geleceğine asıl yön veren güç ise, büyük
aktörlerin oluşturduğu G7 gibi özel güç grupları olmuştur. Söz konusu devletler arası
örgütlerin bazısı daha bilinçli, bazısı daha belirsiz olarak yeni dünya düzeni içinde yer alsa da,
bu kuruluşların tamamı, doğrudan ya da dolaylı olarak, deregülasyon, dönüşüm, özelleştirme
13
ve devletin küçültülmesini desteklemektedir (Özdemir, 2004, 192). Bölgeselleşme bir
anlamda küreselleşmeye karşıt gibi gözükse de, esasında bölgeler arasındaki ekonomik
ilişkiler arttıkça, küreselleşme için doğal ve uygun bir ortam yaratılacağı düşünülmektedir.
(Aykaç, 2001, 3)
1.3. Küreselleşmenin Olumlu ve Olumsuz Yönleri
Küreselleşme sürecinin önemli özelliklerinden biri, ulusal sınırların önemini yitirmesi
ve ulus devletin ekonomideki denetiminin giderek ortadan kalkmasıdır. Sermaye
hareketlerinin küreselleşmesi ile hiyerarşik ve büyük kurumlar yerini, daha esnek kurum ve
oluşumlara bırakmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde ekonomik karar
birimlerine sunulan tek seçenek, küresel ekonomik düzenle bütünleşmektir. Bu seçeneğin
dışına çıkıldığında, ekonomilerin yalnızlığa sürükleneceği düşünülmektedir. Artık küresel
sermaye, hangi yatırımı nerede-ne zaman yapacağına veya hangi yatırımdan vazgeçeceğine
kendisi karar vermektedir (Aksoy, 1996, 2).
Ancak paradoksal bir süreç olduğunu ifade ettiğimiz küreselleşme süreci sorunsuz
değildir. Küreselleşme süreci tamamlanmamıştır ve hala yaşanmakta olan bir süreçtir.
Küreselleşme sürecinin baş aktörleri dünya ekonomisi içindeki konumlarını ve işlevlerini
belirleyip eylemlerini hayata geçirdikçe bu süreç, kendine yandaş ve muhalif gruplar yaratmış
ve bu sürecin kazanan ve kaybedenlerini ortaya çıkarmıştır.
1.3.1. Küreselleşemeye Olumlu Yaklaşım
Küreselleşme yanlılarına göre, küreselleşmeye karşıt olanlar küreselleşmenin
zararlarını büyüterek, değişimden korkanlardır (www.ekodialog.com).
Küreselleşme yanlılarına göre toplumlardaki eşitsizlikler yapısal değil bireysel
kaynaklıdır (Balay, 2004, 63). İşsiz kalan birey, işsizliğinden kendisi sorumludur ve bu
durumu yaratan ekonomik süreçler değildir. Diğer bir olumlu yaklaşım adalet temellidir ve
küresel dünyaya uyum sağlayamayan bireylerin ‘refah hakları’nı elde edemeyecekleri
yönündedir. Bir başka olumlu yaklaşımda ise devletin toplumsal ve ekonomik alandaki
işlevini asgari düzeye indirerek bunu fırsat eşitliğine dayalı ahlak ilkesi çerçevesinde
değerlendirmesi gerektiği savunulmuş ve böylece ‘demokrasi’, ‘bireycilik’ ve ‘özgürlük’
kavramlarına dikkat çekilmeye çalışılmıştır (Balay, 2004, 63).
14
Küreselleşme yanlılarına göre küreselleşmenin olumlu yönlerini şu şekilde sıralamak
mümkündür:
1- İnsanlık adına yeni ortak değerler oluşmakta, kültür ve uygarlıklar yeni baştan
anlamlandırılmaktadır (Balay, 2004, 64).
2- İnsan haklarına saygı, demokrasi, adalet ve eşitlik küresel ahlakın baş standardı
olmakta ve insan haklarına saygı devletin iç meselesi olmaktan çıkarılıp, küresel
toplumun ilgi alanına alınmaktadır (Balay, 2004, 64).
3- Gelişmekte olan ülkelerde küreselleşme ticareti arttırmakta dolayısıyla ticaretten
elde edilen kazanç artmaktadır (www.ekodialog.com).
4- Küreselleşme ile birlikte nitelikli insan gücünün önemi kavranmakta ve kalkınmaya
giden yolun yaşam boyu kitlesel eğitimden geçtiği anlaşılmaktadır (Balay, 2004,
64).
5- Dışsal faaliyetler azgelişmiş ülkelerde yeni endüstrilerin oluşumunu sağlayarak
üretim artışına ve büyümeye yol açmaktadır (www.ekodialog.com).
6- Ülkeler arası iş birliği ile sağlık alanında ciddi adımlar atılmakta ve sağlıklı yaşam
olanakları genişletilmektedir (Balay, 2004, 64).
7- Küreselleşmeyle birlikte teknolojik imkanlara erişim kolaylaşmakta ve yeni çağın
dışında kalma riski azalmaktadır (Özdemir, 2004, 79).
8- Ülkeler ayrı ayrı başaramadıkları optimal kaynak kullanımı ve tam istihdamı,
beraber olduklarında başarmaktadır. Yani küreselleşme birlikten kuvvet
yaratmaktadır (www.ekodialog.com).
9- İş gücü mobilitesi artmakta, üretim ve tüketimde rekabet yaşanmakta ve dünyanın
bir ucundaki insan dünyanın diğer ucundaki ürün ve hizmetten faydalanmakta,
mesafeler mahrumiyet yaratmamaktadır (Balay, 2004, 65).
10- Teknolojik ilerlemeler işlem ve bilgi maliyetini azaltırken prodüktivite artışı
sağlamakta ve büyümeye yol açmaktadır (ekodialog.com).
11- “Daha hızlı gelişim, daha yüksek düzeyde yaşam, demokratik ve katılımcı bir
düzen ve yönetimde şeffaflık” sağlamaktadır (Kırdar, 2004, 107).
1.3.2. Küreselleşmeye Olumsuz Yaklaşım
Küreselleşme karşıtlarının savundukları fikirlerin temelinde, küreselleşmenin
kapitalizmden beslenen bir olgu olduğu ve kapitalizmin genel teorisine hizmet etmek için bu
15
sürecin yaygınlaştırıldığı kanısı oluşturmaktadır. Hatta karşıtlara göre küreselleşme gelişmiş
ülkelerin az gelişmiş ülkelere dayatmaya çalıştığı emperyalizmin yeni bir versiyonudur
(www.ekodialog.com).
Küreselleşme karşıtlığının temelinde, teknolojik değişmenin sunduğu yeniliklere değil,
gelişmiş ülkeler tarafından dikte edilen sosyo-ekonomik politikalara tavır konulduğu
görülmektedir (Özdemir, 2004, 179).
Küreselleşme karşıtlarına göre küreselleşmenin zararları aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1- Küreselleşme, dünya üzerindeki güçsüz ekonomileri güçlü ekonomilere bağımlı
hale getiren ve daha fazla kar amacıyla küreselleşme adı altında emperyalist
sömürünün meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir süreçtir (Balay, 2004, 65).
2- Küreselleşme ile, ulusal değerler, kültürler, stratejik kaynaklar ve hatta ulusal
kimlik yok edilmekte ve küreselleşmenin bedeli yerelliğe ödetilmeye
çalışılmaktadır.
3- Küreselleşme ülkeleri, bir yandan küreselleşme sürecinin dışında kalmamak, diğer
yandan da milli bütünlüğü korumak gibi bir ikilem içine itmektedir (Balay, 2004,
65).
4- Küreselleşme dünyanın her noktasına aynı olanakları sunmamakta, gelir
dağılımında adaletsizlik ve eşitsizlik yaratmaktadır. Çünkü küreselleşme ile
birlikte zenginlik ve refahın dağılımı gibi fakirlik ve sefaletin dağılımı da
hızlanmıştır (Özdemir, 2004, 180; Balay, 2004, 65).
5- Küreselleşme ile birlikte çalışma yaşamı artık yüksek nitelikli işgücü
gerektirmekte ve vasıfsız emek, bilgi-teknoloji yoğun yeni üretim süreçlerinde
kendine yer bulamamakta dolayısıyla insanların iş bulamama riski artış
göstermektedir (Özdemir, 2004, 181).
6- “Küreselleşme IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası odaklarda somutlaşan,
uluslar arası boyutlu tekellerin egemenliği altındadır.” (Özdemir, 2004, 181)
7- Küreselleşme ile birlikte artan sanayileşme, çevreye zarar vermekte, ekolojik
dengeyi bozmakta ve küresel ısınma sorununu gündeme getirmektedir
(www.ekodialog.com).
8- Ulaşımın kolaylaşması, elektronik haberleşme teknolojisinin gelişmesi, emek ve
sermaye akışkanlığı gibi etkenler insanların çok uzaktaki olaylardan
16
etkilenmelerine yol açmakta ve hiçbir ülke, dünyadaki hiçbir olaya kayıtsız
kalamamaktadır. Ülkeler arası bu akışkanlık, bir ülkede patlak verebilecek bir
ekonomik krizden neredeyse tüm ülke ekonomilerinin etkilenmesine yol
açmaktadır.
Görüldüğü gibi küreselleşme sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda olumlu ve
olumsuz yönleri bir arada içinde barındıran bir süreçtir (Balay, 2004, 65). Küreselleşme bilgi
çeşitliliği ve zenginliğini hayatın her alanına yayan bir süreç olmakla birlikte, bu bilgi ve
teknoloji yoğunluğu içinde, söz konusu teknolojiyi ve bilgiyi özümseme kapasitesi olmayan
ülkeleri dışlayarak, bir adım daha geri gitmelerine neden olan paradoksal yapıda bir süreçtir.
Küreselleşme bir yandan insanlara yeni iş fırsatları sunarken diğer yandan da varolan iş
alanlarının bir kısmını ortadan kaldırarak işgücünü işsizlik sorunu ile karşı karşıya
bırakmaktadır. Küreselleşmenin olumsuz yönlerinden kaçınmak ise bireyi ve toplumları
eğitmekle mümkün olabilir (Balay, 2004, 65-66).
1.4. Küreselleşmenin Dinamikleri
1.4.1. Artan Uluslar arası Rekabet Koşulları ve Çokuluslu Şirketler
Dünya genelinde ekonomik sürecin serbestleşme temeline dayandığı neo-liberal
politikaların yükselişe geçmesi ile birlikte, dışa açıklık ve serbestlik temelli küresel bir yapı
oluşmuş ve üretken sermaye verimlilik ve kar oranlarını arttırmak amacıyla üretim ve
pazarlamayı dünya ölçeğine yaymıştır. Böylece hem parasal sermaye hem de üretken
sermaye, küresel alanda kar arayışına yönelmiştir. Coğrafi sınırların önemsizleşerek, böyle bir
serbesti düzeninin geçerli olmasıyla birlikte “rekabet” kavramı da önem kazanmaktadır
(Yalçınkaya ve Çakır, 2005, 2; Demir, 2001).
Küreselleşme olgusu, tüm dünyada artan uluslar arası rekabet koşulları yaratmaktadır.
Coğrafi uzaklık, mal ve hizmetlerin sağlanması ve dolaşımı açısından artık sınırlayıcı bir
faktör değildir. Dünya mali piyasaları entegre olmuş, ilerleyen bilgi ve haberleşme
teknolojileri, bilgiye ulaşmayı daha sistematik bir hale getirmiş ve bilgi paylaşımı
kolaylaşmıştır. İnternet teknolojileri ve elektronik ticaret gün geçtikçe önem kazanmaktadır.
Hızlı teknolojik değişim, işlem ve bilgi maliyetlerini azaltarak verimlilik artışı ve büyümeye
yol açmaktadır. Böylece düşük maliyetler, etkin piyasalar, yüksek verimlilik, uluslar arası
ticaretin önündeki gümrük ve kota gibi engellerin azaltılması ve yeni yatırım olanakları
rekabeti arttırmıştır. Diğer yandan banka-dışı finans kuruluşlarının (menkul kıymet firmaları,
17
sigorta şirketleri ve karşılıklı fonlar) mali aracılık sürecinde artan önemi rekabeti arttırıcı etki
yaratmıştır. Rekabet yalnızca sanayileşmiş ülkelerde değil, gelişmekte olan ülkelerde de
artmıştır. Kısacası küreselleşme sürecinde bilgi teknolojisindeki devrim, rekabeti küresel
düzeyde yoğunlaştırmaktadır (Erçel, 2000).
Yeni dünya düzeni içerisinde küreselleşmiş ekonominin egemen güçleri çok uluslu
şirketlerdir. Bugün çok uluslu şirketler, ulusal hükümetlerin politikalarını etkisiz hale
getirebilecek ve dünya ticaretine yön verebilecek güçtedir. Uluslar arası sermayenin bu gücü,
özellikle gelişmekte olan ülkelerde, uluslar arası sermayenin plan ve kararlarına bağımlılığı
arttırmaktadır. Sonuç olarak çok uluslu şirketlerin yönlendirdiği dünya ticaretinde yer
edinmek ve bu küresel süreçten pay alabilmek ise, küresel çapta ürün, hizmet, fiyat, kalite,
pazarlama ve yenilik boyutlarıyla rekabet gücü edinmeyi gerektirmektedir (Yalçınkaya ve
Çakır, 2005, 3). Nitekim Orhan’a göre küreselleşme, “piyasa ekonomisine dayalı sanayileşme
modelini izleyen ya da hedefleyen ülkelerin, uluslar arası pazarlara açılarak, rekabet etmek
amacıyla, siyasi ve mali yapılarında gerekli düzenlemeleri yaparak, dünya ekonomilerine
entegre olmaları ve bir bütün olarak entegrasyon yolundaki girişimlerini, ifade etmektedir.”
(Orhan, 2003, 411). Bilgi ekonomilerinin şekillendirdiği yeni rekabet ortamında ve yeni
küresel piyasalarda, var olabilmenin en önemli koşulu, yüksek rekabet gücü olarak
görülmektedir (Kumral ve Değer, 2005, 277).
Ülkeler küresel rekabet ortamında, birbirleriyle yarıştıkça, daha “yatırım dostu” olarak
görünmekte ve bu durumun sonucunda ise, “sosyal damping” durumu ortaya çıkmaktadır.
Faaliyetlerini daha düşük ücret ve çalışma koşullarının bulunduğu yerlere taşıyan uluslar arası
sermaye, maliyet rekabetine yol açmaktadır. Böylece ücretler ve sosyal harcamalarda azalma
görülmektedir. Ancak çokuluslu şirketlerin, üretim yapacağı alanı seçerken, göz önünde
bulundurduğu tek kriter düşük ücret ve sosyal güvenlik ödemeleri değildir. Emeğin vasfı ve
verimliliği de yatırımlar için tercih edilecek ülkenin seçimini etkilemektedir (Özdemir, 2004,
196). Küreselleşme ile birlikte üretim faaliyetlerinin aşamaları maliyet avantajları
doğrultusunda farklı ülkelere dağılmaktadır. Küresel üretim faaliyetleri dünya pazarına
yönelik olarak, üretim maliyetlerini minimize edecek şekilde, üretim sürecinin farklı
aşamalarının farklı ülkelerde gerçekleştirilmesi esasına dayanmaktadır. Çokuluslu firmaların
hedefledikleri üretim alanı tüm dünyayı kapsamaktadır (www.dtm.gov.tr).
18
Sonuç olarak; “piyasa ekonomisinin dünya geneline yayıldığı ve devletin ekonomideki
rolü ve payının sınırlanması yönündeki eğilimlerin arttığı günümüzde, ekonominin itici
gücünü bireyler oluşturmakta ve uluslar arası rekabet yarışında ancak, bireye yatırım yapan,
bilgi yoğun sanayiye dayalı, sağlıklı bir iktisadi yapıya sahip olan ülkeler yer alabilmektedir
(www.dtm.gov.tr). Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi, firmaların bilgi erişimini ve
erişilen bilginin yorumlanmasını kolaylaştırmış ve bu durum rekabetin artmasına yol açmıştır.
Son yıllarda artış gösteren uluslar arası serbestleşme faaliyetleri ve teknolojik
gelişmeler sonucunda, üretim, tüketim ve finans alanlarında yeni sistemlere dayalı, yeni bir
küresel ekonomi ortaya çıkmaktadır. Oluşan yeni küresel ekonominin baş aktörü, çokuluslu
şirketlerdir. Çokuluslu şirketler sermaye, üretim ve tüketimin uluslar arası düzeyde yayılıp
küreselleşmesini hızlandırmakta ve iktisadi faaliyetlerde belirleyici rol üstlenmektedirler.
Çokuluslu şirketler günümüzde coğrafi sınırlarını giderek genişletmekte ve ekonomik
güçlerini arttırmaktadır. Ancak sözkonusu şirketlerin büyük bir kısmının merkezleri, Avrupa,
Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’de bulunmaktadır. Dolayısıyla çokuluslu şirketlerin
ekonomik faaliyetleri bu bölgeler arasında yoğunlaşmakta ve tüm dünya ülkelerinin bu
küresel süreçten eşit ve dengeli bir biçimde yararlanma olanağı azalmaktadır
(www.canaktan.org).
1.4.2. Yeni Ekonomi ve Özellikleri
“Yeni ekonomi, küreselleşme olarak nitelenen evrensel bütünleşme idealinin
ekonomik ayağını oluşturan yeni bir düzendir” (www.canaktan.org). Yeni ekonomi kavramı
çeyrek yüzyıllık bir geçmişe sahip olup, sürecin temel dayanağı enformasyon ve
komünikasyon teknolojilerinde görülen hızlı gelişmelerdir.
Enformasyon teknolojilerindeki köklü değişim, ekonomik altyapının temelini fizik
mallardan, daha çok bilgi temelli ve hizmet odaklı mallara dayandırmaktadır. Dolayısıyla
bilgi toplumu, bilgi üretimi ve paylaşımı, bilişim ve yaratıcılık gibi kavramlar yeni
ekonominin vurgu yaptığı kavramlardır. İnternet teknolojileri ve elektronik ticaret gün
geçtikçe önem kazanmaktadır. Üretim süreçlerinde enformasyon teknolojilerinin önem
kazanması ile birlikte, sanayi ürünü eski değerini yitirmeye başlamaktadır. Yeni ekonomi
kavramı ile anlatılmak istenen, ulus devletin hakimiyetinin azaltıldığı, uluslar arası
sermayenin hakimiyetinde, tek merkezli bir küresel dünyadır (www.bilgiyönetimi.org).
19
Yeni ekonomi sürecinde, ekonomik büyüme üzerinde temel belirleyici olan “bilgi”
kavramının ve ekonomik karar birimlerinin geleceğe dönük beklentilerinde bilgi
teknolojilerinin çok önemli yer tuttuğu görülmektedir. Yeni ekonominin dikkat çeken bir
diğer özelliği ise bilgiyi hammadde olarak görmesidir. İnternet teknolojileri sayesinde yeni
ekonomi süreci tüm dünyada etkisini göstermekte ve bu güçlü dönüşümü bütün dünya
yaşamaktadır. Ancak yeni ekonomi sadece yeni bir teknoloji değil firmalar, piyasa yapısı,
kamusal düzenlemeler, insan deneyimleri, rekabet kuralları ve stratejilerini değiştirip yeniden
düzenleyen bir süreçtir (Bener, 2001, 1; inet-tr.org.tr).
Yeni ekonominin başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir (Aktan ve Vural, 2003, 1 ;
www.bilgiyönetmi.org.tr; www.tisk.org):
1. Bilgi ekonomisi: Enformasyon teknolojisinin ilerlemesi, yeni ekonomide bilgiyi
emek ve sermayenin önüne geçirecek, neredeyse yeni bir üretim faktörü haline getirmiştir.
Dolayısıyla bilginin kaynağı olan bireyin de yeni ekonomide önemi artmaktadır. Günümüzde
yeni ekonomi sürecinde yer alabilmek ve rekabetçi avantaj elde edebilmenin ön koşulu bilgi
ve beşeri sermaye odaklı ekonomi anlayışını benimsemektir.
2. Dijital ekonomi: Yeni ekonomide her türlü bilgi, global sınırları aşarak, bilgisayar
ve internet ağları sayesinde, son derece hızlı ve ucuz bir biçimde iletilmektedir. Yeni
ekonomide teknolojiyi belirleyen faktör açısından mekineleşme yerine dijitalleşme önem
kazanmaktadır.
3. Küresel ekonomi: Yeni ekonominin yükselişi ile birlikte artık yerel, ulusal, uluslar
arası, bölgesel gibi kavramlar önemsizleşmekte ve tek bir dünya ekonomisi bulunmaktadır.
4. Beşeri yetenekler: Bilgi yoğun ekonomik faaliyetlerde çalışmak, teknolojiye uyum,
kolay iletişim kurma, yeni fikirler üretebilme, yönetim ve kavramsal yetenek gibi özgün
beşeri yeteneklere sahip olmayı gerektirmektedir.
5. Öğrenme süreci ve eğitim: Enformasyon ve komünikasyon teknolojilerinin hızla
ilerlemesi ile artan rekabet ortamında firmaların yeni ekonomi sürecinin dışında kalmamaları
için karşılıklı öğrenme ve tecrübe paylaşımını teşvik etmeleri gerekmektedir. Artık en yeni ve
20
en önemli üretim faktörü bilgi ve bu faktörün kullanıcısı birey ise, birey eğitilmeli, donanımlı
hale getirilmeli ve ekonomik aktivitelerde kullanılmalıdır.
6. Rekabetçi ekonomi: Teknolojik gelişmeler karşısında fiziki sermayenin kalite ve
verimliliği artmakta ve artan iletişim bilgi ve bulguların yayılımını kolaylaştırmaktadır.
Piyasalar, iletişim ve ar-ge maliyetlerinin azalması sonucu giderek artan bir oranda
tüketicilere açılmakta ve global rekabet şiddetlenmektedir.
7. Bilgi yoğun mallar: Yeni ekonomide ortaya çıkan mallar bilgi yoğun, bilgiye dayalı
mallardır. Bilgi yazılımları, ilaçlar, internete dayalı işlemler, iletişim ve servis ekipmanları ve
biyoteknoloji gibi…
8. Stratejik beraberlikler: Yeni ekonomide birleşme, ortak girişim ve devralma gibi
yöntemlerle işletmeler bir birlik oluşturarak, yaratılan sinerji ile diğer işletmelere karşı
rekabete girişmektedir. Hızlanan iş süreçlerine uyum, iletişimin de hız kazanması ile birlikte
ortaklık ve stratejik bütünleşmelerle daha etkili hale gelmektedir.
Yeni ekonomik büyüme modellerinde neo-klasik büyüme modelinden farklı olarak,
ekonomik büyümenin temel kaynağı yalnızca sermaye birikimi değildir. Yeni büyüme
teorilerinde modele katılan yeni üretim faktörü bilgidir. Bilginin kendisi üretimde etkinliği
sağlayan önemli bir faktör iken, bilgiyi geliştirmeye yönelik olarak yapılan yatırımlar da
üretim faktörlerinin verimliliğini arttırmaktadır. Bilginin üretim sürecinde kullanılması ise
uzun dönemde artan verimleri ortaya çıkaracaktır. Yani neo-klasik modelde sermaye
yatırımlarındaki artışın uzun dönemde azalan verimler yaratarak ekonomik büyüme
sağlayamayışının aksine, yeni büyüme teorilerinde bilginin kullanımı ve paylaşımı diğer
faktörlerin tersine marjinal verimliliğini arttıracak ve bilginin daha fazla oranda üretime
koşulması ile sürekli büyüme sağlanacaktır. Ancak bu durum işgücünün sürekli eğitilmesi, arge
faaliyetlerine gereken yatırımın yapılması, yeni iş ve yönetim organizasyonları yaratılarak,
teknolojinin de yardımı ile yeni bilgi artışı sağlamak ve bunları üretimde kullanmakla
mümkün olacaktır.
21
İKİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞMENİN İSTİHDAM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1. İstihdam ve İşsizlik Kavramları
‘’İnsan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gerekli olan üretimin miktar ve vasıf
itibariyle geliştirilebilmesi; her ülkenin beşeri kaynaklarını azami ölçüde değerlendirerek
kullanması şartına bağlıdır.’’ (Savaşır, 1999, 61).
İstihdam, ülkedeki mevcut işgücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde
çalıştırılmasıdır. Bir ekonomide ekonomik faaliyetlere katılabilecek insan gücünün
kullanılma, çalışma veya çalıştırma derecesi “istihdamı” göstermektedir (Savaşır, 1999, 81).
Yani istihdam; üretime yönelen emek faktörünü ifade etmektedir. İşgücünün çalışmaması ise
“işsizlik” kavramını ifade eder. İnsanoğlunun üretim ve tüketim fonksiyonları emeğin
istihdamını, çalışmadığı ya da çalışamadığı zamanlarda da işsizliğini gündeme getirmiştir
(Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 67). İnsanlığın ihtiyacını gidermek üzere mal ve hizmet
üreten girişimci, diğer tüm üretim faktörleri ile beraber emeği de bir üretim faktörü olarak
kullanır ve buna karşılık yaratılan değerden emeğe bir pay verir. Ancak var olan işgücünün
tamamı üretimde kullanılamaz. İstihdam seviyesini ise emek piyasasına emeğini arz edip, cari
ücret düzeyinden iş bulup çalışanlar oluşturmaktadır. İşgücü seviyesi ile istihdam seviyesi
arasındaki fark ise işsizliği göstermektedir (Özdemir,Ersöz,Sarıoğlu, 2006, 74).
Biçerli’ye göre; “ diğer tüm üretim faktörlerinin kullanılmamaları, kaynakların atıl
tutulması ve etkinlikten uzaklaşılması sonucunu doğururken, emek faktörünün işsiz kalması
bunun yanı sıra birey ve çevresi üzerinde başka olumsuz etkilerde yaratabilmektedir” (Biçerli,
2004, 1). İşsizlik son 15 yıldır gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra gelişmiş ülkeler içinde
önemli ve öncelikli çözüm gerektiren bir problem olarak kabul edilmektedir. İşsizlik
probleminin bu derece ciddi bir sorun olarak görülmesinin en önemli nedeni, işsizliğin gerek
ekonomiye, gerekse birey ve ailesine çeşitli maliyetler yüklemesidir. İşsizlik insan psikolojisi
üzerinde çok ciddi olumsuzluklar yaratarak suç oranlarını da arttırmaktadır. Dolayısıyla
işsizlik yalnızca iktisadi bir sorun değil aynı zamanda sosyal ve psikolojik bir sorundur. Uzun
süreli işsizliğin zamanla mesleki becerileri aşındırıp verimlilik kaybına yol açması da
ekonomiler için ayrı bir kayıp olarak görülmektedir (Biçerli, 2004, 5-6).
22
İstihdam edilen birey için çalışma sadece, yaşamını idame ettirmenin bir aracı değil
aynı zamanda sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamanın da bir aracıdır. Çünkü istihdam
edilen birey hem gelir elde eder, hem saygınlık kazanır, hem de kendini geliştirme olanağı
bularak kişisel doyuma ulaşır (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 73-74).
İşsizliğin tespitinin sağlıklı bir biçimde yapılabilmesi için dikkat edilmesi gereken bir
husus da eksik istihdam kavramıdır.
Bir ülkenin istihdamı, o ülkenin kalkınmışlık seviyesi, nüfusu, doğal kaynakları,
teknolojik yenilikleri, eğitim ve ekonomik şartlarına bağlıdır. Eğer bir ekonomide üretim
faktörlerinin tamamı çalışıyor ve üretime katılıyorsa “tam istihdam” durumu söz konusudur.
Tam istihdamın sağlandığı bir ekonomide mevcut çalışma koşullarında ve cari ücret
düzeyinde çalışmak isteyen tüm iş gücünün iş bulabildiği gibi, ülkenin mevcut sermaye
malları stoku ve doğal kaynaklar faktörü de tamamen üretime katılmış durumdadır. Böylece
ekonominin mevcut üretim potansiyelinden yararlanılmakta ve atıl kapasite ve kaynak
bulunmamaktadır. Üretim faktörlerinin bir kısmının üretime katılamadığı durumlarda ise
“eksik istihdam” söz konusu olmaktadır.
Ekonomilerde etkisini hissettiren yüksek işsizlik baskısı ve işsizliğin maliyetini
giderecek sosyal güvence mekanizmasını yetersiz olması nedeniyle işgücü ilk bulduğu işi
kabul etmek durumunda kalmaktadır. Bu durum işgücünün verimsiz alanlarda istihdam
edilmesine ve etkinlik kaybına yol açmaktadır. Eksik istihdam yaratan bir başka nokta ise
insan gücü ve eğitim planlamasının yapılamaması ya da yetersiz düzeyde yapılmasıdır.
Planlamanın olmayışı ya da hatalı planlamaya gidilmesi sonucu ya eğitimli işsizler ya da
eksik istihdam sorunu ortaya çıkmaktadır. Kısacası kendi meslek ve becerilerine ya da eğitim
düzeylerine uygun iş bulamayan işgücü farklı alanlarda çalışmak durumunda kalmaktadır
(Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 74-75).
İşsizlik temelli ekonomik sorunların bir çözümü olarak geliştirilen kavram “İş
Yaratma Politikası”dır. İş Yaratma Politikası ekonomik karar birimlerinin yeni işler
yaratılmasını aktif olarak destekleyen teşvikler oluşturmasıdır. Yani istihdam oluşumuna
katkıda bulunmasıdır. Bu da işgücüne yönelik nitelik kazandırıcı eğitim faaliyetlerini
arttırarak istihdam edilebilirliği arttırmakla mümkündür. İş Yaratma Politikasının temel 4
23
hedefi bulunmaktadır: Bunlar; istihdam edilebilirlik, fırsat eşitliği, istihdam ve işe
yerleştirmedir. (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 75).
2.2. Global İşsizliğin Boyutları
Dünya Çalışma Örgütü ILO’nun 25 Ocak 2007 tarihinde, kamuoyuna duyurulan yıllık
“ Küresel İstihdam Eğilimleri” raporunda, tüm dünyadaki işsiz sayısının 2006 yılında tarihi
açıdan en yüksek seviyede kaldığı belirtilmiştir (www.ılo.org).
ILO’nun raporunda, dünyada çalışan insan sayısında artış görülmesine rağmen,
2006’da işsiz sayısının 195.2 milyon gibi rekor düzeye çıktığı belirtilmiştir. Rapora göre,
dünyadaki 1.37 milyar olan “çalışan yoksul” un durumunda ise çok az miktarda iyileştirme
sağlanabildiği belirtilmektedir (www.ılo.org).
ILO Genel Direktörü Juan Somavia’ya göre ise, son yıllarda sağlanan küresel ölçekte
hızlı büyümenin çalışan yoksul kesimin durumunun iyileştirilmesi yönünde yarattığı etki çok
sınırlı düzeyde kalmaktadır. Yani büyüme, küresel işsizliğe çare olamamıştır. Çünkü güçlü
büyüme oranları karşısında insana yakışır işler yaratılamamıştır. Büyümenin yanı sıra
verimlilik artışı da sağlanabilmiş ancak istihdamın genişlemesi sınırlı düzeyde kalmıştır
(www.ılo.org).
2006 yılında kadın istihdamı hala çok geri seviyelerdeyken, işsizliğin en çok etkilediği
kesim 15-24 yaş arası gençlerdir. Bu kesim dünyadaki toplam işsizlerin %44’ünü
oluşturmakta ve genç işsiz oranı 86.3 milyona ulaşmaktadır. Kadın istihdamı 1996’da %49.6
iken 2006’da %48.9, erkek istihdamı ise 1996’da %75.7 iken 2006’da %74.0’dır (ılo.org).
Hizmetler sektörü 2006 yılında ilk kez tarım sektöründeki istihdam oranını aşarak
%39.5’den %40’a çıkmıştır. Tarım sektörünün payı ise %39.7’den %38.7’ye gerilemiştir.
Sanayi sektörünün toplam istihdam içindeki payı ise %21.3’tür (www.ılo.org ).
Dünya genelinde 1990’lı yıllardan itibaren işsizlik oranlarının yıldan yıla arttığı açıkça
gözlenebilmektedir. Dünya genelinde işsizlik oranı 1994 yılında %5.5, 1995 yılında %6.0,
2001 yılında %6.1, 2002 yılında %6.3 ve 2006 yılında yine %6.3 olarak gerçekleşmiştir. 2006
24
yılında işsizlik oranı önceki yıllara göre daha az oranda değişmekle birlikte işsizlik oranları
yüksek düzeyini sürdürmektedir (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 78).
Aşağıdaki tablo bölgelere göre dünyada büyüme, istihdam ve işsizlik oranlarını
göstermektedir.
Tablo 1: Bölgelere Göre Dünyada Büyüme, İstihdam, İşsizlik (% )
Büyüme Oranı İşgücü
Artışı
İşsizlik Oranı
Bölge 1995-
2005 2004 2005 1995-
2005 1994** 1995** 2003* 2004* 2005*
Dünya 3.8 5.1 4.3 1.6 5.5 6.0 6.3 6.3 6.3
Gelişmiş Ekonomiler ve
AB
2.6 3.3 2.5 0.7 8.2 7.8 7.4 7.1 6.7
Merkez ve Doğu
Avrupa (AB) Dışı
4.0 8.2 5.7 0.1 6.5 9.4 8.4 9.5 9.7
Doğu Asya 7.6 8.7 8.0 1.0 2.5 3.7 3.3 3.7 3.8
Güneydoğu Asya ve
Pasifik 3.8 6.1 5.1 2.2 4.1 3.9 6.5 6.2 6.1
Güney Asya 5.8 7.1 7.1 2.2 4.0 4.0 4.8 4.7 4.7
Latin Amerika ve Karayip 2.8 5.5 4.0 2.5 7.0 7.6 9.3 7.4 7.7
Orta Doğu ve Kuzey
Afrika
4.4 5.4 5.0 3.5 12.4 14.3 11.7 13.1 13.2
Sahra Altı Afrika 3.9 5.4 4.5 2.4 9.8 9.2 10.0 9.9 9.7
Kaynak: Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 78
Not: 2005 yılı verileri tahminidir.
* ILO, Global Employment Trends, Geneva, ILO Publ., 2006, s. 11.
** ILO, Global Employment Trends, Geneva, ILO Publ., 2005, s. 8.
Tablo 1 incelendiğinde, son on yıl içerisinde işsizlikle mücadelede AB ve gelişmiş
ülkeler nispeten başarı gösterebilmişlerdir. Diğer bölgelerde işsizlik artmıştır. Orta Doğu ve
Kuzey Afrika Bölgesi dünyanın en yüksek işsizlik oranının ve hatta dünya işsizlik
ortalamasının iki katının üzerinde bir işsizlik oranının görüldüğü bölgedir. Bu bölgede işsizlik
oranında 1995-2005 döneminde nispeten bir azalma görülmektedir. İşsizlik oranı %14.3’ten
%13.2’ye gerilemiştir. 2006 yılında ise işsizlik oranı bu bölgede %12.2’dir. Dünyanın
25
işsizlikten en az etkilenen bölgesi ise Doğu Asya bölgesidir. 2006’da bu bölgede görülen
işsizlik oranı %3.6’dır. Merkez ve Doğu Avrupa ile Güney Sahra’da ise işsizlik
azaltılamamıştır. 2006 yılı işsizlik oranı %9.8 olarak görülmüştür (www.ılo.org; Özdemir,
Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 76-77).
ILO 2007 “Küresel İstihdam Eğilimleri” raporunda dikkat çekilen bir başka konu ise,
istihdam / nüfus oranlarının bölgeler arası gösterdiği farklılıklardır. Bu bakımdan 2006’nın en
yüksek oranı %71.6 ile Doğu Asya Bölgesi’nde iken, en düşük oran %47.3 ile Orta Doğu ve
Kuzey Afrika’da görülmektedir. İstihdam / nüfus oranındaki azalış eğer eğitime daha fazla
katılımın sonucu ise bu, olumlu bir durum olarak görülebilir. Latin Amerika’da bu oran 1.8
puanlık artış göstererek %60.3’e yükselmiştir (www.ılo.org).
ILO raporuna göre 2001-2006 yılları arasında Sahra Güneyi Afrika dışında tüm
bölgelerde, günde 1 dolar kazanarak çalışan yoksulların toplam sayısı azalmıştır. Sahra
Güneyi Afrika’da günde bir dolar kazanan yoksullara 14 milyon kişi daha eklenmiştir. Günde
iki dolardan az kazanan yoksul çalışanların sayısı ise Orta ve Doğu Avrupa’da azalmıştır. En
büyük azalma ise Doğu Asya’da görülmüştür. En büyük artış ise Sahra Güneyi Afrika’dadır
(www.ılo.org).
ILO 2007 “Küresel İstihdam” raporunda özetle şu vurguyu yapmaktadır: “Her bölge
işgücü piyasası ile ilgili önemli güçlüklerle yüzleşmek zorundadır. Genç nüfus yetişkinlere
göre işgücü piyasasında daha fazla güçlükle karşılaşmaktadır; kadınlar, erkeklerle eşit
fırsatlara sahip değildir ve işgücü piyasalarında arz-talep uyuşmazlığı nedeniyle bir nüfusun
ortaya koyduğu potansiyelden her zaman yararlanılamamaktadır.” ILO’nun sunduğu çözüm
önerisi ise, yoksulluğu azaltmanın insana yakışır iş olanakları sunmakla mümkün olacağı
yönündedir. Hedef; “tam üretken ve insana yakışır istihdam” olarak gösterilmektedir
(www.ilo.org)
Türkiye ekonomisi gibi bilhassa gelişmekte olan ülke ekonomileri baz alındığında, iş
gücü piyasalarında tarım dışı ve tarım sektörleri arasındaki verimlilik farkının ciddi boyutlara
ulaştığı, kadın işgücünün istihdam edilme oranının özellikle kentlerde çok düşük düzeyde
kaldığı ve işsizlik oranının giderek arttığı gözlemlenmektedir. Diğer taraftan ücretli
çalışanların toplam istihdam içindeki payının düşük olmasının yanı sıra, ücretlilerin sadece
beşte birinin toplu sözleşme kapsamında olması yani sendikalaşmanın son yıllarda önemini
26
yitirmesi, iş gücü piyasalarının kurumsal açıdan da sıkıntılar içinde olduğunun kanıtıdır
(Şenses, 2003, 146-161).
Türkiye’de iş gücü piyasasının görece küçük bir kısmını nitelikli, yüksek ücretli ve
sosyal güvenlik olanaklarına sahip çalışanlar, büyük bir kısmını ise düşük ortalama verimlilik
düzeyindeki tarım ve enformel sektörlerde çalışanlar oluşturmaktadır. İş gücü piyasasındaki
böyle bir oluşumla birlikte, küreselleşmenin etkisi ile, uluslar arası düzlemde de işgücü
piyasaları benzer özellikler göstermektedir. Şenses’in neoliberal ekonomi politikaları ve
işgücü piyasaları üzerinde yaptığı incelemesinde aktardığı gibi; “yüksek ortalama verimlilik
düzeyine ulaşmış, yüksek ücretli, sosyal güvenlik kapsamındaki çalışanların yer aldığı
sanayileşmiş ülke işgücü piyasalarının oluşturduğu küçük merkez etrafında yer alan, çok daha
büyük gelişmekte olan ülke işgücü piyasaları bu “parçalı” uluslararası iş gücü piyasasının
temel unsurlarını oluşturmaktadır.” (Şenses, 2003, 146-161).Yani birbirinden temel özellikleri
bakımından ayrılan bu iki parçalı yapı içinde merkezde yer alanı, gelişmekte olan ülke işgücü
piyasalarının merkezindeki işgücü piyasalarıyla, ticarette liberalizasyon, teknoloji transferleri
ve ulus ötesi şirketlerin yaptığı yatırımlar aracılığıyla giderek daha da benzerlik
göstermektedir.
Aynı şekilde gelişmiş ülkelerin merkezde yer edindiği uluslar arası işgücü
piyasalarında istihdam edilen niteliksiz işgücünü oluşturduğu gruplar bulunmakta ve bu
gruplar, gelişmekte olan ülkelerin tarım ve kentsel enformel sektörlerinde istihdam edilen
işgücüne büyük benzerlik göstermektedir. Bu temel benzerliğe karşın, gelişmiş ülkelerde bu
gruplara sosyal destek ve koruma sağlanması farklı bir yön ortaya koymaktadır. Diğer taraftan
da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde işgücü piyasasının merkezinin dışındaki kesimler,
düşük kazancın elde edildiği ve o ülkenin nispeten yoksul kesimlerini oluşturmaktadır. Bu
durumda, hem ulusal hem de uluslar arası işgücü piyasasındaki konum, yoksulluğun temel
belirleyicilerinden biri olarak görülmektedir (Şenses, 2003, 146-161).
Gelişmiş ülkelerde istihdam eğilimleri incelendiğinde işsizlik oranının aşamalı olarak
azaldığı görülse de işsizliğin önemli bir sorun olmaya devam ettiği görülmektedir. 1973 Petrol
Krizi ile, bu yıla kadar gelişmiş ülkelerde devam eden tam istihdam durumu sona ermiş ve
işsizlik giderek artmaya başlamıştır.
27
Bu dönemde OECD ülkelerinde işsizlik oranı %3.5’den yaklaşık %9’lara yükselmiştir.
Japonya, Norveç, İsviçre, Avusturya ve İsveç işsizlik oranı en az olan ve en az artan ülkeler
iken, Belçika, Hollanda, İrlanda, İngiltere, İspanya ve Türkiye ise en yüksek işsizlik artış
oranlarına sahip ülkelerdir. Gelişmiş ülkelerde istihdamın azalmasının ve işsizliğin artış
göstermesinin nedeni, teknolojik gelişmelerin artması sonucu ortaya çıkan yapısal
değişiklikler ve üretimin sanayi ve imalat sektöründen hizmetler sektörüne kaymasıdır
(Aykaç, 2001, 6).
Ulusal ekonomi programlarını küresel akıma uygun biçimde ayarlayan ülkelerin
küreselleşmenin nimetlerinden faydalanmaları mümkün olabilir. Ekonomilerde teknolojinin
çok ileriye gitmiş olması ‘masetme’ (absorbe-özümseme) durumunu yaratmaktadır. İstihdam
edilen emek faktörünün küreselleşme ve teknolojik ilerlemeye adaptasyonu, bu noktada önem
kazanmaktadır. Küreselleşme ile birlikte yayılan teknolojik bilgiye hakim olamayan
ülkelerde, istihdam olanakları daralmaktadır. Dolayısıyla bu noktada küreselleşmenin
istihdam üzerindeki negatif etkisi yüzünü göstermektedir. Teknolojik bilgi ve beceri,
ekonomik aktivitelerde kullanıldığı ölçüde işe yarayacaktır. Dolayısıyla teknolojik bilgi ve
beceriye sahip olmak gerekli ancak yetersizdir. Yeni teknolojilerin ve küreselleşmenin
yarattığı yeni sektörler ve iş alanlarında teknolojik bilgi ve beceriye sahip olan işgücünün
istihdam ediliyor olması da gerekmektedir. Kısacası ilerleyen bilgi teknolojisine yüksek
derecede uyum sağlayan beşeri sermayeye ihtiyaç artacak, ancak vasıfsız işgücü işsiz
kalacaktır. Kalifiye işgücünün istihdamı ile üretimde yükselen kalite ve standartlar ise yeni
ufuklar, yeni sektörler, yeni iş imkanları ve yeni pazarlar yaratırken, bu gelişmeler hem
ekonomik, hem de sosyal pek çok alanda etkisini hissettirecektir. Enformasyon teknolojisinin
yükselişi ile hız kazanan küreselleşme sürecinde, üretim sürecinde ciddi dönüşümler
yaşanması ile kitle üretim ve tüketiminin içine girdiği kriz durumundan sıyrılmaya
çalışılmıştır. Yaşanan süreç içerisinde bilgi ve hizmet odaklı işler ve bu nitelikteki işlerde
istihdam edilecek işçilerin önemi artarken, mavi yakalı işçilerin ve bilek gücüne dayalı imalat
işlerinin önemi azalmaya başlamıştır. Bu noktada küreselleşmenin iki yüzü açığa çıkmaktadır:
bir yanda vasıflı, eğitimli, yaratıcı ve enformasyon teknolojisine adaptasyonu yüksek
derecede olan bilgi işçileri bu süreçten kazançlı çıkan tarafı oluştururken, diğer yandan da
milyonlarca mavi yakalı işçi istihdam sürecinin dışında kalmıştır (Zencirkıran, 2001, 1).
28
2.3. Küreselleşme ve İstihdam İlişkisi
Sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerin temel belirleyicisi ve aynı zamanda bu
değişmelerden birincil olarak etkilenen ana unsur insan faktörüdür (Savaşır, 1999, 61).
İktisadi kaynakların ve tabi kaynakların tespit edilmesi, etkin bir biçimde yönlendirilip
değerlendirilmesi ve üretimden pazarlamaya kadar kontrol altında organize edilmesi ancak
insan unsuru ile gerçekleşmektedir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, üretimde insan
yerine ne kadar robot ve otomasyon ekipmanları ikame edilirse edilsin ve küreselleşme ile
birlikte iş gücünün profili ne kadar değişirse değişsin; insan faktörü her daim üretim ve
ekonominin temel unsuru olmaya devam edecektir (Savaşır, 1999, 61).
İnsan gücünün ve emek unsurunun ekonomik ve sosyal düzende sahip olduğu bu
yüksek öneme binaen değişen dünya düzeni içerisinde de yerini bulacağı muhakkaktır.
Küreselleşme ile birlikte işgücü profili – özellikle teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarakfarklılaşmaya
başlamıştır. Belki de daha doğru olanı; azalan istihdam olanaklarının yeniden
canlandırılabilmesi için, bu farklılaşmanın bir keyfiyet olmaktan çıkıp, mecburiyet haline
gelmiş olmasıdır. Aksi halde ekonomiler yeni dünya düzeni içerisinde kendilerine yer
bulamayacak olmaktan korkmakta ve bu süreçten zararlı çıkacaklarına dair bir inanca
kapılmakta ya da böyle düşünmeye ve hareket etmeye zorlanmakta olabilirler. Küreselleşme
süreci, istihdam yaratmada ve işgücü niteliğinin geçirdiği evrimde katkısı olan bir süreç
midir? Yoksa tam aksine küreselleşme süreci bugün dünya ülkelerinin işsizlik konusunda
yaşadığı ortak sıkıntının bir nedeni midir?
Günümüzde gelişmekte olan ekonomiler yanında gelişmiş ekonomilerde de işsizlik
sorunu müşterek bir problemdir. Değişen dünya düzeni ile birlikte iş gücü piyasası, özellikle
teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak farklılaşmaya başlamıştır.
Dünya genelinde özellikle 1980’li yıllardan sonra hız kazanan çok önemli yapısal ve
ekonomik dönüşüm süreci gerçekleşmektedir. Küreselleşme ise bu sürecin merkezinde yer
alan bir olgudur. Küreselleşmenin etkisi altına aldığı alanlardan biri de hiç şüphe yok ki; iş
gücü piyasası ve istihdam stratejileridir. Çünkü küreselleşme süreci tüm dünyada üretim ve
tüketim anlayışını etkilemekte ve değiştirmektedir. Dolayısıyla küreselleşme ile beraber
teknolojik ilerleme ve bilgi toplumuna geçiş üretim biçimlerini ve istihdamı doğrudan
etkilemektedir (www.iskur.gov.tr). Gelir dağılımında eşitsizlikler, finansal krizler ve
29
istihdamda meydana gelen dönüşümler dünya ülkelerinin (özellikle azgelişmiş ülkelerin)
küreselleşme sürecinde yaşadığı önemli sorunlardan bazılarıdır. Neo-liberal dönüşüm
sürecinin ivme kazandırdığı küreselleşme, 1980’li yıllardan itibaren uluslar arası ticarete
yönelik üretimin önem kazanması ve sermayenin sınır tanımaksızın, ulus ötesi şirketler
vasıtasıyla mobilitesinin artması ile, ulusal işgücü piyasaları üzerinde çok önemli dışsal
etkiler yaratmaktadır (Şenses, 2003, 146-161)
Dünyanın büyük bir bölümünde, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren işsizlik
oranlarında artış, istihdamda ise gerileme görülmektedir. Dünya üzerinde çok sayıda gelişmiş
ülke, sürekli ve yüksek oranda işsizlik, düşük ücretler ve niteliksiz işgücüne istihdam
yaratılamaması gibi sorunlarla karşı karşıyadır. 1980’li yıllardan itibaren işgücü arzındaki
artışa rağmen, işgücü arzını karşılayabilecek düzeyde yeni iş olanakları yaratılamaması
işsizlik oranlarında artışa ve istihdam koşullarında bozulmaya neden olmuştur (Özdemir,
Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 76)
Ulusal işgücü piyasaları, küreselleşme ile ortaya çıkan süreçten etkilenmektedir.
Küreselleşme ile birlikte, ulusal işgücü piyasaları ile soysal ve istihdam politikalarının
bağımsızlığı giderek ortadan kalkmakta ve ulusal istihdam yapıları geçerliliğini yitirmektedir.
Uluslar arası sermaye hareketlendikçe, sermaye, emek kullanımı açısından küresel olanaklara
ulaşmakta ve en verimli emeği seçme şansını yakalamaktadır. Zaten sermaye minimum
maliyetle işgücü istihdamını sağlayabileceği alanlara hareket etmektedir. Küreselleşme
sürecinde üretimi minimum maliyetle gerçekleştirebilmek için uluslar arası iş bölümüne
gidilerek, üretim sürecindeki farklı işler, farklı ülkelerdeki işgücü piyasalarına
dağıtılmaktadır. Böylece yüksek nitelikli işgücü gerektirmeyen üretim aşamasında işletmeler
üretimi, az gelişmiş ve düşük ücretli ülkelere aktarmaktadırlar. Bu da gelişmekte olan
ülkelerde emek yoğun ve yüksek nitelik gerektirmeyen istihdam ve üretimde artış anlamına
gelmektedir (www.buik.net).
Diğer yandan küreselleşme sürecinde vasıflı işgücünün mobilitesi artmıştır.
Almanya’da 20.000 kişi Hindistan ve daha farklı pek çok ülkeden ithal edilmiş ve istihdam
edilmiştir. ABD’de ve Avrupa’da ise yaklaşık 250.000 Afrikalı istihdam edilmektedir. İthal
edilen bu kişiler belirli dallarda uzmanlık kazanmış vasıflı elemanlardır. Sonuç olarak
ABD’de 1959-95 yılları arasında niteliksiz işgücünün toplam istihdam içindeki payı % 47’den
% 36’ya düşmüştür. Bu durumda gelişmiş ülkelerde, daha çok sermaye yoğun üretim
30
yapılmakta ve vasıflı işgücü istihdamı artış gösterirken, niteliksiz işgücünün ise işsizlik
oranları yükselmekte, ücretleri düşmektedir (www.buik.net).
Selamoğlu’na göre; “nihayetinde istihdamı etkileyen unsurlar; hızlanan teknolojik
gelişme, düşük ve orta vasıflı imalat sanayi işlerinin azalması ve yoğunlaşan uluslar arası
ticaret ve rekabettir. Kuşkusuz sanayi ötesi dönüşüm ve küreselleşme de istihdamı etkileyen
bu unsurların etkileşimini hızlandırmaktadır.” (Selamoğlu, 2002, 34).
“Öte yandan teknolojik gelişmelerin temel dinamiğini oluşturduğu bilgi toplumuna
geçiş sürecinde düşük ve yüksek vasıflı işgücü açısından farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.”
(Selamoğlu, 2002, 35). Bilgi toplumunun güç kazanması ve öneminin artmasıyla birlikte
gerekli bilgi birikimi, teknik donanım, yüksek beceri ve nitelik kazanamayan işgücü, yetersiz
istihdam olanakları, düşük ücret ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalırken, geleceğe dair
beklentileri de ortadan kalkmaktadır. Diğer yandan nitelikli işgücü ise bilgi toplumuna geçişte
aranan ve talep edilen kesimi oluşturacak kendisine geniş istihdam olanakları bulacaktır
(Selamoğlu, 2002, 35).
2.3.1. Küreselleşme İle Değişen Yeni İş ve İşgücü Profili
21. yüzyılın en çok tartışılan kavramı küreselleşme; uluslar arası ulaşım ve iletişim
araçlarının gelişmesini ve maliyetlerinin azalmasını sağlayan teknolojik gelişme ve yenilikleri
tüm dünyaya yayan ve etki alanını genişleten bir olgudur. Küreselleşmenin etki alanına dahil
olan alanlardan biri de; iş piyasaları ve çalışma hayatıdır. Nitekim ilerleyen teknoloji, uluslar
arası serbestleşme ve artan rekabet, bilgiye sahip emeğin önemini arttırmış ve daha az nitelik
gerektiren üretim ve istihdam azalmaya başlamıştır. İstihdamı etkisi altına alan bu unsurların
etkileşimini hızlandıran ise küreselleşme süreci, sanayi ötesi dönüşüm ve bilgi toplumuna
geçiştir (Selamoğlu, 2002, 34; www.buik.net).
Bilgi toplumuna geçiş sürecinin küreselleşme ile birlikte hız kazanması ve bu sürecin
zeminini oluşturan teknolojik gelişmelerin ulaştığı çarpıcı boyut düşük ve yüksek vasıflı
işgücü açısından farklı sonuçlar ortaya koymaktadır (Selamoğlu, 2002, 34).
Küreselleşme ve teknolojik ilerleme ile değişen iş ve işgücü profilinin özellikleri şu
şekilde sıralanabilir: (Gürel, 2001, 84-86; www.iskur.gov).
31
1. Vasıflı işgücünün önemi artarken, vasıfsız ve enformasyon teknolojisine uyum
sağlayamayan iş ve işgücünün önemi azalmaktadır.
2. Yüksek beceri isteyen yönetsel ve teknik işlerde artış olmaktadır.
3. Kalite, bilgi ve beceriye sahip işgücünün önemi artarken fiziksel sermaye ikinci
planda kalmaktadır.
4. Giderek artan sermaye hareketliliği, yabancı yatırımlar ve firma birleşmeleri ile
birlikte ulus ötesi şirketler önem kazanmakta ve lisan bilen işgücü tercih
edilmektedir.
5. Fiziksel sermaye ile beşeri sermayenin uyumu önem kazanmaktadır.
6. Vasıflarını ortaya çıkarabilen ve yeterli teknik donanıma sahip işgücü önem
kazanmaktadır.
7. İşgücünün bilgi ve teknolojiye hakimiyeti yeterli olmamakta teknolojiyi absorbe
edebilecek beceri düzeyine sahip olması gerekli olmaktadır.
8. Kolektif çalışma yapabilme beceri ve yeteneğine sahip işgücünün önemi
artmaktadır.
9. İşverenin verdiği talimatlara uygun hareket eden ve bilek gücüne dayalı çalışan
insan gücünden ziyade; yaratıcı, iş geliştirme üzerine yeni fikirler ileri sürebilen,
öneriler sunabilen, daima öğrenme ve araştırma güdüsüne sahip, yaratıcı ve esnek
fikirli insan gücüne gereksinim duyulmaktadır.
10. Pazarlamanın önemi giderek artmakta ve satış becerisi yüksek işgücü ön plana
çıkmaktadır.
2.3.2. Küreselleşme ile İstihdamda Sektörel Değişim
Küreselleşme ve teknolojik devrimin istihdam üzerindeki etkilerinin daha doğru bir
biçimde analiz edilebilmesi için istihdam sorununun uluslar arası rekabete açık ve kapalı
sektörler açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Tarım, sanayi ve hizmetler
sektörünün ulaşım, iletişim, finans, sigorta gibi faaliyet alanları uluslar arası rekabete açık
sektörlerdir. Uluslar arası rekabete kapalı sektörler ise hizmetler sektörünün yerel tüketime
yönelik toptan ve perakende ticaret, konaklama hizmetleri, eğitim ve sağlık hizmetleri alt
kolları sayılabilir (Selamoğlu, 2002, 34).
Yüksek ve düşük nitelikteki işgücünün istihdamı açısından bakıldığında uluslar arası
rekabete açık ve kapalı sektörler farklı sonuçlar ortaya koyabilecektir. Yüksek nitelikli
32
işgücüne, rekabete açık sektörlerde istihdam olanakları daha fazla sunulurken, yüksek nitelikli
işgücü rekabete kapalı sektörlerde işsizlikle karşı karşıya kalacaktır. Düşük nitelikli işgücü
için ise istihdam fırsatları, rekabete kapalı sektörlerdedir.
ABD ile AB kıyaslandığında uluslar arası rekabete kapalı sektörlerde yüksek istihdamı
yakalayan ABD’dir. Bunun nedenleri arasında ABD’deki düşük ücret düzeyi, esnek ücret ve
iş güvencesi düzenlemeleri ve zayıf sosyal koruma anlayışı sayılabilir. ABD’de bu sektör hem
düşük vasıflı işgücü hem de yüksek vasıflı işgücü için önemli istihdam yaratmaktadır
(Selamoğlu, 2002, 35).
Küreselleşen ekonomilerde ön plana çıkan sektör hizmet sektörüdür. Özellikle
gelişmiş ülkelerde 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana görülen gelişme şöyledir: (Aksoy,
1996, 3).
· İmalat sektörünün istihdam kapasitesi düşmekte,
· Hizmet sektörünün istihdam kapasitesi artmaktadır.
Kol gücüne dayalı imalat sanayi sektörü oranı, küreselleşme ve teknolojik gelişimle
giderek azalmıştır. Bilgi toplumuna geçişle birlikte önemi artan yüksek beşeri sermaye yani
nitelikli işgücü hizmet sektöründe istihdam edilmektedir. “Hizmet sektörü içinde
enformasyonun elde edilmesi, işlenmesi, saklanması ve kullanılmasıyla ilgili olanlar, bununla
bağlantılı olarak bankacılık, reklamcılık, tasarımcılık gibi sektörler gelişme göstermiştir.”
(www.buik.net). Bilgiye dayalı üretim alanları ortaya çıkarken ağır sanayiye dayalı üretim
anlayışı küresel sistemde önemsizleşmiştir. Böylece hizmet ekonomisindeki ilerleyiş, işgücü
piyasaları için önemliyken, eski imalat merkezleri yüksek işsizlikle savaşmak zorunda
kalacaktır (Aksoy, 1996, 3).
“Tarım ve endüstriye dayalı bir ekonomik yapıdan hizmet iş kollarının ağırlık
kazandığı bir yapıya geçişle birlikte, işgücü ihtiyacının yaklaşık %60’ı bilgi esaslı hale
dönüşmüştür.” (Tarcan, 2000, 1).
Diğer yandan tekstil sektörü, dünyadaki küresel dalga ve makroekonomik gelişmelerin
etkisi ile farklı bir pozisyon almıştır. Tekstil sektörü tüm dünyada küreselleşme sürecinden en
fazla etkilenen sektörlerden biridir. Dünyada tekstil sektörü özellikle aşırı fiyat rekabeti
33
nedeniyle gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaktadır. Tekstil sektörünün
dünya üzerindeki farklı bölgelere taşınmasının nedenleri arasında kullanılan işgücü, çevresel
faktörler, sermaye, üretim yeri, siyasi ve yasal esnek mevzuatlar olarak sayılabilir. Dünya
üzerinde tekstil sektörünün yoğunlaştığı ülkeler; Hong Kong, Çin, Güney Kore ve Tayvan’dır.
Bu ülkelerde üretim girdilerinin ucuzluğu Avrupa’lı yatırımcıları bu ülkelere çekmiş ve
böylece bu ülkeler dünya tekstil ihracatında ilk sıralardaki yerlerini almışlardır (Balduk, 2007,
1).
Dünyanın tanık olduğu en güçlü olgu olan küreselleşme, doğal faktörlere olan
bağımlılığı ve sosyal yapı içindeki ağırlığı nedeniyle tarım kesimini piyasa mekanizması
dışına itmiştir. Tarım sektörü 1994’de Dünya Ticaret Örgütü’nün Tarım Antlaşması
kapsamında sektöre uygulanacak politikaların devlet müdahalesinden arındırılarak, piyasa
ekonomisinin işleyişine bırakılmak istenmiştir. Ancak müdahaleci ulusal tarım politikasını
benimseyen ülkeler, uluslar arası piyasalarda serbest ticaret kuralları çerçevesinde hareket
edemeyince tarım politikalarında bu dönüşüm, sağlıklı bir biçimde gerçekleşememiştir
(Şahinöz, Özaltan ve Gökduman, 2004, 1-2).
Diğer yandan küreselleşme, liberal ekonomi politikalarının etkisinde ve hizmetinde
yaşanan bir süreç olmasından dolayı, kamu sektörünü ikinci plana iterek, yabancı yatırımlar
ve özelleştirmelerin artışı ile pazar ekonomisine doğru yönelişi işaret etmektedir.
Aşağıda tablo-2’de 1995-2005 yılları arasında dünya genelinde ve bazı bölgeler
arasında istihdamın sektörel dağılımı görülmektedir.
34
Tablo 2: İstihdamın Sektörel Dağılımı (%)
TARIM SANAYİ HİZMETLER
1995 2004 2005 1995 2004 2005 1995 2004 2005
Dünya 44.1 41.1 40.1 21.1 20.5 21.0 34.5 38.4 38.9
Gelişmiş Ekonomiler ve
AB
5.1 3.9 3.7 28.7 24.9 24.8 66.1 71.2 71.4
Merkez ve Doğu
Avrupa (AB dışı) ve
BDT
27.9 23.2 22.7 27.5 27.2 27.4 44.6 49.6 49.9
Doğu Asya 54.4 51.5 49.5 25.9 24.8 26.1 19.7 23.7 24.4
Güney Doğu Asya ve
Pasifik
55.3 44.3 43.3 15.4 20.3 20.7 29.3 35.4 36.0
Güney Asya 64.1 62.1 61.2 13.4 13.7 14.1 22.5 24.2 24.6
Latin Amerika ve
Karaip 23.4 17.6 17.1 20.2 20.2 20.3 56.4 62.2 62.5
Orta Doğu ve Kuzey
Afrika
30.8 26.9 26.3 20.3 24.8 25.0 48.9 48.3 48.7
Sahra Altı Afrika 70.1 64.2 63.6 8.2 8.7 8.9 21.7 27.1 27.5
TÜRKİYE 44.1 34.0 29.5 22.0 23.0 24.7, 33.9 43.0 45.8
Kaynak: ILO, Global Employment Tabanı. & TÜİK, Hanehalkı İşgücü Trends, 2006, s. 12. & DİE, Hanehalkı
İşgücü Veri Anketi, 2005 Yılı Sonuçları, Haber Bülteni, S. 36.
Dünya geneline bakıldığında istihdam edilenlerin %40.1’inin tarım sektöründe
istihdam edildiği görülmektedir. Bu oran AB ve gelişmiş ekonomilerde %3 civarındadır. AB
dışı Merkez ve Doğu Avrupa ve BDT, Latin Amerika ve Karayipler tarımsal istihdamda
dünya ortalamasının oldukça altındadır. Diğer bölgelerde ise tarım sektöründe istihdam,
ağırlığını sürdürmektedir.
Dünya genelinde istihdam artışı görülen tek sektör hizmetler sektörüdür. Sanayi
sektöründe ise dünya genelinde ciddi boyutta bir değişim yaşanmamıştır.
2.4. Esnek İstihdam ve Sendikaların Önemsizleşmesi
1980’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinin yeniden yapılandırılması trendi bu
trendin merkezinde yer alan küreselleşme olgusu, pek çok değişikliği beraberinde getirmiştir
(Aykaç, 2006, 573). Yaşanılan küresel rekabet içinde, iş ve örgütle ilgili olarak yapısal
35
değişimler yaşanmakta ve istihdamda yeni yaklaşımlar gözlenmektedir. Değişen dünya düzeni
içinde, değişime ayak uydurup dinamik pazar ortamında varlığını sürdürmek isteyen işletme
ve kuruluşlar artık daha esnek bir yapıya bürünmektedirler. İşgücü ise tam gün istihdam
dışındaki uygulamalara rağbet etmekte ve ekonomik karar birimleri de bu talepler
doğrultusunda esnek işgücü çalıştırmayı teşvik etmektedir (Tarcan, 2000, 1). “Esas olarak
emek piyasasındaki çeşitli katılıkları kaldırmak veya azaltmak amacıyla uygulanan
politikaları ifade etmek için kullanılan esneklik kavramı, sendikaların gücünün azaltılması ile
firmanın emek istihdamı ve ücretlendirilmesini etkileyen sabit maliyetlerinin düşürülmesini
amaçlamaktadır.” (Aykaç, 2006, 575)
Çalışma hayatında uygulamaya konulan esneklik çeşitli şekillerde olabilir
(www.ekodialog.com); bunlardan ilki, işyerinin esnekleştirilmesidir. Günümüzde gelişen bilgi
teknolojileri, iletişim ve ulaşımda gelinen son nokta, bir işin yapılmasında teknik çalışmanın
önemini vurgulamaktadır. Böylelikle işletmeler üretimin farklı aşamalarını diğer uzman
işletmelere yönlendirerek, bazı işlerin asıl işveren tarafından değil de alt işveren ya da
taşeronlar aracılığıyla yapılmasını sağlamaktadır.
Diğer bir esneklik çeşidi ise iş ve işçinin esnekliğidir. Değişen ekonomik ve teknolojik
şartlara, piyasa talebine, yeni üretim ve yönetim metodlarına yüksek derecede adaptasyon,
tayin, nakil ve iş değişikliklerinde kolaylık, geçici işçi, mevsimlik işçi, kısa süreli ya da kısmi
çalışma gibi uygulamaları içeren bir yaklaşımdır.
Üçüncüsü çalışma sürelerindeki esnekliktir. İşgücü çalışma süresini kendi tercihleri
doğrultusunda belirleyebilmekte, işletmeler ise işi gerek duydukları sürelerde
yaptırabilmektedir.
Ücret esnekliğinin söz konusu olduğu durumlarda ise, işgücünün performansına bağlı
olarak beceri gelişimine yardımcı ve motivasyonu arttırıcı ödüllendirme esasına göre hareket
edilmektedir. Ücret esnekliğinin geçerli olduğu bir iş yerinde çalışanlar arasında rekabeti
arttırıcı bir etki de görülmektedir. Çünkü ödüllendirilen başarı diğer çalışanları da motive
edecektir. İşveren ise ücret esnekliği sayesinde değişen piyasa koşullarına uyum sağlama
konusunda zorlanmayacaktır.
36
İş yasalarının esnekleştirilmesi ise ekonomik ve teknolojik değişime uyum
sağlanabilmesi için iş yasalarının kurum ve kuralları ile yenilenerek esnek bir yapıya
kavuşturulmasıdır.
Genel kabul gören anlayışta standart çalışma saatleri ve günlerinin dışında uygulanan
iş gücü kullanım şekilleri esnek istihdam kapsamında değerlendirilmektedir. Esnek çalışma
şekillerinden en yaygın olarak kullanılan terim “kısmi süreli” (part-time) terimidir. Kısmi
süreli çalışma şekli tam gün (full-time) istihdam şekline bir alternatif olarak geliştirilmiştir.
Kısmi süreli, vardiyalı, evde çalışma gibi farklı esnek çalışma uygulamaları arasında kısmi
süreli çalışma Avrupa ve dünyada en yaygın olarak kullanılan esnek çalışma şeklidir. AB’de
1995’de açılan işlerin yaklaşık %80’i kısmi sürelidir. Kısmi süreli çalışma şekli daha çok
perakende dağıtım, eğitim, sağlık, konaklama, bankacılık, finans ve sigorta hizmetleriyle ilgili
iş kollarında görülmektedir (Tarcan, 2000, 1-5).
Avrupa’nın genelinde kısmi süreli istihdam oranı yüksektir. Hollanda’da 1990’lara
doğru toplam işgücünün %30’u kısmi süreli olarak istihdam edilirken, bu oran Danimarka,
Norveç, İsveç ve İngiltere’de %20’dir. Çalışan kadınlar içinde bu ülkelerde oran %40,
Hollanda’da %60’dır. Güney Avrupa ülkeleri Türkiye, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve
İtalya’da kısmi süreli çalışanların oranı %10’larında altında seyretmektedir (Tarcan, 2000, 4-
5).
Diğer bir esnek çalışma şekli olan vardiya tipi istihdam, günde 24 saat mal ve hizmet
üretimine kesintisiz olarak devam edilmesi gereken iş kollarında öteden beri kullanılmaktadır.
Ancak insana yakışır istihdam anlayışı neticesinde haftalık yasal çalışma sürelerinin
azaltılması, gece ve hafta sonu çalışmalarına kısıtlama getirilmesi sorunlarıyla işveren karşı
karşıya bırakılmış ve bazı ülkelerde vardiya tipi istihdam usulüne sınırlamalar getirilmiştir
(Tarcan, 2000, 5).
Küreselleşme sürecinde işsizlik oranlarının artması ve yeterli sayıda yeni iş
yaratılamaması, esnek istihdam uygulamalarıyla, işgücünün toplam çalışma zamanlarını
azaltarak daha fazla kişiye iş olanağı sağlamak amaçlanmıştır. Ayrıca esnek istihdam
usullerinin uygulamaya geçirilmesi ile; yeni pazar şartlarına uyum, stoksuz üretim, düşük
maliyet, tam gün çalışamayan nitelikli işgücünden mahrum kalmama ve sanal ortamda çalışan
işgücünden yararlanma da amaçlanmıştır.
37
Aynı şekilde işgücü de kendine ve ailesine daha fazla zaman ayırma isteği, ek gelir
ihtiyacı, sağlık durumunun elverişi, işsizlik, tam zamanlı çalışma için tecrübe edinme gibi pek
çok sebepten dolayı esnek istihdam uygulamalarını talep etmektedir (Tarcan, 2000, 5-6).
Diğer yandan istihdamda küreselleşme ile birlikte görülen yapısal dönüşüm, esnek
istihdam uygulamalarını gündeme getirirken, sendikaların zayıflamasına yol açmaktadır. Son
çeyrek yüzyılda küreselleşmenin hız kazanmasıyla üretim yapısında ciddi dönüşümler
yaşanmaktadır. İstihdam ve sektörel yapıdaki dönüşüm, bilgi ve hizmet işlerini ön plana
çıkarırken sendikal yapıda da ciddi sorunlara yol açmaktadır. Sendikal yapının zayıflamasının
nedenleri arasında, sendikanın çalışanları tek bir kitle olarak görmeleri ve sendikaların
yapısının seri üretime uygun olarak oluşturulduğu hususu gösterilmektedir. Sendikaların
güçlü olduğu alan, kitle üretiminin yapıldığı dev fabrikalarda çalışan mavi yakalı işçilerin
hakimiyetindeki bir üretim sürecidir (Zencirkıran, 2001, 1-8).
“ Bilgi ve enformasyon teknolojilerinin gelişimi, küçük işletmelerin artması, işsizlikte
meydana gelen artış, iş piyasasında esnek çalışma şekillerinin uygulamalarının artması,
işverenlerin sendikasızlaşma yönündeki tutumları birçok ülkede sendikal hareketin krize
girmesine neden olmuştur. Sanayi toplumunun dev fabrikalarının ve fordist üretim anlayışının
krizi, sendikaların da krizini oluşturmuştur.” (Zencirkıran, 2001, 1-8).
Son çeyrek yüzyıla bakıldığında sendikalarla ilgili dikkat çeken unsurlardan biri,
sendika üyeliğinin belirgin bir biçimde sürekli azalması, diğeri ise hükümet, işveren ve işçi
açısından sendikaların gücünün giderek zayıflamasıdır. Bunun nedeni ise esneklik,
kuralsızlaştırma, özelleştirme ve insan kaynakları yönetiminin önem kazanarak
yaygınlaşmasıdır. Ayrıca işsizlik sendikacılığı güç kaybında önemli bir etken olarak
görülmektedir. Azalan istihdam olanakları ve artan işsizlik sonucu işsiz sendika üyeleri,
sendika üyeliğinden ayrılmaktadır. Ayrıca sendikal gücün hakimiyetindeki işkollarında
görülen istihdam azalışı sendika üyeliğinin de azalmasına yol açmaktadır (Aykaç, 2006, 562 ).
Öte yandan sendikalaşmanın önemini yitirmesi, kar oranlarını artırma yönündeki
sermaye politikalarının ve küreselleşme süreci ile sunulan yeni liberal politikaların, işçi
örgütlerinin gücünü zayıflatıcı etkisinin artırılmaya çalışılmasıyla paralel görülmektedir
(Selçuk, 2004, 319).
38
2.5. Kadın İstihdamında Küresel Eğilimler
Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun “ Kadın İstihdamında Küresel Eğilimler, 2007”
başlıklı raporuna göre, iş gücü piyasalarına katılan – fiili olarak çalışan ya da iş arayan kadın
sayısı 2006’da en yüksek seviyeye ulaşarak tüm dünyada 2.9 milyar çalışanın içinden 1.2
milyara ulaşmıştır. Ancak diğer taraftan çalışmayan kadın sayısı da her zamankinden daha
fazla ve 81.8 milyondur. Çalışan kadınların büyük çoğunluğu ise tarım ve hizmetler
sektöründe, düşük verimlilikteki işlerde istihdam edilmektedir. Hatta erkeklerle aynı işi
yapmalarına rağmen kadınlar daha az ücret almaktadır. Çalışma yaşamı içindeki kadın
sayısının bazı yörelerde azalıp bazılarında duraklaması, çalışma yaşamı yerine eğitimde daha
çok kadının yer alması ile açıklanmaya çalışılmıştır (www.ılo.org).
Küreselleşme ile birlikte kadınlar daha fazla istihdam olanağı buluyormuş gibi görünse
de, bu işlerin çoğunluğu düşük ücretli, sosyal güvence ve yasal korumadan yoksun işlerdir
(Kumbetoğlu ve Caga, 2000, 60).
Küresel sosyoekonomik eğilimlerin bir sonucu olarak birçok kadın, işlerini daha
nitelikli erkek işçilere bırakırken, daha teknik bilgi gerektiren iş fırsatlarından
yararlanamamaktadır. Kadınların yalnızca üçte biri ekonomik açıdan aktif kabul edilmektedir.
( Kumbetoğlu, Caga, 2000, 60).
ILO’nun raporuna göre, bugün çalışan kadınların toplamı içinde ücret ve maaş
karşılığı çalışanların payının 10 yıl öncesine göre arttığı ileri sürülmektedir (%42.9’dan
%47.9’a). Ancak bu duruma rağmen, bir bölge ne kadar yoksulsa, kadınların kendi hesabına
düşük gelirli işlerde veya ücretsiz aile işçisi olarak çalışma olasılığı da erkeklere göre daha
çok artmaktadır. Kadınların ücretsiz aile işçiliğinden, ücretli ve maaşlı, sosyal güvenlik
haklarına sahip çalışan konumuna geçişleri ILO’nun raporuna göre birçok kadın için özgürlük
ve verimlilik artışı anlamında önemli bir adım olacaktır. ILO’nun raporunda dünyadaki
çalışan yoksulların- yani işi olan ancak kendisini ve ailesini günlük bir dolar kazanç sınırının
üzerine çıkaramayanların- en az %60’ını kadınların oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Kadınların işsiz kalma olasılığı erkeklerden fazladır ve 2006’da kadınlar arası işsizlik oranı
%6.6, erkekler arası işsizlik oranı ise %6.1 olarak gerçekleşmiştir (www.ılo.org).
39
Tüm dünyada istihdam/nüfus oranları kadınlar için erkeklere göre daha düşük
seviyede kalmaktadır. 15 yaş üzeri kadınların yarısı çalışırken, bu yaştaki on erkekten yedisi
çalışmaktadır. Doğu ve Kuzey Afrika’da ise kadınlar için durum daha kötüdür ve on kadından
ikisi çalışmaktadır. ILO raporunda ayrıca kadın erkek arasındaki ücret eşitsizliğinin de
sürdüğü belirtilmektedir (www.ılo.org).
Küreselleşme ile değişen istihdam yapılarında, kadının emeği esnek ve ucuz
olduğundan önem kazanarak, kadınlar yedek işgücü olarak ve daha ziyade informel işgücü
piyasalarında istihdam edilmektedir. İnformel sektörde çalışanların çoğunluğunu kadınların
oluşturmasının nedeni, daha yoksul ve daha az eğitimli olmalarıdır (Kumbetoğlu, Caga, 2000,
60-61).
Netice itibariyle kadınlara yönelik üretken ve insana yakışır iş olanaklarının
yaratılması, çalışma hayatındaki kadınların sorunları dikkate alınarak şekillendirilen müdahale
ve politikaların uygulanmasına bağlı olacaktır.
2.6. Çocuk İşgücü ve İş Güvenliği Çerçevesinde Gelişmeler
2.6.1. Çocuk İşgücü
Yeni bir dünya düzeni yaratan küreselleşme, tüm dünyada ekonomik, siyasal ve sosyokültürel
açıdan pek çok değişmelere yol açmaktadır. Küreselleşmenin etkisiyle dünya
genelinde artan bir seyir gösteren işsizlik, bir yandan yoksulluğu arttırırken, diğer yandan da
çocuk işçiliği körüklemektedir. ILO’nun 1973 tarih ve 138 sayılı sözleşmesinde, “ meslek
statüsü ne olursa olsun (ücretli, bağımsız çalışan, ücretsiz aile işçisi) ekonomik amaçlı mal ve
hizmet üretimine katılan 15 yaşından küçük kişiler” “ çalışan çocuk” olarak tanımlanmaktadır
(Yaşar, 2003, 2).
Çocuk istihdamı dünyanın gündeminde, öncelikli çözüm bekleyen sorunların başında
gelmektedir. Bir ülkenin hiçbir sorunu, toplumsal alanda yaşatılması ve korunması gereken
bireyler olan çocuklardan daha önemli ve öncelikli değildir. Toplumların geleceği için büyük
önem taşıyan çocukların eğitilmesi, korunması, sağlıklı ve verimli bireyler olarak topluma
ayna tutması, sosyal ve ekonomik politikaların çocuk sorunlarına yönelik çözümler ve yeni
açılımlar getirmesiyle mümkün olacaktır. Nitekim küresel dünyada insanoğlunun maruz
kaldığı eşitsizlik ve adaletsizlikler içinde en acımasız boyutta olanı çocukların maruz kaldığı
eşitsizliklerdir. Çünkü henüz bir birey olarak sosyal, fiziksel ve biyolojik olarak gelişimini
40
henüz tamamlamamış olan çocuklar emek piyasasına dahil olduğunda; eğitim, sağlık, aile ve
oyundan yoksun kalmaktadır. “Dünya genelinde milyonlarca çocuk fiziksel, zihinsel, ruhsal,
eğitsel, sosyal ve kültürel gelişimlerine zarar veren ve yasalar ve uluslar arası standartlara
uygun olmayan koşullarda çalışmaktadır.” (www.ilo.org).
Çocukların temel çalışma nedenleri gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde
farklılaşmakla birlikte; yoksulluk, göç, gelir dağılımında eşitsizlik, eğitim ve gelenekler
olarak sıralanabilir. Gelişmekte olan çevre ülkelerde çocuk işçiliğinin daha yoğun olması,
çocuk işçiliğinin asıl sebebinin yoksulluk olduğunu göstermektedir. Özdemir ve Gamze
Özdemir’e göre çocuk emeği gerçeğini anlamak, bu gerçekliğin ardındaki iktisadi, siyasi ve
ideolojik mekanizmaları anlamaktan geçmektedir. Yani, “merkez ve çevre ülkelerde çocuk
emeğinin kullanımı ancak küresel ölçekte emek-sermaye arasındaki güç ilişkilerinde ne gibi
değişikler yaşandığı ve sermayenin ekonomik, toplumsal ve siyasal iktidarını yeniden üretmek
için hangi politikaların uygulandığı incelenerek açıklanabilir.” (Özdemir ve Özdemir, 2005,
8).
Zenginliğe ve teknolojik birikime sahip gelişmiş ülkelerde 20. yüzyılda çocuk emeği
nispi olarak sınırlandırılmış ve koruma altına alınabilmiştir. Ancak 21. yüzyılda küreselleşme
sürecinin etkisi ile çocuk emeğinin istismarı yeniden yoğunlaşmaktadır. Yeni küresel piyasa
söz dinletebileceği, mali ve sosyal açıdan hakkını aramaktan yoksun olan çocuk emeğini
gözüne kestirmiştir. Gelişmiş ülkelerde çocuk işçilerinin çoğunu, kaçak ve göçmen işçilerin
çocukları oluşturmaktadır. Eğitimsiz ve vasıfsız işgücüne sahip olan göçmen ailelerin
kazançları yetersiz olduğundan çocuklar da işgücü piyasasındaki yerini almaktadır ( Yaşar,
2003; Özdemir ve Özdemir 2005; Peker, 2000 ).
20. yüzyılın son çeyreğinde küreselleşme ile birlikte gelişmiş ülkelerin çok uluslu
şirketlere, maliyetlerini azaltıp küresel kapitalizmin karını arttırmak için, üretimlerini emeğin
ucuz olduğu çevre ülkelere yöneltmişlerdir. Böylece çevre ülkelerde çocuk işçiliği ve sosyal
güvencesiz, örgütsüz ve ucuz emek kullanımı artmıştır.
ILO’nun verilerine göre dünyada 5-14 yaş arası çalışan çocuk sayısı yaklaşık 250
milyondur. 12-17 yaş arası 283 milyon çalışan çocuk ise, çalıştıkları için okula
gidememektedir. Dünya genelinde milyonlarca çocuğun, çalışma koşulları ve ortamlarının
uygunsuzluğu nedeniyle, sağlık ve güvenlikleri tehlike altında olmakla birlikte, fiziksel ve
41
ruhsal gelişimleri de olumsuz yönde etkilenmektedir. Çocukluklarını yaşayamayan ve
çalıştıkları yerlerde yeterli beslenme, bakım, ilgi ve şefkat almaksızın büyüyen çocukların
psikolojik değeri azalmaktadır. Çocukların küçük yaşlarda çalışma hayatına atılmaları ve
yetişkin sorumluluğunu üstlenmeleri onları suça yöneltmektedir. Okula devam eden çocuk,
boş zamanını etkin bir biçimde değerlendirme olanağı bulabilecekken, çalışan çocuklar iş
dışındaki boş zamanlarında suça yönelmektedirler.
2.6.1.1. Çalışan Çocukların Karşılaştıkları Riskler
Çocukların çalışma hayatındaki karşılaştıkları riskler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
1- Çocuk işçilerin çalıştığı işyerlerinin çevre şartları, doğal çevre kaynaklı riskler
yaratabilmektedir. İşyerine ağır iklim ve tabiat koşulları, ulaşım ve haberleşme
güçlüğü, enfeksiyon riski ve beslenme durumu çocuklar için risk oluşturan
unsurlardır.
2- Bir diğer risk unsuru üretim metod ve materyaller ile üretimin gerçekleştiği
mekandır. Üretimde kullanılan alet ve makinelerin çocuk sağlığı ve yapısı ile
uyumu, üretilen madde ve ürünlerin çocuk sağlığı ve yapısı ile uyumu ve üretim
tesisi ve çalışma alanının uygunluğu büyük önem ve risk taşımaktadır.
3- Çocuk işgücünün çalışma süresi ve ücret hususunda üstlendiği risk ise çalışma
koşulları ile ilgili risk unsurlarıdır.
4- Bir diğer risk unsuru ise çocuğun işyerinde karşı karşıya kaldığı muameledir.
Çocuklara uygulanan cinsel istismar, psikolojik baskı ve işyerinde yetişkinlerin
tartışma, münakaşa ve genel etik kurallarına uymayan söz ve davranışlarına
çocukların tanık olması risk oluşturan diğer hususlardır.
2.6.1.2. Çocuk İşçiliğine Karşı Yapılan Çalışmalar
Çocuk emeğinin kullanımı ile ilgili standartların belirlenmesinde ILO’nun “çekirdek
sözleşme” olarak belirlediği sözleşme standartları esas alınmaktadır. Emek standartları
ILO’nun 7 temel sözleşmesinde gündeme gelmiştir. Çocuk işçiliği ve emek standartlarını
kapsayan sözleşme ise ILO’nun 182 sayılı sözleşmesidir. ILO’nun emek standartları ve
istihdam düzenlemeleri ile ilgili en yoğun çalışmaları 1996 Singapur ve 1999 Seattle
Zirveleri’nde yapılmıştır.
42
ILO’nun dünya genelinde ilgi görmüş çalışmalarından biri, 1992’de başlatılan Çocuk
Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (www.ilo.org)’dır. Ancak birçok ülke,
kurum ve kuruluşun IPEC ile ortak yürüttüğü çalışmaların sonucunda çocuk emeğinin
kullanımının önlenmesi yönünde pek çok katkılar sağlanmasına rağmen, çocuk işçiliğinin
bugünden yarına önlenemeyecek bir sorun olduğu da anlaşılmıştır. Bu noktadan sonra
çalışmalar, çalışan çocukların çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönünde ağırlık kazanmıştır.
IPEC programı 1992’de Brezilya, Hindistan, Endonezya, Kenya, Tayland ve Türkiye’de
başlatılmıştır. 1994’de programa Bangladeş, Nepal, Pakistan, Filipinler ve Tanzanya, 1996-97
yıllarında da Kamboçya, Sri-Lanka, Benin, Mısır, Madagaskar, Senegal, Kosta-Rika,
Domanik Cumhuriyeti, El Salvador, Guatemala, Handuras, Nikaragua, Panama, Arjantin,
Bolivya, Peru, Venezuella, Kolombiya ve Ekvator katılmıştır. ILO/ IPEC’in uzun vadeli asıl
hedefi, çocuk emeğinin kullanılmasına son verilmesi, kısa vadeli ve öncelikli hedefi ise en
kötü şartlarda istihdam edilen çocukların çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Çocuk
emeğinin sınırlandırılmasına ilişkin geliştirilen ve tartışılan araçta “sosyal etkileme”dir.
Sosyal etkileme metodu ile piyasaya sürülen mal ve ürünlerin üzerinde çocuk emeğinin
kullanılmadığına dair bir ibarenin yer alması yoluyla çocuk emeğinin istismarına bir tavır
takınılması amaçlanmaktadır. Geliştirilen diğer bir araç, “Sosyal Sorumluluk Standardı (SA
8000)”dir. SA 8000, ISO 9000 gibi, üretilen mal ve hizmetlerin üretimini belgelendiren
standartların sosyal sorumluluk için düzenlenmiş olanıdır (www.ilo.org; Yaşar, 2003;
Özdemir ve Özdemir, 2005).
IPEC’in tüm dünyadaki uygulamaları, çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik etkin bir
mücadele stratejisi oluşturması amacına yönelik olarak sürmektedir.
2.6.1.3. Türkiye’de Çocuk İşçiliği
Çocuk işçiliği sorunu, küresel gelişmelerle birlikte Türkiye içinde ciddi bir sorundur.
Türkiye kırsaldan kente göçün yoğun olduğu, nüfus artışının hızla devam ettiği, eğitim
seviyesinin düşü olduğu ve ekonomik gelişimini tam anlamıyla tamamlayamamış bir ülkedir.
DİE’nin ILO desteği ile gerçekleştirdiği 1999 Çocuk İşgücü Anketi’nin sonuçlarına göre
Türkiye’de nüfusun %25.4’ü 6-17 yaş grubu insanlardan oluşmaktadır. 16.088 olarak tahmin
edilen 6-17 yaş grubu nüfusunun %10.2’si ekonomik faaliyetlerde çalışmaktadır. Bunların %
61.8’i erkek, %38.2’si ise kızlardır. Bu yaş grubunun okula devam edenlerinin yüzdesi ise %
78.8’dir. Türkiye ILO/ IPEC programına katılarak çocuk işçiliği ile ilgili mücadelesini
yürütmektedir. (www.ilo.org; Fişek,2003; Peker, 2000)
43
Ülkemizde ayrıca daha küçük ölçekli işletmelerde, elverişsiz ve sağlıksız ortamlarda
çalışan çocukların daha iyi bir ortamda çalışabilmesi için “Fişek Modeli” adı verilen bir
program geliştirilmiştir. Bu program Fişek Enstitüsü tarafından yürütülmekte ve IPEC’ten
destek almaktadır. Yenimahalleli Yaşar’ın ifadesi ile Fişek Modeli; “hizmetin yürütüldüğü
bölgede bir sağlık merkezi bağlantı noktası oluşturulması, yürüyen bir klinikle küçük
işyerlerinin gezilmesi, çıraklık eğitim merkezlerinde bir okul sağlığı birimi kurulması ve iş
sağlığı güvenliği destek hizmet sistemi olanaklarının sunulmasından oluşmaktadır”. “İş
sağlığı güvenliği destek hizmet sistemi, yürüyen röntgen, işyerinde gürültü düzeylerinin
ölçülmesi, kulak işitme ve akciğer fonksiyon testlerinin yapılmasını kapsamakta; bunların
yanından iş hijyenisti, iş güvenliği uzmanının risk analizi, strateji belirleme, eğitim ve
danışmanlık çalışmalarıyla, iş sağlığı güvenliği önlemler sergisini içermektedir.” (Yaşar,
2003; Fişek, 2003).
2.6.2. İş Güvenliği
Dünya tarihinin en kapsamlı değişimi küreselleşme ile olmuştur. Küreselleşme ile
Önal’ın belirttiği gibi “tüm dünya ekonomik etkinliğinde bir artış” olmuştur (Önal, 2001, 8).
Bu etkinlik artışı tüm dünyada işgücü piyasalarında çalışma yaşamında ve koşullarında,
işletme yapılarında ve stratejilerinde kendini hissettirmektedir. Küreselleşme ve ilerleyen
teknoloji ile esnek üretim ve esnek çalışma koşulları hızla gelişmiş ve uygulanmaya
başlanmıştır. Küreselleşme ile artan yoksulluk ve işsizlik sosyal güvenceye olan gereksinimi
her geçen gün arttırmaktadır (Gökbayrak, 2004). Ancak küreselleşme, çalışma hayatı
açısından şirket risklerini minimuma indirirken insan unsurunu göz ardı eden bir süreçtir.
İşletmelerde küresel eğilimler ışığında iş ve işgücü yapısında esneklik artmaktadır.
Şirketler üretim birimlerini çeşitli parçalara bölerek uzmanlık alanlarına göre küçük birimlere
ayırmakta ve taşeron firmalarla işbirliğine gitmektedir. Böylece esnek bir organizasyon
yapısı, esnek çalışma saatleri, esnek iş uygulamaları şeklinde görülmektedir. “Şirketlerin
parçalanmasına gelecekte daha fazla rastlanacağından küçük işletmeler ve kendi hesabına
çalışanlar için iş sağlığı ve güvenliği organizasyonuna daha çok dikkat vermek
gerekmektedir.” (Önal, 2001, 9).
Küreselleşme ile gelen teknoloji, bilgi yoğun teknolojilerdir. Bilgi yoğun teknolojinin
en temel kullanım araçları ise bilgisayar ve internettir. Bu yeni teknolojiler tüm endüstri ve
44
sektörlerde kullanılmaktadır. Yeni teknolojilerin talep ettiği kalifiye elemanlar ve yeni
teknolojiye kolay uyum sağlama yeteneğine sahip işgücüdür. Artış işgücünde kas kuvveti ve
el becerisi yerine, teknolojik bilgi birikimi aranmaktadır. Bu nitelikte işgücü yeni bilgi ve
haberleşme teknolojilerini kullanarak, işini daha kolay, hızlı ve güvenli bir biçimde
yapabilecektir. Ancak olayın etkilerinin sadece bir yüzüdür. Diğer taraftan görme ile ilgili
sorunlar, ortopedik ve vücudun iskelet yapısı ile ilgili sıkıntılar, stres kaynaklı koroner kalp
rahatsızlıkları verimlilik ve iş kalitesini düşürmektedir. Yeni teknoloji ve küreselleşme, yeni
işler, yeni malzemeler ve yeni uygulamalar getirmektedir. Yeni işlerde artan devingenlik;
Psikolojik stres, sinir ve asabiyet, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklara yöneliş, alerjik ve
enfeksiyon hastalıkları, mesleki kanserler ve ileri teknolojik aletlerin yaydığı aşırı
radyasyonun sebep olduğu üreme hastalıklarının görülmesi ile bağlantılıdır. Yeni teknolojinin
kullanımı için hızlı öğrenme çabası, teknolojilerde sürekli değişim yaşanması ve değişikliğe
uyum gösterme gayreti, mesai kavramının önemsizleşmesi, daha fazla verimlilik, kar ve satış
için işverenin yoğun baskısı gibi unsurlar işgücü üzerindeki psikolojik baskıyı arttırarak iş
sağlığını tehdit etmektedir. Ayrıca çalışma saatlerinin fazlalığı nedeniyle, birey aile ve
arkadaş çevresine fazla vakit ayıramayarak sosyal ve ruhsal tatmine erişememektedir.
Uykusuzluk ve düzensiz beslenme de iş sağlığını tehdit eden başka unsurlardır (Önal, 2001, 8-
12; Ayoğlu ve Kıran, 2003; Zengingönül, 2004).
Bozulan iş sağlığı ve güvenliğine sebep olan küreselleşme ise de değilse de; sorunu
tespit edip önlem alma, uygulama ve kontrolünü yapma koşulları küreselleşmenin kendi
içinde çözülmelidir. Yeni teknoloji ve çalışma yaşamı için yeni uygulamalar geliştirilmelidir.
İş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasının, birey ve toplum sağlığına olumlu etkisi olduğu, işte
verimi arttırdığı ve ekonomiyi pozitif etkilediği iyi kavranmalıdır. Hem işçi hem de işveren iş
sağlığı ve güvenliği konusunda eğitilmelidir. Bu bağlamda ILO’nun 155 ve 161 numaralı
sözleşmeleri iş sağlığı ve güvencesi sağlama ilkesine yönelik hedefleri içermektedir (Önal,
2001, 8-12).
45
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BAZI ÜLKE GRUPLARI VE TÜRKİYE’DE İSTİHDAMIN YAPISINDAKİ
DEĞİŞİM
3.1. Gelişmiş Ülkelerde İstihdam ve Genel Eğilimler
Gelişmiş ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1970’li yıllara kadar süren tam
istihdam durumu, 1973 yılındaki Petrol Krizi’nin etkisi ile son bulmuş ve işsizlik giderek
artmaya başlamıştır (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 81)
Bu dönemde ekonomik karar birimlerinin ve akademik çevrelerin tartıştığı konu;
sanayileşmekten yoksun kalmaktır. Bu kavram gerek ülkeye özel yerel sebeplerden, gerekse
ekonomik faaliyetlerdeki küresel değişim ve etkileşimden dolayı bir ülkenin, yurtiçi ve
yurtdışı pazarlarda imalat sanayi mallarının ihracat ve imalatında uluslararası rekabet gücünün
zayıflaması, pazar payının azalması ya da rekabet gücünün tamamen yitirilmesi şeklinde ifade
edilmiştir (Aykaç, 2001, 5).
Ekonomik kalkınmanın temel özelliği hizmet ekonomisine geçiş yani istihdamın
birincil sektörden ikincil, üçüncül, dördüncül sektörlere doğru kayışıdır. Üretimin sanayi
sektöründen hizmetler sektörüne kayması ve yeni teknolojilerin gelişmesi ve yeni
teknolojilerin yapısal değişiklikler yaratması, gelişmiş ülkelerde istihdamı azaltmış ve işsizliği
arttırmıştır (Aykaç, 2001, 5).
Diğer yandan sanayileşmiş ülkelerin işsizlik oranları coğrafi açıdan farklılık
gösterebilmektedir. Yaygın bir yerleşim usulü benimseyen uluslararası işletmelerin
uzmanlaşmış birimleri belirli bir istihdam alanı stratejisi belirlemekte ve ona göre alansal
tercih yapmaktadırlar. Bu tercihlerde iklim koşulları, tüketicinin talep yapısı, nüfus, altyapı
v.b özellikler de dikkate alınmaktadır. Ayrıca yeni imalat yatırımları, kentlerde geniş alanların
kalmaması nedeniyle, şehirden uzak kırsal alanlara yönelmektedir. Böylece özellikle Batı
Avrupa ve Kuzey Amerika’da şehir merkezlerinde istihdam azalmakta, daha az şehirleşmiş
alanlara kaymakta ve en yüksek işsizlik oranları şehir merkezlerinde görülmeye
başlanmaktadır (Aykaç, 2001, 7).
46
Dünya üzerindeki sanayileşmiş ülkelerin neredeyse tamamı işsizlikten yakınır
durumdayken, Japonya bir istisna olmuş ve işgücü kıtlığı çekmiştir. Bu da Japon
ekonomisinin hem iç hem de dış piyasadaki başarısının bir göstergesidir (Aykaç, 2001, 7).
Küreselleşme karşısında gelişmiş ülkelerde endişe yaratan bir diğer konu ise, yatırım
ve üretimin gelişmiş ülkelerden, düşük ücretli gelişen ülkelere doğru kayacağıdır. Bu durum
gelişmiş ülkelerdeki nitelikli elemanın ücretinin düşmesine neden olacak ve gelişen
ülkelerden yapılan ucuz ithalat, sanayileşmeye darbe vuracak ve gelişmekte olan ülkeler,
gelişmiş ülkelerin hayat standardını kendi seviyesine doğru çekmeye başlayacaktır.
Sonuç olarak 1973 Petrol şokundan sonra gelişmiş ülkelerin istihdam ve işsizlik
oranlarında ciddi değişimler olmuştur. OECD ülkelerinde işsizlik oranı 1973-75 döneminde
%3,5’den %9’lara yükselmiştir. Japonya, Norveç, İsviçre, Avusturya ve İsveç en düşük
işsizlik oranına sahip olan ve işsizlik oranı en az artan ülkelerdir (%1- %4). Bunun aksine
Belçika, Hollanda, İrlanda, İngiltere, İspanya ve Türkiye ise en yüksek işsizlik artış oranına
sahip ülkelerdir (%13 - %20). İşsizlik oranlarının düşme eğilimi gösterdiği diğer OECD
ülkeleri ise ABD, Almanya, Fransa ve İtalya’dır.
İşsizlik oranlarındaki en ciddi artış 1960’lar ile 1970’ler öncesi dönemde yaşanırken
1973-1980 yılları arasında ise tüm sanayileşmiş ülkelerde işsizlik oranında hafif bir artış
görülmüştür. 1973’de OECD ülkelerinin ortalama işsizlik oranı %3.3 iken 1983’de %8.6
olmuştur. 1989’da ise 6.7’ye düşmüştür. 1960-1970 döneminde ABD’de %4.5 olan işsizlik
oranı, 1983-1988 döneminde %7.17’ye çıkmış. Aynı dönemlerde işsizlik oranları İngiltere’de
%1.6’dan %10.82’ye, Fransa’da %1.5’den %9.92’ye, Almanya’da ise %0.8’den %8.07’ye
yükselmiştir. 1990’lı yıllarda ise gelişmiş ülkelerin çoğunda işsizlik, yapısallaşmıştır. 2000’li
yıllarda ise gelişmiş ülkeler, geçmiş 10 yıldaki büyüme oranlarını yakalayamamışlar ve bunun
sonucunda da istihdam yaratma kapasiteleri zayıflamıştır. İşsizlik sorunu ise önemli bir sorun
olmaya devam etmiştir. 2004 yılında işsizlik oranları, Fransa’da %10, Almanya’da %9.3 ve
İngiltere’de ise %4.7’dir. (Aykaç, 2001, 5; Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 81)
Avrupa ülkelerinde görülen en ciddi problem ise, uzun süreli kalıcı işsizliktir.
Avrupa’da toplam işsizlerin yaklaşık yarısı bir yıldan fazla işsiz kalmış olanlardır (Aykaç,
2001, 6).
47
AB üyesi ülkelerde uzun dönemli kalıcı işsizliğin, toplam işsizlik içindeki payı
1983’de %46.3 iken 1986’da %52.7’ye çıkmıştır. OECD ülkelerinin 1993 yılı işsizlik oranı
%7.7’dir. OECD ülkelerinin yaklaşık 1/3’ünün işsizlik oranı tek haneli iken diğer OECD
ülkelerinde çift hanelidir (Aykaç, 2001, s. 6).Gelişmiş ülkelerde işsizliğin bir diğer özelliği de,
yaygın olarak gençler arasında görülmesidir.
3.2. Geçiş Ekonomilerinde İstihdam ve Genel Eğilimleri
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde hakim olan ekonomik yönetim şekli merkezi
planlama, 1980’li yılların sonunda komünist rejimlerin çökmesi ve 1991’de SSCB’nin
yıkılması ile önemini yitirmiştir. Böylece söz konusu ülkelerin son derece yetersiz ve
hazırlıksız bir ekonomik yapıda oldukları görülmüştür. Sonuç olarak da ekonomik
faaliyetlerde geriye doğru gidişat baş göstermiştir. Bu ekonomilerin yeniden yapılandırılıp,
dünya ticaret sistemi ile bütünleştirilmesi, tam de piyasa ekonomilerinin ciddi yapısal
değişime uğradığı ve “küreselleşme”-“globalleşme” kavramlarının tartışılmaya başlandığı bir
dönemde gündeme gelmiştir (Aykaç, 2001, 7).
Avrupa’da ekonomik organizasyon şekli merkezi planlama olan ekonomiler 1950-
60’lı yıllarda hızlı bir büyüme seyri gösterdikleri halde, 1980’li yıllarda ekonomik
performansları düşmüş ve büyüme oranları 1970 ve 1980’lerde düşüşe geçmiştir. Böylece
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde üretim artışı durmuş, reel ücretler azalmış ve merkezi
planlamanın geçerli olması nedeniyle üretim faaliyetleri aşırı üretim ve işgücü şartlarında
devam ederken, sonucunda işsizlik de görülmemiştir.
1989 yılında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin uluslararası ekonomide rekabet
edebilmesi ve küresel ekonomide yerini alabilmesi için bir takım reformlar uygulanmaya
başlanmış ve bu ülkelerde geçerli olan ekonomik organizasyon şekli merkezi planlamanın
yerine piyasa sisteminin geçmesi stratejik hedef olarak belirlenmiştir. Yeni ayarlamalara
gidildiği geçiş sürecinde de üretim ve istihdam da düşüşler görülmeye başlanmıştır. 1990-
1993 yılları arasında Arnavutluk hariç, üretimde yıllık %10-15’lere varan düşüşler
kaydedilmiştir. SSCB’deki cumhuriyetlerin çoğundaki üretim düşüşleri %10’un üzerindedir.
Sadece Polonya ve Slovenya’da ise %10’un altında düşüş görülmüştür. Üretimde görülen bu
düşüşler, geçiş sürecinin doğal bir sonucu olarak görülmüştür (Aykaç, 2001, 8).
48
Üretimdeki ciddi oranlarda düşüşe karşın, işsizlik de hızla artarak 1994’de iki haneli
oranlara ulaşmıştır. Ancak üretimdeki düşüşe oranla işsizlik artışı daha küçük görünmektedir.
Doğu ile Batı Avrupa arasındaki açığın kapatılabilmesi ve yeniden yapılanma sürecinin
başarıya ulaşabilmesi hızlı büyümeye bağlı olduğundan, yeniden yapılanma da istenilen hızda
gerçekleşememiştir (Aykaç, 2001, 8).
Diğer taraftan faaliyet oranlarındaki azalma sonucu, istihdamdaki düşüş işsizlik
artışını aşmıştır. Bunun nedeni ise işgücüne sağlanan sosyal yardımların yetersizliği ya da
düşük ya da mevcut olmayan işsizlik yardımlarının bazı işsizlerin kayıt altına alınmasını
önlemesi olarak açıklanmıştır. Rusya ise bu duruma uygun en iyi örnek olarak sunulmuştur.
Kısacası ülkelerdeki işsizlik artışı ile istihdam azalışı arasındaki denge tutarsızdır. Örneğin
Moldovya’da işsizlik 1989 ve 1993 yılları arasında sadece 14.000 dolayında artış gösterirken
istihdam 61.000 dolayında düşüş göstermiştir (Aykaç, 2001, 9).
Doğu Avrupa Bölgesi, coğrafi yakınlıklara, ekonomik, kurumsal ve siyasal
entegrasyona karşın özellikle nüfus açısından ciddi farklılıklar göstermekte ve sosyal-kültürel
açıdan çeşitlilikleri içinde barındırmaktadır. Örneğin bölgede yer alan ülkelerin nüfusları
karşılaştırıldığında bir yanda 72 milyon nüfuslu Türkiye, diğer yandan ise 620 bin nüfuslu
Karadağ görülmektedir. Ayrıca Türkiye gibi ülkelerde genç nüfus çoğunluktayken, kimi
ülkelerde ise nüfus giderek yaşlanmaktadır. Bölge ülkeleri gelir dağılımımdaki eşitlik
konusunda da birbirlerinden farklılıklar göstermektedir. Ayrıca ülkelerarası bu farklılık işgücü
piyasası ve istihdam göstergelerinde de kendini göstermektedir. İstihdam oranı en yüksek ülke
Slovenya’dır. Slovenya’nın istihdam oranı %70’lere yakındır. Bölge ülkelerinin beşinin
istihdam oranı %50-60 arasında iken Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti %40 sınırının
altındadır. Türkiye ile Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya ise kadın istihdamının en
düşük olduğu ülkelerdir ( Sengenberger, 2006).
Bölgenin genelinde para ve maliye politikalarının aşırı kısıtlayıcı olması, yatırım ve
kamu harcamalarını olumsuz etkilemekte ve henüz sağlam bir temele oturmayan ticari
serbestleşmeden kaynaklanan büyük ticaret açıkları; cari hesap dengesinin yanı sıra ekonomik
büyüme ve istihdamı da olumsuz olarak etkilemektedir ( Sengenberger,2006).
Bölge için doğrudan yabancı yatırımların etkisine bakıldığında ise, son yıllarda artış
gösteren yabancı yatırımların, AB’ye girecek olan ülkelerde sermaye birikimini arttırdığı
49
görülse de doğrudan yabancı yatırımların özellikle istihdam ve işgücü piyasaları açısından
bölgenin tamamını kapsayacak şekilde dengeli bir ekonomik kalkınma sağladığı da
söylenememektedir. Yabancı yatırımlar yoksulluk ve işsizliğin daha yoğun olduğu yörelere
yönelmek yerine büyük kentlere yönelmekte ve mesleki eğitimle vasıflı işgücü artışına katkı
sağlamak yerine mevcut firmalardan vasıflı işgücü transfer etmektedir. Sonuç olarak yabancı
yatırımların bazı Doğu Avrupa ülkelerinde nitelikli işgücü gerektiren ihraç ürünlerinin payını
arttırdığı bazılarında ise tam tersi sonuçlara yol açtığı görülmüştür ( Sengenberger, 2006).
Bölge ülkelerinin istihdam alanında olumlu mesafeler katedebilmesi için, yurtdışında
çalışanların ülkelerine gönderdikleri sermaye birikiminin üretken yatırımlarda kullanılması
büyük önem taşımaktadır. Ayrıca işgücü piyasalarında istenilen seviyeye ulaşmak ve
beklenen verimi alabilmek için, işgücü piyasalarında esnekliğin, çalışanların hem gelir hem de
istihdam güvenceleriyle birlikte dikkate alınması gerekmektedir ( Sengenberger, 2006).
3.3. Gelişen Ülkelerde İstihdam ve Genel Eğilimleri
1973 Petrol Krizi sadece gelişmiş ülkeleri değil, gelişen ülkeleri de etkilemiş ve
1980’li yıllarda gelişen ülke ekonomileri birbirinden farklı ekonomik performans göstermiş
ve istihdam yapıları da farklılık arz etmiştir. İstihdam durumları iyiye giden ülkeler, büyüme
oranları açısından da iyi durumda olan gelişen ülkelerdir. Ekonomik büyüme oranları düşük
olan ülkelerde ise formel sektör istihdamında düşüş görülürken, informel sektör istihdamında
artış görülmüştür. İnformel sektörler, işgücüne sosyal güvence sağlamayan, düşük verimli,
yüksek nitelik gerektirmeyen aile işçileri gibi alanları ifade etmektedir (Aykaç, 2001, 9-10 ).
Tarıma dayalı ekonomik yapıları, hızla artarak işgücü piyasasına dahil olan genç
nüfusları ve düşük ekonomik performans ve verimlilik düzeyleri, gelişmemiş ya da
gelişmekte olan ülkeler için işsizlik üretmektedir. Ayrıca bu bölgelerde işgücü istihdam edilse
bile, çoğunlukla çalışan yoksul statüsünde olmaktadır. Çünkü işler, insana yakışır iş
kapsamında olmayıp, informel sektörlerde, sosyal güvencesiz ve düşük ücretli işlerdir
(Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 89-90)
1986-1990 yılları arasında, gelişen ülkelerin ortalama işsizlik oranı %6 gibi oldukça
düşük bir işsizlik oranı olarak görülmektedir. Ancak bu oranın sağlıklı bir biçimde
yorumlanabilmesi için bölgede formel işgücü piyasasının küçüklüğü de göz önünde
50
bulundurulmalıdır. Örneğin Latin Amerika’da 1990’lı yıllarda sağlanan 15.7 milyon yeni iş
fırsatının %8.4’ü informel sektörde yer almış ve bölgede informel sektör istihdamı %4.7
oranında artış gösterirken, formel sektör istihdamı yalnızca %1.1 oranında artış göstermiştir.
Sonuç olarak formel sektör istihdamında gözlenen düşük artış oranı asgari ücrete de yansımış
ve informel sektörde ortalama gelir düzeyi düşmeye başlamıştır. Kolombiya’da toplam
kentsel istihdamın yarısından fazlasını kentsel informel istihdam oluşturmuştur. Aynı şekilde
Afrika’da şehir işgücünün % 61’i şehir informel sektörde istihdam edilirken Alt Sahra
Afrika’sı ve Gana’da durum yine aynıdır (Aykaç, 2001, 9-10).
1984-1992 yılları arasında kadınların sektöre katılım oranı %40.6’dan %43.2’ye
yükselmiş ve informel sektör istihdamında azalma gözlenmiştir. Kadın işgücünün kentsel
informel sektöre katılımı, Güneydoğu Asya ile Güney Asya arasında önemli ölçüde farklılık
görülmektedir. Örneğin Bangkok, Tayland, Filipinler ve Malina’da işgücünün yarısından
fazlasını kadınların oluşturduğu tahmin edilmektedir. Kadın istihdamı özellikle perakende
ticaret, imalat ve giyim sektöründe yoğunlaşmaktadır. Ancak Hindistan ve Pakistan’ın bazı
şehirlerinde bu sektörlerde kadın istihdamı daha düşük olmakla birlikte, buralarda kadın
istihdamı düşük verimliliğe sahip faaliyetlerde yoğunlaşmaktadır.
Özetle; gelişmekte olana ülkeler için, özellikle Latin Amerika, Şili, Kolombiya,
Karayipler ve Alt Sahra Afrikası’nda yüksek işsizlik oranları uzun süredir etkisini gösteren
ciddi bir ekonomik sorun olmaya devam etmektedir. Afrika ülkelerinde bu kötü ekonomik
gidişatın en önemli nedeni; Afrika’da nüfusun hızla çoğalmasına rağmen, artan nüfusa yeterli
gıda, sağlık hizmeti ve eğitim vaat edilememesi olarak görülmektedir. Nitekim Japon
kalkınmasının dayanağını eğitime verilen önemin oluşturduğu bilinen bir realitedir.
Gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelerin küresel ekonomik yapıya uyum sağlamaları
oldukça güç olmaktadır. Çünkü bu ülkelerde piyasa mekanizmasının işleyişi henüz sorunsuz
değildir. Eğitim imkanları ve işgücünün niteliği yetersizdir. Dolayısıyla bu yetersizlikler yeni
ve karmaşık teknolojilerin öğrenilip uygulanmasını zorlaştıracağı gibi, yabancı yatırımlar için
cazip ortam yaratılmasını da engelleyecektir. Sonuçta bu ülkeler ekonomilerini küresel
piyasalara hazırlamada geç kalırsa, sanayileşen ülkelerle aralarındaki fark da giderek
açılacaktır (www.ilo.org).
51
3.4. Avrupa Birliği’nde İstihdam ve Genel Eğilimler
İşsizlik ülkemizde ve tüm dünyada olduğu gibi AB ülkelerinde de ciddi bir ekonomik
sorundur. AB bölgesi için işgücü piyasaları son yıllarda az da olsa olumlu eğilim gösterse de
AB’ye üye düzeyindeki farklılıklar düşündürücü boyuttadır.
AB ülkelerinde işsizliğe yol açan en önemli nedenlerden biri, fabrikaların ucuz emeğin
bulunduğu ülkelere kaymasıdır.
AB üyesi ülkelerde, özellikle işsizlik oranları nispeten düşük olan ülkelerde, kısmi
süreli işlerde istihdam edilenlerin oranı, 2003 yılında ortalama %34’dür. İşsizliğin görece
daha düşük olduğu ülkelerde kısmi süreli ve geçici işlerde çalışma oranının yüksek olduğu
görülmektedir ( Balcı, 2005; www.disk.org; Atik, 2006; www.ılo.org; www.iskur.gov.).
AB’de kısa dönem için manzara çok da kötü görünmese de, yakın gelecekte işgücü
piyasası ve istihdam, önemli problemlerle karşı karşıya kalacaktır. Çünkü bölgede ekonomi
yeni iş yaratamamakta, beşeri sermayenin niteliğini arttırmaya yönelik yeterli eğitim
programları uygulanmamakta ve Avrupa nüfusu her geçen gün yaşlanmaktadır.
AB üyesi ülke hükümetleri AB işgücü piyasalarıyla ilgili birçok tehdit olduğunun
farkındadırlar. Bu nedenle “ tam zamanlı, verimli ve insan onuruna yakışır istihdam” hedefi
2007 Milenyum Gelişme Hedefleri içerisinde yerini almıştır.
Son çeyrek asırdır istihdam sorunları ve işsizliğin dünya genelinde ülkelerin çoğu için
kalıcı bir problem haline gelmesiyle birlikte, OECD ülkeleri ve Avrupa birliği başta olmak
üzere birçok ülkede işsizlikle mücadele politikaları geliştirilmiştir. AB’de 1990’lı yıllardan
sonra işsizlikle etkin bir mücadele başlatılmış ve birliğe üye devletleri ortaklaşa ilgilendiren
bir istihdam stratejisi gelişmiştir. Bu çalışmaların sonucunda 1994’de işsizlikle mücadelede
temel ilkeleri belirleyen Essen stratejisi ortaya konmuştur. Essen stratejisinde küresel anlamda
istihdam yapısında meydana gelen gelişim ve dönüşümler ışığında, eşitsiz muameleye maruz
kalan genç, kadın, yaşlı ve uzun dönemli işsizlerin iş piyasasına dahil olabilmesi ve eşit
muamele görebilmesi için mücadele araçları geliştirilmiştir. Ayrıca beşeri sermayenin
gelişimi için mesleki eğitime önem verilerek, istihdam odaklı büyüme, esnek ücret politikası
ve girişimciliğin teşviki amaçlanmıştır. Bu amaçlar doğrultusunda söz konusu sürecin
52
devamında 1997’de yapılan Amsterdam Antlaşması ile istihdam politikasının temel ve ortak
bir Avrupa görevi olduğu ilk kez duyurulmuştur (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2004, 123-
124).
20-21 Kasım 1997 tarihinde Lüksemburg’da toplanan istihdam zirvesinde “ Avrupa
İstihdam Stratejisi” geliştirilmiş ve üye ülkelerin bu strateji doğrultusunda uygulaması
gereken istihdam formülleri belirlenmiştir (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006, 123-124).
Böylece üye devletlerin işsizlikle mücadelede uygulamaları gereken kriterler oluşturularak,
istihdamla ilgili yakınsama süreci başlatılmaktadır.
AB ülkelerinin işsizlikle etkin bir biçimde mücadele edebilmesi için uygulanması
gereken politikalar ve geçerli olan kriterler Lüksemburg’da belirlenmiştir. Bu esaslar
çerçevesinde ülkelerin istihdam politikaları Avrupa Komisyon ve Konseyi tarafından
hazırlanan “Ortak İstihdam Raporu (JER)” aracılığıyla titizlikle incelenerek, Komisyon
tarafından her yıl, üye ülkeler için İstihdam Rehberleri hazırlanmaktadır. Üye ülkelerde bu
rehberler doğrultusunda Ulusal Eylem Planı hazırlamaktadırlar. Ülkelerin belirlenen kriterleri
uygun politikalar geliştirip geliştiremediği ve bu politikaların uygun hareket edip etmediği de
birliğin denetim birimlerince takip edilmektedir.
Avrupa İstihdam Stratejisinin dört temel ayağı bulunmaktadır: İstihdam edilebilirlik,
girişimcilik, uyarlanabilirlik (uyum yeteneği) ve fırsat eşitliği… (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu
2006, 126; AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 2000)
İstihdam edilebilirlik, daha fazla insanın istihdama çekilmesidir. Beşeri sermayenin
gelişmesi sağlanarak, iş arayanların istihdam edilmesi kolaylaştırılmalı, daha fazla insan
istihdama çekilmeli ve istihdamda kalması sağlanmalıdır. İşgücü ve işverenin uyum
yeteneğinde artış yaratılarak işgücü piyasasının daha esnek bir yapıya kavuşturulması önem
taşımaktadır. Okuldan ayrılma oranı azaltılarak bir çıraklık sistemi oluşturulmalıdır. İşveren
ve işgücünün beceri kazanmaya yönelik staj, çıraklık, yeniden eğitim fırsatları artırılmalıdır.
Bu noktada istihdam edilebilirlik seviyesinin artışı için gereken altyapının oluşumu ve
araştırma-geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinin geliştirilmesi yapılması gereken en öncelikli
eylemdir.
53
Girişimcilik, yeni iş imkanlarının yaratılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu
nedenle yeni iş yaratma girişiminde olanlar teşvik edilmektedir.
Hem iş, hem de işgücünün yeni koşullara, teknoloji ve bilgi yoğun üretim anlayışına
uyumu yaşam boyu öğrenme metodunun benimsenmesi ile daha kolay hale gelmektedir.
Böylece yeni koşullara uyum kolaylaşmakta ve bu durum işgücünün istihdam edilebilme
şansını da artırmaktadır.
Fırsat eşitliği prensibinde amaç, cinsiyet, etnik veya ırk kökeni, din ve inanç yaş ve
maluliyet gibi durumlarda herkese eşit hak ve fırsatların sunulmasını sağlamaktadır. Temel
sorumluluk; ayrımcılıkla mücadele, herkese eşit muamele konusunda duyarlı davranmak ve
farklılıkların yararını ortaya koymaktır.
Avrupa Konseyi istihdam konusunda ayrıca Lizbon, Stockholm ve Barcelona’da
önemli zirveler gerçekleştirmiştir. 2000 yılında Lizbon’da yapılan zirvede 10 yıllık bir strateji
oluşturulmuş ve tam istihdama ulaşmak için somut hedefler belirlenmiştir. 2010 yılında
Avrupa’da istihdam oranı hedefi %70’dir. Büyüme hedefi ise yıllık %3’dür. A.B üyesi
ülkelerin istihdam oranlarının 2010 yılı hedefine yaklaştıkları görülmektedir. A.B üyesi 27
ülkenin istihdam oranları şimdiden %65 oranını yakalamış durumdadır (Özdemir, Ersöz ve
Sarıoğlu, 2006, 126).
Avrupa İstihdam Stratejisinde temel hedef; “içerici bir toplumu teşvik etmek ve
bireyleri, bir küreselleşme ve hızlı teknolojik gelişme çağında değişmekte olan çalışma
dünyası için donatmaktır.” ( AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 2000)
Yeni dünya düzeni içinde “baş aktör” olarak yerini ve önemini koruyan AB.’de
küreselleşme ve ilerleyen teknoloji ışığında istihdamın önemi büyük yer tutmaktadır. Avrupa
istihdam ve sosyal politikası, daha demokratik, daha insancıl, daha profesyonel ve daha
yüksek standartta bir yaşam kalitesi sağlamayı amaç edinmiştir. AB, Avrupa istihdam ve
sosyal politikasını üye devletlerin asli sorumluluğu ve sivil kuruluşların desteği ile
uygulamaya koymaktadır (AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 2000).
Avrupa Topluluğu Antlaşması’nın 136. maddesinde Avrupa Sosyal Politikası’nın
temel görevi ve amacı şu şekilde belirtilmiştir: “Topluluk AB ve üye devletler… İstihdamın
54
teşvik edilmesini, yaşama ve çalışma şartlarının iyileştirilmesini, bu iyileşme sürdürülürken
yaşama ve çalışma şartlarının uyumlu hale getirilmesini, düzgün ve sosyal korumayı, yönetim
ve işçiler arasında diyalog sağlanmasını, kalıcı yüksek istihdama yönelik olarak insan
kaynaklarının geliştirilmesini ve dışlamaya karşı savaşılmasını amaç edineceklerdir.”(AB
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 2000).
3.4.1. AB’de İstihdam ve İşsizlik
AB ülkelerinde işsizlik ve istihdam oranları incelendiğinde, birliğin küresel işsizlik
sorunundan kaçamadığı ve yeni istihdam olanakları yaratamadığı gözlenmiştir.
AB işgücü piyasasının ve istihdam yapısının özelliklerinin, birliğe 2000-2004
yıllarında dahil olan 10 yeni üye ülke ile, bu ülkeler dahil olmadan önceki üye ülkelerin ayrı
ayrı değerleri ve istihdam analizleri dikkate alınarak incelemesi daha açıklayıcı olacaktır. AB
(15) şeklinde sınıflandırılan üye ülkeler Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya, Fransa,
Lüksemburg, İrlanda, Birleşik Krallık, Belçika, Hollanda, Almanya, Danimarka, Avusturya,
İsveç ve Finlandiya’dır. Birliğe sonradan katılan 10 ülke ise, Kıbrıs, Malta, Slovenya,
Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya’dır.
(Romanya ve Bulgaristan tabloda yer almamıştır). Yeni üyelerdeki istihdam oranlarının,
diğer ülkelerin oranlarından düşük kaldığı tespit edilmiştir. Tek istisna olan ülke Çek
Cumhuriyetidir. İstihdam artış oranları da Letonya ve Macaristan hariç, yeni üye ülkelerde
daha düşük kalmıştır.
Tablo 3, AB ve Türkiye’de işsizlik oranları ve istihdam artışını 2000-2004 arası
dönemler için yansıtmaktadır.
55
Tablo 3: Avrupa Birliği ve Türkiye'de İstihdam Artışı ve İşsizlik Oranları (2000-2004)
- % olarak -
Ülkeler
İstihdam Artışı İşsizlik Oranları
2000 2001 2002 2003 2004 2000 2001 2002 2003 2004
AB (25) 1.4 1.2 0.3 0.2 0.5 8.6 8.4 8.7 9.0 9.0
AB (15) 2.0 1.3 0.5 0.3 0.6 7.6 7.2 7.6 8.0 8.1
Euro-
Bölgesi
- 1.4 0.5 0.2 0.6 8.1 7.8 8.3 8.7 8.9
On Yeni
Üye
Ortalaması
0.2 0.9 -0.4 0.6 0.5 11.1 1 1.0 10.4 10.2 9.9
Çek Cumhuriyeti
-0.7 -0.1 0.8 -0.6 -0.6 8.7 8.0 7.3 7.8 8.3
Estonya -1.5 0.8 1.3 1.5 0.0 12.5 11.8 9.5 10.2 9.2
Kıbrıs 5.7 4.6 2.0 !.! 1.9 5 2 4.4 3.9 4.5 5.0
Letonya -2.9 2.2 2.3 1.0 1.0 13.7 12.9 12.6 10.4 9.8
Litvanya -3.7 -4.1 -7.4 2.4 0.0 16.4 16.4 13.5 12.7 10.8
Macaristan 1.0 1.0 0.1 1.3 -0.5 6.3 5.6 5.6 5.8 5.9
Malta 8.1 2.1 -0.7 -0.7 1.4 6.8 7.7 7.7 8.0 7.3
Polonya -2.3 1.5 -1.9 -1.2 0.0 16.4 18.5 19.8 19.2 18.8
Slovenya 0.8 0.4 -0.4 -0.3 0.1 6.6 5.8 6.1 6.5 6.0
Slovakya -1.8 0.6 -0.5 1.8 -0.3 18.7 19.4 18.7 17.5 18.0
Türkiye -0.4 -1.0 -1.8 -1.0 2.0 6.5 8.3 10.3 10.5 10.3
Kaynak: (http://epp.eurostat.cec.eu.int/portal/page. 09
Tablo 3 incelendiğinde, birliğe yeni üye olan 10 ülke ortalamasına göre hiçbir zaman
istihdam artış oranının %1’e bile ulaşmadığı hatta 2002 yılında istihdam da gerileme olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla 10 yeni ülke, istihdamdaki artış hızını yavaşlatmıştır. 10 yeni
ülkeden Kıbrıs hariç diğer yeni ülkelerde, bazı yıllarda istihdam artışı yerine istihdam
daralması yaşanmıştır. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da sadece bir yılda istihdam
artışı gözlenmiştir. Türkiye’de aynı şekilde sadece 2004 yılında pozitif istihdam artışı
olmuştur. İşsizlik oranları da 2000-2004 döneminde on yeni üyede %10-% 11 arasında
gerçekleşmiştir. 15 üyeli AB’de işsizlik oranları daha düşük rakamlardır. Polonya, Slovakya,
Letonya ve Litvanya en yüksek işsizlik oranları ile dikkat çeken ülkelerdir. Türkiye’nin
işsizlik oranları ise on yeni üyeye ait ortalama değerlere yakın olmakla birlikte, Polonya ve
Slovenya’da görülen oranlar kadar yüksek değildir.
56
Sonuç olarak denilebilir ki; AB’ye yeni katılan ülkeler, AB’de işsizlik oranlarını
artırmıştır.
Tablo 4 ise, istihdamın sektörel dağılımını göstermektedir. Ülkelerin ekonomik
gelişme seviyesi yükseldikçe, işgücünün tarım sektöründen sanayi ve hizmetler sektörüne
kaydığı görülmektedir. Sanayileşmesini tamamlayan ülkelerde hizmet sektöründe istihdam
artışı görülmektedir. Dolayısıyla AB’ye sonradan katılan ülkeler, nispi olarak önceki üye
ülkelerden daha az gelişmiş olduğu için, hizmetler sektörünün AB’deki payını %71.6’dan
%69.5’e düşürmüş, tarım sektörünün payını ise %3.9’dan %5.1’e yükseltmiştir. Türkiye’nin
tarım sektöründeki payına bakıldığında ise, 2004 yılında %34 gibi bir oran görülmektedir.
Tablo 4: Avrupa Birliği ve Türkiye'de istihdamın Sektörel Dağılımı (2001-2004)
-Yüzde olarakÜlkeler
Tarım Sanayi Hizmetler
2001 2002 2003 2004 2001 2002 2003 2004 2001 2002 2003 2004
AB (25) 5.5 5.4 5.2 5.1 26.5 26.0 25.5 25.4 67.9 68.7 69.2 69.5
AB (15) 4.2 4.1 4.0 3.9 25.5 25.0 24.6 24.5 70.3 70.9 71.4 71.6
Euro-bölgesi
(12 ülkeleri)
5.0 4.8 4.8 4.6 26.9 26.4 26.0 26.0 68.2 68.7 69.2 69.3
On Yeni Üye
Ortalaması
10.7 10.7 10.2 8.7 32.9 32.1 32.1 32.6 56.3 57.0 57.7 58.6
Çek Cumhuriyeti
4.8 4.8 4.5 3.7 40.1 39.7 394 391 55.2 55.5 56.1 57.2
Estonva 6.9 6.9 6.1 5.7 32.8 31.2 32.3 34.6 60.3 61 9 61.5 59.6
Letonya 14.8 15.1 13.4 12.5 25.9 24.4 25.8 26.6 59.2 60.5 60.8 60.9
Litvanya 17.1 17.6 17.8 15.8 27.2 27.4 28.0 28.1 55.7 54.9 54.1 56.1
Macaristan 6.2 6.2 5.8 5.3 34.4 34.1 31.9 32.8 59.4 59.7 62.3 61.9
Malta - - - 2.2 - - - 34.3 - - - 63.4
Polonya 19.1 19.3 18.4 19.3 30.5 28.6 28.6 27.0 50.4 52.0 53.0 53.8
Slovenya 11.5 11.2 10.9 10.4 38.0 37.5 36.9 36.4 50.6 51.4 52.3 53.1
Slovakya 5.3 5.0 4.4 3.9 34.5 34.5 34.1 34.3 60.2 60.5 61.5 61.8
Türkiye - 34.8 33.8 34.0 - 23.0 22.8 22.7 - 42.1 43.4 43.0
Kaynak: Avrupa Birliği verileri:(http://epp.eurostat.cec.eu.int/portal/page. 09.06.2005;
Türkiye verileri: http://www.die.gov.tr. 21.06.2005).
57
Bu oran yeni ve eski AB üyeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin tarım sektörü
ağırlıklı bir yapıya sahip olduğu görülür. Sanayi sektörünün istihdamdaki payı ise, birliğe yeni
ülkelerin katılımıyla %24.5’ten %25.4’e yükselmiştir. Türkiye’de ise bu oran %22.7’dir. Bu
oran, Türkiye’nin iş gücünü tarım sektöründen sanayiye henüz arttıramadığını göstermektedir.
AB ile Türkiye üniversite mezunlarının işgücü durumuna göre kıyaslandığında,
Türkiye’de üniversite mezunu, nitelikli işgücü sayılan, çalışabilir nüfusun %29’unun
ekonominin dışında kaldığı, AB ülkelerinde ise üniversite mezunu ancak istihdam dışında
olanların oranının %16 olduğu görülmektedir. Türkiye’de üniversite mezunu her 10 gencin
3’ü ekonomik yaşamın dışında kalmaktadır. Türkiye’de üniversite mezunlarının %71’i AB’de
ise %83.2’si istihdam edilmektedir.
AB’de eğitim düzeyi ilerledikçe işsizlik azalmaktadır. İlköğretim seviyesindeki işgücü
arasında işsizlik oranı %12 civarındayken, üniversite mezunları arasında bu oran %4.6’ya
düşmektedir. Oysa Türkiye’de eğitim düzeyi ile istihdam arasında AB’de olduğu gibi bir ters
orantı yapılamamaktadır. Türkiye’de eğitim düzeyinin yüksekliği ne işin niteliği ne de
işsizliği belirleyici değildir. AB ülkelerinde üniversite mezunlarında işsizlik oranı kayda değer
bir düşüş gösterirken Türkiye’de ilkokul ve üniversite mezunlarının işsizlik düzeyi arasında
belirgin bir fark görülmemektedir. Yani Türkiye’de okumak, işsizliğe çare olmamaktadır.
Türkiye’de bu durumun iki ekonomik nedeni olabileceği belirtilmektedir. Bunlardan birincisi
ekonominin, nüfus artışı ve güç gibi sebeplerle artan işgücü talebini emme kapasitesinin
bulunmaması, ikincisi ise, Türkiye’deki 15-65 yaş arası çalışma çağında bulunan nüfusun
istihdam edilebilir vasıflara sahip olamamasıdır.
58
Grafik 1:Türkiye’de ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Öğrenim Düzeylerine Göre İşsizlik oranları (2006)
Kaynak: http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&Id=397
3.5. Küreselleşme İle Birlikte Türkiye’de İstihdamın Yapısındaki Değişim
3.5.1. Küreselleşme Sürecinin İşgücü Arzı Üzerindeki Etkileri
Türkiye’de işgücü arzı nüfus miktarı ve nüfusun demografik yapısına bağlı olarak
günden güne artış göstermektedir. Türkiye’de nüfusun genç yapıda olması, çalışma çağındaki
nüfusu ve işgücüne katılan nüfusu arttırmaktadır. Her yıl yaklaşık bir milyon kişi, çalışma
çağındaki nüfusa eklenmektedir. Çalışma çağındaki nüfus miktarı 1988 yılında 33.7 milyon,
2005 yılında yaklaşık 50.8 milyon, 2006 Mayıs döneminde ise 52.4 milyon kişiye ulaşmıştır.
Nüfus ise 73.4 milyon kişidir. İşgücü arzı her yıl ortalama %1.5 oranında artarak yaklaşık 300
bin kişi büyümüştür yani her yıl 300 bin kişiye istihdam olanağı yaratılması gerekmektedir. İş
gücü arzı artmaktadır ancak, işgücüne katılma oranı azalmaktadır. OECD ülkeleri içinde iş
gücüne katılım oranı en az olan ülke Türkiye’dir. Her yıl daha fazla artan işgücüne karşılık,
artan istihdam olanakları sınırlı kalmakta ve işsizlik kaçınılmaz olmaktadır (Özdemir, Ersöz
ve Sarıoğlu, 2006, 93).
12,6 12,9
9,6
11,8
8,3
4,6
0
2
4
6
8
10
12
14
İlköğretim Ortaöğretim Yüksekokul
Türkiye
AB-27
59
0
10
20
30
40
50
60
70
80
Türkiye 57,5 58,1 56,6 57 56 52,1 54,6 54,1 53,7 52,6 52,8 52,7 49,9 49,8 49,6 48,3 48,7 48,3
Kent 48,3 47,6 47,2 46,3 46,8 45,2 46,2 45,2 44,5 44,8 44,7 44,9 44,1 44 44,4 43,8 44,5 45,5
Kı r 67 69,4 66,9 69,6 67,4 60,8 65,5 65,8 66,1 63,2 64,4 63,9 58,7 58,7 57,6 55,5 55,4 53,1
1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005
Grafik 2: İşgücüne Katılma Oranları, Türkiye – Kent – Kır (15 +)
Kaynak: DİE, Hanehalkı İşgücü Veri Tabanı ve TUİK, Hanehalkı İşgücü Anketi, 2005 Yılı Sonuçları, Haber
Bülteni, s.36
Grafik 2’de görüldüğü gibi Türkiye’de işgücüne katılma oranı 1988’de %57.5 iken,
katılım eğilimleri zamanla düşmüş ve 2005 yılında %48.3 seviyesine gelmiştir. Bu orandaki
azalış, toplumun iktisadi faaliyete katılan kesiminin daralması anlamına gelmektedir.
Grafik 3’de ise 2006 yılının Temmuz ayından, 2007 yılı Mayıs ayına kadar olan
dönemde işgücüne katılım oranları gösterilmiştir. 2006 yılının işgücüne katılım oranı
ortalaması %47.25’dir ve 2005 yılının işgücüne katılım oranına göre azalma göstermiştir.
2007 yılının Ocak ayında ise %46.3 olarak gerçekleşen işgücüne katılım oranı, 2007 yılının
Mayıs ayında %48.8 seviyesine ulaşmıştır.
15-64 yaş arasındakilerin oluşturduğu, bir ülkenin istihdam potansiyelini gösteren
nüfus, “çağ nüfus” olarak adlandırılmaktadır. Türkiye nüfusunun 3/2’sini çağ nüfus
oluşturmaktadır (2003 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması Sonuçları). Türkiye’de nüfus artış
hızı hala yüksek olmakla birlikte düşmekte, nüfus ve istihdam potansiyeli ise artmaktadır.
Ancak Türkiye’de yüksek işgücü arzı artışını emebilecek bir istihdam artışı, gerekli gelir artış
hızına ulaşılamadığından sağlanamamış ve bu durum işsizlik sorununun artmasına zemin
hazırlamıştır.
60
Grafik 2’ye göre, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki çalışma çağındaki nüfus
dikkate alındığında, 2005 yılında işgücüne katılma oranı %48.3 olarak gerçekleşmiştir. Bunun
anlamı, çalışma çağındaki her 100 kişiden ancak 48’i çalışmakta veya iş aramakta olduğudur.
Bu oran dünya ülkelerinin oldukça gerisinde kalmaktadır. 2002 yılında OECD ülkelerinde
işgücüne katılma oranı ortalama %71.1, ABD’de %76.1, Japonya’da ise %78’dir. İşgücüne
katılma oranları etkin nüfusun bir göstergesidir ve bu orandaki düşüklük işgücünün verimli
kullanılamadığını göstermektedir. Türkiye’de işgücüne katılma oranlarının düşük olmasının
sebepleri arasında erken emeklilik, yüksek öğrenimde okuyan öğrenci sayısının artması,
yüksek öğrenimde okuma süresinin uzaması ve enformel sektör ile aile işçiliğinin çok yaygın
olması sayılabilir (Bozdağlıoğlu, 2004, 1-21).
49,3
49,5
48,4
46,2
48
47,5
46,8
46,3
47
47,9 47,9
48,8
44
45
46
47
48
49
50
2006 Temmuz
2006 Ağ ustos
2006 Eylül
2006 Ekim
2006 Kasım
2006 Yıllık
2006 Aralık
2007 Ocak
2007 Şubat
2007 Mart
2007 Nisan
2007 Mayıs
Grafik 3: İşgücüne Katılma Oranı (%)
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/Gosterge.do?metod=IlgiliGosterge&id=3490
3.5.1.1. Nüfusta Yaşanan Değişimler
3.5.1.1.1. Cinsiyet ve Eğitim Açısından İşgücü Arzı
İşgücüne katılım oranları cinsiyet açısından ele alındığında kadınların, çalışma
hayatında yer alma oranlarının erkeklere oranla oldukça düşük seviyelerde kaldığı
görülmektedir. 1990 yılında erkeklerin işgücüne katılma oranı %79.7 iken, kadınların iş
61
gücüne katılma oranı %34.1’dir. Bu oranlar 2005 yılında kadınlarda %24.8’e düşmüş,
erkeklerde ise %72.2’ye düşmüştür (tablo 5).
Tablo 5: Erkek ve Kadınların İşgücüne Katılma Oranlan,
Türkiye - Kent - Kır (15+)
ERKEK KADIN
Türkiye Kent Kır Türkiye Kent Kır
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
81.2
80.
79.7
80.2
79.6
78.0
78.5
77.8
77.3
76.7
76.7
75.8
73.7
72.9
71.6
70.4
72.3
72.2
78.1
76.8
76.8
77.0
76.8
75.2
75.3
74.1
73.2
72.9
72.8
72.2
70.9
70.6
69.8
68.9
70.8
71.5
84.7
84.8
83.0
84.1
83.1
81.6
82.6
82.6
82.9
82.0
82.5
81.2
77.9
76.3
74.5
72.9
74.7
73.5
34.3
36.1
34.1
34.1
32.7
26.8
31.3
30.9
30.6
28.8
29.3
30.0
26.6
27.1
27.9
26.6
25.4
24.8
17.7
17.8
17.0
15.6
17.0
15.7
17.4
16.8
16.0
16.9
16.8
17.8
17.2
17.4
19.1
18.5
18.3
19.3
50.7
55.1
5.70
55.5
51.9
40.5
48.9
49.3
49.8
45.0
46.9
47.4
40.2
41.7
41.4
39.0
36.7
33.7
Kaynak: DİE, Hanehalkı İşgücü Veri Tabanı & TÜİK, Hanehalkı işgücü Anketi, 2005 Yılı Sonuçları, Haber
Bülteni, S. 36.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı kırsal kesimlerde, kentlere göre daha
yüksektir. Çünkü kırsal kesimlerde kadın işgücü informel sektörde istihdam edilmektedir.
Örneğin kadın iş gücü aile işçiliği yapmakta ya da tarım alanlarında ücretsiz çalışmaktadır.
Ancak kadınların kırsal alanlarda işgücüne katılma oranları, kırsal alandan kentsel alana
yaşanan iç göç yoğunluğu sebebiyle giderek azalmaktadır. Bu oran 2001 yılında %40 iken,
2005 yılında % 33.7’ye gerilemiştir. Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük
olmasının sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda pek çok sebebi vardır. Genel olarak işveren,
kadın çalışanların yedek işgücü olarak görmekte ve evlilik, çocuk doğurma gibi nedenlerle
kadın çalışanların işi bırakacakları kaygı ve öngörüsünü taşımaktadır. Bu durumda kadın
62
işgücüne olan talep azalmaktadır. Ayrıca kadınların işgücüne katılması, çalışma kararı alması
bazı kesimlerde erkeğin izin ve denetimine bağlı olmaktadır. Bunun yanı sıra kadın iş gücü
arzı cinsiyete dayalı engellerle kısıtlanmaktadır. Ayrıca kadın işgücü, değişen teknoloji ve
küreselleşen ekonomilerin talep ettiği nitelikli işgücü kategorisine, eğitim seviyesinin
düşüklüğünden dolayı girememekte ve ancak niteliksiz iş gücünün talep edildiği, düşük
ücretli ve sosyal güvencesiz işlerde istihdam şansı bulabilmektedir. Kadınların genel eğitim
düzeyindeki bu düşüklük kadınların istihdamını olumsuz yönde etkilemektedir (Özdemir,
Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 95-96).
Eğitim durumuna göre işgücüne katılma oranlarına bakıldığında, Türkiye’de Mayıs
2007 dönemi itibariyle işsizlerin % 72.5’i erkeklerden oluşurken, işsizlerin % 57.4’ü lise altı
eğitimli durumda olanlardır. İstihdam edilen işgücünün ise % 72.9’u erkek nüfustan
oluşurken, bunların % 61’i lise altı eğitimli durumda olanlardır. İstihdam edilenlerin % 57.7’si
ücretli, maaşlı ve yevmiyeli, %27.7’si kendi hesabına ve işveren, % 14.6’sı ise ücretsiz aile
işçisi konumundadır. Toplan işgücünün % 17.7’sini 15-24 yaş grubundakiler oluştururken,
lise altı eğitimlilerde iş gücüne katılma oranı %47.4, yüksek öğretim mezunlarında bu oran
%79.5 olarak hesaplanmıştır. Lise altı eğitimlilerde erkeklerin işgücüne katılma oranı % 71
iken, kadınlarda sadece %23’tür. Lise ve dengi okul mezunlarında erkeklerde işgücüne
katılma oranı % 73.9, kadınlarda ise % 32’dir. Yükseköğretim mezunlarında erkeklerde
işgücüne katılma oranı % 84.7, kadınlarda ise % 71.5’tir ( Mayıs 2007 TÜİK Hanehalkı
İşgücü Anketi ).
Tablo 6, Türkiye’de 2003-2004 yıllarında eğitim durumuna göre işgücüne katılma
oranlarını göstermektedir.
63
Tablo 6: Eğitim durumuna göre işgücü durumu, Türkiye (IV. Dönem)
2003 2004
İşgücü İstihdam İşsiz
İKO
(%)
İO
(%)
İşgücü İstihdam İşsiz İKO (%)
İO
(%)
Toplam 23 206 20 811 2 396 47,1 10,3 24 297 21 870 2 428 48,4 10,0
Okur-yazar olmayanlar 1 518 1 424 95 26,8 6,2 1 512 1 459 54 23,9 3,6
Lise altı eğitimliler 14 415 12 913 1 502 46,0 10,4 15 163 13 854 1 308 47,8 8,6
Lise ve dengi meslek 4 528 4 029 499 52,0 11,0 4 888 4 156 732 56,0 15,0
Yüksekokul ve fakülte 2 745 2 445 301 76,7 11,0 2 734 2 400 334 80,8 12,2
Erkek 16 966 15 159 1 807 69,5 10,7 17 954 16 158 1 796 72,1 10,0
Okur-yazar olmayanlar 472 431 41 45,1 8,7 529 486 44 44,8 8,3
Lise altı eğitimliler 11 103 9 840 1 262 69,7 11,4 11 737 10 627 1 110 72,1 9,5
Lise ve dengi meslek 3 588 3 247 341 68,2 9,5 3 866 3 393 473 72,7 12,2
Yüksekokul ve fakülte 1 803 1 640 163 82,2 9,0 1 821 1 653 169 85,6 9,3
Kadın 6 240 5 652 588 25,1 9,4 6 344 5 712 632 25,1 10,0
Okur-yazar olmayanlar 1 046 993 53 22,7 5,1 983 973 10 19,1 1,0
Lise altı eğitimliler 3 312 3 073 239 21,5 7,2 3 426 3 228 198 22,1 5,8
Lise ve dengi meslek 940 782 158 27,3 16,8 1 022 764 258 29,9 25,3
Yüksekokul ve fakülte 943 805 138 68,1 14,6 913 748 165 72,8 18,1
Kaynak: http://tuik.gov.tr
Not: (İKO) İşgücüne katılma oranı, (İO) İşsizlik oranını ifade etmektedir.
Tablo 6’de işgücüne katılma oranı (IKO) ve işsizlik oranı (İO) beraber verilmiştir.
Okuryazar olmayanlar ve lise altı eğitimli durumda olanlarda işsizlik oranı 2004 yılında
azalma göstermiştir. Ancak lise ve dengi meslek okulu ya da yüksekokul fakülte
mezunlarında işsizlik oranları artmıştır. İşgücüne katılma oranı ise sadece okuryazar
olmayanlar için düşmüş, diğerlerinde artmıştır. Erkek ve kadınlarda işgücüne katılma
oranlarında ise yalnızca okuryazar olmayanlarda bir düşüş gözlenirken, diğerlerinde artış
olmuştur.
İki cinsiyet için de son 15 yılın verileri incelendiğinde işgücüne katılım oranlarının en
yüksek olduğu eğitim düzeyi yüksekokul ve fakülte olduğu görülmektedir. Emek piyasasına
katılmanın üniversite eğitimliler arasında daha yüksek olmasının bir nedeni; yüksek öğretim
maliyetinin geri kazanılma beklentisidir. Diğer bir nedeni ise, özellikle kentsel işgücü
piyasalarında, yüksek öğretimin katılımcılara daha fazla iş imkanı sunmasıdır. Çünkü yüksek
öğrenim görmüş işgücü, daha kalifiye olup, değişen işgücü ve iş piyasalarına daha uyumlu
işgücüdür (Biçerli, 2004, 241).
64
3.5.1.1.2. Türkiye’de İstihdam Seviyesi ve Sektörel Dağılım
Türkiye İstatistik Kurumu’nun üçer aylık dönemler itibariyle her ay açıkladığı
Hanehalkı İşgücü Anketi’nin Nisan-Mayıs-Haziran 2007 dönemini kapsayan “Mayıs 2007”
sonuçlarına göre, bu yılın Mayıs döneminde Türkiye’de kurumsal olmayan sivil nüfus,
2006’nın aynı dönemine göre 929 bin kişi artarak 73 milyon 414 bin kişiye, kurumsal
olmayan çalışma çağındaki nüfus da 854 bin kişi artarak 52 milyon 415 bin kişiye çıkmıştır (
TUIK Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları ). Ancak ne yazık ki, istihdam artış hızı, nüfus artış
hızının gerisinde kalmıştır. Türkiye’de istihdam artış hızı, daima nüfus artış hızının gerisinde
kalmıştır. 1988-2005 döneminde çalışma çağı nüfusu 17.080 bin kişi artarken, istihdam
sadece 4.292 bin kişi arttırılabilmiştir (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 97).
Tablo 7’de Türkiye’de 1988-2005 yılları arasında işgücü ve istihdam oranları
gösterilmektedir. Tabloya göre Türkiye’de, 15 yaş ve üzeri nüfus artış hızı ortalama olarak
%2.44 oranında iken, toplam istihdam artış hızı %1.32 oranında gerçekleşmiştir. Buna göre
artan nüfusa yeterli derecede iş imkanı yaratılamamış ve nüfus artış hızı, istihdam artış hızının
hep üzerinde seyretmiştir (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 97).
65
Tablo 7: İşgücü ve İstihdam (15+)
Yıllar Nüfus
(15+)
Nüfus Artış
Oranı
İşgücü
(Bin)
İstihdam
(Bin)
İstihdam Artış
Oranı
1988 33746 — 19390 17754 —
1989 34315 1.7 19930 18222 2.6
1990 35601 3.7 20 150 18538 1.7
1991 36868 3.6 21 010 19288 4.0
1992 37985 3.0 21 264 19460 0.9
1993 38957 2.6 20313 18499 -4.9
1994 40038 2.8 21 876 20006 8.1
1995 41 175 2.8 22285 20586 2.9
1996 42243 2.6 22696 21 194 3.0
1997 43 299 2.5 22755 21 203 0.0
1998 44295 2.3 23385 21 778 2.7
1999 45 310 2.3 23 877 22048 1.2
2000 46 211 2.0 23078 21 581 -2.1
2001 47 158 2.0 23491 21 524 -0.3
2002 48041 1.9 23818 21 354 -0.8
2003 48912 1.8 23641 21 147 -1.0
2004 49906 2.0 24289 21 791 3.0
2005 50826 1.8 24565 22046 1.2
Kaynak: DİE, Hanehalkı İşgücü Veri Tabanı. & TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi, 2005 Yılı Sonuçlan, Haber
Bülteni, S. 36.
Türkiye ekonomisi özellikle piyasa ekonomisine geçiş sürecinden itibaren işsizlik
problemi ile mücadele etmektedir. 1990 yılında %8.2 olan işsizlik oranı 2000 yılında %6.6’ya
gerilemiş ancak ekonomik kriz sonrası 2001’de %8.7, 2002’de %10.3, 2003’de %10.5,
2004’de %10.3, 2005’de %10.3 olarak gerçekleşmiştir. İşsizlik oranları 2006 yılının Mayıs
döneminde % 8.8 iken, 2007 Ocak döneminde %11, Şubat’ta % 11.4, Mart’ta % 10.4 ve
Nisan ayında % 9.8 düzeyindedir.
Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi son beş yıldır işsizlik oranlarının düşürülmesi
yönünde bir başarı sağlanamamış ve işsizlik oranları kriz öncesi düzeyine dönememiştir.
66
2000
4000
6000
8000
10000
2004 (I)
2004 (II)
2004 (III)
2004 (IV)
Ocak 2005
Şubat 2005
Mart 2005
Nisan 2005
Mayıs 2005
Haziran 2005
Temmuz 2005
Ağustos 2005
Eylül 2005
Ekim 2005
Kasım 2005
Aral ık 2005
Ocak 2006
Şubat 2006
Mart 2006
Nisan 2006
May ıs 2006
Tarım Sanayi İnşaat Hizmetler
Grafik 4: Türkiye’de İşsizlik Oranları (1996-2005/yıllık%)
Kaynak: http://www.die.gov.tr/ep.htm
TUIK Hanehalkı İşgücü Araştırması 2006 Mayıs dönemi sonuçlarına göre, Türkiye’de
istihdam edilenlerin % 28.4’ü tarım, % 18.7’si sanayi, % 5.8’i inşaat ve % 47.1’i ise hizmetler
sektöründedir.2005 yılı Mayıs dönemi ile karşılaştırıldığında tarım sektörü istihdamının 3.6
puan azaldığı, hizmetler sektörü istihdamının ise 2.9 puan arttığı görülmektedir. Bu durum
aşağıdaki grafikte de görülmektedir.
Grafik:5 İstihdam Edilenlerin Sektörel Dağılımı (bin kişi)
Kaynak:http://tuik.gov.tr/PrehaberBultenleri.do?id=350
67
Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde, tarım sektörünün payının çok
yüksek düzeyde olduğu görülmektedir. Türkiye’de tarımın istihdamdaki payı, giderek
azalmakla birlikte, gelişmiş ülkelere göre hala çok yüksek seviyededir. Bu pay gelişmiş
ülkeler ve AB’de % 3’ler civarındadır. 2005 yılı sonlarında ise, istihdamda tarım sektörünün
payında dikkate değer bir azalma görülmüştür. Bu azalma, yani sadece 2005 yılındaki azalma
oranı 1995-2004 yılları arasında tarım sektörünün istihdamdaki payının azalma oranının yarısı
kadardır.
Sanayi sektörünün istihdamdaki payı ise 1995 yılında bir artış göstermiş ancak daha
sonraki yıllar bu oranda ciddi dalgalanmalar olmamıştır. Türkiye, sanayi sektörünün
istihdamdaki payı açısından A.B ülkeleri ortalaması ile aşağı yukarı aynı seviyelerdedir.
Ancak Türkiye’de sanayi sektöründe yeterli iş olanakları yaratılamadığından dolayı, işgücü
tarım sektöründen hizmetler sektörüne doğru kaymaktadır.
Hizmetler sektörünün istihdamdaki payı ise sürekli bir artış trendi göstermektedir.
Ülkemizde hizmetler sektörünün payı, son 10 yılda %33.9’dan %47.1’e yükselmiştir
(Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 99).
Türkiye’de Mayıs 2006 döneminde yeni işe başlayan ya da iş değişikliği yapanların
%17.5’i tarım, %21.7’si inşaat, %22’si sanayi ve %38.7’si hizmetler sektöründe işe
başlamıştır. İşgücü dışına çıkanlardan daha önce bir işte çalışanların %35.2’si tarım, %23.8’i
sanayi, % 4.9’u inşaat ve % 36’sı ise hizmetler sektöründe çalışmıştır (www.iskur.gov).
Türkiye nüfusunun %40’ı hala kırsal alanlarda yaşamakta ve istihdamın %30’a yakın
kısmı (son yıllardaki hızlı düşüşe rağmen) tarım sektöründedir. İşgücünün giderek tarım dışı
alanlara kaymasının en önemli etkisi, tarım sektöründeki düşük verimliliktir. Tarım
sektöründen kopan düşük vasıflı işgücü, sanayi ve hizmetler sektöründe istihdam güçlüğü
yaşamış ve böylece işsizlik artmıştır (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 98-99).
İstihdamın sektörel dağılımında, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hizmetler sektörü
ağırlıklı paya sahip olsa da, ücretli ve yevmiyeli olarak çalışanların payının hala yüksek
olması, işgücünün sektörel dağılımı açısından henüz istenilen noktada olunmadığını
göstermektedir (Biçerli, 2004, 269). Tarım sektöründe istihdamın payı gelişmiş ülkelerdeki
68
azaltılmanın, tarımın ihtiyaç duyduğu işgücü dışındaki fazlalık, mesleki eğitimden geçirilerek
hizmet ve sanayi sektöründe istihdama kazandırılmalıdır.
3.5.1.2. İşgücünün Niteliğinde Yaşanan Değişmeler
3.5.1.2.1. Teknoloji, Bilgi Toplumu ve İstihdam
“Enformasyon ve iletişim dallarındaki yeni buluşlar sonucu, dünyamız sanayi
devrimine benzer ve hatta belki daha önemli bir devrime girmiş ve yeni bir çağ açılmıştır:
Bilgi çağı” (Kırdar, 2004, 99). “Enformatik yüzyıl ya da bilgi çağı, bilginin üretim için temel
kaynak olduğu, bilgi üretimi ve iletiminin yaygınlaştığı, bilgi üretimi ve dağıtımında
çalışanların çoğunlukta olduğu, sürekli öğrenme ve bilgilenme yoluyla değişme ve gelişmenin
kaçınılmaz hale geldiği yeni toplumsal ve ekonomik örgütlenme dönemini işaret etmektedir.”
(Balay, 2004, 66).
Küreselleşme ile yaşanan ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki değişmeler, eğitim
alanında değişimi de zorunlu kılmaktadır. Eğitim, hala devam eden küreselleşme sürecine,
insanları yeniden eğitmek yoluyla birey ve toplumları yeni koşullara ve teknolojiye uyumlu
hale getirerek önemli katkılar sağlayacaktır (Balay, 2004, 66). Kırdar’a göre; “1960’lı yıllarda
ünlü Amerikan iktisatçıları Edward Fulton Denison ve Simon Kuznets ekonomik gelişmenin
sadece sermaye yatırımı ve işgücü ile sağlanamayacağını, eğitim, talim-terbiye, araştırma,
yeni teknoloji üretme ve yönetim kabiliyeti gibi gelişme için gerekli diğer katkılar olduğunu,
çok inandırıcı bir şekilde kanıtlamışlardır” (Kırdar, 2004, 109).
İnsanlığın var oluşundan bugüne bilgi edinmek uğraşısı her daim var olmuş, insanoğlu
edinilen bilgi ile tabiatı keşfetmiş, kendisini keşfettiği tabiattan korumuş, yaşamını
kolaylaştıracak icatlar yapmış ve bilgisi ile tabiata hükmetmeye başlamıştır. Ancak
insanoğlunun bugün ulaştığı bilginin önemi, hiçbir çağdaki ile mukayese edilemeyecek
derecededir. İnsanlığın keşfetme arzusu, onu araştırma-geliştirme faaliyetlerine yöneltmiştir.
Bugün bilgi toplumu; tüm ekonomik eylemleri etkileyecek biçimde, nitelikli, yüksek
prodüktiviteye sahip ve adaptasyonu yüksek insan gücü talep eder olmuştur (Yücel, 1997, 2).
Her yeni bilgi, yeni bir bilginin üretilmesine zemin yaratmış ve yol açmıştır. Bu
bilimsel gelişme sürecini dikkatle takip eden ve araştırma-geliştirme faaliyetlerine yönelen
ülkeler, bilimsel gelişme sürecinin devamlılığını sağlamış ve bu sürecin merkezinde yer
69
edinerek, bilimin getirdiği avantajları sonuna kadar kullanmışlardır. Diğer taraftan, bilimsel
gelişmenin önemini idrak edemeyen ülkeler süreç dışında kalmış ve bilimsel gelişme trenini
kaçırarak ülkelerinin bu avantajı kullanmasını sağlayamamışlardır. Dolayısıyla bugün kimi
toplumlar bilgi toplumu oluşturmuş, kimileri sanayileşmiş, kimileri ise hala tarım
toplumundan-sanayi toplumuna geçiş dönemini yaşamaktadır (Yücel, 1997, 3).
Bilgi teknolojisinin üretime koşulması ile beraber, iletişim ağı da genişlemiş ve dünya
ekonomisi küçülmüştür. Ülke ekonomilerinin rekabet gücü ise, yeni bilgi ve teknoloji
üretebildikleri ve üretilen bu bilgi ve teknolojiyi üretime dönüştürebildikleri sürece artmaya
başlamıştır (Yücel, 2007, 4).
Teknolojik gelişmenin temel mantığı: yeni üretim yöntemlerinin keşfi, kaynak
tasarrufu yaparak üretim miktarının arttırılması ya da aynı miktarda üretimin daha az kaynak
kullanılarak üretilmesidir. Dolayısıyla teknolojik bir gelişme ile ya sermaye faktörünün
marjinal verimliliği emeğinkinden daha fazla artacak ve emek tasarrufu sağlanacak ya da,
emeğin marjinal verimliliği sermayeninkinden daha fazla artacak ve sermaye tasarrufu
sağlanacaktır. Yansız yenilikler ise, emek ve sermayenin marjinal verimliliğini aynı oranda
arttırır. Teknolojik gelişmenin bu tanımları İngiliz iktisatçı John Hicks’e (1932) aittir.
Günümüzde teknoloji üreticisi birkaç sanayi ülkesinde genç nüfusun azlığı nedeni ile işgücü
kıtlığı büyük bir sorun teşkil etmektedir. Dolayısıyla söz konusu teknoloji üreticisi ülkelerde,
araştırma-geliştirme faaliyetleri, sermayeyi emek faktörü yerine ikame edilebilecek ve emek
tasarrufu sağlayacak yönde sürdürülmektedir (Abramovitz and David, 1996).
Teknolojik yenilikler belirli bir üretim faktörünün tasarrufuna yönelik olabileceği gibi,
belirli bir sektöre yönelik de olabilir. Şöyle ki; eğer teknolojik bir yenilik, bir sektörde yoğun
olarak kullanılan bir üretim faktöründen tasarruf sağlıyorsa, söz konusu sektörde üretim artışı
görülürken diğer sektörlerde üretim azalacaktır (Abramovitz and David, 1996).
Ülke ekonomilerinin teknolojik yeteneğe sahip bilgi toplumu olabilmeleri için yeni
teknoloji üretmeleri ya da hali hazırda üretilmiş teknolojiyi transfer ederek özümsemeleri ve
tabi ki ekonomik aktivitelerde kullanabilmeleri gerekmektedir. Bilgi çağına ayak
uydurabilmek ve üretim faktörlerinin, bilhassa emek faktörünün atıl kalmasına meydan
vermemek ise ancak eğitim ve öğretim sisteminin geliştirilmesi ve değişen teknolojiye
adaptasyonunun sağlanması ile mümkün olmaktadır (Abramovitz and David, 1996).
70
Teknoloji iki yönlü bir kavramdır. İktisadi gelişme ve ilerlemenin hem sebebi, hem de
sonucu olarak görülebilir. Teknoloji Yücel’e göre: “Bilimsel ve sistematik bilgilerin pratik
amaçlar ve işler için geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. Bir yandan ihtisaslaşmayı zorlayan
teknoloji, diğer yandan da ihtisaslaşmanın bir neticesi olmaktadır’’. (Yücel, 1997, 7).
Teknoloji işbölümü ve uzmanlaşmayı, planlama ve organizasyonu gerektirmektedir.
Teknolojik ilerleme üretimde verimliliği arttırarak, yeni yöntemlerin kullanılmasıyla
yeni ve daha kaliteli ürünlerin üretilmesine olanak tanımaktadır. Bilgi ağının genişlemesi ve
ekonomileri kuşatması ile birlikte artık bilginin kendisi yeni bir üretim faktörü olarak
görülmeye başlanmaktadır. Bilginin artan önemi hizmet sektörünün önemini arttırmış,
pazarlama, bankacılık, eğitim ve sağlık sektörleri değeri yükselen sektörler olarak anılmaya
başlanmıştır. Gelişen internet ağları sayesinde bilgiye ulaşmada zaman ve mekan kavramı
önemini yitirmeye başlamıştır.
Değişen ve gelişen yalnızca teknoloji değildir. Bilgi toplumunun insanı da yeni sıfatlar
kazanmaktadır. 21. yüzyılda işgücü, daha araştırmacı, mukayese ve sentez yapabilme
yeteneğine sahip, insan ilişkileri kuvvetli, daha yaratıcı ve değişen koşullara uyumlu,
öğrenebilme yeteneğine haiz, ikna kabiliyeti yüksek ve daha yaratıcıdır. Artık makbul olan
ürün üretebilmekten çok, bilgi üretebilmek ve yeni çözümler sunabilmektir (Yücel, 1997, 25-
27).
Teknolojik ilerleme, bilgi toplumuna geçiş, internet teknolojileri ve elektronik ticaret
giderek önem kazanmakta, üretim biçimlerini ve istihdamı direkt olarak etkilemektedir. Artık
ülke ekonomileri yeni dünya düzenine ve teknolojik değişmelere uyum sağlayabilmek için
birtakım yapısal önlemler almakta ve Ar-Ge faaliyetlerine ağırlık vermektedir. İnternet
teknolojileri, elektronik ticaret, bilgi ve haberleşme teknolojileri ile bilgiye ulaşmak daha da
kolaylaşmakta ve sistematik bir hal almaktadır (www.iskur.gov). Bu sistematik işleyişten
fayda sağlayabilmek, ancak bilgi teknolojisine yüksek derecede uyum sağlayabilen beşeri
sermayeye sahip ekonomiler için mümkün olmaktadır.
71
3.5.1.2.2. Beşeri Sermaye ve Artan Önemi
Beşeri sermaye ekonomik büyümenin en temel kaynağı olup, üretime katılan bireyin
sahip olduğu ve insanın niteliğini vurgulayan; bilgi, beceri, tecrübe ve dinamizm gibi pozitif
değerleri ifade eden bir kavramdır. Beşeri sermaye eğitimin bir fonksiyonudur. Üretim
kalitesinin arttırılması, ekonomik büyüme sağlanması ve ilerleyen teknolojiye uyum
sağlanabilmesi, beşeri sermayenin vasıflarının ve niteliğinin arttırılmasına bağlı hale
gelmiştir. Kısacası teknolojik gelişme ve bilgi toplumuna geçiş, beşeri sermayenin önemini
arttırmıştır. Beşeri sermayenin etkin bir biçimde kullanılması ise fiziksel sermaye ile olan
uyumuna bağlıdır. Yani bir işletmede yüksek derecede beşeri sermayeye sahip elemanlar
varsa, bu işgücünün vasıflarını ortaya çıkarabilmeleri ve prodüktiviteyi attırabilmeleri için
yeterli teknik donanımın da kurulmuş olması gerekmektedir. Dünya ekonomisinde özellikle
1980’lerden sonra ivme kazanan ve etki alanı genişleyen küreselleşme sürecinin istihdam
boyutundaki etkileri incelenirken; bu incelemenin her aşamasında karşılaşılan temel kavram
beşeri sermayedir. Dünya genelinde hızlı bir biçimde yaşanan ekonomik ve yapısal dönüşüm
süreci ve bu sürecin odağında yer alan küreselleşmenin olumsuz etkilerinden kaçınabilmek
için işgücü piyasalarının geliştirilmesi, modernleştirilmesi ve teknolojik gelişmelere uyumlu
hale getirilmesi büyük önem taşımaktadır (www.iskur.gov).
İleri teknolojinin üretime uyarlanması istihdam da önemli değişiklikler yaratmaktadır.
Makineler insan emeğinin yerini almaya başlamıştır. Böylece insan sağlığını etkileyen işleri
makineler yapmakta ve insanlar daha iyi ve bilgi yoğun işlerde istihdam edilmektedir. Bu
durumda işi yapan makineler, iş yapan makineleri kullananlar ise insanlardır. İstihdam ve
işgücü piyasasında görülen bu değişim, istihdam da sürekli hizmet içi eğitimi gündeme
getirmektedir. Enformasyon ve otomasyon teknolojisinin sanayide uygulanması “özümseme”
durumunu gündeme getirmekte ve değişen şartlara ve teknolojiye uyum sağlayacak işgücünün
yetiştirilmesi ise ancak hayat boyu eğitim ile mümkün olmaktadır (Yücel, 1997, 91).
3.5.1.3. Ekonomik Alanda Yaşanan Değişimler
3.5.1.3.1. Yabancı Yatırımlar, Özelleştirmeler ve Firma Birleşmelerinin İstihdam Üzerin
deki Etkisi
Küreselleşme ile birlikte ulaşım ve haberleşme alanındaki teknolojik gelişmelerle
dünya piyasaları giderek bütünleşmekte, ticaret ve sermaye akımları rahatça yer
değiştirebilmektedir. Ancak söz konusu mobilite, yeni dünya düzeni içinde baş aktörler olan
72
AB, Japonya ve Kuzey Amerika’da dünyanın geri kalan kısmına kıyasla daha yoğun bir
biçimde gözlenmektedir. 1980’li yıllardan itibaren dünya nüfusunun neredeyse %70’lik
kısmına sahip ülkelerin, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının sadece % 10’luk kısmını
alabilirken, söz konusu aktör ülkelerin (AB, Japonya ve K.Amerika) ise doğrudan yabancı
sermayenin %90’ını aldığı görülmüştür. Bu dengesizliği yaratan ve gelişmekte olan ülkelerle
3. dünya ülkelerine doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının girişini sınırlandıran pek çok
neden sıralanabilir: Bu ülkelerdeki esnek olmayan yasal mevzuat ve sınırlamalar, ulusal
ekonomi politikaları, söz konusu ülkelerin küresel sermayeye güven vermeyen riskli
ekonomik yapısı, bu ülkelerdeki üreticilerin rekabet edebilme gücü ve son olarak değişen ve
gelişen piyasa koşullarına uyum sağlayabilecek beceri ve nitelikte insan gücünün bu ülkelerde
var olup olmadığı…(Uysal, 2003, 310-325 ).
Öte yandan küresel sermayenin dikkate aldığı bir diğer nokta ise yatırım yapılacak
olan ülkedeki gerekli ve yeterli fiziki ve teknolojik altyapı ve donanımın varlığıdır.
Küresel sermayenin bu taleplerini dikkate alan bazı ülkeler, ulus ötesi sermaye ve
çokuluslu şirketlerin, ekonomilerin gelişmesinde ve istihdam sorunlarının çözümünde önemli
bir rol oynayacağına duydukları inançla, ulus ötesi sermayeye mali ve fiziki manada cazip
imkanlar sunmaya çalışmaktadırlar.
Ancak ne var ki; söz konusu küresel sermayenin yatırım yaptığı her ülkeye ekonomik
ve sosyal açıdan aynı yararı sağladığı ya da aynı dezavantajlar yarattığı söylenemez. Küresel
sermayeye yöneltilen eleştirilerin en temel noktası; çokuluslu sermayenin, yatırımlarını
yaptığı ülkede kendi kurallarını koyarak bu kurallara göre hareket ettiği ve yatırım yapılan ev
sahibi ülkenin ulusal ekonomi politikalarını uygulamakta yetersiz ve güçsüz kaldığı
görüşüdür. Ayrıca küreselleşme ile birlikte artan mobilite ve güçlü iletişim ağı ile finans
piyasaları birbirine bağlı ve sürekli etkileşim içindedir. Çokuluslu sermayenin herhangi bir
sebepten dolayı yatırım yaptığı ülkeyi terk etmesi, enformasyon ağlarıyla birbirine bağlı olan
küresel ekonomiyi zincirleme bir etki ile etkileyecek ve Asya ve Rusya krizlerindeki gibi
küresel krizlere yol açabilecektir. Kuralları küresel şirketler ve çok uluslu sermaye
belirlemekte ancak sosyal politikaların ve maliyetlerin sorumluluğunu üstlenmektedir. Hedef
ekonomik gelişme sağlamak ve kar elde etmektir. Ancak ulusların sosyal ve kültürel yapıları
göz ardı edilerek zamanla, eşitsizlik, yolsuzluk, dışlanma sorunları, çevre sorunları
73
gözlenmekte; işsizlik sorunu yapısallaşmakta, ücretler azalmakta ve sosyal huzursuzluk baş
göstermektedir (Zencirkıran, 2001).
Hedef bütünleşmek olduğu halde, dünya artık küreselleşme sürecinde çokuluslu
şirketler gibi yeni aktörlerin hakimiyetinde bütünlükten uzaklaşmakta ve dünya, güçler arası
rekabete sahne olmaktadır. Azgelişmiş ülkelere doğrudan veya dolaylı yabancı sermaye
yatırımları sınırlı kalırken, yatırımlar oluşturulmuş ekonomik birliklere üye ülkeler arasında
yoğunlaşmakta ve hatta o ülkelerin istihdam oranları nispeten düşük olan kırsal bölgelerinde
değil, büyük şehir merkezlerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece ülkelerarasındaki gelişmişlik
farkları daha da artmaktadır ( Zencirkıran, 2001).
Doğrudan yabancı yatırımlar, neredeyse sadece gelişmiş endüstriyel ülkelerde
yoğunlaşmaktadır. Yani ekonomiler uluslararasılaştıkça, refah ve üretim son derece adaletsiz
bir dağılım ile yerel ya da bölgesel olarak kalmaktadır (Hirs-Thompsan, 1996, 79-80).
3.5.2. Küreselleşme Sürecinin İşgücü Talebi Üzerindeki Etkileri
İşgücü talebini belirleyen temel iki unsur, büyüme oranı ile işgücü maliyetidir. İşgücü
talebi ile büyüme oranı arasında doğru orantılı bir ilişki söz konusu iken işgücü maliyetleri ile
ters orantılı bir ilişki vardır. (İktisat teorisinde büyüme ile istihdam arasındaki doğrusal bir
ilişki kurulsa da, söz konusu ilişkide, özellikle 1970’li yıllardan itibaren, kopukluk görülmeye
başlanmıştır. Yani ilişki karmaşıklaşmış ve büyüme ile istihdam arasında ne birebir ne de
kararlı bir ilişki olmadığı görülmüştür. Ancak bu konuda literatürde iktisatçılar arasında bir
fikir birliği de sağlanabilmiş değildir.) Dolayısıyla yüksek işgücü maliyetlerinin azaltılması,
istihdam üzerinde önemli ve olumlu katkılar sağlayacaktır (Bozdağlıoğlu, 2004, 4).
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından yapılan “Artan İşgücü
Maliyeti ve Sonuçları” konulu araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de işgücü maliyetlerinin
AB’ye yeni katılan ve aday ülkelere göre daha yüksek olduğu belirtilmiştir. İşgücü
maliyetlerinin bu derece yüksek olması, verimlilik artışlarına bir darbe vurarak önemli ihracat
kayıplarına, ithal malların hakimiyetine, işsizlik artışına ve kayıtdışılaşmanın artmasına yol
açmaktadır (Gürsel, 2005, 1).
74
Aşağıdaki grafik, Türkiye’de 1990-2003 yılları arasında özel-kamu sektörü işçi ve
memurlarının işgücü maliyetlerinin seyrini göstermektedir (Bozdağlıoğlu, 2004, 4).
0
1000000
2000000
3000000
1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003
Yıllar
Bin TL/Ay
Özel Sektör İşçi İşgücü Maliyeti Kamu Sektörü İşçi İşgücü Maliyeti
Memurlar İşgücü Maliyeti
Grafik 6: Türkiye’de Yıllar İtibariyle Özel-Kamu Sektörü İşçi ve Memurların İşgücü Maliyetleri (1990-
2003)
Kaynak: http://tuik.gov.tr
Grafik 6 incelendiğinde 1990-98 yılları arasında işgücü maliyetlerinde önemli bir artış
görülmezken, 1998-2003 yılları arasında ise, kamu sektörü işgücü maliyetleri dikkate değer
ölçüde artış göstermiştir. 1990-98 yılları arasında kamu ve özel sektör işgücü maliyetleri
arasında önemli bir farklılık yokken, 1998-2003 yılları arasında ise kamu ve özel sektör
işgücü maliyetleri arasındaki farklılaşma belirginleşmiştir. Grafiğe göre en yüksek işgücü
maliyetleri kamu sektöründe görülmekte ve işgücü maliyetlerindeki bu yüksekliğin kamu
sektöründeki işgücü talebini daralttığı kanısına varılmaktadır.
Ülkemizde işgücü maliyetlerinin yüksekliği, kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin
büyümesinde etkisi olan önemli bir unsurdur. OECD verilerine göre Türkiye, 1985-2001
döneminde vergi yükünü en çok arttıran ülke olmuştur. Vergi oranlarının bu derece yüksek
oluşu yatırım ve istihdamı olumsuz etkilemiş, işsizliği ve kayıtdışılığı arttırmıştır (Biçerli,
2004, 249-250).
“Gerek istihdam vergilerinin gerekse gelir vergisinin yükünü hafifleterek büyümenin
istihdam sağlama kapasitesini arttırması mümkündür. Daha ileri giderek, bu stratejinin
işsizlikle mücadelede ihmal edilemeyecek kadar önemli bir unsur olduğu iddia edilebilir.”
(Coşkun, 2006, 1)
75
Diğer taraftan işgücü talebini belirleyen unsurlardan biri de büyüme oranıdır.
Aşağıdaki tablo istihdam, GSMH ve işgücü verimlilik artış oranlarının 1994-2004 yılları
arasındaki durumunu göstermektedir (Bozdağlıoğlu, 2004, 4)
Tablo 8: İstihdam ve GSMH-GSYİH Büyüme Hızları (1994-2004)
YILLAR
(1)GSMH
(Cari Fiy.,
Milyon
Dolar)
(2)GSMH
Büyüme Hızı
(%)
(2)GSYİH
Büyüme Hızı
(%)
(*)İstihdam
Artış
Oranı (%)
(*)İstihdam
Oranı
(%)
(*)İşgücü
Verimlilik
Artış Oranı
(%)
1994 132,3 -5.0 -6.1 7.5 --- -7.7
1995 170,1 6.7 8.0 2.5 51.2 3.4
1996 183,6 7.3 7.7 2.5 51.2 4.8
1997 192,3 7.6 8.3 -0.1 50.0 10.3
1998 206,5 3.2 3.9 2.5 50.2 0.3
1999 185,2 -4.7 -6.1 2.6 50.4 -6.7
2000 200,1 7.1 6.3 -3.9 47.2 7.8
2001 145,7 -7.4 -9.5 -4.1 44.4 -6.5
2002 180,8 7.8 7.9 2.8 44.9 8.8
2003 239,2 5.9 5.8 -1.1 43.6 6.4
2004 (3) 299,4 9.9 8.9 2.0 43.8 6.8
Kaynak: (1) TOBB, 2004:129.
(2) T.C. Maliye Bakanlığı, 2004:13.
(3) DİE, 2005 (www.die.Gov.tr/ TURKISH/ SONIST/GSMH /K310305t .xls), Erişim: 02.03.2005
(*) European Commission, 2004:214.
Tabloya 8’e göre, söz konusu dönemde GSYİH’daki %2.8’lik ortalama yıllık artış
hızı, istihdamda yıllık ortalama 1.2’lik bir artış yaratmıştır. Bu oranlara bakılarak varılacak
sonuç, büyümenin istihdam yaratma hedefinin etkin bir şekilde gerçekleştirilemediğidir.
Grafik 7’de ise, belirli bir tarih aralığı değil, Türkiye’de ekonomiyi sarsıcı ciddi etkiler
yaratan krizlerin yaşandığı 1994, 1999 ve 2001 yılları baz alınmıştır. Kriz yıllarında GSYİH
büyüme hızındaki düşüş, işgücü verimlilik oranlarında da düşüşe yol açmıştır. İstihdam artış
oranları ise 1994’de %7.5, 1999’da %2.6 ve 2001’de ise %4.1 oranında gerçekleşmiştir. Bu
76
anlamda krizin istihdam üzerindeki olumsuz etkisini en acımasız şekilde gösterdiği yıl 2001
yılıdır. 2004 yılında ise GSMH’daki büyüme, istihdam yaratamamış ve GSMH büyüme hızı
%9.9 seviyesinde gerçekleşirken istihdam artış oranı %2 seviyesinde kalmıştır.
-10
-5
0
5
10
15
1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004
GSYİH Büyüme Hızı İstihdam Artış Oranı İş gücü Verimlilik Artış Oranı
Grafik 7: İstihdam ve GSYİH Büyüme Hızları (1994-2004)
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, 2004:13.
European Commission, 2004:214.
3.5.2.1. Türkiye’de Küreselleşme ve Genel İstihdam Yapısı
Türkiye nüfusu her geçen gün hızla artan, genç ve dinamik nüfus karakterine sahip bir
ülkedir. Nüfusun çoğunu gençlerin oluşturması, bir yandan çalışma çağındaki nüfusun
artmasını sağlarken, diğer taraftan her yıl işgücüne katılan nüfusun artışına sebep olmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye’de işsizlik olgusu ekonomik, demografik ve sosyal yapı değişimine
bağlı olarak 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yaşanan en temel problemlerden birini
oluşturmuştur. İşsizlik 1990’lı yıllarda nispi olarak daha kabul edilebilir seviyelerde iken,
Türkiye’nin 2000 yılı Aralık ayında ve 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük küçülmeyi
gördüğü 2001 yılı Şubat ayında yaşadığı büyük ekonomik krizlerden sonra işsizlik oranları
tekrar patlama etkisi yapmıştır. 2000 yılında %6.5 olarak tespit edilen işsizlik oranları kriz
sonrasında %10.3’e çıkmıştır. Yüksek işsizlik ve hızlı nüfus artışı Türkiye için kronik bir
hastalık halini almış görünmektedir. Bu durum, krizlerle sarsılan Türkiye ekonomisinin, diğer
taraftan teknolojik ilerleme ve küreselleşme ile yaşanan yapısal değişimden de olumsuz
etkilenmemesi için işsizlikle mücadelede kapsamlı politikaların hayatı geçirilmesi
gerekliliğini ortaya koymaktadır (Savaşır, 1999, 61-62; Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006,
91).
Türkiye’de istihdam yapısını etkileyerek işsizliğe neden olan faktörlerden biri de,
istihdamın sektörel dağılımıdır. Türkiye’de istihdam, tarımsal ekonomik yapıdan sanayi ve
hizmetler sektörüne dayalı ekonomik yapıya doğru kaymaktadır. Bu durum kırsal alandan
77
kentsel alana doğru göçü de beraberinde getirmektedir. Ancak kırsaldan kente göç eden
işgücü, hiç de iç açıcı bir tablo ile karşılaşamamaktadır. Kentli işgücü ile kırsaldan gelen
işgücü birleşince, kentlerdeki istihdam olanakları işgücü arzına cevap veremez hale
gelmektedir. Ayrıca kırsaldan gelen işgücü de sanayinin ihtiyaçlarına cevap veremez nitelikte,
vasıfsız işgücüdür.
Türkiye’de işgücü piyasasının yeterli derecede esnek bir yapıya sahip olmaması,
kurumsallaşma düzeyinin düşüklüğü, üretime yönelik yatırımların yetersizliği, eğitim
seviyesinin düşüklüğü, kalifiye elemen yetersizliği, hızlı nüfus artışı, kayıt dışı istihdam ve
işsizlikle etkin mücadele stratejilerinin üretilemeyişi, Türkiye’de işgücü piyasasının yapısı ve
işleyişini ilişkin sorunları yaratmaktadır. Türkiye 2001 yılından bu yana ciddi bir büyüme
seviyesi yakalamış, enflasyon oranlarında düşüş kaydetmiş, ihracat ve doğrudan yabancı
yatırımların arttırılmasını sağlayan reformları desteklemiş ancak istihdam yaratma konusunda
yavaş kalmıştır.
3.5.2.2. Beşeri Sermayenin Eğitim Boyutu
Ülke ekonomilerinin büyüyüp kalkınması ve sanayileşmesi için, sanayileşmeye yatkın
bir zeminin oluşturulması, sanayileşmeye lokomotif olacak kurumların kurulması ve ileri
teknoloji ve bilginin üretimde kullanılması gerekmektedir. Bir ülkede sanayileşmek ve
kalkınmak temel amaç ise ve hedefler bu doğrultuda tespit edilmişse; öncelikle asgari
düzeyde bir siyasal ve hukuksal altyapının kurulması ön koşuldur. Bilhassa mülkiyet ve
sermaye açısından hukuki güvenceler sağlanmadan, uzun ömürlü yatırımlar ve sanayileşme
beklenemez. Diğer taraftan üretim-bölüşüm ve dağıtımın etkin bir biçimde yapılabilmesi ve
uzak pazarlara ulaşılabilmesi için de gerekli fiziki alt yapının muhakkak oluşturulmuş olması
gerekmektedir. Ancak tüm bunların yanı sıra kalkınma ve sanayileşme için en temel ön koşul,
işgücünün asgari bir temel ve teknik eğitim düzeyine sahip olması ve hatta değişen teknoloji
ve iş olanaklarına uyum sağlayabilmesi daima hayat boyu eğitim olanaklarını değerlendirmeli
ve yeni teknolojileri özümsemelidir (Yenal, 1999, 46).
Kısa vadede düşünüldüğünde ileri teknolojinin sanayide uygulanması ilk etapta
geleneksel işsizliğe yol açabilecektir. Ancak uzun vadede ileri teknolojinin sanayide
uygulanması ile kalite ve standartlar artacak, dolayısıyla prodüktivite artışı da talep artışı
yaratacak böylece yani pazarlar ve iş imkanları doğacaktır. Ortaya çıkabilecek yapısal
işsizliğin giderilmesi ise, işgücünün farklı alanlarda istihdam edilmesi ve eğitilmesi ile
78
mümkün olacaktır. Dolayısıyla eğitilmiş ve yeni teknolojiye uyum sağlayabilen işgücü ve
bilgi toplumu kendi sanayisinde yeni iş imkanları yaratacağından, teknolojide ilerlemenin
işsizlik yaratacağı korkusu biraz olsun hafifletilebilir (Yücel, 1997, 91)
David Landes’in deyimi ile; “ Sanayileşme ve ekonomik kalkınma sürecinin çekirdeği
zihinseldir; belli bir teknik yani bir işi belli bir biçimde yapma tarzı ile ilgili bilgi bütününü
edinmek ve uygulamaktan ibarettir.” Dünya ekonomisinin geçirdiği süreçte çok az sayıda
ülkenin teknolojik değişim hızını yakaladığı ve bu değişime ayak uydurduğu görülmektedir.
Peki hızlı teknolojik değişim neden birkaç ülke ile sınırlı kalmış ve alanını genişletememiştir?
Ya da daha farklı bir ifade ile bilinen bir teknolojinin dağılımı neden sınırlı kalmıştır? Bu
noktada Arrow’un “Yaparak Öğrenme” metodu devreye girmekte ve bu soruların
yanıtlanmasına yardımcı olmaktadır. Yani modern teknolojinin öğrenilmesi ve öğretilmesi
gereken bir eğitim süreci olduğu anlaşılmaktadır. Buğra’ya göre; “ bir ulusun nüfusu ne kadar
uygun içerikli öğrenim edinmişse, geliştirilen ve kullanıma sunulan yeni teknolojiye o kadar
kolay hakim olabilir.” (Buğra, 1996, 69-70).
Diğer yandan bir diğer önemli husus ise öğrenme potansiyelinin, öğrenimin süreklilik
arz etmesine bağlı olmasıdır. Önceden öğrenim görmek, bugünkü öğrenme potansiyelini
arttıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitime verilen önemin, kalkınmada ne kadar
işe yaradığını gösteren en iyi örnek ülke hiç kuşku yok ki, Japonya’dır.
Küreselleşme süreci dinamik bir süreçtir. Etkileri hala devam eden oluşumlar
yaratmaktadır. Bilgi toplumu da dinamiktir ve eğitim, eğitimli birey, öğrenme, okul, öğrenci
ve öğretici gibi kavramlar tartışma konusu olmaya devam etmekte ve 20. yüzyılın son
çeyreğinde yoğunlaşan değişimler, kültürel, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda olduğu gibi
eğitim alanında da değişmeyi ve kendi içinde sorgulanmayı gerekli hatta zorunlu kılmaktadır.
Söz konusu eğitim süreci yetişkinleri de kapsayıcı nitelikte olmalıdır. Çünkü yetişmiş
işgücünün küresel işsizle kervanına katılmaması, eğitim ve teknolojiye uyumları konusunda
sürekli eğitilmeleri ile mümkün olabilecektir. Eğitim sürecinde uygulanacak programların
temeli ise bilgiye dayalı olmaktadır. Yeni eğitim anlayışında esas olan; beceri düzeyinin
yükselmesi, bireyin kendini yetiştirmesi, geliştirmesi ve yeteneklerini sonuna kadar
kullanmasıdır. Bireyden beklenen bilgi odaklı bir öğrenme, analitik düşünebilme, sentez
yapabilme, çözüm üretebilme ve etkili iletişim kurma gibi becerilere sahip olması ve
öğrenmeyi öğrenmesi beklenmektedir. Bilgi toplumunda birey, kurum ve toplumların başarısı,
79
bilgi üretme ve yaşama uygulamadaki etkinliğine bağlı olacağı görülmektedir (Balay, 2004,
67-68).
Tablo-9 sanayi toplumunda bilgi toplumuna geçişte eğitimde yaşanan değişimleri
öğretmen, öğrenci ve öğrenme metotları gibi farklı açılardan özetlemektedir.
Tablo 9. Değişen Eğitim Modeli
Ölçütler Sanayi Toplumu Eğitim
Modeli
Bilgi toplumu eğitim
modeli
Öğretmenin Rolü Her şeyi bilen öğretmen, bilgi
aktarıcı, alanında uzman
Yönlendirici, yol gösterici
öğretmen
Öğrencinin Rolü Dinleyici, edilgen, bireysel
çalışma
Aktif, işbirliğine dayalı takım
çalışması
Yöneticinin Rolü Yönetim lideri Öğretim-yönetim lideri
Öğrenme Yöntemi Sınıfta öğrenme Kişisel araştırma
Öğrenme Şekli Bireysel çalışmayla öğrenme Takım çalışmasıyla öğrenme
Eğitim Programları Standart eğitin programları Değişken eğitim programları
İşgören Geliştirme Hizmet-içi eğitim Örgütsel öğrenme
Başarı Ölçütü Ezberlenmiş bilgi aktarımının
esas alınması
Kavramları çok boyutlu olarak
tanımlayabilme
Kaynak: Balay, 2005, 68
Tablo 9’de görüldüğü gibi eğitim modeli bilgi toplumunda sanayi toplumundan önemli
farklılıklar göstermektedir. “Bilgi toplumuna geçişte, yol gösterici öğretmen, takım
çalışmasıyla öğrenen öğrenci, öğretim-yönetim liderliğine dayalı yöneticilik, kişisel
araştırmaya dayalı öğrenme yöntemi, değişken eğitim programları, örgütsel öğrenme ve çok
boyutlu kavramsal öğrenme ölçütü önemli hale gelmektedir.” (Balay, 2004, 68).
Dünyadaki hızlı değişim süreci, bilgiyi küresel düzeye yaymış ve bilgiye dayalı
ekonomik bir süreç başlatmıştır. Gelişimini tamamlamış ve teknolojiye uygun içerikli
öğrenim edinmiş toplumlar bu süreçten karlı çıkarken, gelişimini henüz tamamlamamış ve
uygun içerikli öğrenim edinmemiş toplumlar ise çeşitli dışlanmalara maruz kalmışlardır.
Çünkü hızlı değişimin temelinde, bilgi sektörünün ve bilgi işçilerinin istihdamdaki payının
giderek artması yatmaktadır. İstikamet, imalat sanayisine ve kas gücüne dayalı bir
ekonomiden, hizmet ve bilgi teknolojisine dayalı bir ekonomik yapıya doğrudur.
80
Özetle varılacak sonuç: Ekonomik büyüme ve kalkınmanın ön koşulu teknolojik
yayılma iken, teknolojik yayılmanın ise farklı ülkelerde işgücünün, formel eğitim ile uygun
özellikleri edinme düzeyine ve edinilen bu bilgiyi ekonomik faaliyetlerde kullanma düzeyine
bağlı olduğudur (Buğra, 1996, 79).
3.6. Türkiye’de Yaşanan Değişimler ve KOBİ’lerin İstihdam Açısından Önemi
3.6.1. Türkiye Ekonomisinde 1980 Öncesi Dönem
1929’da patlak veren Büyük Dünya Bunalımı sonrasında önerilen çözüm, Keynesyen
devlet müdahaleli, iktisat politikalarıydı. Devletin müdahaleci bir anlayışla hareket ettiği bu
politikalar 1970’li yıllara kadar etkisini sürdürmüştür. Türkiye’de ise 1980’lere kadar önce
piyasa ekonomisi, sonra devletçilik, planlı karma ekonomi ve özelleştirme ile sosyal piyasa
ekonomisine geçiş çabaları görülmüştür (Özdemir, 2004, 209). 1980 öncesi dönemde Türkiye,
dış ticaretin kontrol altında olduğu, yabancı finansal kurumların ülkeye istediği gibi
giremediği ve katı bir denetimin hakim olduğu bir ülkedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan, ekonomide katı uygulamaların olduğu 1970’li
yılların ortalarına kadar ülkemizde işsizlik düşük oranlarda seyretmiş ve bugünkü boyutta bir
sorun teşkil etmemiştir. İşsizlik oranları 1960’lı yıllara kadar sadece %2-4 oranında
seyretmiştir (Özdemir, Ersoy ve Sarıoğlu, 2006, 103). 1960’lı ve 1970’li yıllarda, önemli
boyutta yabancı ülkelere işçi göçü yaşanmıştır. O yıllarda Türkiye henüz sanayileşme
safhasına geçememiş ve işgücünün büyük çoğunluğu tarım sektöründe istihdam edilmiştir.
Tarımın istihdamdaki payı zamanla azalsa da, tarıma dayalı ekonomik yapı sonraki yıllarda da
etkili olmuştur. Tarımın istihdamdaki payı, 1924 yılında %89.6 iken 1944 yılında %86.5
olarak gerçekleşmiştir. İşsizlik oranları ise 1960’lı yıllara kadar düşük seviyesini korumuş,
daha sonra artmaya başlamıştır. 1978 yılındaki işsizlik oranı %10.1’e ulaşmıştır.
Türkiye ekonomisi 1980 öncesinde kapılarını dünyaya kapatmış ve ithal ikameci
sanayileşme modelini benimsemiştir. Önemli birkaç sanayi kuruluşu devletin tekelindedir.
1980’li yıllara kadar sadece iç pazara yönelik tüketim malı üretimi yapılmıştır. 1970’li yılların
sonuna kadar hakimiyetini sürdüren ithal ikamesi modelinde devlet, hem yatırımcı hem de
üretici konumundadır. Ancak 1970’li yılların sonunda ithal ikamesi modelinin zayıflıkları
görülmüş ve Türkiye ekonomisinin bu model ile kalkınamayacağı anlaşılmıştır. Bunun
sonucunda 1980’li yıllarda büyük bir reform ve uyum sürecine geçilmiştir. Bu reform
81
sürecinde ticarette liberalleşmeyi, sermaye ve finansal sektörün liberalleşmesi izlemiştir
(TCMB, 2002)
3.6.2. Türkiye Ekonomisinde 1980 Dönüşümü
Türkiye ekonomisinde 1980 yılında başlayan neoliberal dönüşüm süreci, ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel anlamda pek çok önemli etkiler yaratmıştır. O yıllarda tüm dünyada
gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan finansal liberalleşme hareketleri 1980’li yıllardan
sonra ülkemizde de görülmeye başlanmıştır. 24 Ocak 1980 kararları ile ithal ikameci
sanayileşme modeli bir kenara bırakılmış ve ihracata dayalı sanayileşme modeli
benimsenmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye, “bir yandan henüz bir olgunluğa
kavuşmamış yetersiz sosyal devlet hizmetlerini güçlendirmeye çalışırken, bir yandan da
paradoksal olarak küresel dünyada yaygın bir hale gelen devletin küçültülmesi ve sosyal
harcamaların kısılması anlayışından da kendisini kurtaramamakta, önemli bir yapısal
dönüşüm süreci yaşamaktadır.” (Özdemir, 2004, 222). Bu dönemde Türkiye, liberal
politikaların uygulanması ile işleyişi piyasa mekanizmasına bırakmış ve kamunun
ekonomideki ağırlığı azaltılıp, özel sektörün etkinlik alanı genişlemiştir. Bunun sonucunda,
kendi içinde gelişimini henüz tamamlayamayan, ve dış dünyaya karşı gerekli tedbirleri
almadan kapılarını dünyaya açan Türkiye, yoksulluk, işsizlik ve gelir dağılımında adaletsizlik
sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır (Ölmezoğulları, 2005, 297-315)
Türkiye ekonomisi bu dönüşüm sürecinde, dışa açılma politikası ile Ocak 1980’de
IMF ve Dünya Bankası desteğini de almıştır. Türkiye bu yıllarda kendini, tüm dünyada
etkisini daha yoğun bir biçimde hissettirmeye başlayan küresel dalganın içinde bulmuştur.
Türkiye, gelişmiş ülkelerin kendi piyasalarını liberalleştirmek için uyguladıkları politikaları
takip eden pek çok gelişmekte olan ülkeden biri olmuştur. Sonuç olarak 1980 kararları ile dışa
dönük, piyasa odaklı, ve ihracata dayalı büyümenin teşvik edildiği ekonomik bir sistem
belirlenmiş ve sisteme uygun reformlar uygulanmıştır.
Bu süreç Türkiye’de para politikalarına ağırlık kazandırmış ve birtakım kurumsal
değişiklikler yaşanmıştır ve yeni finansal araçlar kullanılmaya başlanmıştır. 1984’de Kamu
Ortaklığı İdaresi, 1986 yılında ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, 1983’de TMSF
açılmıştır. Ayrıca SPK’nın kurulmasıyla yatırımcılar desteklenmiş ve koruma altına
alınmıştır. Serbest değişken kur belirlenmiş, Türk Lirası konvertibl hale getirilmiş ve değeri
82
düşürülmüştür. İhracata sübvansiyonlar sağlanmış ve ihracat kredileri verilmiştir. İthal
girdilere vergi muafiyeti getirilmiş ve kurumlar vergisi indirimine gidilmiştir. Faiz oranları
üzerinde devlet denetimi kaldırılmıştır. Finansal serbestleşmenin yanı sıra yabancı yatırımlar
teşvik edilmiş ve özelleştirme uygulamalarına gidilmiştir (TCMB, 2002; Kepenek ve Yentürk,
1983; Çakmak ve Alagöz,2004, 163-187; Akademi İktisat).
Ancak ihracatın gelişme ve sanayileşmeyi hızlandıracağı, yatırım ve istihdamı
arttıracağı beklentisi gerçekleşmemiş, ihracattaki artışın gerisinde kalan üretim ve yatırım
artışı istihdamı azaltmış ve büyümeyi yavaşlatmıştır (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 110).
“1980 yapısal reform programıyla birlikte kalkınma stratejisi, içe dönük, katı kurallara
bağlı ve doğrudan parasal kontrollerin hakim olduğu sistemden dışa dönük, piyasa-odaklı
yaklaşımın hakim olduğu açık bir ekonomik sisteme geçmiştir.” (Alagöz ve Çakmak, 2004,
171). Bu geçiş sürecinde hem ticaret akımları liberalleştirilmiş, hem de finansal
liberalizasyona gidilmiştir. Ancak Türkiye, liberalleşmenin ardından gerekli ve etkin denetim
kurumlarını hayata geçirememiştir. Sağlıklı bir makro-ekonomik temellere ve finansal
sistemde etkin bir denetime sahip olmayan Türkiye ekonomisi, dışa açılma ve liberalleşme
politikasında başarısız olmuştur.
3.6.3. Türk Ekonomisinde 1980’li Yıllarda İşgücü Piyasaları ve İstihdamın Yapısı
Türkiye’nin ekonomi politikalarını 1980 sonrası dönemde şekillendiren neoliberal
ekonomi politikalarıdır. Türkiye’de işgücü piyasaları ve istihdama ilişkin değerlendirmeler de
bu politika çerçevesinde gelişmiştir.
Türkiye’de hızlı nüfus artışının bir sorun teşkil etmesi, 1960’lı yıllarda başlamıştır.
1980-85 döneminde kentli nüfus artışı hızı, binde 62,61 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam tüm
dönemler içinde en yüksek orandır. Kırsaldan kente göç ise bu dönemde yoğunlaşmıştır.
Ayrıca yurtdışına göç olgusu da incelenen dönemde sıklıkla yaşanmaya başlanmıştır. Nüfusun
büyük bir çoğunluğu çalışma çağındaki kişilerden oluşmaktadır. Ancak işgücü arzının
fazlalığına rağmen, işgücüne katılma oranı giderek azalmıştır. İşgücüne katılma oranının
kentlerde ve özellikle kentli kadınlarda oldukça düşük olduğu görülmektedir. Kırsalda
işgücüne katılma oranı ise AB ülkelerinin çoğunun oranlarına yakın düzeyde seyretmiştir.
Kırsalda işgücüne katılım oranı %60, bu oran kadınlarda %45, erkeklerde ise %75
83
dolayındadır. Kadınların kentlerde işgücüne katılma oranları ise %15-19’lara kadar
düşmektedir. Kırsal ve kentsel alan arasında kadın emeğinin işgücüne katılım oranları
arasındaki bu farklılığın sebebi; ülkemizde tarım sektörünün ekonomide ciddi bir ağırlığının
bulunmasıdır. Tarım sektörünün ekonomideki ağırlığı azalma eğilimi gösterse de 1980’li
yıllarda oldukça yüksek seviyededir. Ancak 1980’lerden itibaren tarım destek politikaları
azaltılmış ve 2000 yılına kadar istihdam içinden %40 pay alan tarım sektörünün payı, krizler
ve tarım politikalarının sonucunda 2003 yılında %32.7’ye düşmüştür. Tarımın istihdamdaki
düşüşü ile hizmetler sektörünün istihdamdaki payı artışa geçmiştir. Hizmetler sektöründe
istihdam özellikle turizm ve finans dallarında yoğunlaşmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2001,
417; Biçerli, 2004, 238; TCMB, 2002).
İncelenen dönemde işgücüne katılan nüfusun eğitim düzeyinin ise büyük çoğunlukla
ilköğretim düzeyi olduğu görülmektedir. Yükseköğretim mezunu olanlar ise üretim-dışı
hizmet sektöründe istihdam edilmektedir. Tarım, sanayi gibi sektörlerde üretim teknolojisi
eğitimli ve nitelikli işgücüne ihtiyaç duymamaktadır (Kepenek veYentürk, 2001, 417-421).
1980 sonrasında oluşan ekonomik yapı, yatırım ve üretimi arttırmada yetersiz
kalmıştır. Günümüzde de nüfus artışı, göç ve kentleşme olgularının hala devam ediyor olması,
işsizlik sorununun da o yıllardan bu günlere devamına neden olmuştur. Türkiye ekonomisi
büyüme sağlamış ancak istihdam yaratamamıştır.
3.6.4. KOBİ’leri Geliştirme Politikaları
3.6.4.1. Küreselleşme Sürecinde KOBİ’lerin Artan Önemi
“KOBİ’ler daha çok emeğe dayalı olarak çalışan, çabuk karar verme yeteneğine sahip,
düşük düzeyde yönetim giderleri olan ve ucuz üretim gerçekleştiren iktisadi teşebbüslerdir”
(İraz, 2006, 225). “Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ), büyük işletmeler için gerekli olan
yatırımdan daha az yatırımla daha çok çeşitlilik yaratarak talep değişikliklerine cevap
verebilmeleri, istihdama önemli katkılar sağlamaları, büyük işletmelerin tamamlayıcısı
olmaları ve ekonomik dalgalanmalardan etkilenmeleri bakımından bütün ülkelerde ekonomik
ve soysal hayatın temel taşını oluşturmaktadırlar.” (Armağan, 2004, 361)
Son çeyrek yüzyıldır tüm dünyada küreselleşme olarak adlandırılan ve dünyayı her
yönden büyük bir değişimin kucağına iten bir olgu hakimiyetini sürdürmektedir. Para, mal ve
84
sermaye mobilitesinin giderek arttığı, neoliberal ekonomi politikalarının hakimiyetinde
üretim, ticaret ve finans alanlarında küreselleşmenin hızla sürdüğü günümüzde, bu sürece
ayak uydurmak için dışa açık ekonomi politikaları önderliğinde dünya ekonomisi ile
bütünleşmek isteyen ülkeler açısından yeni stratejiler üretmek ve yeni politikalar geliştirmek
büyük önem taşımaktadır. Bu süreçte KOBİ’ler küçük birer ekonomik birim olmalarına
rağmen, topluca değerlendirildiğinde sayısal büyüklükleri açısından ekonomi için büyük
önem arzetmekte ve rekabetçi, dinamik bir sanayi yapısının oluşturulması için, kalkınmanın
temel araçlarından biri olarak kabul edilmektedir. Nitekim KOBİ’ler toplam işletmeler içinde
ciddi bir paya sahip olmakla birlikte, piyasa mekanizmasının etkinliğini arttırma, istihdam
yaratma, mülkiyet, üretim, milli gelir ve sanayileşmeyi tabana yayma, düzgün rekabet
koşulları yaratma, ekonomik sarsıntılara karşı dirençli olma ve sürdürülebilir kalkınmayı
sağlama gibi, önemli sosyo-ekonomik fonksiyonları ile ekonomilerin temel dinamiğini
oluşturmaktadır (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 140-160; Armağan, 2004, 361).
1970’lerde yaşanan ekonomik krize kadar olan süreçte, tüm dünyada büyük ölçekli
işletmelere önem verilmekte ve ekonomik anlamda büyüme kalkınma faaliyetleri; etkin
kaynak kullanımı sağlamaları, uzmanlaşmaya yol açmaları ve üretimde verimlilik sağladıkları
için bu tür işletmelerce yürütülmekteydi. KOBİ’ler ise ikinci planda ve önemsizdir. Ancak
1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerle birlikte küçük girişimciliğin önemi giderek
artmaya başlamıştır. Bu tür işletmelerin krizlerden daha az oranda etkilendikleri gözlenmiş ve
bu işletmelerin;
1- Yeni iş ve istihdam yaratması,
2- Girişimciliği teşvik ederek rekabet ortamı yaratması,
3- Esneklik sayesinde yeniliklere hızla uyum yeteneği,
4- Daha adil gelir dağılımı sağlaması,
5- Butik üretim sayesinde ürün farklılaşması,
6- Büyük işletmelere ara malı temini,
gibi alanlarda ekonomiye katkıları ve esnek yapılarının krizler karşısında büyük ölçekli
işletmelerden çok daha kolay biçimde konjonkturel adapte oldukları fark edilmiştir. Sonuç
olarak devletler KOBİ’lere önem vermeye ve onlara ciddi destekler sağlamaya başlamışlardır
(Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 143; Oktay ve Güney 2002, 1-21).
85
Küreselleşme, korumacılık duvarlarını yıkarak dış ticaret aracılığı ile ülkeler arası
yabancı sermaye dolaşımını kolaylaştırmış, özelleştirmeyi ve rekabeti arttırmıştır. Dolayısıyla
küreselleşme sürecinin ülke ekonomilerine ve bu ekonomilerin baş aktörleri olan firmalara
etkileri kaçınılmazdır (Aras ve Müslümov, 2006, 3).
Günümüzde tüm dünyada yaşanan küreselleşme ve küreselleşme eğiliminin yarattığı
rekabet ortamı KOBİ’leri önemli ölçüde etkilemekte ve ulusal ekonomilerin küresel rekabet
ortamında zarar görmemeleri, KOBİ’lerin sundukları geniş istihdam olanakları ve sahip
oldukları esnek yapıları sayesinde çevresel değişimlere hızlı adaptasyonları ile mümkün hale
gelmektedir. KOBİ’lerin yerel işletmeler olmasından dolayı önemi büyük olup KOBİ’ler
ulusal ekonomilerde dinamizmin sürekliliğini sağlamaktadırlar. Ülke ekonomilerinin
kalkınma sağlayabilmeleri ancak, küresel yeni dünya düzeni içerisinde rekabet gücü
kazanabilmeleri ve sanayileşmeleri ile mümkündür. Bu noktada özellikle KOBİ’lerin rekabet
gücü kazanabilmesi için ise, teknolojik yetkinliğe sahip olmaları gerekmektedir. Bu nedenle
KOBİ’lerin desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekli olmaktadır (İraz, 2006, 223-225;
Güldiken, 2006, 139-140).
3.6.4.2. KOBİ’lerin Türkiye Ekonomisindeki Yeri
Türkiye’de özellikle AB’ye uyum çalışmalarının başladığı son zamanlarda,
KOBİ’lerin küresel dünyada sahip oldukları önemin fark edilmesiyle birlikte 1980’li yıllardan
itibaren KOBİ’lere yönelik destekler artış göstermiştir. Ancak bu desteğin henüz olması
gereken seviye olmadığı da bir gerçektir. 1933 yılında kurulan Halk Bankası, esnaf ve küçük
ölçekli sanayicinin kredi gereksinimini gidermeyi amaç edinmiştir. Aynı şekilde Teşvik-i
Sanayi Kanunu, Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu gibi düzenlemelerin kabulü ile özel sektör
girişimciliği teşvik edilmiş ve desteklenmiştir. Türkiye 1963 yılından itibaren devletin özel
sektör için yol gösterici politikalarının yer aldığı, Planlı Kalkınma Dönemi başlamıştır. Bu
çerçevede hazırlanan beş yıllık kalkınma planlarında KOBİ’lere yönelik uygulamalar ve
kadrolar sürekli olarak yer almıştır. Planlı Kalkınma Dönemi’nde Esnaf ve Sanatkarlar
Kanunu kabul edilmiş, KÜSGEM ve KOSKEB kurulmuş, (bu kurumların oluşumu sağlanmış
ancak işlev kazandırılamamıştır.) sanayi bölgeleri ve sanayi siteleri kurulmuş ve küçük
sanayicinin geliştirilmesine yönelik mevzuatta düzenlemeler yapılmıştır (Özdemir, Ersöz ve
Sarıoğlu, 2006, 140-170; Oktay ve Güney, 2002, 1-21; www.ekonometri.com).
86
Türkiye ekonomisinde KOBİ’lerin yeri, bazı göstergelerle daha iyi anlaşılmaktadır.
DİE tarafından gerçekleştirilen 2002 Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı’nın sonuçlarına göre,
Türkiye ekonomisindeki 1.720.598 girişimin sadece 116.598’i çok birimli girişimlerden
oluşmaktadır. Küçük ve orta boy girişim sayısının toplam girişim sayısı içindeki oranı ise
%99’un üzerindedir. Aşağıda 2002 yılı genel sanayi ve işyerleri sayımı sonuçlarına göre
Türkiye’de girişimlerin sayısı görülmektedir.
Tablo:10 Türkiye’de Girişimlerin Sayısı
Girişim Sayısı
Tek Birimli Girişim Sayısı 1.604.000
Çok Birimli Girişim Sayısı 116.518
Toplam Girişim Sayısı 1.720.598
Kaynak: DİE, 2002 Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı, Ankara, DİE Yayını, Sayı:
B.02.01.DİE.0.10.00.906-164, 14/10/2003, S.1
Buradan da anlaşılacağı gibi, ülkemizde girişimlerin büyük çoğunluğunu KOBİ’ler
(250 kişiden daha az çalışanı olan girişimciler) oluşturmaktadır. Buna göre, ülkemizde
girişimcilik potansiyeli açısından “mikro işletmeler”in önde geldiği söylenebilir. İmalat
sanayiindeki girişimlerin ölçeklerine göre dağılımı incelendiği zaman yine aynı doğrultuda bir
sonuç ortaya çıkmaktadır. İmalat sanayiinde faaliyet gösteren girişimlerin çok büyük oranı
küçük ve orta boy işletmedir. Sektörlere göre bu işletmelere bakıldığında, KOBİ’lerin ağırlıklı
olarak sırasıyla ticaret, imalat ve ulaştırma sektöründe yer aldıkları görülmektedir. Ayrıca
Türkiye’de sigortalı çalışan her iki kişiden biri küçük ve orta boy işletmelerde istihdam
edilmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun verilerine göre, 6 milyon 918 bin civarında
zorunlu sigortalı çalışanın yaklaşık 3 milyon 371 bini 30’dan daha az işçi çalıştıran küçük
işyerlerinde istihdam edilmektedir. (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 140-180; Oktay ve
Güney 2002, 1-21; www.onsayfa.com ).
İstikrar içinde büyüme ve kalkınma hedefi güden, ayrıca rekabetçi ve sürdürülebilir
milli bir sanayi oluşturarak ihracat kapasitesini arttırmayı amaçlayan ülkemiz için de KOBİ
kültürü önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’de tüm işletmeler içinde KOBİ’lerin sayısı %99,8,
toplam istihdamdaki payı %76.7 ve KOBİ yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı ise
%38 oranındadır. DİE verilerine göre imalat sanayinde 208.183 adet faaliyet gösteren KOBİ
87
bulunmakta ve bu işletmelerde 922.715 kişi istihdam edilirken bu kişiler imalat sektöründe
istihdam edilenlerin %55.65’ini oluşturmaktadır. Ayrıca imalat sanayi işletmelerinin %99.2’si
de KOBİ’lerden oluşmaktadır (Coşkun, 2006, 849-860).
Aşağıdaki tabloda Türkiye’de imalat sanayinde KOBİ'lerin yeri incelenmiştir. Buna
göre Türkiye’de işletmelerin sadece %0.44’ü 250’nin üzerinde işçi çalıştıran büyük ölçekli
işletmelerden oluşurken, %94.7’ü ise 1 ile 9 arası işçi çalıştıran mikro ölçekli işletmelerden
oluşmaktadır. Ayrıca mikro ölçekli işletmelerin toplam istihdam içinden aldığı pay da oldukça
önemli seviyede ve % 31.82 oranındadır. Ancak KOBİ’lerin Türkiye’de toplam katma değer
içindeki oranı oldukça düşük seviyelerde kalmıştır. Katma değeri yüksek bir KOBİ oluşumu
ise teknolojik gelişme ile desteklenen yüksek rekabet gücünün sağlanması ile mümkündür
(Güldiken, 2006, 146).
Tablo 11: Türkiye’de İmalat Sanayinde KOBİ’ler
Büyüklük
grubu
İşyeri sayısı İşyeri sayısı
içindeki
oran(%)
Ortalama
çalışan sayısı
Ortalama
çalışan sayısı
içindeki
oran(%)
Katma
değer
içindeki
oran(%)
1-9 198.700 94,70 527.624 31,82 7,05
10-49 6.970 3,32 179.152 10,80 7,40
50-99 1.743 0,83 121.697 7,34 5,66
100-150 770 0,37 94.242 5,68 5,86
151-250 704 0,34 135.424 8,17 10,07
250+ 930 0,44 599.959 36,18 63,96
Toplam 209.817 100,00 1.658.098 100,00 100,00
Kaynak: T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı, Ocak-2004
KOBİ’lerin tüm bu sayısal üstünlüklerine rağmen, yarattıkları katma değer düşük
kalmasının ve istihdam yaratmalarına rağmen katma değer yaratamayışlarının nedeni ise,
emek yoğun çalışmaları ve teknolojilerini yenileyememeleri olarak görülmektedir (Oktay ve
Güney 2002, 1-21). Aynı şekilde Türkiye’de KOBİ’lerin ihracata katkısı %10 gibi oldukça
düşük bir seviyededir. Bu durumun nedenlerinden biri, KOBİ’lerin finansman sorunlarıyla
karşı karşıya olmaları ve yetersiz sermaye, teknoloji ve işgücü kaynaklarına sahip olmalarıdır.
Ayrıca dış pazarlara açılma konusunda yeterli rekabet gücüne sahip değildirler. KOBİ’lerin
dış pazara yönelik mal ve hizmet üretebilmeleri, çağdaş teknolojiyi içselleştirebilmelerine ve
88
bu konuda alacakları desteğe bağlıdır. “Tüm bu veriler gözönüne alındığında genel olarak
ülkemizdeki KOBİ`lerin yapı itibariyle teknoloji odaklı olmayan, düşük katma değer
yaratabilen işletmeler olduğu görülmektedir. KOBİ`lerin araştırma, verimlilik ve teknoloji
geliştirme odaklı çalışmalarını yoğunlaştırmaları ve bunları sağladıkları oranda ileri teknoloji
ile buluşabileceklerinin anlaşılması gerekmektedir. Bu nedenle de teknolojik gelişme ölçüsü
yüksek KOBİ`ler yaratmak için bunu destekleyecek sistemlerin tasarlanması büyük önem
taşımaktadır” (www.ekonometri.com). Ayrıca Türkiye’de uzun süredir görülen yüksek
enflasyon ve ekonomideki konjonkturel dalgalanmalar KOBİ’lerin özsermayesini eritmeye
başlamıştır. Böylece KOBİ’lerin sermaye yapıları zayıflamaktadır. Türkiye’de KOBİ’lerin bir
diğer özelliği de finansman araçlarını yoğun ve bilinçli bir şekilde kullanamayışlarıdır.
ISO’nun 2000 yılında yaptığı Ekonomik Durum Tespiti çalışmasının sonuçlarına göre
Türkiye’de KOBİ’ler faaliyetlerini finanse etmek için büyük oranda özkaynaklarını
kullanmaktadırlar. Özkaynaklardan sonra ikinci olarak kullanılan finansman aracı ise ticari
bankalardır. Finans kurumları, leasing, factoring gibi finansman araçlarını ise pek
kullanmamaktadırlar (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 180-185; Oktay ve Güney 2002, 1-
21; www.ekonometri.com.tr).
KOBİ’lerin hem ulusal hem de uluslar arası piyasalarda yüksek rekabet gücüne
kavuşabilmesi için, dünyada değişen koşullara adapte olacak biçimde esnek bir yapıya sahip
olmaları sağlanmalıdır. KOBİ’lerin altyapı ihtiyaçları karşılanmalı, girdi maliyetleri
azaltılmalı ve bu işletmelerin kurumsallaşmaları yönünde destek sağlanmalıdır. Günümüzde
sadece Türkiye’de değil AB ve tüm dünyada KOBİ’lere verilen önem ve destek giderek
artmaktadır. Türkiye’de hedeflenen, sayısal bakımdan çoğunluğu oluşturan KOBİ’lerin, bu
sayısal çoğunluğunun yüksek nitelik, etkinlik ve verimlilik açısından da desteklenmesidir.
Modern teknolojiyi özümseyen, yüksek girişim gücüne sahip, daha profesyonel çalışma
prensipleri geliştirebilen, finansal piyasalara kolay erişen ve rekabetçi bir firma yapısı
hedeflenmektedir (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 180-185).
3.6.4.3. Türkiye’de KOBİ’lere Uygulanan Teşvikler
KOBİ’ler Türkiye ekonomisinde özellikle üç alanda kilit rol üstlenmektedir (İraz,
2006, 227):
· İstihdam
· Değişme
89
· Gelişme
Son yıllarda istihdam artışı sağlayarak, işsizlik sorununun çözümüne katkı sağlayacak
bir iş-istihdam yaratıcı aranmış ve yapılan araştırmalarda KOBİ’ler bu sorunun çözümü için
önemli bir potansiyel olarak görülmüştür (Oktay ve Güney, 2002, 2).
Diğer yandan, teknolojik gelişmelerin ivme kazandırdığı küreselleşme ile birlikte
uluslar arası rekabet artmış ve müşteri talepleri ve çevresel koşullardaki hızlı değişim,
işletmeleri esnek çalışma sistemlerine gereksinim duymaya itmiştir. Nitekim KOBİ’lerin
küçük ve esnek yapıları sayesinde değişime ve gelişime yatkın oldukları için, yeni koşullara
kolay uyum sağlayarak ekonomik canlılık yaratacağı görüşü hakim görüş olmaya başlamıştır.
İraz’ın deyimi ile, “KOBİ’lerin sahip olduğu yenilik yapma potansiyeli, onları yeni
gereksinimleri karşılama ve yeni pazarlar açma gibi yetenekleri ile bütünleştiğinde gelişme
için önemli bir güç haline gelmektedir” (İraz, 2006, 228).
21.yüzyılda tüm dünyada işletmelerin neredeyse %99 civarında büyük bir kısmını
oluşturan KOBİ’lere farklı şekillerde teşvikler sağlanmakta ve küreselleşme olgusu 1970’li
yıllardan sonra küçük girişimciliği ön plana çıkarmaktadır. Ancak ülkemizde KOBİ’lere
yönelik teşvikler düzensiz ve yetersizdir.
1970’li yıllarda dünyada yaşanan ekonomik kriz ve 1980’li yıllarda Türkiye’de
değişim yaşayan sanayileşme politikaları ile birlikte kitlesel üretime dayalı sanayileşme
önemini yitirirken, 1980’li yıllarda KOBİ’lere dayalı sanayileşme stratejileri ön plana
çıkmıştır. 8. Kalkınma Planı’nda, Türkiye’de işletmelerin büyük kısmını oluşturan
KOBİ’lerin desteklenmesi ve teknoloji düzeyinin arttırılması öngörülmüştür. Çünkü
KOBİ’lerin yüksek verimlilik ve yüksek katma değer payı ile ihracata yönlendirilebilmesi ve
uluslar arası platformda rekabet edebilir konuma gelmesi için yeterli teknik imkanlara sahip
olması gerekli görülmüştür. Ancak o yıllarda uygulanan ihracata dayalı sanayileşme modeli,
ilkel teknolojili malların üretimine dayanan bir strateji olup, Türkiye’ye uluslar arası rekabet
gücü kazandıracak nitelikte değildir. Nitekim günümüzde Türk KOBİ’lerin teknolojik düzeyi
yetersiz kalmıştır. Türkiye’nin dünya pazarlarında rekabet edebilmesi, ARGE faaliyetlerine
önem vererek, bilim ve teknolojik yenilik alanlarında yetkinlik kazanmasına bağlıdır. O
nedenle KOBİ’lere teknolojik destek sağlanması önemli bir gerekliliktir. Ancak KOBİ’lere
90
yönelik teşviklerin sık sık gündeme getirilmesine rağmen, sözkonusu destekler yetersiz
kalmıştır (Güldiken, 2006, 143-146).
Aşağıdaki tablo Türkiye’de KOBİ’lerin gelişimine yönelik teşvikleri niteliksel açıdan
göstermektedir.
Tablo 12: Türkiye’de KOBİ’lere Verilen Destekler
AR-GE
DESTEKLERİ
İŞLETME PAZARLAMA İHRACAT
DESTEKLERİ
YATIRIM
DESTEKLERİ
TÜBİTAK Pazar Araştırma
Desteği(igeme)
Dış Ticaret Müsteşarlığı
Çevre Maliyetlerinin
Desteklenmesi
Yatırım Teşvik
Uygulaması Yatırım Ve
İstihdam Teşviki
KOSGEB Türkiye Odalar Borsalar
Birliği (TOBB) İşletme
Kredisi
Yurtiçi Ulusal Ve Uluslar
arası Sanayi Fuarlarına
Katılma Desteği
Alman Sanayileşme
Fonu Kredisi
Teknoparklar Sınai Mülkiyet Hakkı
Desteği
Genel Test Analiz Ve
Kalibrasyon Desteği
Küçük İşletmeler
Aracılık Kredisi
Türkiye Teknoloji
Geliştirme Vakfı
(TTGV)
Nitelikli Eleman Desteği
Tanıtım Desteği
Bilgisayar Yazılım
Desteği
Yeni Girişimci Desteği
AB Çerçeve
Programları
Markaya Yönlendirme
Desteği
Eğitim Desteği
Faizsiz KOBİ İhracatı
Destek Kredisi
Danışmanlık Desteği
E-Ticarete Yönlendirme
Desteği
İhracat Ve Döviz
Kazandırıcı Hizmetlerde
Vergi,Resim, Harç
İstisnası
Dünya Bankası İhracat
Finansmanı Kredisi
KOSGEB Yerel
Ekonomik Araştırma
Desteği (YEAD)
Kaynak: Güldiken, 2006, 151.
Tablo 12’de pek çok destek sağlandığı görülen KOBİ’ler için, bu destekler etkin ve
verimli bir biçimde uygulama alanı bulamamıştır. Verilen destekler nicelik açısından kısıtlı
kalmış ve amaca ulaşamamıştır (Güldiken, 2006, 141-153; Coşkun, 2006, 849)
Türkiye’de esnaf ve sanatkarlar ile tüccar ve sanayici KOBİ’ler, Türkiye Esnaf ve
Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odalar ve
Ticaret Borsalar Birliği (TOBB) tarafından temsil edilmektedir. TESK bünyesinde 12 adet
mesleki federasyon, 82 adet esnaf ve sanatkarlar odası birliği ve 3475 adet esnaf ve sanatkar
odası bulunmaktadır. TOBB ise tüccar ve sanayicinin yasal olarak üst düzey kuruluşu olup, 11
adet sanayi odası, 2 adet deniz ticaret odası, 175 adet sanayi ve ticaret odası ve 108 adet
ticaret borsasını bünyesinde bulundurmaktadır. KOBİ politikalarının temel uygulayıcısı
91
konumundaki kamu kuruluşu - Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu – Küçük ve
Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı KOSGEB, Türkiye’de
KOBİ’lere destek veren ana kuruluştur. KOSGEB, e-ticaretin yaygınlaşması için altyapı ve
tanıtım faaliyetlerini sürdürmenin yanı sıra KOBİ’leri hem ulusal hem de uluslar arası
faaliyetlerinde dikkat edecekleri hususlar ile ilgili olarak bilgilendirmektedir. KOSGEB’in
önemli faaliyetlerinden bir de; yüksek kalite, üretimde modernizasyon, güçlü rekabet
koşullarının arttırılması ve ileri teknolojinin kullanımı amacıyla AR-GE çalışmalarını
yoğunlaştıracak olan “Teknoloji Geliştirme Merkezleri”nin (TEKMER) kurulması ve
girişimcilere destek sağlanmasıdır. Ayrıca KOSGEB, “Girişimciliği Geliştirme Enstitüsü” ve
“Küçük İşletmeler Geliştirme Merkezleri (KUGEM)” aracılığıyla yeni girişimcilere ve
işletmesini daha da geliştirmek isteyen girişimlere hizmet vermektedir. Türkiye gibi
KOBİ’lerin ülke ekonomisinde çok önemli yer tuttuğu bir ülkede KOSGEB’in yapmış olduğu
teşvik ve yardımlar şüphesiz ki çok sınırlı kalmaktadır. KOBİ’lere sağlanan destek ve
teşvikler tek elden yürütülmemekte ve koordinasyon eksiklikleri ortaya çıkmaktadır. (DPT,
2004, 9)
Bu işletmelerin uluslar arası rekabet gücünün arttırılması açısından, uzun dönemli
finansal ve yönetsel gereksinimlerinin teşviklerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu destekler
ve düzenlemeler aşağıdaki biçimde yapılabilir.
· Banka ve diğer finans kuruluşlarının sunduğu hizmet genişletilmeli ve KOBİ’lerin
ihtiyaçlarına yönelik kredi kaynakları arttırılmalıdır.
· KOBİ’lerin kendi aralarında yapacakları işbirliği, paylaşım, örgütlenme ve ortaklıklar
teşvik edilmeli ve bilgi paylaşımı sağlanmalıdır.
· KOBİ’leri teşvike yönelik vergi ve sigorta politikaları geliştirilmelidir.
· Ülkemizde KOBİ’ler istihdam artışının önemli bir kaynağıdır. Ancak iş piyasasında
yaşanan kalifiye eleman sıkıntısının giderilmesi için mesleki ve teknik eğitim
alanlarında düzenlemelere ihtiyaç vardır (Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, 2006, 140-230;
Oktay ve Güney, 2002, 1-21; www.ekonometri.com).
Sonuç olarak denilebilir ki; Türkiye’de KOBİ’lerin, istihdam yaratılması ve işsizliğin
azaltılmasında ciddi bir potansiyele sahiptir. Ancak KOBİ’lerin istihdam yaratma ve işsizliği
92
azaltma yönündeki etkinlikleri, karşı karşıya oldukları yapısal sorunlar ve dezavantajların
ortadan kaldırılmasına bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
3.6.5. Türkiye’de İşgücü Piyasaları ile İlgili Genel Değerlendirme
Türkiye’de işgücü arzı, istihdam ve işsizlik seviyeleri, işgücüne katılma oranları,
işgücünün cinsiyet, eğitim ve sektörlere göre dağılımı konusunda yapılan analizler ışığında,
Türkiye’de istihdam konusunda gelinen durumun bazı tespitleri yapılarak, yaşanan sorunlara
bir çıkış yolu aramak, yararlı olacaktır.
1. Ekonomik ve sosyal etkileri olan istihdam ve işsizlik sorunu; küreselleşme olgusu,
bilgi toplumu gerekleri, teknolojik gelişme ve değişmeler ve ulusal ekonomik
yapının etkisi ile, hemen hemen tüm dünya ülkeleri için olduğu gibi, ülkemiz için
de hem ekonomik hem de sosyal bir sorundur.
2. Türkiye’de işsizliğin pek çok sebebi vardır: Hızlı nüfus artışı, kırsaldan kente göç,
bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları, teknolojik gelişme ve beşeri sermaye
yetersizliği, kayıt dışı ekonomi ve istihdam, eğitim düzeyi düşüklüğü, ekonomik
büyümenin yatırım yerine ithalata dayandırılması, yüksek işgücü maliyetleri,
politikaların istihdam yaratmadaki yetersizliği ve beyin göçü bu sebeplerden
bazılarıdır.
3. İşgücü arzı ile işgücü talebi arasında nitelik yönünden uyuşmazlık bulunmaktadır.
Bir yanda yapısal işsizlik sorunu, diğer yanda ise nitelikli işgücü açığı vardır.
4. Türkiye sanayi devrimi sonrası gelişmişliği kısa sürede gerçekleştirmeye çalışmış,
bir an önce tarımdan sanayi sektörüne geçme arzusunda olmuştur. Bunun
sonucunda işgücü piyasasında kent-kır işgücü piyasaları, formel-informel sektör,
kadın-erkek istihdamı, tarım-sanayi istihdamı gibi ikili yapılar oluşmuştur.
5. Tarım sektöründe istihdamın payı azalma eğiliminde olsa da çok yüksek
seviyededir.
6. Kentlerde eğitimsiz kadın istihdamı çok düşüktür. Kırsal alanlardaki yüksek kadın
istihdamının nedeni ise, kadının tarım kesiminde, ücretsiz, sosyal güvenceden
yoksun olarak çalışıyor görünmesidir. Türkiye genelinde ise işgücü arzının büyük
çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır
93
7. Çok iyi eğitimli gençlere kaliteli ve yüksek gelirli iş yaratılamamakta ve eğitimli
gençlerin işsizlik oranı artmaktadır. Bunun sonucunda eğitimli gençler gelişmiş
ülkelere gitmektedir (Biçerli, 2004, 269-272; www.iskur.gov.tr).
8. Küreselleşme sürecinde KOBİ’ler küçük birer ekonomik birim olmalarına rağmen,
topluca değerlendirildiğinde sayısal büyüklükleri açısından ekonomi için büyük
önem arzetmekte ve rekabetçi, dinamik bir sanayi yapısının oluşturulması için,
kalkınmanın temel araçlarından biri olarak kabul edilmektedir. KOBİ’lerin
istihdam yaratma potansiyelinin açığa çıkarılıp, etkin hale getirilmesi ise, bu
işletmelere gereken desteğin sağlanarak yönetsel ve finansal anlamda etkinliğinin
artırılmasına bağlıdır.
“Ekonomik ve sosyal yansımaları olan istihdam ve işsizlik sorununun çözümü;
küreselleşme olgusu, bilgi toplumu gerekleri ve teknolojik gelişme ve değişmeler dikkate
alınarak, ülke gerçeklerine uygun ulusal istihdam politikalarının belirlenip, aksatılmadan
uygulanmasıyla mümkündür.” (www.iskur.gov.tr). Ayrıca istihdam sorunun çözümü için ülke
ekonomilerinin dikkate alması gereken bazı noktalar ise aşağıda sıralanmıştır.
1. Küreselleşme sürecinin istihdam ve işgücü piyasaları üzerinde yarattığı etkiyi bir
bütünlük içerisinde ve çok yönlü olarak irdelemek ve yarattığı sosyo-ekonomik
sorunların farkında olarak çözümler üretmek gerekmektedir.
2. İstihdamın ekonomik ve sosyal boyutu birlikte gözetilmeli ve istihdam
politikalarının makroekonomik bir politika olduğu gerçeğinden yola çıkılmalıdır.
3. Ülke şartları ve kaynakları dikkate alınarak bir “istihdam politikası ve stratejisi”
geliştirilmeli ve istihdam yaratmayan kalkınma politikalarından vazgeçilmelidir.
4. Rant ekonomisine dayanan, emeğin sömürülmesine yönelik, faiz ve borç ödemeye
mahkum bir bütçe yerine, istihdam ve işsizlik sorunlarına odaklanmış ve
yatırımlara öncelik veren bütçeler oluşturulmalıdır.
5. Küreselleşmenin hızla sürdüğü günümüzde, bu sürece ayak uydurmak ve sürecin
zararlarından kaçınabilmek için yeni stratejiler geliştirmek büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle bilişim teknolojileri, nanoteknolojiler gibi yenilikçi
sektörler belirlenerek yeni iş yaratma olanakları değerlendirilmeli ve istihdam
arttırıcı, özendirici politikalar uygulanmalı, yatırımlar teşvik edilmelidir.
6. Hizmetler sektöründeki hızlı gelişmelere duyarsız kalınmamalı, istihdamda önemli
payı olan tarım sektörünün bu önemi göz ardı edilmemeli ve hedeflerin tarım,
94
sanayi ve hizmetler alanındaki sektörel gelişme öncelikleri ve bütünlükçü
kalkınma hedefleri ile birlikte gözetilmesi asıl olmalıdır.
7. Geliştirilen strateji ve programlarda; eğitim, sanayileşme, teknolojik gelişme,
teknik adaptasyon, bilişim ve kalkınma hedefleri birlikte planlanmalı, bu
doğrultuda nitelikli ve teknolojiye uygun içerikli iş yaratacak yatırımlar
gerçekleştirilmelidir.
8. İş ve işgücü planlamaları ve istihdam politikaları eğitim politikası ile koşut
yapılmalıdır.
9. Nitelikli işgücü ve artan rekabet gücü için, mesleki eğitime önem verilmelidir.
95
SONUÇ
Bu çalışmada tarihsel kökeninden günümüze kadar küreselleşme olgusunun gelişimi
ve günümüzde ulaştığı boyut incelenmiş ve küreselleşmenin iş piyasaları, çalışma hayatı,
istihdam ve işsizlik üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Küreselleşme çerçevesinde istihdamın
yeni boyutları hakkında bilgi veren bu çalışmada; geçiş ekonomileri, gelişen ülkeler, gelişmiş
ülkeler, AB ve Türkiye’de işgücü piyasaları ve istihdamda yaşanan değişim süreci, tablolar ve
veriler yardımıyla ortaya konmuştur.
Tarihsel süreç içerisinde her zaman var olan küreselleşme kavramı, 1980’li yıllardan
itibaren sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Küreselleşme süreci Sanayi Devrimi ile birlikte
hızlanmaya başlamış ve özellikle 20. yüzyılda uluslar arası ticaret ve yatırımların artması,
bilim ve teknolojinin ilerlemesi ve elektronik bilgi akışının hız kazanması ile farklı bir boyut
kazanmıştır. DPT’nin tanımına göre küreselleşme; “global entegrasyon, ülkeler arasındaki
iktisadi, siyasi ve sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayrımlara dayalı
kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi
tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak, birbiriyle
bağlantılı olguları içerdiği, bir anlamda maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler
çerçevesinde oluşmuş birikimlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması” anlamına
geldiği ifade edilmiştir (DPT, 1995). Farklı ekonomik, siyasal ve sosyal yapıya sahip, farklı
dil konuşan, farklı din ve inanç sistemine mensup ülkeler, aynı küresel ekonomik sistem
içerisinde yer almışlardır. Ancak söz konusu farklılıklar, küreselleşmenin yarattığı etkilerin
tüm dünyaya dengeli, simetrik ve adil bir biçimde dağılımını önlemiştir.
Dünyada yaşanan neo-liberal politikaların yükselişi, iktisadi liberalizmin tüm dünyaya
ve yaşamın her alanına yansıtılma çabası, çok uluslu sermayenin küresel pazarda yayılması,
teknolojik ilerlemeler ve bilgi toplumunun ön plana çıkması küreselleşme sürecine hız
kazandırmıştır. Bu doğrultuda ilerleyen teknoloji ve bilgi toplumuna geçiş, üretim biçimlerini
değiştirmekte ve istihdamı doğrudan etkisi altına almaktadır. Serbest piyasa ekonomisi
yaklaşımında üretim ve istihdamda piyasa güçlerine yüksek derecede güven söz konusudur.
Serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu İngiltere ve ABD, bu ideolojiyi gelişmiş batı
ülkelerine ve gelişmekte olan güney ülkelerine yayarak istihdam krizini küreselleştirmişlerdir.
Alt Sahra Afrikası da, bu ideolojinin imalat ve diğer üretken sektörleri olumsuz etkilemesine
96
rağmen, düştükleri güç durumdan sıyrılabilmek için, serbest piyasa ekonomisini bir çıkış yolu
olarak görmüşlerdir.
Ancak küresel piyasalardaki liberalleşme Kuzey’in zengin ve sanayileşmiş ülkelerine
yararken, liberal küresel ekonomiye hazırlıksız yakalanan ve bilgisayar ağı ile hızlanan
finansman akışından kendine düşeni alamayan üçüncü dünya ülkeleri bu süreçten zararlı
çıkmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinde işsizlik yapısallaşmış ve dünya nüfusunun sadece %20’si
dünya gelirinin % 83’ünü paylaşmıştır.
Diğer yandan modern teknoloji, robotlar ve bilgisayarlarla işleyen fabrikalar işgücüne
olan talebi azaltmış, ancak sayısal olarak az ama nitelik açısından yüksek işgücü tercih edilir
olmuştur. GSMH artış oranlarına rağmen istihdam olanakları giderek azalmış, işsizlik artmış,
yeni iş imkanları yaratılamamış hatta ilerleyen teknoloji bazı işleri ortadan kaldırmıştır
(Aykaç, 2001,11).
Yaşanan ekonomik gelişme ve küreselleşme ile birlikte işgücü, geleneksel tarım
kesiminden, sanayi ve hizmetler kesimine transfer olmaktadır. Vasıflı işgücünün önemi
artarken, yüksek beceri isteyen yönetsel ve teknik işlerde artış olmaktadır. Fiziksel sermaye
ikinci planda kalırken, üretim süreci kas gücüne değil, zihinsel ve bilimsel güce
dayanmaktadır. Yeterli bilgi ve teknik donanıma sahip işgücü önem kazanmakta, fiziksel
sermaye ile beşeri sermayenin uyumu gerekmektedir. Küresel sistemde bilgiye dayalı üretim
alanları ortaya çıkarken, ağır sanayiye dayalı üretim anlayışı önemsizleşmektedir. Bu nedenle
insan kaynaklarına yatırım, eğitim ve öğretim seviyesinin arttırılması, işgücünün niteliğinin,
yükseltilmesi, istihdam artışı, büyüme, ekonomik ve sosyal kalkınmada belirleyici rol
oynamaktadır. Zira kas gücünün yerini beyin gücü almış ve beşeri sermayenin önemi
artmıştır. Üstün nitelikli insan gücü yeni teknolojilerin vazgeçilmez unsuru olmuş ancak,
vasıfsız ve eğitimsiz işçiler yoğun bir işsizlik riski ile karşı karşıya kalmışlardır.
İşsizlik sorunu, global boyutta olup sadece az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin
sorunu değildir. Yeni iş yaratamamanın getirdiği sıkıntılar, demografik yapı nedeniyle
işgücüne dahil olacak nüfusun azlığı, çalışma yaşamındaki yaşlı nüfusun nitelik eksikliği ve
gençlerin istihdama geçişteki problemleri AB’de işgücü piyasasının temel sorunlarıdır
(www.ıskur.gov.tr). ILO’nun “Küresel İstihdam Eğilimleri” raporuna göre, dünyada çalışan
insan sayısında artış görülmesine rağmen, 2006 yılında işsiz sayısı rekor düzeye çıkmıştır
97
(195.2 milyon). Özellikle kadın istihdamı hala çok geri seviyelerdedir. Dünya genelinde
1990’lı yıllardan itibaren işsizlik oranlarının yıldan yıla arttığı açıkça gözlenmektedir. Dünya
genelinde işsizlik oranı, 1994 yılında % 5.5, 2001 yılında %6.1, 2006 yılında ise %6.3 olarak
gerçekleşmiştir.
Türkiye ekonomisi gibi bilhassa gelişmekte olan ülke ekonomileri dikkate alındığında,
işgücü piyasalarının görece küçük bir kısmını nitelikli, yüksek ücretli ve sosyal güvenlik
olanaklarına sahip çalışanlar, büyük bir kısmını ise düşük ortalama verimlilik düzeyindeki
tarım ve informel sektörlerde çalışanlar oluşturmaktadır. Türkiye’de ve gelişmekte olan pek
çok ülkede, yoğun bir biçimde kırsaldan kente göç yaşanmaktadır. Ancak kentli işgücü ile
kırsaldan gelen işgücü birleşince, kentlerdeki istihdam olanakları, işgücü arzına cevap
vermede yetersiz kalmıştır. Ayrıca kırsaldan gelen işgücü de talebe cevap veremez nitelikte
vasıfsız işgücüdür.
Küreselleşme ile değişen istihdam yapısı ve işgücü piyasaları incelendiğinde,
gençlerin işgücü piyasasında yetişkinlere oranla daha fazla zorlukla karşı karşıya kaldıkları
görülmektedir. Kadınlara erkeklerle eşit fırsatlar sunulmamakta, çocuk emeğinin kullanımı
ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Pek çok sektör ve işyerinde iş güvenliği sağlanamamıştır. Beşeri
sermaye gelişmişliği hala yetersizdir ve insana yakışır iş olanakları yaratılamamıştır.
ILO’nun raporuna göre, işsizlik oranlarının düşürülmesi veya daha fazla
yükselmesinin önlenmesi için, ekonomik büyüme ile iş yaratma arasındaki bağlantının
pekiştirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede insana yakışır ve üretken işler yaratılması
işsizliğin azaltılmasının ve çalışan yoksul aile sayısının aşağıya çekilmesinin ön koşuludur.
Ayrıca bir ekonomide işgücü ne kadar uygun içerikli öğrenim edinmişse geliştirilen ve
kullanıma sunulan yeni teknolojiye o kadar kolay hakim olabilecek ve küreselleşme ve
teknolojik ilerleme ile ortaya çıkan yapısal değişimden olumsuz etkilenmeyecektir.
Küreselleşen dünyanın dışında kalmamak, gelişen dünya pazarında yer edinmek,
dünya ticaretinden bir pay alabilmek, oluşan fırsat ve avantajlardan faydalanıp, küresel
rekabetin olumsuz etkileri ve risklerinden korunabilmek dünya ülkeleri için temel amaç
olmaktadır. Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ise bu amaca hizmet eden temel
unsurlardan biri olarak görülmektedir. Tüm dünyada sanayinin önemli bir bölümünü oluşturan
KOBİler, istihdam ve üretimin de önemli bir kısmını sağlamaktadır. Türkiye’nin özel şart ve
98
koşulları dikkate alındığında, kalkınma hedefine ulaşabilmek ve uluslar arası rekabet
ortamında yer edinebilmek için KOBİ’lerin geliştirilmesi göz ardı edilemez bir politika
alanını oluşturmaktadır.
Sanayi devrimi sonrasında, kürselleşme kavramı derinleştikçe kitlesel üretime dayalı
fordist kuram önemini yitirmiş ve bilgi esaslı, esnek üretim biçimlerine dayalı yeni ekonomi
kuramları geçerli olmaya başlamıştır. Ancak yabancı pek çok firma ile rekabet etmek zorunda
kalan Türk KOBİ’lerinin pek çoğu yetersiz teknolojik imkanlar, verimsiz üretim metotları ve
kısıtlı mali imkanlar ile düşük kalitede üretim yapmaktadır. Bu doğrultuda KOBİ’lere yönelik
politikaların temel hedefi, KOBİ’lerin üretim kalitesi ve verimliliğinin aynı zamanda rekabet
gücünün arttırılmasıdır. Ancak ne yazık ki Türkiye’de KOBİ’lere uygulanan teşvik ve
imkanlar yetersiz kalmaktadır. KOBİ’lerin finansman sorunlarının çözümü için bankaların
sundukları hizmet ve olanaklar geliştirilmelidir. KOBİ’ler daha çağdaş bilimsel yönetim
yaklaşımını benimsemelidir. Nitekim 8.Beş Yıllık Kalkınma Planında daha üretken ve uluslar
arası alanda rekabet gücü daha yüksek KOBİ’ler geliştirilen politika girişimlerinin esasını
oluşturmaktadır. Ayrıca Ocak 2003’de KOSGEB değişim prensibi çerçevesinde daha geniş
hizmet sunabilmek için, bir yeniden yapılanma süreci başlatmıştır. Kurum, KOBİ’lerin
teknolojik etkinliklerinin geliştirilmesi ve yönetim altyapılarının iyileştirilmesi için
sorumluluk üstlenmiş ve sektörel kalkınma planları, yeni kurulan işletmelerin desteklenmesi
ve yatırım danışmanlığı gibi birçok faaliyet yürütmektedir. KOBİ’ler Türkiye ekonomisinin
motoru konumundadır. İstihdama olan katkısı ve sürekli yapısal değişime açık olmaları, ulusal
ekonomilerin içinde bir dinamizm yaratmaktadır.
99
KAYNAKÇA
AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği (2000), “AB’de İstihdam ve Sosyal
Politika (AB Bilgilendirme Broşürleri), Ankara 2000.
AB Bülteni (1995), “Avrupa Birliği ve Dünyada İnsan Hakları” (AB Bilgilendirme
Broşürleri), Ek:3/1995
ABRAMOVİTZ, M and DAVİD, P. (1996), “Technological Change and the Rıse of
Intangible Investments: The US Economy’s Growth-Path in the Twentieth Century”,
Employment and Growth in the Knowledge-Based Economy, Paris:OCDE
AKBEY, Ferhat (2004), “Küreselleşme ve Türkiye’de Kamu Ekonomisi ve Devlet-
Piyasa-Toplum İlişkilerinde 1980 Sonrası Dönüşüm”, Uludağ Üniversitesi 1. Ulusal
Genç Bilim Adamları Sempozyumu: 6-7 Mayıs 2004, Değişen Dünya’da
Türkiye’nin Önemi, Bursa, S.137-162.
AKSOY, Asu (1996), “Küreselleşme ve İstanbul’da İstihdam” (Çev:Emrehan
Zeybekoğlu), İstanbul, Fes İstanbul Bürosu Kitapçıkları, Haziran 2006,
http://www.festr.org/files/kuresellesme_ve_istanbulda_istihdam.pdf E.T: 21.12.2006
AKTAN, Coşkun Can ve VURAL, Y. İstiklal “Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler”,
http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf E.T: 13.07.2007
AKTAN, Coşkun Can ve VURAL, İ.Yaşar, “Bilgi Toplumu Yeni Temel Teknolojiler ve Yeni
Ekonomi”,http://www.canaktan.org/yeni-trendler/yeni-ekonomi/yeni-ekonomi.htm
E.T:13.09.2006
ARAS, Güler ve MÜSLÜMOV Alövsat (2006), “Küreselleşme Sürecinde Türkiye
Ekonomisinde KOBİ’lerin Yeri: Finansman, Ekonomik Sorunları ve Çözüm Önerileri”, Doğu
Akdeniz Üniversitesi Yayınları, http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/Bildiri-33.PDF
E.T: 13.09.2007
100
ARMAĞAN, Ece Aksu(2004), “Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin İhracat
Pazarlaması Sorunlarının Çözümünde Ortak İhracat Pazarlama Organizasyonlarının
Yeri:Aydın İlinde Bir Uygulama” Uludağ Üniversitesi 1. Ulusal Genç Bilim Adamları
Sempozyumu: 6-7 Mayıs 2004, Değişen Dünya’da Türkiye’nin Önemi, Bursa, s.361-381
ATİK, Hayriye, “Beşinci Genişlemenin Avrupa Birliği’nde Yol Açtığı Ekonomik
Dönüşümler ve Türkiye”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi,
http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi-21/10-%20(173-189,%20syf.).pdf E.T:06.08.2006
AYKAÇ, Mustafa (2001), “Küreselleşme Sürecinde İstihdam ve İşsizlik”, Actıve
Bankacılık ve Finans Dergisi, Sayı:20, Yıl: Eylül-Ekim 2001, S.1-14
AYKAÇ, Mustafa, (2006) “Sendikaların Geleceği: Küreselleşme-Yapısal Değişiklikler
Açısından Bir Analiz”, Kocaeli Üniversitesi İİBF Dergisi,
http://iibf.kou.edu.tr/ceko/armaganlar/nusretekin/3/08c.pdf E.T: 08.05.2007
AYOĞLU, Ferruh N ve KIRAN Sibel (2003), “3. Uluslar arası İş Sağlığı ve
Güvenliği Bölgesel Konferansı’nın Ardından …” Fişek Enstitüsü Çalışma Ortamı Dergisi,
http://www.fisek.org.tr/birliktelikler-isigkonf-2003.php E.T: 01.02.2006
BALAY, Refik (2004), “Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim”, Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Sayı:2, Yıl:2004, Cilt:37, S.61-82
BALCI, Ufuk (2005) “Avrupa Birliği’nde Neler Oluyor?”,
http://www.sendika.org./yazi.php?yazi_no=2760 E.T: 18.06.2007
BENER, Ayşe Başar (2001), “Yeni Ekonominin Stratejik Gerçekleri” Kal-Der Forum
Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül,2001,
http://www.kalder.org.tr/preview_content.asp?contID=686&tempID=1&regID=2
E.T:11.01.2007
BİÇERLİ, Mustafa Kemal (2004), “İşsizlikle Mücadelede Aktif İstihdam
Politikaları”, Anadulu Üniversitesi İ.İ.B.F.Yayınları No:184, Eskişehir, S.232-305
101
BOZDAĞLIOĞLU, Yasemin (2005), “1990’dan Günümüze Türkiye’de İşgücü Piyasası ve
İstihdamın Yapısının Analizi”, Uluslar arası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi,
http://www.akademikbakis.org/sayi11/makale/bozdağlioğlu.doc E.T: 21.08.2006
BUĞRA, Ayşe (2001), “İktisatçılar ve İnsanlar”, İletişim Yayınları, İstanbul
COŞKUN, Ali (2006), “İşgücü Maliyetleri Mutlaka Kayıtdışılıkla Mücadele ile Birlikte Ele
Alınmalıdır”, İşveren Dergisi, Mart 2006,
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1415&id=74 E.T: 11.09.2007
COŞKUN, Ali (2006), “21. Yüzyılda Türkiye’nin Sanayi ve KOBİ Stratejileri” Kocaeli
Üniversitesi Yayınları, S.849-865, http://iibf.kou.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/35.pdf
E.T: 09.09.2007
ÇAKMAK, Yavuz ve ALAGÖZ, Mehmet (2004), “Küreselleşme Sürecinde Türkiye’deki
Finanasal Liberalizasyon Politikalarının Sorgulanması”, Uludağ Üniversitesi 1. Ulusal Genç
Bilim Adamları Sempozyumu: 6-7 Mayıs 2004, Değişen Dünya’da Türkiye’nin Önemi, Bursa,
S.163-187
ÇUKURÇAYIR, M.Akif (2003), “Klasik Yönetim Anlayışından Stratejik Yönetime: Strateji
Geliştirmede Swot Analizi”, Küresel Sistemde Siyaset-Yönetim-Ekonomi (Der:M.Akif
Çukurçayır), Çizgi Kitabevi, Konya, S.14-17 ve 251-281
DEMİR, Gülten (2001), “Küreselleşme Üzerine”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, Sayı:1/2001, S:73-103
DPT (1995), “Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşmeler” DPT Müsteşarlığı Alt
Komisyon Raporu, Yayın No:2375-OİK:440, Ocak 1995,
http://ekutup.dpt.gov.tr/kuresell/oik440.pdf E.T: 18.12.2006
DPT (2004), “KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı” T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı,
Ocak 2004, http://ekutup.dpt.gov.tr/esnaf/kobi/strateji.pdf E.T: 21.06.2007
102
ERÇEL, Gazi (2000), “Küreselleşme ve Uluslar arası Finansal Gelişmeler”, 17. Asya
Bankalar Birliği Genel Kurulu, Eylül 2000,
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/Kuresellesme.httm/ E.T: 21.06.2007
FİŞEK, Oya (2003), “Her Çocuk Hakkı Olan Çocukluğunu Yaşayamaz”, Çoluk Çocuk
Dergisi, Sayı:25, Nisan 2003 S.27
FİŞEK, Gürhan, “Türkiye’de Çocuk Emeği Çalışmalarına Genel Bakış”, Fişek Enstitüsü
Çalışma Ortamı Dergisi, http://www.fisek.org.tr/019.php E.T: 02.12.2006
FRIEDMAN, Thomas L. (2000), “Lexus Zeytin Ağacı-Küreselleşmenin Geleceği” (Çev:Elif
Özsayar), BZD Yayıncılık, İstanbul
GÖKBAYRAK, Şenay (2004), “Çağdaş Hekimlik Yaklaşımında Sosyal Hizmet ve Toplum
Katılımının Önemi”, Fişek Enstitüsü Çalışma Ortamı Dergisi,
http://www.isguvenliği.net/ındex.php?option=com-content&task=&id=76 E.T:10.07.2007
GÖRENEL, Zeki (2002), “ Karşıtlığın Küreselleşmesi Neoliberal Dönemde ‘Yeni’ Toplumsal
Hareketler, Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar” (Der: Alkan
Soyak), Om Yayınevi, İstanbul, S.305-345
GÜLDİKEN, Nevzat (2006), “Türkiye’de Sanayi-Teknoloji-KOBİ Politikalarına Eleştirel Bir
Yaklaşım” C.U İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:7, Sayı:2, Yıl:2006, S. 139-156
GÜREL, Nalan (2001), “Teknolojik Gelişmelerin İstihdam Üzerindeki Etkileri” Ekonomik
Yorumlar Dergisi, Yıl:38, Haziran 2001, S.81-93
GÜRSEL, Seyfettin (2005), “Yüksek İşgücü Maliyetleri İşsizliği Arttırıcı Etki Yaparken,
Kayıtdışılığı da Destekliyor” İşveren Dergisi- TİSK Tarafından Yayınlanan Aylık Dergi,
Ağustos 2005, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1201&id=67
E.T: 30.05.2007
HIRST, Paul ve THOMPSON, Grahame (2000), “Küreselleşme Sorgulanıyor” (Çev:Çağla
Erdem ve Elif Yücel), Dost Kitabevi, Ankara
103
İSTEMİHAN, M.Fatih ve BULUNGİRAY, Naim, “1980-2003 Döneminde Yabancı
Sermayenin Türkiye’ye Gelişi ve Uygulanan Politikalar” Akademi İktisat
http://wwwakademiiktisat.net/calisma/yabanci_sermaye/1980_2003_y_sermaye_fihan.htm
E.T: 20.05.2006
İRAZ, Rıfat (2006), “Küresel Rekabet Ortamında Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin
Ulusal Sosyo-Ekonomik Sisteme Katkıları Açısından Değerlendirilmesi” Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sosmak/makaleler%5CR%C4%B1fat%20%C4%BORAZ
%5C223-236.pdf E.T: 11.08.2007
KALEAĞASI, Bahadır (2003), “Küreselleşme, Avrupa ve Türkiye”, 12. Ulusal Kalite
Kongresi 13-15 Ekim 2003, İstanbul, http://www.kalder.org/genel/bahadirkaleağasi-
3bspeach.doc. E.T: 22.5.2007
KARLUK, Rıdvan (1998), “Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım Yayın, İstanbul.
KAZGAN, Gülten (2005), “Dünden Bugüne Küreselleşmenin Ekonomik Temelleri”, Türkiye
Ekonomi Kurumu Yayınları, Bölgesel Gelişme Stratejileri ve Akdeniz Ekonomisi, Ankara,
S.1-21
KENNEDY, Paul (1998), “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” (Çev:Birtane Karanakçı),
Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, Ankara.
KENNEDY, Paul (1999), “Yirmibirinci Yüzyıla Hazırlanırken” (Çev:Fikret Üçcan), Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.
KEPENEK, Yakup ve YENTÜRK Nurhan (2001) “Türkiye Ekonomisi” Remzi Kitabevi,
İstanbul.
KILIÇ, Cem (2003), “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, TİSK İşveren
Dergisi, Ekim 2003.
104
KIRDAR, Üner (2004), “İnsan Boyutu Büyütecinden Globalleşen Dünya’da Türkiye’nin
Yeri”, Kadir Has Üniversitesi 1. Kadir Has Ödülleri Kitabı, Globalleşen Dünya’da
Türkiye’nin Yeri, İstanbul, S.99-125.
KRUGMAN, Paul (2001), “Politika Taşeronları ve Önemsizleşen Refah-Azalan Beklentiler
Çağında İktisadi Eğilimler” (Çev:Neşenur Domaniç), Literatür Yayıncılık İstanbul.
KUMBETOĞLU, Belkıs ve CAGA, Nilgün (2000), “Çalışan Kadınlar ve Küreselleşme”,
TUSİAD Yayınları, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/44/17.pdf E.T: 28.09.2006
KUMRAL, Neşe ve DEĞER, Çağaçan (2005) “Sanayi Rekabet Performansı Endeksi: Türkiye
NUTS 1Bölgeleri Örneği” Türkiye Ekonomi Kurumu Yayınları, Bölgesel Gelişme Stratejileri
ve Akdeniz Ekonomisi, Ankara, S.277-297
LEVİNA, David I and ROTHMAN, Dov (2005), “Does Trade Effect Child Health?”, UC
Berkeley, USA and Columbia Universty, Defence and Economics, USA, P.1-17
OKETCH, Moses O.(2002), “Deteminants of Human Capital Formatıon and Economic
Growth of African Countries”, Instute of Educatıon, Universty of London, Defence and
Economics, P:1-11
OKTAY, Ertan ve GÜNEY, Alptekin (2002), “Türkiye’de KOBİ’lerin Finansman Sorunu ve
Çözüm Önerileri”, 21. Yüzyılda KOBİ’ler; Sorunlar, Fırsatlar ve Çözüm Önerileri
Sempozyumu, 03-04 Ocak 2002, Doğu Akdeniz Üniversitesi-KKTC,
http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/ertan-oktay.pdf E.T: 01.06.2007
ÖLMEZOĞULLARI, Nalan (2005), “Türkiye Ekonomisinde Yapısal Uyum Süreci ve
İstikrar”, Türkiye Ekonomi Kurumu Yayınları, Bölgesel Gelişme Stratejileri ve Akdeniz
Ekonomisi, Ankara, s.297-315
ÖNAL, Buhara (2001), “Küreselleşmenin İş Sağlığına Etkisi”, Türk Tabipler Birliği Mesleki
Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Yıl: Ocak 2001, S.8-12
105
ORHAN, Sevinç (2003), “Küresel İktisat Politikaları Olarak Liberalizasyon”, Küresel
Sistemde Siyaset-Yönetim-Ekonomi(Der:M.Akif Çukurçayır), Çizki Kitabevi, Konya, S.410-
445
ÖZDEMİR, Ali Murat ve ÖZDEMİR YÜCESAN, Gamze (2005), “Küresel Kapitalizmde
Çocuk Emeğinin Ekonomi Politiği-Çocuk İşçilerin Oyun Hakkı Var mı?”, Türk Tabipler
Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Yıl: Temmuz-Ağustos-Eylül 2005, S.8-15
ÖZDEMİR, Süleyman (2004), “Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti”, İstanbul Ticaret
Odası Yayınları, No: 2004-69, İstanbul, S.174-251
ÖZDEMİR, Süleyman, ERSÖZ, Halis Yunus ve SARIOĞLU, İbrahim (2006), “İşsizlik
Sorununun Çözümünde Kobi’lerin Desteklenmesi”, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No:
2006-45, İstanbul, S.67-135
ÖZKIVRAK, Özlem ve DİLEYİCİ, Dilek “Globalleşme, Bölgeselleşme, Mega Rekabet ve
Türkiye”,DTM Yayınları,
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/globalleşme.doc
E.T:05.05.2007
PEKER, Mümtaz (2000), “Çocuk İstihdamı Üstüne Bir Deneme”, Çalışma Ortamı Dergisi,
Sayı:53, Yıl: Kasım-Aralık 2000
PUGNO, Maurizio (2003), “The Service Paradox and Endogenous Economic Growth”,
Economics Department, Universty of Trento, Trento-Italy, Defence and Economics, P.100-
115
ŞAHİNÖZ, Ahmet, ÖZALTAN, Aylin ve GÖKDUMAN, Işıl “Küreselleşme Sürecinde
Türkiye Tarımı”, http://zmo.org.tr/etkinlikler/6tk05/01ahmet-sahinoz.pdf E.T: 12.08.2007
SAVAŞIR, Rebii (1999), “Türkiye ve AB Ülkelerinde Küçük ve Orta Boyutlu İşletmeler
Açısından İstihdam Politikası”, Kamu İşletmeleri İşverenler Sendikası, Ankara, S.63-221
106
SELAMOĞLU, Ahmet (2002), “Gelişmiş Ülkelerde İstihdam Politikaları, Esneklik Arayışı
ve Etkileri”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:2 Yıl: 20002, S.33-
63
SELÇUK, Fatma Ülkü (2004), “Değişen Dünya’da Sendikalar”, Uludağ Üniversitesi 1.Ulusal
Genç Bilim Adamları Sempozyumu: 6-7 Mayıs 2004, Değişen Dünya’da Türkiye’nin Önemi,
Bursa, S.319-341
SENDENBERGER, Werner (2006), “Ekonomik Küreselleşme Bağlamında Güneydoğu
Avrupa’da İstihdam ve Kalkınma”, İLO Yayınları
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/events/istanbul/ist-background.pdf
E.T: 20.06.2007
ŞENSES, Fikret (2003), “Neoliberal Ekonomi Politikaları, İşgücü Piyasaları ve İstihdam”
2000-2003 Petrol-İş Yıllığı, Petrol-İş: İstanbul 2003, s.149-161
ŞENSES, Fikret (1996), “Kalkınma İktisadı”, İletişim Yayınları, İstanbul
ŞİRİN, Mustafa Ruhi (2003), “Çocuk Yüzlü Bir Cumhuriyet İçin”, Çoluk Çocuk Dergisi,
Sayı:25, Nisan 2003, S.24
TANCA, Zafer ve KARABULUT, Gökhan (2001) “Küreselleşme, Kriz ve Türkiye”, Yeni
Türkiye Araştırma ve Yayın Dergisi, 2001/42, İstanbul, S. 972-973
TARCAN, Ertuğrul (2000), “Esnek İstihdamdaki Trend ve İşletmelerle Çalışanlar Üzerinde
Etkileri”, Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı:3, Cilt:2, S.1-18
TCMB (2002), “Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkileri”,TCMB Yayınları
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf E.T: 18.12.2006
TÜRK, Kazım (1997), “Dünya Ekonomisinde Küreselleşme Süreci”, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Mezunları Dayanışma Vakfı Dergisi, Yıl:2, Sayı:5, Mart 1997,
http://www.ktuvakfi.org.tr/dergimiz/sayi5/3.htm E.T: 28.08.2007
107
UYSAL, Doğan (2003), “Küreselleşme ve Gelişmekte Olan Ülkeler”, Küresel Sistemde
Siyaset-Yönetim-Ekonomi (Der:M.Akif Çukurçayır), Çizki Kitabevi, Konya, S.301-325
YALÇINKAYA, Timuçin ve ÇAKIR Aytül (2005), “Küresel Rekabet Ekseninde İhracatçı
Firmalar İçin Bir Risk Faktörü: Sosyal ve Ekolojik Damping”, İş-Güç Endüstri İlişkileri ve
İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt:6, Sayı:1,
http://www.deu.edu.tr/userweb/timucin.yalcinkaya/dosyalar/05.doc E.T: 12.08.2007
YAŞAR YENİMAHALLELİ, Gülbiye (2003), “İş Sağlığı ve Güvenliğinde Özel Risk
Grupları ‘çalışan çocuklar’”, Fişek Enstitüsü Çalışma Ortamı Dergisi,
http://www.fisek.org.tr/birliktelikler_isigkonf_2003.php E.T: 22.01.2007
YELDAN, Erinç (2002), “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve
Büyüme”, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s.13
YELDAN, Erinç (2006), “İşgücü Piyasalarında Yapısal Dönüşüm”,
http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Yeldan64_29Mar06 E.T: 21.07.2006
YENAL, Oktay (1999), “Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı-Eğitim Boyutu”, Ankara
YÜCEL, İ.Hakkı (1997), “Bilim-Teknoloji Politikaları ve 21. Yüzyılın Toplumu”, DPT
Sosyal Sektörler Koordinasyon Genel Müdürlüğü Araştırma Dairesi Başkanlığı, Ankara,
http://www.dpt.gov.tr/bilim/ E.T: 01.01.2006
ZENCİRKIRAN, Memet (2001), “Küreselleşme: Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, İş-Güç
Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Sayı:1, Cilt:3, Yıl:2001, s.1-8
ZENGİNGÖNÜL, Oğul (2004), “İş Güvencesine İstihdam Aşısından Bir Yaklaşım”, Dokuz
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:1, Cilt:6, Yıl:2004, S.328-343
http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/tekstil/gelen4.htm E.T: 21.03.2007
http://www.iskur.gov.tr/mydocu/genelkurul/genelkurulkarar.html E.T: 09.06.2006
108
http://www.ekodialog.com/Makaleler/küresellesme_paradox_2.html E.T: 12. 02.2006
http://www.buik.net/subcommittee/ekonomik/showarticle.asp?Aid=535 E.T: 10.05.2007
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/programme/ipec.htm
E.T: 30.04.2007
http://www.tuik.gov.tr/PrehaberBultenleri.do?id=350 E.T: 11.07.2007
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/index.htm E.T:08.08.2007
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/press/2007-2.pdf E.T:21.05.2007
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/press/2007-1.pdf E.T: 16.03.2007
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/press/2006-1.pdf E.T: 19.09.2006
http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/press/2005-3.pdf E.T:30.12.2006
http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=397 E.T07.2007
http://www.ekonometri.com.tr/kategori.php?link=devam&grup=11&kat_id=0&sayfa_id=124
E.T: 03.08.2007
http://www.tisk.org.tr/yayinlar.asp?sbj=ic&id=2412 E.T:28.08.2007
http://inet-tr.org.tr/inetconf10/bldiri/10.doc E.T:12.06.2007
http://www.bilgiyönetimi.org/cm/pages/mkl-gos.php?nt=202 E.T: 08.08.2006
http://www.bilgiyönetimi.org/cm/pages/mkl-gos.php?nt=443 E.T:09.12.2006
http://www.canaktan.org/yeni-trendler/yeni-ekonomi/yeni-ekonomi.htm E.T: 21.06.2007
109
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/globalleşme.doc
E.T:05.05.2007
http://www.wikipedia.org E.T: 11.08.2007
http://www.onsayfa.com/forum/haber-arsivi/248172-istihdami-kobi-ler-sirtliyor.html
E.T: 09.09.2007
http://www.ekonometri.com.tr/kategori.php?link=devam&grup=2&kat_id=0&sayfa_id=315
E.T:01.05.2007
http://www.emo.org.tr/resimler/ekler/b3213ada4830295_ek.pps E.T: 28.02.2007
110
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
ADI-SOYADI : Fatma YAHŞİ
DOĞUM TARİHİ : 22.01.1980
DOĞUM YERİ : Osmaniye
MEDENİ HALİ : Bekar
SÜRÜCÜ BELGESİ : B-sınıfı
TELEFON : 0328-814 35 14
0532-561 81 88
E-POSTA : fatmaya@mynet.com - fatma.yahsi@akbank.com
ÖĞRENİM DURUMU
YÜKSEK LİSANS :
2003-2007 Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat
İktisat Anabilim Dalı ADANA
LİSANS :
1998-2003 Çukurova Üniversitesi-İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü ADANA
LİSE :
1994-1997 Rahime Hatun Kız Meslek Lisesi OSMANİYE
ORTAOKUL :
1991-1994 Rahime Hatun Kız Meslek Lisesi OSMANİYE
İLKOKUL :
1986-1991 Atatürk İlköğretim Okulu OSMANİYE
YABANCI DİL :İngilizce
BİLGİSAYAR :Windows 98-2000XP,MS Office Programları ve internet
İŞ DURUMU
2006-…. :Akbank T.A.Ş. Osmaniye Şubesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder