1 Mart 2012 Perşembe



insan gelişimine YAKLASIMI VE  NEOLİBERAL POLİTİKALRIN
GELİSMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARSILASTIRILMASI
Mehmet Sedat UĞUR
Danısman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
ADANA/2011
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne,
Bu çalısma, jürimiz tarafından ĐKTĐSAT anabilim dalında YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
olarak kabul edilmistir.
Baskan: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
(Danısman)
Üye: Prof. Dr. Ünal AY
Üye: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAS
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
...../...../2011
Prof. Dr. Azmi YALÇIN
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve baska kaynaktan yapılan bildirislerin, çizelge, sekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu'ndaki hükümlere tabidir.
i
ÖZET
ĐNSANĐ GELĐSME YAKLASIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN
GELĐSMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARSILASTIRILMASI
Mehmet Sedat UĞUR
Yüksek Lisans Tezi, Đktisat Anabilim Dalı
Danısman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
Ağustos 2011, 170 sayfa
Amartya Sen'e göre kalkınma, insanların yararlandıkları gerçek özgürlüklerin
genisletilmesi sürecidir ve temel olarak insanlarla ilgilidir. Gerçek anlamda bir
kalkınma ancak, insanların yasamlarını özgür bir biçimde sürdürebildikleri bir toplum
içerisinde gerçeklesebilir. Yalnızca gelir artısının veya çıktı düzeyinin artırılmasını
içeren iktisadi bir anlayıs, böylesi bir süreci açıklamada yetersiz kalır. Gelir artısı, tek
basına insani yoksunluğu açıklayamaz. Đnsanların tercihleri, iktisadi refahın çok
ötesindedir. Dolayısıyla kalkınma sürecinin asıl içeriğine erisilmesi, ancak insanların
yasamlarında önemli bir yer tutan ve onların yasamlarını değerli kılan sosyal, siyasal,
kültürel olmak üzere diğer tüm unsurların da analize dahil edilmesiyle mümkün olabilir.
Ancak bu sekilde, insan refahı tam anlamıyla anlasılabilir.
Amartya Sen'in "kapasite yaklasımı", insan merkezli bir kalkınma anlayısının
felsefi ve kavramsal altyapısını olusturur. Merkezine insanı alarak, onun temel
kapasitelerine ve özgürlüklerine odaklanan insani gelisme yaklasımı, kalkınma
sürecinde önemli bir yer tutar. Kisisel çıkar dürtüsüne dayalı, faydanın ve iktisadi
refahın maksimizasyonunu içeren ve rasyonaliteyi evrensel bir kosul olarak kabul eden
neoliberal yaklasımda ise kalkınmanın içeriği, milli gelirde rakamsal bir artısı ifade eder.
Ancak böylesi bir kalkınma anlayısı, gelismekte olan ülkelerin deneyimlerine
bakıldığında yetersiz ve islevsiz kalır. Đhtiyaç duyulan, bilinçli bir kamu politikasıyla
iktisadi büyümenin insanların yasantılarına aktarılmasıdır. Buna göre, kalkınma
sürecinde insana ve insani gelismeye dayalı bir yaklasım, etkili bir kamu politikasıyla
birlikte, gelismekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin görünmektedir.
Anahtar kelimeler: Đnsani gelisme, kapasite yaklasımı, neoliberalizm.
ii
ABSTRACT
COMPARISON OF HUMAN DEVELOPMENT APPROACH AND
NEOLIBERAL POLICIES FOR DEVELOPING COUNTRIES
Mehmet Sedat UGUR
Master Thesis, Department of Economics
Supervisor: Prof. Dr. Murat DOGANLAR
August 2011, 170 pages
Development is a process of expanding the real freedoms that people enjoy, as
described by Amartya Sen. Main concern of development and its primary focus is
human beings. Actual development can eventuate only in a society where the main
focus is enriching human lives. An approach which focuses the expansion of income or
economic outcomes is inadequate to explain such a process; a high income by itself was
no defense against human deprivation. Many human choices extend far beyond
economic well-being. Thus, only a multidisciplinary approach may reach the primary
content of development process, by including both economic and non-economic factors
and other social, political and cultural variables which make human life valuable. Only
then, there's a major chance to understand human well-being.
Amartya Sen's influential "capability approach" constitutes the philosophical and
conceptual foundation of a human centered development view. There, human
development approach stands as a considerable progress in development. This approach
focuses on people's basic capabilities and their freedom by putting them in center of its
analysis. In contrast, economic growth is the trend focus of neoliberal approach and
content of development is an increase in national income. But, such a development view
remains deficient and non-functional according to the experiences of developing
countries. What is needed is to understand that the quality of this growth is just as
important as its quantity. By no means, a conscious public policy is needed to translate
economic growth into people's lives. Accordingly, a human development approach with
an efficient public policy seems more effective than neoliberal policies.
Keywords: Human development, capability approach, neoliberalism.
iii
ÖNSÖZ
Geleneksel iktisatta, insanların kisisel çıkar dürtüsüne dayalı olarak rasyonel
davrandığı ve böylesi bir güdünün, görünmez elin de marifetiyle kendiliğinden sosyal
kazançta bir artısa yol açacağı varsayılır. Buradaki varsayımda söz konusu olan 'temsili
ajanların' insan davranıslarını açıklaması beklenir. Ancak gerçek hayattaki insan
davranısları, bir çok farklı güdünün etkisiyle olusur. Đnsanın varolus nedenleri nasıl
çoğulsa, motivasyonları da o derecede o çoğuldur. Dolayısıyla, daha gerçekçi bir analiz
için, insanı, karakterize edilmis bir varlık olarak düsünmek yerine, insanın herhangi bir
sey olmaya ve yapmaya muktedir olduğu temel kapasitelerini dikkate alarak düsünmek
gerekir. Đnsanı analizinin merkezine koyan böylesi bir anlayıs ile ancak gerçek kalkınma
sağlanabilir ve insan refahı tam anlamıyla anlasılabilir. Öyle ki bu tez de, ana hatlarını
olusturan ‘insani gelisme’ yaklasımının da ilhamını aldığı Hintli iktisatçı Amartya
Sen’in düsüncelerinden önemli ölçüde etkilenerek yazılmıstır. Sen’in yaptığı gibi,
kalkınmayı insanların özgürlüklerinin genisletilmesi süreci olarak görmek, literatüre
yeni ve emsalsiz bir boyut kazandırmıstır. Sonuçta, Sen’in 1980’lerin basından itibaren
çerçevesini olusturmaya basladığı kapasite yaklasımı, genel olarak iktisat literatüründe
‘rasyonel bir hesaplama içerisinde olan insanın’ bundan çok daha farklı bir sekilde
tasavvur edilmesine ve ‘günlük yasantımız içerisinde görmeye alısık olduğumuz -
sosyal- insan’ haline gelmesine de önayak olmustur.
Đnsani gelisme yaklasımının ortaya atıldığı Đnsani Gelisme Raporları ve ölçüm
çabasını içeren Đnsani Gelisme Endeksi, bu çalısma için önem arz eder. 1990 yılından
bu yana Birlesmis Milletler Gelisme Programı tarafından yayımlanan bu raporlar ve bu
raporlarda hesaplanan endeks değerleri, insan odaklı bir anlayısın gelismesi açısından
önemlidir. Bu raporlar, her yıl düzenli olarak farklı konular üzerine odaklanmıs,
endeksin ölçüm yöntemi ve göstergeleri de en son 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda
olmak üzere bu bağlamda gelistirilmistir. Bu çalısmaya son noktayı koyduğum anda
2011 yılı Đnsani Gelisme Raporu henüz yayımlanmamıstır. Ancak herhangi bir
değisiklik olmadığı takdirde, yeni raporun, herkes için daha iyi bir gelecek için
sürdürülebilirlik ve adalet konuları üzerine odaklanacağı açıklanmıstır. Rapor, insani
gelisme sürecinin hem günümüz insanları hem de gelecek nesiller için nasıl
sürdürülebilir hale getirilebileceğinin ve dünyadaki kötü kosullarda yasayan insanların
çevresel bozulmadan en fazla etkilenecek insanlar olduğunun altını çizmeye
hazırlanmaktadır. Böylesi bir rapor, sürdürülebilir kalkınma ve çevre için cesur
iv
yaklasımların ortaya atılması gerektiğini savunurken, halihazırda 1980’den beri ilk defa
bu ölçüde bir kuraklığa tanık olan Doğu Afrika'daki insanların yasamakta olduğu kıtlık
açısından da önem arz etmektedir. Öyle ki, raporun önerilerinin, bu toplumun insanları
için de çözüm yolları sunabilmesiyle sınanacağı açıktır.
Ayrıca, teze baslamadan önce bu tezin, kolektif emek ve ilgilerin bir ürünü
olduğuna da değinmem gerekir. Çünkü bu emek verilmemis ve gereken ilgi
gösterilmemis olsaydı, bu çalısma da ortaya çıkmamıs olurdu. Bu nedenle öncelikle,
tezin yazım asamasında yasadığım zorluklara karsı gösterdiği sabır ve hosgörüsü, tez
konumla ilgili olarak da gösterdiği özeni için, danısmanım olmasından dolayı onur ve
mutluluk duyduğum hocam Sayın Prof. Dr. Murat DOĞANLAR’a tesekkürlerimi
sunarım. Sayın hocam olmasaydı, bu konunun üzerine eğilmek mümkün olmayabilirdi.
Ayrıca tez jürimde yer alan hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAS’a tezimle ilgili
sorduğum sorulara verdiği içten cevaplar, yaptığı düzeltmeler ve temin etmemi
sağladığı kaynaklar için tesekkürü bir borç bilirim. Tez jürimde yer alan ve konuma
duyduğu ilgisinden dolayı mutlu olduğum hocam Sayın Prof. Dr. Ünal AY’a da verdiği
destek için minnettarım. Elbette, Đktisat Bölümü’nün tüm öğretim elemanlarına, tüm
çalısma arkadaslarıma tez yazım sürecim boyunca geçirdiğim günler süresince is
hayatındaki aksamalara karsı gösterdikleri müsamaha ve verdikleri içten destek için
minnettarım. Özellikle de basta Ars. Gör. Almıla BURGAÇ olmak üzere tüm arastırma
görevlisi arkadaslarımın verdikleri desteğin ve basta hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Hakkı
ÇĐFTÇĐ ve hocam Sayın Doç. Dr. Harun BAL olmak üzere tüm hocalarımın gösterdiği
ilgi, alaka ve hosgörünün tezin ilerlemesinde yol gösterici olduğu inkar edilemez.
Sonuç olarak, insani gelisme sürecimde emeği olan tüm insanlara; sağlıklı, iyi ve
en önemlisi de ‘insanca’ bir hayat sürmemi sağlayan aileme ve bugüne dek verdikleri
eğitim-öğretim için de tüm öğretmenlerime mütesekkirim. Đsin aslı, bu tezde en çok söz
sahibi olması gereken de onlardır.
Bu çalısma, ĐĐBF2010YL8 numaralı proje kapsamında Çukurova Üniversitesi
Bilimsel Arastırma Fonu tarafından desteklenmistir.
Mehmet Sedat UĞUR
Adana, 2011.
v
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa
ÖZET ............................................................................................................................... i
ABSTRACT ................................................................................................................... ii
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... iii
KISALTMALAR LĐSTESĐ ......................................................................................... ix
TABLOLAR LĐSTESĐ .................................................................................................. x
SEKĐLLER LĐSTESĐ ................................................................................................... xi
BÖLÜM I
GĐRĐS
1.1. Çalısmanın Önemi .................................................................................................... 1
1.2. Çalısmanın Kapsamı ve Kısıtları .............................................................................. 3
1.3. Çalısmanın Amacı .................................................................................................... 3
1.4. Çalısmanın Planı ....................................................................................................... 4
BÖLÜM II
KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐSĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐSME
2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği ................................................................... 6
2.2. Kalkınma Đktisadı'nın Tarihsel Gelisimi ................................................................... 8
2.2.1. Kalkınma Đktisadı'nın Teorik Kökenleri ......................................................... 8
2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru ............................................................................. 12
2.2.3. Kalkınma Đktisadı'nın Doğusu ...................................................................... 13
2.2.4. Kalkınma Đktisadı'nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkısı ...................... 22
2.2.5. Kapasite Yaklasımı ve Kapasitelerin Genisletilmesi Olarak Đnsani
Gelisme ......................................................................................................... 25
2.3. Đnsani Gelisme Kavramı ......................................................................................... 32
2.3.1. Đnsani Gelismenin Tanımı, Unsurları ve Gelisimi ........................................ 33
2.3.2. Đnsani Gelismede Araç ve Sonuç Düsüncesi ................................................ 34
vi
2.3.3. Đnsani Gelisme ile Büyüme Arasındaki Đliski ............................................... 36
2.4. Birlesmis Milletler Gelisme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani
Gelisme Raporları (ĐGR)'nın Đncelenmesi .............................................................. 39
2.4.1. Kurulus Asaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelisme Raporları) ................. 39
2.4.2. Gelisim Asaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelisme Raporları) ................. 40
2.4.3. Yenilenme Asaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelisme Raporları) ............ 42
2.4.4. Krizlerle Mücadele Asaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelisme
Raporları) ...................................................................................................... 46
2.4.5. Değisim Asaması (2010 Yılı Đnsani Gelisme Raporu) ................................. 47
BÖLÜM III
ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐSMENĐN ÖLÇÜLMESĐ
3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ...................................................... 48
3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................................. 53
3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları ........................ 55
3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Elestiriler ............................. 56
3.2.3. Neoliberal Yaklasıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların
Đçeriği ............................................................................................................ 59
3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelisimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk
Ölçümleri ...................................................................................................... 63
3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları .... 66
3.2.4.1.1. Mutlak Yoksulluk Tanımı ................................................. 67
3.2.4.1.2. Göreli Yoksulluk Tanımı ................................................... 69
3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri ..................... 71
3.2.4.2.1. FGT Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı
Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi) .................. 71
3.2.4.2.2. Sen Endeksi ....................................................................... 74
3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi ............................................ 75
3.2.4.2.4. Watts Endeksi .................................................................... 75
3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................. 76
3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel, Siyasal)
Göstergelere Bağlı Ölçüm ..................................................................................... 77
vii
3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergeler Bağlı Ölçüm
Yöntemi, Ortaya Çıkısı ve Gelisimi ............................................................ 78
3.4.2. Đnsani Gelisme Endeksi .............................................................................. 79
3.4.2.1. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları ........................... 80
3.4.2.1.1. Đyi Yasam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP)
Göre Kisi Basına Düsen Milli Gelir) ................................ 82
3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullasma) ............ 84
3.4.2.1.3. Uzun, Sağlıklı Bir Yasam (Doğumda Yasam Beklen.) .... 85
3.4.2.2. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Hesaplanması ..................................... 85
3.4.2.3. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen
Elestiriler ........................................................................................ 92
3.4.3. Đnsani Gelismenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birlesmis Milletler
Gelisme Programı (BMGP) Endeksleri ....................................................... 98
3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlükler Endeksi ........................ 98
3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi ................................................ 100
3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelisme Endeksi ............................................... 100
3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi) ..................... 102
3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi ........ 103
3.4.3.5.1.Gelismekte olan Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi . 104
3.4.3.5.2.Gelismis Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi ............. 105
3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan
Ölçümler ....................................................................................... 105
3.4.3.7. Đnsani Gelismede Esitlik ve Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani
Gelisme Endeksi ........................................................................... 106
3.4.3.8. Cinsiyet Esitsizliği Endeksi .......................................................... 111
3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi .................................................. 113
BÖLÜM IV
ĐNSANĐ GELĐSME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐSMEKTE
OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARSILASTIRILMASI
4.1. Gelismekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelismenin Önemi ...................................... 117
4.1.1. Gelismekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri ................................ 117
viii
4.1.2. Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelismenin Önemi ve Seçilmis
Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelismenin Đncelenmesi ................. 123
4.2. Đnsani Gelisme ve Neoliberal Politikaların Karsılastırılması .............................. 130
4.3. Đnsani Gelismenin Türkiye Đçin Đncelenmesi ....................................................... 133
4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi ........ 135
4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelisme Göstergeleri ................................................. 137
BÖLÜM V
SONUÇ VE ÖNERĐLER
5.1. Sonuç .................................................................................................................... 141
5.2. Öneriler ................................................................................................................. 145
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 146
ÖZGEÇMĐS ............................................................................................................... 170
ix
KISALTMALAR LĐSTESĐ
BM (UN): Birlesmis Milletler (United Nations)
BMGP (UNDP): Birlesmis Milletler Gelisme Programı (United Nations Development
Programme)
CEE: Cinsiyet Esitsizliği Endeksi (Gender Inequality Index)
CGE: Cinsiyete Dayalı Gelisme Endeksi (Gender Development Index)
CYÖ: Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Gender Empowerment Measure)
ÇYE: Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (Multidimensional Poverty Index)
IMF: Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund)
ĐGE: Đnsani Gelisme Endeksi (Human Development Index)
ĐGR: Đnsani Gelisme Raporu (Human Development Report)
ĐYE: Đnsani Yoksulluk Endeksi (Human Poverty Index)
EĐGE: Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi (Inequality-adjusted Human
Development Index
FGT: Foster-Greer-Thorbecke
GSMH: Gayrisafi Milli Hasıla
GSYĐH: Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
HIV/AIDS: Đnsan Bağısıklık Yetmezlik Virüsü (Human Immuno-deficiency Virus)/
Edinilmis Bağısıklık Eksikliği Sendromu (Acquired Immune Deficiency Syndrome)
MDGs: Milenyum Kalkınma Hedefleri (Millennium Development Goals)
OECD: Ekonomik Đsbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic Co-
Operation and Development)
PPP: Satın Alma Gücü Paritesi (Purchasing Power Parity)
UNAIDS: HIV/AIDS Üzerine Birlesmis Milletler Ortak Programı
x
TABLOLAR LĐSTESĐ
Sayfa
Tablo 1: 1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının
Evrimi ............................................................................................................. 19
Tablo 2: 1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi ............................................. 24
Tablo 3: Nussbaum'un Merkezi Đnsan Kapasiteleri ...................................................... 31
Tablo 4: Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ............................................. 52
Tablo 5: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Göstergeler ..................... 55
Tablo 6: Özgün ve Genisletilmis Washington Konsensüsü ......................................... 62
Tablo 7: Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları ....... 74
Tablo 8: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler ..... 76
Tablo 9: 2010 Yılı Đnsani Gelisme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve
Minimum Sınırlar ........................................................................................... 91
Tablo 10: Đnsani Gelisme Đçin Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler ........... 97
Tablo 11: Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri ........... 115
Tablo 12: 2010 Yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin
Hesaplanması .............................................................................................. 116
Tablo 13: Gelismis Ülkelerin ve Gelismekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları
Ve Toplam Nüfusları .................................................................................. 121
Tablo 14: Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelisme Endeksi Trendinin
Karsılastırılması .......................................................................................... 124
Tablo 15: Đnsani Gelisme Yaklasımı ile Neoliberal Politikaların Karsılastırılması ... 131
Tablo 15 (devam): Đnsani Gelisme Yaklasımı ile Neoliberal Politikaların
Karsılastırılması .......................................................................................... 132
Tablo 16: Türkiye için Đnsani Gelisme Göstergelerinin Đncelenmesi ........................ 138
Tablo 17: Türkiye için Đnsani Gelisme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki
Değisimler .................................................................................................. 138
xi
SEKĐLLER LĐSTESĐ
Sayfa
Sekil 1: Seçilmis Ülkeler Đçin Kisi Basına GSMH ve Doğumda Yasam
Beklentisinin Karsılastırılması ........................................................................ 38
Sekil 2: Đnsani Gelisme Endeksinin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ,
1970-2010 ........................................................................................................ 81
Sekil 3: Seçilmis Ülkeler Đçin Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi
(EĐGE) Değerleri ........................................................................................... 110
Sekil 4: HIV/AIDS ile Yasayan Çocuk ve Yetiskin Đnsan Sayısı ............................... 118
Sekil 5: Son Kırk Yılda Đnsani Gelisme Düzeylerinde En Hızlı Gelisme
Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 125
Sekil 6: Son Kırk Yılda Đnsani Gelisme Düzeylerinde En Düsük Gelisme
Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 127
Sekil 7: Seçilmis Afrika Ülkeleri Đçin Doğumda Yasam Beklentisi Değerleri ........... 128
Sekil 8: Türkiye için GSYĐH Büyümesi Değerleri ..................................................... 134
1
BÖLÜM I
GĐRĐS
1.1. Çalısmanın Önemi
Bir toplumda kalkınmanın nasıl gerçekleseceği hakkında farklı düsüncelerin
dikkate alınması önemlidir. Kalkınmanın nasıl sağlanacağına dair farklı anlayıslar,
farklı politika ve sonuçları da beraberinde getirir. II. Dünya Savası sonrası, siyasal
özgürlüklerine kavusan ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıktığında bu
ülkeler, kalkınmalarını gerçeklestirebilmek için genelde büyüme odaklı bir anlayısa
yönelmislerdir. Bu dönem ve sonrasında kalkınma, genelde sanayilesme gibi
kavramlarla esdeğer olarak görülmüstür. Ancak, özellikle 1970'lerden sonra kalkınma
kavramı, büyüme odaklı olduğu için elestirilmeye baslanmıs ve ülkeler iktisadi
büyümelerini gerçeklestirmelerine rağmen bu ülkelerin insanlarının yasam
standartlarında herhangi bir ilerleme kaydedilememistir. Yani iktisadi büyüme, o
ülkenin insanları için olumlu sonuçlar doğurmamıstır. Yalnızca gelir artısına odaklanan
bir büyüme toplumun ilerlemesinde yetersiz kalmıs, bu nedenle de bu, insanı analizinin
merkezine koyan, insan odaklı bir kalkınma anlayısına geçisi mecbur kılmıstır.
En genis biçimde kalkınma, insanların yasamlarını özgür bir sekilde
sürdürebildiği bir toplum içerisinde gerçeklesebilir. Dolayısıyla sadece ekonomik
çıktının veya kisi basına gelirin artırılması gibi ekonomik göstergelerle ifade edilen bir
'kalkınma' anlayısı böylesi bir süreçte anlamsız kalır. O halde kalkınmanın asıl içeriğine
ulasabilmek için, sosyal, siyasal, kültürel olmak üzere diğer bir çok niteliksel
değiskenin de göz önünde bulundurulması gerekir. Aynı zamanda toplumun bir bütün
olarak kalkınma sürecine katılması, kalkınmanın bir anlam ifade edebilmesi için ön
kosuldur. Öyleyse kalkınmanın ilk olarak insanlarla ilgili olduğu, onları yalnızca bir
'araç' olarak değil, kalkınmanın asıl 'amacı' olarak kabul edilmesi, dolayısıyla
kalkınmanın, bu insanların özgürlüklerinin ve kapasitelerinin genisletilmesi ve yasam
standartlarının yükseltilmesi süreci olarak görülmesi gerekir.
Kalkınmanın insanların kapasitelerinin genisletilmesi süreci olarak görülmesi,
aynı zamanda geleneksel kalkınma anlayısına bir meydan okuma niteliğini de tasır.
Böylece, insan refahının tek basına 'fayda' ile ölçülemeyeceği, asıl ele alınması
2
gerekenin, insanın bazı temel seyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri'
olduğu ortaya konmus olur. Đslevli hale getirilebilen bu kapasiteler, aynı zamanda
bireysel özgürlüğün de önkosuludur (Sen, 1979b, s. 218; Sen, 1993, s. 33). Kapasite
yaklasımı, insanları kalkınma sürecinin merkezine koymasıyla önem arz eder. Böylece
aynı zamanda etik bir kalkınma anlayısının da temelleri atılmıs olur.
Kalkınma anlayısında etik konusu gündeme geldiğinde, iktisadın özellikle
marjinalist devrimle birlikte büründüğü bilimsel kıstaslarından uzaklasıldığı kabul
edilir. Çünkü iktisat kuramına göre, tüm bireyler akılcı bir biçimde kendi çıkarlarının
pesinde kosarlar. Öyle ki Adam Smith, iktisadın temel tası olan ünlü Ulusların
Zenginliği'nde, insanları harekete geçiren olgunun 'durumlarını iyilestirme arzusu'
olduğunu vurgularken, bunun için de en kaba yöntemin 'servet artırımı' olduğuna
değinir (Smith, 1994[1776], s. 372). Dolayısıyla da, insanların çok çesitli tutkularca
sürüklendiğinin farkında olmasına rağmen, buradaki insan davranısında genelde akılcı
bir yaklasımı ön planda tutar. Böylece kisisel çıkarcı olarak nitelendirilen bireylerin
davranıslarının görünmez bir elin marifetiyle toplumsal kazançta bir artısa yol açtığına
iliskin temelde rasyonel bir yaklasım ortaya atılmıs olur. Đnsan eyleminin bir rasyonel
seçime indirgenmesi ile karakterize edilmis böylesi bir rasyonel birey de, sonuç olarak
tahmin edilebilir bir birey haline gelir.
Bu açıdan kapitalizmin de, baskıcı ve yabancılastırıcı yönü ve 'eksiksiz insan
kisiliğinin' gelisimini nasıl engellediği tartısma konusudur. Ne var ki, Hirschman (2008,
s. 129), tutkular ve çıkarlar açısından böyle bir suçlamanın biraz haksız olabileceğine
değinir, çünkü kapitalizmden beklenenin tam da çesitli insan dürtülerini ve eğilimlerini
bastırması, daha az yönlü, öngörülemezliği azalmıs ve tek boyutlu bir insan kisiliği
yaratması olduğunu savunur. Yani aslında, buna göre kapitalizmin tam da bir süre sonra
kendisinin en kötü özelliği olarak gösterilecek seyleri zaten gerçeklestirmesi gerektiğini
ifade eder. Ancak A. Sen'e göre, kendi tercih davranısında hiçbir tutarsızlık
göstermeyen böylesi tahmin edilebilir bir birey ancak dar anlamda rasyonel olabilir.
Đnsanların motivasyonları çoğul olduğundan kisisel çıkar dürtüsü tek basına insanlığı
yönlendiremez. Đnsanlar, temel olarak benzer değildirler. Gerçekte, sağlık, uzun
ömürlülük, iklim kosulları, yasanılan yer, is kosulları, mizaç ve hatta vücut ölçüleri
bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, gerçekleri görebilen bir etik anlayısı
için, çıkarı daha genis anlamda değerlendirmek gerekir (Sen, 1979b, s. 215).
3
1.2. Çalısmanın Kapsamı ve Kısıtları
Kalkınmaya daha genis bir çerçeveden bakarak, bu süreci insanların
özgürlüklerinin genisletilmesi süreci olarak görmek, yalnızca gelir artısına odaklı bir
iktisadi büyüme anlayısından önemli bir farklılık gösterir. Đnsanların özgürlüklerinin
genisletilmesi süreci olarak görülen kalkınma anlayısıyla birlikte analizin merkezine
insan konulmus olur. Böyle bir yaklasım analizin kapsamını da genisletmis olur.
Đnsan refahını anlamaya çalısırken, gelirin önemli bir etkiye sahip olduğu, ancak
yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği düsüncesinin benimsenmesi
önemlidir. Yalnızca gelir çözümlemesini içeren neoliberal görüs, çalısmanın bir
boyutunu ifade ederken, çok boyutlu bir anlayıs sunan insani gelisme yaklasımı ise
çalısmanın diğer boyutunu olusturmus olur.
Amartya Sen'in 1980'lerin basından itibaren üzerinde durduğu, insani gelisme
yaklasımının da temelini olusturan ve hem felsefi hem de iktisadi olarak güçlü bağlara
sahip olan kapasite yaklasımı, bu çalısma için önem arz eder. Đnsani gelisme yaklasımı
ile, kalkınmanın hedefi, üç temel kapasitenin genisletilmesi yoluyla insan yasamının
değerinin artırılması halini alır. Bu çerçevede insani gelisme yaklasımının temel
unsurları ve bu yaklasımın ortaya çıkısını sağlayan Đnsani Gelisme Raporları ve diğer
çalısmalar, bu çalısmanın kapsamı içerisindedir.
Đnsan refahının ölçülmesi konusunda çalısmada ele alınan iki ayrı görüsün farklı
ölçüm yöntemleri mevcuttur. Geliri içeren tek boyutlu bir analizi benimseyen neoliberal
yaklasım, ne yoksulluğu ne de insan refahını tam olarak açıklamada önemli sorunlar
yasar. Çok boyutlu bir anlayıs sunan insan gelisme yaklasımı ise, insani gelisme için
gereken farklı unsurları içeren birçok farklı endeks ortaya koyar.
Her ne kadar Đnsani Gelisme Endeksi her gelismislik düzeyindeki ülkeler için
hesaplanıyor olsa da, çalısma içerisinde yapılan analizlerde öncelikli olarak gelismekte
olan ve Đnsani Gelisme Endeksi trendinde hızlı veya düsük düzeyde gelisme kaydeden
ülkeler ele alınmıstır. Ayrıca gelismekte olan ülkelerin karakteristiklerinin incelenmesi,
bu ülkeler için gereken kalkınma anlayısının anlasılabilmesi açısından önemlidir.
1.3. Çalısmanın Amacı
Merkezine insanı alarak, özgürlüğe ve temel kapasitelere odaklanan insani
gelisme yaklasımı ile, iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan ve rasyonaliteyi
evrensel bir kosul olarak kabul eden neoliberal yaklasımın kavramsal çerçevelerinin
4
incelenmesi ve karsılastırılması, ölçümlerindeki ve genel hatlarındaki farklılıkların
anlasılması bu çalısmanın amacını ifade etmektedir. Aynı zamanda bu çalısmayla hangi
politikaların gelismekte olan ülkelerde, bu ülkelerin karakteristik özellikleri de dikkate
alındığında, çözüm olabileceğini ve bu ülkelerde insani gelisme sürecinin olumlu yönde
nasıl gerçeklesebileceğini anlamak hedeflenmistir.
1.4. Çalısmanın Planı
Giris ve sonuç bölümleri de dahil olmak üzere, bes bölümden olusan tez
çalısmasının birinci bölümünü çalısmanın önemi, amacı, kapsam ve kısıtlarını içeren
giris kısmı olusturmaktadır. Đkinci bölümde, farklı anlayıslarının anlasılabilmesi için,
iktisat literatüründe kalkınma kavramı, kalkınma ve büyüme ayrımı, kalkınma ve
büyüme iktisadının kırılma noktaları ve geleneksel kalkınma anlayısından insani
gelisme anlayısına geçis süreci ele alınmaktadır.
Çalısmanın üçüncü bölümünde, insan refahının ölçülmesi konusu incelenmistir.
Đlk önce iktisadi refahın nasıl ölçüldüğü açıklanmaya çalısılmıs, ardından yalnızca
iktisadi refahı içermeyen ve sosyal-siyasal değiskenleri de analizine dahil eden ölçümler
incelenmistir. Bu bağlamda da merkeze gelir veya harcamaları koyan neoliberal
yaklasım ile merkezine insanı koyan insanı gelisme yaklasımı karsılastırılmıs ve ölçüm
endeksleri açıklanmıstır.
Merkezine geliri koyan geleneksel iktisadi anlayısın kullandığı bir ölçüt olarak
GSMH'nin insan yasamını veya insanın değer verdiği seyleri ölçmede sorunlar yasadığı
uzun bir süredir tartısılmaktadır. Robert F. Kennedy'nin de, 1968'deki ünlü
konusmasında1, eğer insan yasamı, GSMH ile değerlendiriyorsa, Amerika'nın
dünyadaki en yüksek GSMH değerine sahip olduğunu belirtirken, diğer taraftan, bu
değerin hesaplanmasında, nükleer silah üretiminden, sigara reklamlarına kadar birçok
unsurun ölçüme dahil edildiğini, ancak bu ölçümün, çocukların sağlığını, eğitimlerinin
kalitesini ve oyunlardan aldıkları zevki, siyasal tartısmaların düzeyini ve siyasetçilerin
dürüstlüğünü yok saydığını, hatta ne insanın duygularını ne de cesaretini dikkate
almadığını ifade ederek, konusmasını "GSMH, hayatı değerli kılan unsurlar hariç, her
seyi ölçmektedir" seklinde etkili bir cümleyle bitirdiği görülmektedir. Bu ifade ve bu
bağlamda, hayatı değerli kılan unsurların ölçüme dahil edilme çabası önemlidir. Öyle
1 Kansas Üniversitesi'ndeki bu konusmanın tam metnine, http://www.jfklibrary.org/Research/Ready-
Reference/RFK-Speeches/Remarks-of-Robert-F-Kennedy-at-the-University-of-Kansas-March-18-
1968.aspx adresinden erisilebilir.
5
ki, Đnsani Gelisme Raporları'nda sunulan ve temel insan kapasitelerini ölçmeye çalısan
Đnsani Gelisme Endeksi ve bu endeksi destekleyen Đnsani Özgürlük Endeksi, Cinsiyet
Esitsizliği Endeksi, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi, Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani
Gelisme Endeksi gibi diğer tüm endeksler de böylesi bir amaçla yola çıkmıslardır.
Đnsanın hayatını değerli kılan unsurlarını ölçmeye çalısan bu endeksler, bu bölümün
inceleme konusu içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda bu bölümde bu endeksler
incelenirken, özgürlük, esitlik ve esitsizlik, çok boyutlu yoksulluk gibi kavramların
analizlerine de yer verilerek, insani gelismenin içeriğinin çok daha rahat kavranmasına
yardımcı olunmaya çalısılmıstır.
Çalısmanın dördüncü bölümünde, ülkeler arasındaki refah farklılıklarının
nedenlerinin anlasılması noktasından hareketle, gelismekte olan ülkeler için en uygun
kalkınma politikası anlasılmaya çalısılmıs, bu bağlamda neoliberal politikalarla, insani
gelisme yaklasımının en genis bağlamda karsılastırılması yapılmıstır. Dünyadaki bazı
ülkelerin neden zengin bazılarınınsa neden yoksul kaldıkları üzerine literatürde birçok
çalısma bulunmaktadır. Bunlar, salt iktisadi nedenlerden, coğrafik, siyasi, kültürel,
etnik, dini, sosyal veya tarihsel olanlara kadar değismektedir. Kalkınma sürecinin salt
iktisadi unsurları değil, diğer tüm unsurları da içerisinde barındırması gerektiği
düsüncesiyle, insani gelismenin, seçilmis gelismekte olan ülkeler için incelenmesi
yapıldıktan sonra, insani gelisme göstergeleri Türkiye için de incelenmis ve Türkiye'nin
kalkınma sürecinin analizi yapılmaya çalısılmıstır.
Son olarak çalısmanın besinci bölümü, sonuç ve öneriler kısmını içermektedir.
Đnsani gelisme yaklasımı ile neoliberal politikaların karsılastırılmasından ne gibi
sonuçlar elde edildiği ifade edilmis ve bu bağlamda gelismekte olan ülkeler için
kalkınma sürecinde etkili olabilecek bir politika önerisi sunulmaya çalısılmıstır.
6
BÖLÜM II
KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐSĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐSME
2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği
Toplumun ve ekonominin tüm unsurlarıyla birlikte iyilestirilmesi, en genis
anlamda kalkınma1 olarak tanımlanır. Bu bağlamda kavram, yalnızca rakamsal artısı
ifade eden büyüme kavramından ayrılır. Kalkınmanın yalnızca gelirle iliskili olmadığı
ve bu bağlamda büyümeyle aynı seyi ifade etmediği evrensel olarak kabul edilmistir. Bu
düsünce, konuyla ilgili bir çok çalısmayla da desteklenmistir2.
Kalkınma, anlamsal olarak arzulanır bir içeriğe sahiptir. Đnsanoğlu da bu nedenle
uygarlık tarihinin en basından beri bir kalkınma çabası içerisinde olmustur. Bu noktada
kalkınmanın esas hedeflerinin içeriği önemlidir. Bu hedefler; yiyecek, barınma, eğitim
ve sağlık gibi hayatın sürdürülebilmesi için gereken temel malların sahip
olunabilirliğinin artırılması ve bu malların dağıtımının genisletilmesi, yasam
standartlarının artırılması ve iktisadi, sosyal tercihlerin sınırlarının genisletilmesini
içerdiği noktada asıl anlamına ulasır (Todaro ve Smith, 2009, s. 22). Dolayısıyla,
böylesi bir ortamda, kalkınmanın temel aktörü olan insan da; yasamak ve yasamını
devam ettirebilmek için doğayı kontrol altına almayı, yasam standartlarını yükseltmeyi,
istihdam olanaklarını genisletmeyi ve çalısma kosullarını iyilestirmeyi, bu çabaları
gerçeklestirirken çevreye en az zararı vermeyi, ve sonunda da, ekonomik, siyasal ve
sosyal yönden özgürlük düzeyini yükseltmeyi hedefler (Kaynak, 2007, s. 59). Nobel
ödüllü iktisatçı Amartya Sen, Özgürlükle Kalkınma adlı eserinde, kalkınmayı, insanların
yararlandığı gerçek özgürlükleri genisletme süreci olarak ifade eder. Bu görüse göre,
özgürlüklere odaklanmak, kalkınmayı gayrisafi milli hasılanın büyümesiyle, bireysel
gelirlerdeki artısla, sanayilesmeyle, teknolojik ilerlemeyle ya da toplumsal
modernlesmeyle özdeslestiren daha dar kapsamlı anlayıslara ters düser (Sen, 2004, s.
17). Dolayısıyla iktisadi büyüme tek basına bir amaç olarak görülmez, çünkü
kalkınmanın daha çok, yasam standardımız yükseltmek ve yararlandığımız özgürlükleri
1 Bu çalısmada kalkınma ve gelisme kavramları es anlamlı olarak kullanılacaktır. Kalkınma Đktisadı,
Dünya Kalkınma Raporu, insani gelisme, gelismekte olan ülkeler, azgelismislik gibi.
2Tezde de yoğun olarak tartısılmakla birlikte; konuyla ilgili olarak bakınız: Sen (1983a, 2004), Streeten
vd. (1981), UNDP (1990, 1991), ul Haq (1995), Ray (1998), Ghatak (2005) ve Todaro ve Smith (2009).
7
gelistirmekle ilgili olması gerekir. Değer verdiğimiz özgürlükleri genisletmek sadece
yasamımızı daha zengin ve daha engelsiz hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda kendi
irademizi kullanarak ve içinde yasadığımız dünya ile etkileserek -ve onu etkileyerekdaha
bütünsel sosyal kisiler olmamızı sağlar (Sen, 2004, s. 29). Sen'in görüsleri,
kalkınmanın içerik olarak yalnızca gelirdeki artısla iliskili olmadığını ve çok boyutlu bir
anlam içerdiğini açıkça gösterir. Yani, kalkınmadan bahsedildiğinde onun, yalnızca
iktisadi (parasal) olarak ifade edilen göstergelerin iyilestirilmesini değil, aynı zamanda
sosyal, siyasal ve kültürel kosulların da gelistirilmesini ifade ettiğini anlamak gerekir.
Kisi basına düsen milli gelirde gerçeklesen bir artısın, insanların yasam
standartlarında da otomatik olarak bir artısa neden olacağı, dolayısıyla kalkınmanın -bir
dönem kullanılmıs olduğu gibi- büyüme ile es değerli olması düsüncesi zaten pek de
anlamlı görünmemektedir. Öyle ki yüksek kisi basına düsen gelire sahip farklı iki
ülkenin insanlarının ortalama yasam standartları esit olmayabilir3 (Ghatak, 2005, s. 30).
Kalkınma, gelirdeki artısın yanında aynı zamanda, yasam beklentisinde, sağlık
hizmetlerinde ve eğitim olanaklarında da ilerlemeyi veya gelismeyi ifade eder.
Yoksulluğun ve yetersiz beslenmenin ortadan kaldırılması, temiz içme suyu
kaynaklarına ve sağlık hizmetlerine ulasılması, bebek ölümlerinin azalması, bilgiye
erisimin kolaylasması, okullasmanın ve sonuçta da okuryazarlığın artması, kalkınmanın
kalitesini yükseltir (Ray, 1998, s. 8). Kalkınmanın bu çok boyutlu içeriğinde, gelir
unsuru bir sonuç veya amaç (end) olarak değil, bir araç (mean) olarak görülür. Bu
bağlamda kalkınmanın hem araç, hem de sonucunun insanın bizzat kendisi olduğunun
anlasılması önemlidir (Streeten, 1994, s. 232). Kalkınmanın insani boyutu, kalkınma
tartısmalarına eklenen önemsiz bir mevzu değildir. Kalkınmada geleneksel yaklasımın
tekrar düzenlenmesi adına tamamen yeni bir perspektiftir. Bu düsünceyle birlikte,
insanoğlu iktisadi bir soyutlama olmaktan çıkarak, kalkınmanın yasayan ve eyleyen
öğeleri haline gelir. Böylece de kalkınmanın esas öznesi ve nesnesi olmus olur (ul Haq,
1995, s. 11).
Kalkınmanın insani boyutu ilerleyen bölümlerde daha detaylı olarak
incelenecektir. Ancak daha önce, kalkınma kavramının içeriğinin daha iyi anlasılması
gerekir. Bu nedenle simdiki bölümde kalkınma düsüncesinin ve Kalkınma Đktisadı'nın
tarihsel evrim süreci incelenecektir. Çünkü bu kalkınmanın evrim sürecinin anlasılması,
insani gelisme kavramının ortaya çıkısının gerekliliğiyle yakından iliskilidir.
3 Đnsani gelisme yaklasımında da önemli bir yere sahip olan bu düsünce, ilerleyen bölümlerde detaylı
olarak incelenecektir.
8
2.2. Kalkınma Đktisadı’nın Tarihsel Gelisimi
Kalkınmanın tarihsel gelisimine bakıldığında, kavramın, tarihin farklı
dönemlerinde farklı anlamlarda kullanılabilmis olduğu görülmektedir. Đlerleme,
sanayilesme, modernlesme, genisleme, büyüme gibi kavramlarla iç içe geçen kalkınma
kavramının anlamsal içeriği de aynı hızda değisim göstermistir. Adam Smith’in
Ulusların Zenginliği’ndeki kalkınma tanımı, “Đngiltere’nin bolluk ve yeniliğe doğru
ilerleme sürecini” ifade ederken, Đkinci Dünya Savası sonrasında kalkınma,
modernlesme ve sanayilesme ile esdeğer anlamda kullanılmıs, bu dönem kalkınma
teorileri ise kalkınmayı, düsük üretkenlik, geleneksel teknoloji, azalan verimler ve
hammadde üretim sektörü yerine, artan üretkenlik, modern teknoloji, artan verimler ve
genellikle sanayi sektörünü ikame eden bir büyüme süreci olarak görmüslerdir (Arndt,
1981, s. 457; Adelman, 1999a, s. 4).
Teorik olarak kalkınma disiplininin kökenlerinin Adam Smith’e dayandığı
söylenebilir. Ancak, kalkınma kavramı anlamsal olarak, Adam Smith’in çalısmalarından
önce fizyokratların çalısmalarında dahi görülebilmektedir. Öyle ki William Petty, 1676
yılında yayımlanan eserinde “Fransızlar çok hızlı büyümüstür”4 seklinde bir görüs ifade
etmistir. Bu görüs, her ne kadar ana hatlarıyla gelire bağlı (rakamsal) büyümeyi belirtse
de; Petty'ye göre, yasam standartlarına yönelik bir endiseyi de içerisinde barındırır.
Dolayısıyla bu görüsün kalkınma iktisadını ilgilendirdiği ve konuyla ilgili ilk
düsüncelerden biri olduğunu ayrıca kabul etmek gerekir (Sen, 1988, s. 10).
2.2.1. Kalkınma Đktisadı’nın Teorik Kökenleri
Kalkınma Đktisadı’nın teorik kökenlerine bakıldığında, kalkınma kavramına
iktisat literatüründe birçok iktisatçı tarafından, doğrudan kullanılmasa bile, anlamsal
içerik açısından değinilmis olduğu görülmektedir. Bu çalısmada, teorik olarak disiplinin
kökenleri Adam Smith’e dayandırılacaktır. Đktisadi gelisme yolunda nüfus teorisiyle
kavrama değinen T. R. Malthus ve kalkınmanın itici gücünün ticaret ve teknik yenilikler
olduğunu savunan David Ricardo, kalkınmacı görüsleriyle Adam Smith’in takipçileri
olarak görülebilir. David Ricardo’nun görüslerini gelistirerek kalkınmaya farklı
görüsleriyle katkı yapan iktisatçılar K. Marx, J. S. Mill ve J. A. Schumpeter'dir. David
Ricardo’nun öncelikle yöntemini elestirerek karsıt görüs gelistiren Alman tarihçi okulu
4 Belirtilen ifade, William Petty’nin 1676 yılında yazdığı ve 1690 yılında yayımlanan “Political
Arithmetick” adlı eserinde, “French grow too fast” seklinde geçmektedir.
http://socserv.mcmaster.ca/econ/ugcm/3ll3/petty/poliarith.html (Erisim Tarihi: 01.08.2010)
9
iktisatçılarından özellikle W. Roscher ve B. Hildebrand’ın da kalkınmanın anlamsal
içeriğine katkı yapmıs oldukları söylenebilir. II. Dünya Savası sonrası "Kalkınma
Đktisadı" adıyla ortaya çıkan yeni disiplinin ise, yoğun olarak J. A. Schumpeter’in ve J.
M. Keynes’in görüslerinden yararlandıkları görülmektedir (Willis, 2005).
Özellikle ilk dönem Klasik Đktisatçıların (ya da çoğu ilk dönem Đktisatçıların)
hepsinin bir açıdan kalkınma iktisatçısı olduklarını ifade etmek gerekir. Çünkü hepsi,
sanayi devrimiyle birlikte endüstriyel dönüsüm süreci yasayan -çoğu zaman Đngiltere
olmak üzere- gelismekte olan ekonomilerle ilgilenmislerdir (Bardhan, 1993, s. 130).
Öyle ki, kalkınma sorunlarıyla ilgilenilmesi çok önceleri baslamıs olsa da, bunların daha
çok Batı Avrupa ülkelerindeki iktisadi problemlerin analizine yönelik çalısmalar olduğu
görülmektedir. Öyle ki, 1776’da yayımlanan Ulusların Zenginliği adlı kitabında çağını
oldukça iyimser bir sekilde anlatmaya çalısan Adam Smith, bu çerçevede ulusların
zenginliklerinin özelliklerini ve nedenlerini arastırmıs ve piyasa merkezli bir yaklasımla
kalkınma sorunlarıyla ilgilenmistir. Tasarruf miktarı ve sermaye birikimini kalkınma
yolunda önemli bir faktör olarak izah eden ve iktisadi gelisme için üretime daha fazla
ilgi gösterilmesi gerektiğini savunan Smith, coğrafi açıdan da on sekizinci yüzyıl
Đngiltere’sini ve Batı Avrupa’sını incelemistir (Smith, 1994[1776]).
Adam Smith’in ardından, David Ricardo da kaynağını ve ilhamını Adam
Smith’ten aldığı iktisadi büyüme için esas itici gücün ticaret olduğu görüsüyle
“karsılastırmalı üstünlükler teorisini” ortaya atmıstır. Ülkelerin her seyi kendileri
üretmek yerine karsılastırmalı üstünlüğe sahip oldukları malda uzmanlasmaya
gitmelerini savunan Ricardo, bu sayede üretimin daha etkin olabileceğini, böylece de
büyüme için daha yüksek kapasiteler yaratılabileceğini ve kıt kaynakların daha etkin
kullanılabileceğini ifade etmistir (Willis, 2005, s. 33). Yine, David Ricardo’nun da
kitabında sarap ve kumas üretimini ve ticaretini ele alarak karsılastırdığı ülkeler,
Portekiz ve Đngiltere gibi iki Batı Avrupa ülkesidir (Ricardo, 1821[1817], s. 142-145).
Đngiltere’de Adam Smith ve David Ricardo, kalkınmanın içeriğine katkıda
bulunurken, Almanya’da da kalkınma konusunda çalısan iktisatçılar bulunmaktaydı.
Kendilerini “tarihçi okul” olarak adlandıran bu okula mensup iktisatçılardan Wilhelm
Roscher, 1843 yılında yayımlanan Tarihçi Metoda Dayalı Olarak Politik Ekonomi
Derslerinin Özeti adlı kitabında, iktisadi kalkınma yasalarının, ulusal tarihin ve
ulusların, tıpkı insanlar gibi gençlik, yetiskinlik ve yaslılık dönemleri olacağını
belirtmistir. Yine aynı dönem ve aynı okul iktisatçılarından Bruno Hildebrand da,
kendine amaç olarak iktisadi kalkınmanın yasalarını bulmayı seçmistir. Hildebrand,
10
mevcut mübadele araçlarını kriter olarak kullanarak, kalkınma asamalarını; doğal
mübadele asaması, paralı mübadele asaması ve kredili mübadele asaması olarak üçe
ayırmıstır. Roscher’in kötümser yaklasımının aksine, Hildebrand’ın yaklasımının
ilerleyici ve iyimser olduğu görülmektedir. Gerçekten de Hildebrand, toplumların bir
doğrusal gelisme süreci içerisinde olduklarını ve bir asamadan diğerine geçisin bir
ilerlemeyi gösterdiğini kabul etmektedir (Savas, 2007, s. 503).
Kalkınma düzeyleri üzerine çalısan bir baska Alman iktisatçı da Friedrich
List’tir. List’in çözümleme ölçeği, Neoklasik kuramda olduğu gibi birey veya
Marksizm'de olduğu gibi belirli bir toplumsal sınıf değil, ulustur. O’na göre, sosyal,
sivil ve politik kosul ve kurumlar veya kısaca toplumun organizasyonu, bir ulusun
kalkınma (sanayilesme) sürecinde yasamsal bir rol oynar. 1846’daki ölümüne kadar
çesitli ulusların tarihlerini inceleyen List, ulusal ekonomilerin asamalı kalkınmasını fark
etmistir. Buna göre, tarihsel deneyimlerin toplamı, onun asamalar kuramının ve böylece
de, önerdiği dıs ticaret politikasının temelini veya altyapısını olusturmaktadır. List, söz
konusu asamalar kuramında ulusları; i) ilkel yabanilik asaması, ii) çobanlık asaması, iii)
tarım asaması, iv) tarım-sanayi asaması ve v) tarım-sanayi-dıs ticaret asaması seklinde
bes ana kalkınma asamasına koyar. List, Đspanya, Portekiz gibi ülkelerin üçüncü;
Avusturya, Almanya ve Kuzey Amerika’nın dördüncü; buna karsılık yalnızca
Đngiltere’nin besinci asamada olduğunu ifade eder. O'na göre, Đngiltere’nin ardından bu
son asamaya en yakın olan ülke ise Fransa olabilir (Kibritçioğlu, 1996, s. 53-55; List,
1885 [1841]).
David Ricardo’nun görüslerinden etkilenen bir iktisatçı olarak, Karl Marx’a göre
ise iktisadi kalkınma, “gelisen” bir toplum veya iktisadi sistemi ifade etmektedir (Arndt,
1981, s. 460). Marx’ın felsefi düsüncesine göre, hiçbir durum sonsuza kadar aynı
niteliğini sürdürmez ve yeni bir duruma dönüsme potansiyelini içinde tasır. Yani
değisim süreklilik arz eder. Marx’a göre, bir toplumun iktisadi yapısını, bilgi ve
teknolojinin de içinde yer aldığı üretim güçleri yani maddi altyapı belirlemektedir.
Bunun yanı sıra dil, din, sanat, ahlak, hukuk kuralları vb. unsurların olusturduğu yapı da
üstyapıyı olusturur. Bir toplumsal gelisme asamasından diğerine geçisi sağlayan faktör,
altyapıdaki yani üretim güçlerindeki değismedir. Marx’a göre, insanlık tarihi; sırasıyla,
ilkel toplumlar, kölecilik, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve son olarak komünizm
asamalarından geçer (Berber, 2004, s. 78-80) Marx’a göre, insanlık kaçınılmaz bir
sekilde mülkiyet ve üretim iliskilerine bağlı olarak sınıf çatısmalarının belirlediği belli
devrelerden geçmek zorundadır. Bu bakımdan, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve
11
komünist toplumlar insanlık tarihinin kaçınılmaz asamalarıdır (Kaynak, 2007, s. 36).
Yani bu bağlamda Marx’ın, kalkınmayı tarihsel perspektif içinde ve sınıf çatısmasına
bağlı bir olay olarak ele alıp incelemis olduğu görülmektedir (Savas, 2007, s. 831).
Yirminci yüzyılın baslarına gelindiğinde ise, iktisat bilimindeki yöntemsel
karmasa ve özellikle 1929 yılındaki Büyük Bunalım ile, iktisadi kalkınmada piyasa
merkezli yaklasımın aldığı darbe sonrasında iktisatçılar, ülkelerin ekonomileriyle ilgili
yeni anlayıslar gelistirmeye baslamıslardır. Bunlardan en önemlisi 1936 yılında
yayımlanan Genel Teori isimli kitabıyla J. Maynard Keynes’tir. Keynes’e göre, Adam
Smith ve destekçilerinin savunduğu gibi serbest piyasa doktrini olumlu bir kuvvet
değildir. Klasik iktisatçıların aksine Keynes, iktisadi büyümenin sağlanmasında devlete
önemli bir rol öngörür. Keynes, piyasanın islemesini serbest bırakmak yerine,
hükümetlerin ya değisken faiz oranları gibi para politikalarıyla ya da doğrudan hükümet
harcamalarıyla, yatırım sağlamak için ekonomiye müdahale edebileceklerini savunur.
Öyle ki, Keynes'e göre, büyümenin anahtarı da reel yatırımlardır. Bu yatırımlar,
istihdam yaratmaya olumlu etki yapacak, çarpan etkisi nedeniyle de refahı artıracaktır.
Diğer yandan, her ne kadar Keynes, Güney ülkelerinin iktisadi kosulları hakkında
özellikle bir seyler yazmamıs olsa da, hükümet aktivitelerini içeren görüsleri, savassonrası
dönemdeki kalkınma müdahalelerinde ve bu dönem kalkınma iktisatçılarının
teorilerinde yoğun olarak kullanılacaktır (Willis, 2005, s. 34).
Son olarak, kalkınma literatürüne katkıda bulunan bir diğer iktisatçı da Joseph
Alois Schumpeter’dir. Đngilizce çevirisi 1934 yılında yayımlanan Đktisadi Kalkınma
Teorisi adlı kitabında, iktisadi kalkınmanın, her bir durumun, kendinden bir öncekinin
ısığında anlasılabileceği birbirini izleyen tarihsel durumlardan meydana geldiğini ifade
eder (Witt, 2002, s. 12). Schumpeter’e göre yaratıcı yıkım5, kapitalizmde yasam
kalitesinde artısı sağlayacak bir rekabet seklini ifade eder. Yaratıcı yıkım, teknolojik
ilerlemenin iktisadi büyüme ve yasam standartlarında gelismenin esas kaynağı olduğu
bir süreçtir (Diamond, 2006, s. 122). Ekonominin teknolojik performansının temelinde
ise girisimci yer alır. Onun kapitalizminde girisimciler tarafından sergilenen her
yenilikçi girisim, sürdürülebilir uzun-dönem iktisadi büyümenin itici gücüdür. Öyle ki,
ekonomik değismeyi yaratan temel unsur olan yenilikler olmazsa ekonomik yasam,
5 J. A. Schumpeter tarafından gelistirilen bir kavram olan yaratıcı yıkım; yenilikçi süreci içerisinde
barındırdığı için yaratıcı, ancak değisen teknolojiye ayak uyduramayan girisimcileri de piyasa dısına ittiği
için yıkıcıdır.
12
durağan denge halinde kalacak, dairesel akımlar her yıl aynı kanallarda ve aynı
büyüklükte devam edecektir (Savas, 2007, s. 834)
2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru
Adam Smith, David Ricardo, John S. Mill, Thomas Malthus gibi Klasik
Đktisat’ın öncü isimlerinin çalısmalarında görülen kalkınma kavramı ne var ki, bu ilk
yıllarında bağımsız bir inceleme alanı olarak görülmemekte, iktisadın bütünü içerisinde
incelenmekteydi. Ayrısma, biri maksimizasyon, diğeri rasyonellik olan iki temel
aksiyom üzerine kurulan marjinalist okulun, özellikle 1870’lerden sonra, iktisadın ilgi
alanını formellestirmesiyle birlikte gerçeklesmeye baslamıs ve iktisat, teorik modellerin
ölçümüne yönelmistir; kalkınma da daha çok, çevre ülkelerin (periphery) gelisme
sorunlarıyla ilgilenen bir inceleme alanına dönüsmüstür. Böylece, kavramın gerçek
anlamda ortaya çıkısı ve yükselise geçisi de, ancak yirminci yüzyılın ortalarında,
sömürge olan ülkelerin siyasi bağımsızlıklarını kazanmasıyla gerçeklesebilmistir (Basu,
1997, s. 6; Demir, 1996, s. 16).
Gerçekten de, 1870’lerde yasanan marjinalist devrimle birlikte iktisat, ilgi
alanını ulusların nasıl zenginleseceğini arastıran ekonomi-politikten iktisadın bir bilim
haline getirilmesi uğrasına çevirmistir. Öyle ki, kalkınma iktisadının yeni bir disiplin
olarak ortaya çıkısına kadar, iktisadi büyüme konusu, neredeyse bu dönem
iktisatçılarının tümü tarafından ihmal edilmistir. Bu iktisatçılar teorilerinde daha çok
fiyat ve kıt kaynakların optimal olarak dağıtılması problemiyle ilgilenmis ve esasında
iktisadi analizde statik Ricardiyan yaklasıma da sadık kalmıslardır (Pribram, 1983, s.
550). Spiegel (1971)’e göre de, marjinalist devrimin gerçeklesmesiyle birlikte, iktisadın
yapısı ve metodu, Klasiklerin politik iktisadından keskin çizgilerle ayrılmıstır. Öyle ki,
Adam Smith’in yoğun olarak ilgilendiği iktisadi büyüme konusuna daha az vurgu
yapılırken, onun yerine iktisat, toplam kaynakların verili miktarının dağıtımını konu
edinen bir bilim haline getirilmistir. Böylece iktisadi tartısma, toplam miktarların
incelenmesi yerine, bu toplamlarda ufak değisikliklerin incelenmesine kaymıstır.
Denge, esas kavramlardan biri haline gelmistir. Sonuçta dengenin, mikro iktisatta
uygulanmasıyla ve tüketici ile firma etrafında yoğunlasmasıyla birlikte, ulusal gelirin
saptanması, büyüme, kalkınma gibi makro iktisadi konular da artık tartısma konusu
olmaktan çıkmıstır (Spiegel, 1971, s. 506).
13
Đktisadın, evrensel geçerliliği olan bir dizi güçlü yasalardan olustuğu
önermesinden hareket eden marjinalist okul, yirminci yüzyılın ortalarında yasanan
bunalım sonucu, analizlerinin inanırlılığında büyük sıkıntılar yasamıs ve Kalkınma
Đktisadı da, bunu fırsat bilerek, yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmıstır (Hirschman,
2003, s. 26-28). Bu yeni disipline göre azgelismis ülkeler, gelismis ülkelerden farklı
olarak, Neoklasik düsünce okulunun görüslerinden farklı özellikler sergilemekteydiler.
Bu nedenle de kalkınma, bu iktisatçılar tarafından, merkez-çevre ayrısmasına bağlı
olarak, marjinalist okulun savunduğu gibi evrensel geçerliliği olan bir dizi analizden
ziyade, azgelismis ülkelerin ekonomik yapılarındaki bazı özelliklerin geleneksel iktisadi
analizin önemli bir kısmına uygulanamaz olduğu ve bunların ayrı olarak ele alınıp
incelenmesi teziyle savunulmustur6. Sonuç olarak da, bu iktisatçılar kendilerini, iktisadi
analizde daha önce dünyanın unutulmus bölgeleri olan Asya, Afrika ve Latin
Amerika’nın azgelismis ülkelerine yönelmis olarak bulmustur.
2.2.3. Kalkınma Đktisadı’nın Doğusu
Dünya Bankası tarafından her yıl yayımlanan Dünya Kalkınma Göstergeleri, kisi
basına gelir düzeyini, ülkeleri gruplara ayırırken kullanır ve alt sınır olarak dikkate
aldığı 11.905 A.B.D. dolarlık kisi basına gelir düzeyinin7 altında kalan ülkeleri düsük ve
orta gelirli ülkeler olarak gruplandırır. Buna göre, bugün dünyada 7 milyara yakın
insanın -üçte ikisi düsük gelirli ülkelerde olmak üzere- yaklasık 5.6 milyarlık kısmı bu
ülke gruplarında yasamlarını sürdürmektedirler (World Bank, 2010a, s. 3). Đktisat
literatüründe özerk bir inceleme alanı olarak yarım yüzyıldan fazla bir süredir yer
edinmis olan Kalkınma Đktisadı da, ilgisini özellikle bu ülkeler ve bu ülkelerdeki yoksul
insanların yasam standartlarında hızlı ve büyük ölçüde ilerleme sağlanması için gerekli
iktisadi, sosyal ve kurumsal mekanizmalar üzerinde yoğunlastırır (Todaro ve Smith,
2009, s. 25).
II. Dünya Savası sonrasında, uluslararası sistemde bir yandan siyasi
bağımsızlığına kavusan yeni ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıkmıs,
diğer yandan da Batı ülkelerinin, yeniden yapılanmalarını sağlamak için barıs ortamı
yaratma hedefleri ön plana geçmistir. Bu çerçevede "Kalkınma Đktisadı" adlı yeni
6 Düsük kisi basına gelir düzeyleri gösteren ülkelerde, Kalkınma Đktisadı’na ayrı bir disiplin olarak ihtiyaç
duyulup duyulmadığını sorgulayan bir makale olarak, bakınız; Lewis (1984).
7 2010 Dünya Kalkınma Göstergeleri’nde (World Development Indicators) yer alan ve 2008 yılına ait kisi
basına düsen gelir rakamlarına göre hesaplanmıs esik değeridir.
14
disiplin, daha önceki yıllarda üzerinde fazla durulmamıs olan azgelismis veya
gelismekte olan ülkelerin iktisadi sorunlarını karsılamak üzere ortaya çıkmıs, dünyanın
diğer tarafında ise Batı ülkeleri, savas sonrasında kendi içlerinde diplomasi ve
müzakerelerle yeniden yapılanma ve kalkınma sürecine girmislerdir.
Azgelismis veya gelismekte olan ülkelerin kosullarını inceleyen iktisatçıların, bu
ilk yıllarda, bu ülkeler için en önemli amacı belirli bir büyüme hedefi sağlamak olurken,
Batı ülkeleri ise kendilerine hedef olarak; ilk asamada kendi yeniden yapılanmalarını
sağlamayı, ardından da azgelismis ülkelerin mevcut ekonomik yapılarını gelistirerek,
bunun dünya ekonomisi üzerinde olumlu etkiler yaratmasını seçmislerdir. Bu bağlamda
yapılan çalısmalar da savastan sonra uluslararası ticaret ve sermaye hareketlerinin nasıl
hızlandırılabileceği ve azgelismis ülkelerin buna nasıl katkı sağlayabilecekleri gibi
konular üzerine olmustur. Örneğin, Kalkınma iktisadının ünlü isimlerinden Ragnar
Nurkse, 1953 yılında yayımlanan Problems of Capital Formation in Underdeveloped
Countries adlı eserinde, yoksulluk kısırdöngüsü (the vicious circle of poverty) adını
verdiği ünlü döngüden bahsetmekte ve görüsünü “bir ülke yoksul olduğu için
yoksuldur” seklinde açıklamaktadır (Nurkse, 1961 [1953], s. 4). Bu görüs, azgelismis
ülkelerin, sürekli olarak bir kısırdöngü içinde olduğunu, düsük gelir ve tasarruf
oranlarından dolayı neden-sonuç iliskisine bağlı olarak, sonuçta baslangıç noktasına
geri dönüsün olacağını ve gelismenin mümkün olamayacağını savunmaktadır.
Gerçekten de, azgelismis ülkelerde yeterli bir kalkınma hızını
gerçeklestirebilmek için ulusal gelirin önemli bir payını yatırıma ayırmak gerekir.
Yatırımların ana kaynağı, tasarruflar olduğuna göre, yüksek bir yatırım oranı
tasarrufların artırılmasına bağlı olacaktır. Ancak gelismekte olan (veya az gelismis)
ülkelerde ulusal gelirin yetersiz olması nedeniyle, tasarruf oranları düsüktür. Tasarruf
oranı düsük olduğundan yatırımlar artırılamamakta, dolayısıyla iktisadi verimlilik
artırılamamakta ve sonuç olarak ulusal gelir düsük bir düzeyde kalmaya devam
etmektedir (Seyidoğlu, 2007, s. 636). Yani düsük gelir düzeyiyle ifade edilen yoksulluk,
basladığı noktaya gelmis olacaktır. Đste bu noktada, gelismekte olan ülkelere, içine
düstükleri bu kısırdöngüden kurtulma adına dıs kaynaklara basvurma yolu, bir alternatif
olarak önerilmektedir. Bu çerçevede Nurkse, gerek azgelismis ülkelere uluslararası
kuruluslar eliyle yapılacak yatırımların, gerekse bu yatırımlar sonucunda kalkınmaya
baslayacak bu ülkelerden kaynaklanacak ithalat talebinin, Batı dünyasının yeni bir
bunalıma girmesini önleyebileceğini savunmustur. (Kaynak, 2007, s. 29).
15
Nurkse ile birlikte, Kalkınma Đktisadı olarak bilinecek yeni disiplinin öncüsü
olarak tanınan P. Rosenstein-Rodan da 1943 yılında yazdığı Problems of
Industrialization of Eastern and South-Eastern Europe adlı makalesiyle, Batı Avrupa
ülkeleri dısındaki ülkeler üzerine çalısan ilk iktisatçı olmustur ve makalesine,
“sanayilesmenin, Doğu ve Güneydoğu Avrupa gibi dünyanın sıkıntılı bölgelerinde
yalnızca o ülkeler için değil, dünyanın bütününün çıkarına olduğu” görüsünü
savunmakla baslamıstır. Bu bölgelerin uluslararası yatırımlar olmadan, kendi
kendilerine-yeterliği hedefleyerek sanayilesebileceklerini, ancak bunun bir takım
dezavantajlarının olduğunu ifade eden Rosenstein-Rodan, diğer bir sanayilesme
alternatifi olarak dünya ekonomisine uyum sağlamayı önermis ve bu tip bir
sanayilesmenin “bağımsız ekonomi” politikasına göre daha tercih edilebilir olduğunu
ifade etmistir (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 202-203). Ayrıca aynı çalısmasında büyük
itis olarak bilinen ünlü kalkınma görüsünü de tanımlayan Rosenstein-Rodan,
çalısmayan isçilerin topraklarından getirilip yalnızca bir sanayi sektöründe
çalıstırılmasıyla değil, ücretlerini harcayabilecekleri mal sepetlerinin üretilebileceği
farklı bütün sanayi sektörlerinde çalıstırılmalarının, dünya piyasasına en az rahatsızlığı
vererek dünya çıktısında genislemeye neden olacağını savunmustur. Böylece, dünyanın
sıkıntılı bölgelerinde sanayilesmenin hedefi, tarımsal olarak fazla nüfusa üretken
istihdam olanakları sağlayarak dünya ekonomisinde yapısal bir denge meydana
getirmek olacaktır (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 206, 210).
Diğer bir deyisle, Rosenstein-Rodan, 1943'teki çalısmasında, doğu Avrupa
ülkeleri için büyük-ölçekli, dıssal olarak finanse edilmis yatırımlar talep etmektedir. Bu
dönemde, genelde kalkınma iktisatçılarının bütününün üzerinde durduğu gibi benzer
hedefler, ülkelerin yoksulluk kısırdöngüsünden kurtulmaları için büyük bir itise ihtiyaç
duyduğu, bu çerçevede yabancı yardımlarla finansal bosluğun8 doldurulması ve
8 Evsey Domar'ın 1946 yılında yayımlanan Capital Expansion, Rate of Growth and Employment baslıklı
çalısması, Kalkınma Đktisadı'nın öncü çalısmaları için büyük önem arz etmektedir: Çalısma uzun dönem
büyümeden ziyade, ABD'deki kısa dönemli resesyonlar ve yatırımlar üzerine odaklanmaktaydı. Çalısmayı
yaptıktan on bir yıl sonra Domar, uzun dönemli büyüme için modelinin anlamsız olacağını savunarak
kendi modelini reddetse de, bu çalısması kalkınma iktisatçıları tarafından kullanılmaktan kurtulamadı.
Modelin temel amacı ekonomiyi eksik istihdama ve enflasyona maruz bırakmadan yürütebilmekti.
Kalkınma iktisatçıları, yoksul ülkelerde hedef büyüme oranının sağlanması için gereken yatırım oranını
belirlemek için modeli uygulamaya basladı. Gereken yatırımlar ile ulusal tasarruflar arasındaki fark da
finansal bosluğu olusturdu. Hedeflenen büyümeye ulasmak için, finansal bosluk da yabancı yardımlarla
dolduruldu. Ancak bu, yatırımlar ve büyüme arasındaki uzun dönemli bir iliskiden ziyade, yoksul ülkeler
için yardım ve yatırımlar sayesinde kısa-dönemli büyüme sağlayacak bir modelin öyküsü halini aldı
(Easterly, 1997, s. 2). Konu ile ilgili olarak bakınız; Easterly (1997) ve Domar (1946, 1957, s. 7-8).
16
kapsamlı bir planlama aracılığı ile tüm konularda harekete geçilmesi gerektiği gibi
hedeflerden olusmaktadır (Easterly, 2006, s. 293).
1930’lara kadar iktisadi arastırmanın esas odağının gelismis ülkeler üzerine
olduğu belirtilmisti. 1939’da Colin Clark, A Critique of Russian Statistics adlı kantitatif
çalısmasında, insanlığın büyük kısmının gelismis bir kapitalist sistemde yasamadığını
ortaya koymustur. Yine de kalkınma çalısmalarında ilk asamada asıl endise Avrupa
ülkeleri olmustur. Rosenstein-Rodan’ın adı geçen çalısması ve Kurt Mandelbaum’un
1945 yılındaki The Industrialization of Backward Areas adlı çalısmasında olduğu gibi,
ilgi halen güneydoğu Avrupa bölgeleri üzerinedir. Asya, Afrika ve Latin Amerika
ülkelerine yönelme, biraz daha zaman alacaktır. Elbette, bu ülkelerin sömürgelikten
çıkarılması ve siyasi bağımsızlıklarına kavusmaları bu yönelmede önemli bir etkendir
(Ghosh, 2008, s. 3; Ranis, 2004a, s. 2).
Kalkınma iktisadının savas sonrasındaki ilk on yılında, bu disiplin
iktisatçılarının üzerlerinde durdukları teoriler genelde; tüm ülkelerin bir Avrupa
modelini takip etmeleri gerektiğini savunan modernizasyon teorileri ve yerli iktisadi
büyümenin sağlanabilmesi için Güney ülkelerinin küresel ekonomiyle etkilesimini
sınırlandırmalarını savunan yapısalcı teoriler üzerine odaklanmıs ve bu çerçevede
Kalkınma Đktisadı literatürüne önemli çalısmalar eklenmistir. 1952 yılında yayımlanan
The Mechanics of Economic Development adlı çalısmasında Hans Singer (1952)9, nüfus
artıs oranı ile büyüme arasındaki iliskiyi incelemis, bu çerçevede varsayıma dayanan bir
sermaye-çıktı oranı ile Harrod-Domar modelini kullanarak, bir ülkenin %6 tasarruflar
ve %1.25 oranında bir nüfus artıs oranıyla durağan bir ekonomi olacağını savunmustur.
Ancak asırı-basitlestirmeye dayalı Harrod-Domar modeli, düsük tasarruf oranlarına
sahip ve aksine yüksek nüfus artıs oranlarına sahip gelismekte olan ülkeler için
açıklayıcı olmaktan uzak kalmıstır. Bu ülkeler, durağanlığı sağlamak bir yana iktisadi
olarak gerileme içerisine girmislerdir (Sen, 1983a, s. 750).
Bununla birlikte Arthur Lewis'in 1954 yılında yayımlanan Economic
Development with Unlimited Supplies of Labor adlı çalısması da kalkınma literatüründe
önemli bir yere sahiptir (Ranis, 2004b). Düalist bir ekonomi üzerine teorisini gelistiren
Lewis (1954), kalkınmanın kâra-dayanmayan tarım sektöründe çalısan emek fazlasının
kapitalist modern sektöre tasınmasıyla sağlanacağını öngörmüstür. Böylece, emek
9 Hans Singer, aynı zamanda Kalkınma literatüründe Singer-Prebisch tezi olarak da bilinen; ticaret
hadlerinin uzun dönemde tarım ürünü ihraç eden gelismekte olan ülkeler aleyhine ve sanayi ürünü ihraç
eden gelismis ülkeler lehine değiseceğini savunan ünlü tezin fikir babalarındandır.
17
fazlasının çokluğu nedeniyle, modern sektördeki ücretlerin de, fazla emek
içsellestirilinceye kadar artmayacağını savunmustur. Aynı zamanda Arthur Lewis de, az
gelismis ülkelerde gelirin çok düsük olmasından dolayı yüksek yoksulluk
düzeylerindeki insanların oldukça az tasarruf ettiklerini, bu kısırdöngüden kurtulmanın
da ancak yabancı yatırımlarla mümkün olacağını düsünmüstür (Willis, 2005, s. 42).
Bu dönemde önemli bir diğer katkı da 1960 yılında yayımlanan The Stages of
Economic Growth adlı çalısması ile W. W. Rostow'dan gelmistir. Daha önce kalkınma
üzerine çalısan iktisatçılardan ilham aldığı açık olan Rostow da kalkınma yolunda
ülkeler için bazı asamalar belirlemistir. Rostow, genelde kalkınma yerine, büyüme
üzerine odaklansa da, "daha gelismis" ve "az gelismis" ülkeler arasında bir ayrıma
gittiğinden ve onun "iktisadi büyüme asamaları", "daha gelismislik" durumuna doğru
giden yolu ifade ettiğinden, çalısması kalkınma literatürü için önemlidir. Rostow'a göre
kalkınmaya giden yol, i) geleneksel toplum, ii) kalkısa hazırlık, iii) kalkıs asaması, iv)
olgunluk asaması ve v) kitle tüketim çağı olmak üzere bes asamadan geçmektedir ve
kalkınma da, nüfusun büyük çoğunluğunun tüketici mallarına yüksek miktarlar
harcayabildiği, ekonominin büyük oranda tarımsal-olmadığı ve kentlesmenin daha
yoğun olduğu bir durum olarak ifade edilmistir (Willis, 2005, s. 40). Rostow'un, -D.
Hume'dan yararlandığı- düsüncesine göre yoksul ülkeler, geçis dönemlerinde düsük
ücret avantajı ve bir o kadar da halihazırda uygulamadıkları teknoloji birikimlerinden
faydalanabilecekleri için, zengin ülkeleri yakalama kapasitesine sahiptirler (Rostow,
1990, s. 29). Ayrıca Rostow, kalkınmanın komünist değil, kapitalist bir ortamda
meydana gelebileceğini savunmustur. Kalkınmanın, Rostow tarafından modernlikle
yoğun iliskili olarak tanımlanması ve yoksul ülkeler tarafından bir yakalama stratejisini
içermesi, onu modernizasyon teorilerinin en önemlilerinden biri yapar (Willis, 2005, s.
39-40).
Sonuç olarak, 1950'li yıllarda kalkınmada temel konular; sanayilesme, hızlı
sermaye birikimi, issiz emeğin hareketliliği ve planlama ile iktisadi olarak aktif
hükümet olurken, temel hedef de GSMH büyümesi olmustur (Sen, 1983a, s. 746). Bu
hedefin gelistirilmesi yolunda, genellikle sanayilesme politikaları ve yabancı
yatırımlardan yararlanmaya yönelik politikalar önerilmistir. Đnsanı henüz kalkınmada
önemli bir aktör olarak görmeyen bu ilk dönem yaklasımların, insana henüz "emek
fazlası" olarak baktıkları açıkça görülmektedir.
Kalkınma Đktisadı’nın ikinci on yılında, yine modernizasyon teorileri ve ayrıca
Güney ülkelerinin Kuzey ülkelerinin sömürüsü nedeniyle yoksul olduğunu savunan
18
bağımlılık teorileri ön planda olmustur. Yeni disipline olan yoğun ilgi, literatüre bir çok
çalısmayla katkı yapılmasını sağlamıstır. Albert O. Hirschman (1958) ve Paul Streeten
(1959), daha önceki kalkınma iktisatçılarının savunduğu dengeli büyüme düsüncesine
karsı dengesiz büyüme yaklasımını savunmuslardır. Hirschman, bölgeler arasındaki
esitsizliklere değinmis ve kalkınma sürecinde bazı bölgelerin diğerlerine oranla daha
ileride olabileceğini ve bu dengesizliğin kalkınmayı kolaylastıracağını savunmustur.
Hirschman'ı bu düsünceye iten, az gelismis ülkelerde piyasanın darlığı ve mali
yetersizliklerin aynı anda pek çok sektöre yatırım yapılmasına imkan vermemesi
olmustur. Bu nedenle, Hirschman'a göre, bazı kilit sektörlere ağırlık verilerek yapılacak
yatırımlar ve sağlanacak "kalkıs" diğer sektörlerin gelismesine de yol açacaktır (Acar,
2008, s. 105-106). Aynı fikirde olan bir diğer kalkınma iktisatçısı Streeten'e göre de,
dengesizlik büyümeyi uyaracak, bu da yeni dengesizliklere ve ilave uyarıcılara rehberlik
edecektir (Streeten, 1959, s. 190).
Aynı dönemde S. Kuznets (1955), gelir esitsizliği ve büyüme arasındaki iliskiyi
inceleyen Economic Growth and Income Inequality adlı çalısmasında uzun-dönemli
iktisadi kalkınma yöntemlerini incelemistir. Buna göre de ülkeler gelistikçe, bu
ülkelerdeki gelir esitsizliğinin önce yükselip zirve yapacağını, ancak belirli gelismislik
düzeylerine ulastıktan sonra bu esitsizliğin azalacağını savunmus, bunu da
karsılastırmalı ülke ve zaman serisi analizleriyle belgelemistir. Esitsizliğin azalması
konusunda yapılan çalısmalar arasında, yeni dönem çalısmalardan Acemoğlu ve
Robinson'un çalısması, gelir esitsizliğindeki bu azalan kısmı, politik reformlara ve
ardından gelen etkilere bağlamaktadır. Ne var ki, politik reformlara da, eğrinin artan
kısmında yasanan sosyal gerginlik ve politik istikrarsızlıkların sebep olduğunu ifade
etmekte, ancak ampirik sonuçların da gösterdiği gibi, böyle bir eğrinin tüm kalkınma
örüntülerini açıklamada yetersiz kalacağını belirtmektedirler. Bu çerçevede de
kalkınmanın bir Kuznets eğrisine sebep olmayacağını öngören bir politik ekonomi
modeli önermektedirler (Acemoğlu ve Robinson, 2002, s. 183, 199). Diğer yandan,
Kuznets'in aynı çalısmasında kisisel gelir dağılımı için insanoğlunun; üretici, tüketici ve
tasarruf edici olarak, tepki ve davranıs örüntülerinin anlasılmasının önemli bir baslangıç
noktası olduğunu ifade etmesi (Kuznets, 1955, s. 27), insanın, bu dönem iktisatçıları
tarafından iktisadi analizlere dahil edilmesi çabasına yol açmıstır. Bu çerçevede "insan
sermayesine yatırım" düsüncesi ön plana çıkmıstır. Öyle ki, Mincer (1958) ve Schultz
(1961)’un bu dönemde insan sermayesi üzerine çalısmaları önemlidir. Öyle ki Schultz
(1961, s. 16), bir iktisadi sistemin en ayırt edici özelliğinin insan sermayesinde sağlanan
19
büyüme olduğunu, bu nedenle insanın bilgi ve becerisini artırmak için yapılan
yatırımların önemli olduğunu ifade etmektedir.
Tablo 1
1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının Evrimi
Hedefler Teoriler Politika ve
Stratejiler
Veri
Sistemleri
Öncü Đsimler /
Çalısmalar
1950’ler - GSMH
büyümesi
- Büyük itis
- Kalkınmanın
asamaları
- Kritik
minimum çaba
tezi
- Toplam
yatırım ölçütleri
- Đthal ikamesi
- Sanayilesme
- Kentsel
sektöre verilen
önem esliğinde
ek sosyal sabit
sermaye ve
altyapı
yatırımları
- Milli gelir
hesapları
- P. Rosenstein-
Rodan (1943)
- K. Mandelbaum
(1945)
- H. Singer (1952)
- R. Nurkse (1953)
- A. Lewis (1954)
- W.W. Rostow
(1952, 1956, 1960)
-H. Leibenstein
(1957)
1960’lar - GSMH
büyümesi
- Ödemeler
dengesi
- Đstihdam
- Ekonomik
düalizm
- Dengeli
büyümeye karsı
dengesiz
büyüme
- Sektörler arası
bağlantılar
- Đnsani sermaye
- Üretim tekniği
seçimi
- Büyüme
örüntü ve
biçimleri
- Tarımın rolü
- Đnce ayar ve
uygun fiyatlar
- Tarım ve
sanayi arasında
“dengeli
büyüme”
- Đhracata tesvik
- Dıs yardım
- Bölgesel
entegrasyon
- Mali reformlar
- Sektörel
planlar
-Trickle-down
hipotezi
- Milli gelir
hesapları
- Girdi-çıktı
- Đstihdam
sayımları
- Sosyal Ulusal
Hesaplar (SUH)
- J. H. Boeke (1953)
- S. Kuznets (1955)
- G. Myrdal (1957)
- A. O. Hirschman
(1958)
- J. Mincer (1958)
- P. Streeten (1959)
- H. B. Chenery
(1960)
- T. Schultz (1961)
- R. Prebisch (1962)
- A. Gerschenkron
(1962)
-E. Thorbecke
(1969)
1970’ler - GSMH
büyümesi
- Đstihdam
- Gelir dağılımı
- Yoksulluğun
giderilmesi (örn.
temel ihtiyaçlar)
- Dıs denge
- Kayıt dısı
sektörün rolü
- Kır-kent göçü
- Uygun
teknoloji
- Çıktı,
istihdam, gelir
dağılımı ve
yoksulluk
arasındaki iliski
ve ödünlesme
- Sosyoekonomik
yatırım kriterleri
- Azgelismislik
teorisi
- Bağımlılık
teorisi
-Neo-
Malthusyen
teoriler
- Entegre kırsal
kalkınma
- Kapsamlı
istihdam
stratejileri
- “Büyüme ile
yeniden
dağıtım”
- “Temel
ihtiyaçlar”
- Reform
(varlıkların
yeniden
dağıtımı)
- Radikaltoplumcu
- Trickle-down
hipotezinin
reddi
- Milli gelir
hesapları
- Girdi-çıktı
(sektör içi ve
sektörler arası)
- Đstihdam
sayımları
- Hane halkı
anketleri
- Entegre kırsal
anketler
- Kayıt dısı
sektör anketleri
- Demografik
veriler
- A. G. Frank
(1966)
- J. Harris ve M. P.
Todaro (1970)
- A. Foster-Carter
(1973)
- J. Bhagwati (1978)
- P. Streeten ve S. J.
Burki (1978)
Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Senses (2003).
Daha sonraki çalısmalarla desteklenecek olan insan sermayesi literatürü,
özellikle 1980'li yılların sonunda içsel büyüme modelleriyle, insan sermayesinin bir
üretim faktörü sayılmasıyla birlikte yeni bir boyut kazanmıs olacaktır. Bu dönemde,
20
insan sermayesinin ekonomik büyümeyi hızlandırarak iktisadi kalkınmaya yol
açmasının, insana yapılan yatırımların da artmasını sağlamıs olduğu söylenebilir (Dura
vd., 2004, s. 14). Ancak, hazin olan insanın bu analizlerde bir sermaye olarak
görülmesidir. Öyle ki, ilerleyen bölümlerde anlatılacak olan insani gelisme yaklasımının
reddettiği görüs de budur. Đnsanı yalnızca, büyüme için bir araç olarak görmek ve sonuç
olarak sırf büyümeye ulasmak için, ona yatırım yapmak düsüncesi, etik olmaktan
oldukça uzak görünmektedir. Bu nedenle, her ne kadar bu dönem kalkınma düsüncesine
insan faktörünün eklendiği görülse de, bu modellerin insanı yalnızca "sermaye" olarak
gördüğü söylenebilir.
Dönemin diğer önemli çalısmaları, Tablo 1.'de de gösterildiği üzere, özellikle H.
B. Chenery (1960)’nin büyüme örüntü ve biçimleri üzerine çalısması ve E. Thorbecke
(1969)’nin iktisadi kalkınmada geçimlik tarımın, kaynak tedarikçisi olarak kendi rolünü
en iyi sekilde ancak pasif bir sektör olarak görülerek değil, sanayi ile esit ve aktif bir
ortak olarak görüldüğünde oynayabileceğini savunduğu çalısmasıdır (Thorbecke, 2009,
s. 132).
Yirminci yüzyılın ortalarında, II. Dünya savası sonrasında dikkatlerini Asya,
Afrika ve Latin Amerika’nın azgelismis ülkelerine yönelten iktisatçılar, bu ülkelerin o
kadar da karmasık olmadıklarına inanmıslardır. Öyle ki, kisi basına milli gelir yeterince
yükseltilebilse sorunlarının çözüleceğini düsünmüslerdir. Bu yıllarda, bu ülkelerin
ilerlemesinin sorunsuz ve doğrusal olacağını varsayan bu iktisatçılar, her seyin önüne
geçen yoksulluk sorunları veriyken azgelismis ülkelerin kurulmus oyuncaklar gibi
islemesini, çesitli kalkınma asamalarından sorunsuz ilerlemelerini beklemislerdir. Yani
bu ülkeler, sadece çıkarları olan ama tutkuları olmayan ülkeler olarak algılanmıstır.
Ancak ne yazık ki tarihsel kanıtlar, iktisatçıların bu konuda yanılmıs olduklarını ortaya
koymustur (Hirschman, 2003, s. 51).
Geleneksel kalkınma görüsü, açık olarak ifade edildiği gibi GSMH’da
sürdürülebilir bir yıllık artısın sağlanmasına dayanır. Öyle ki disiplinin ilk yıllarında
kalkınma iktisatçıları da kendilerine hedef olarak GSMH’da rakamsal bir büyüme
gerçeklestirmeyi seçmislerdir. Ancak 1950’lerin ve 1960’ların deneyimleri; çoğu
gelismekte olan ülkenin iktisadi büyüme hedeflerine ulasmalarına rağmen insanların
yasam düzeylerinin çoğu yönden aynı kalındığı görülünce, kalkınmanın bu dar
tanımında bir seylerin yanlıs olduğunun anlasılmasına önayak olmustur. Böylece
1970’ler boyunca iktisadi kalkınma; yoksulluğun azaltılması veya ortadan kaldırılması,
esitsizlik ve büyüyen bir ekonomide issizlik gibi kavramlarla yeniden tanımlanmıstır.
21
Sonuçta da, “büyümeden ayrısma” ortak slogan haline gelmistir (Todaro ve Smith,
2009, s. 15). Öyle ki, 1970'lerin ortasına gelindiğinde, çok yönlü ve baskın bir hedef
olarak GSMH, elbette tamamen ve her yerde değil ama genel olarak tahtından
indirilmistir. Sonuçta kalkınmanın anlamı da, olması gerektiği gibi, es zamanlı olarak
büyüme ve yoksulluğun giderilmesi hedefleriyle ilgili bir süreç olarak değismistir
(Thorbecke, 2009, s. 138).
1970’li yıllarda Dünya Bankası da o zamana kadar uygulanan ve hızlı sermaye
birikimine ve sanayilesmeye dayalı büyüme modelinin gelir dağılımını bozduğu ve
yoksulluk sorununa kalıcı bir çözüm bulunamadığı gerekçesiyle yoksulluk konusunu
gündemine almıs ve yoksulluğun giderilmesi için yoksulların beslenme, barınma, sağlık
ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin karsılanmasını hedefleyen temel ihtiyaçlar
yaklasımını10 ortaya atmıstır (Senses, 2009a, s. 39). Özellikle yoksul ülkeler üzerine
odaklanan bu yaklasım, ana hatlarıyla "tüm insanoğluna eksiksiz bir hayat
yasayabilmeleri için bir fırsat sağlanmasını" öngörmektedir (Alkire, 2002a, s. 168).
Ancak Sen, her ne kadar bu yaklasımın, GSMH ve büyüme göstergeleri ile mücadelede
olumlu bir rol oynadığına inansa da, onu derin temellere dayanan bir yaklasım olarak
görmenin bir hata olacağını belirtmis ve diğer felsefi temelleri olan yaklasımlardan
destek alması gerektiğini savunmustur (Sen, 1987a, s. 25-26). Bununla birlikte, Reader
(2006, s. 339-341) de, tarihten ve analitik felsefeden olmak üzere iki örnekle, aslında
temel ihtiyaçlar yaklasımının oldukça zengin felsefi temellere dayandırılabileceğini
savunur. Ancak ne yazık ki, 1982 borç kriziyle birlikte gelismekte olan ülkeler, daha
yoğun olarak istikrar ve uyum politikalarına yönelmis, böylece bu yaklasım da gereken
bu desteği almaktan yoksun kalmıstır. Sonuç olarak da, meta-fetisizmine dayanması,
özgürlüğe yetersiz önem vermesi, insanlar adına pasif bir durum içermesi ve felsefi
yetersizliği gibi nedenlere dayandırılarak, temel ihtiyaçlar yaklasımı, kapasite yaklasımı
daha fazla ön plana çıkıncaya kadar yoğun elestirilere maruz kalmaktan
kurtulamamıstır. Buna rağmen, yoksul insanlara yönelik bir politika önerisi olarak temel
ihtiyaçlar yaklasımının, insani gelisme yaklasımının ortaya çıkmasında önemli bir yeri
olduğunu ifade etmek pek de yanlıs olmayacaktır.
10 Temel ihtiyaçlar yaklasımı öncelikle 1976'da bir Uluslararası Çalısma Örgütü (ILO) konferansında
tartısılmıs, ardından Dünya Bankası konuyu gündemine almıstır (Stewart, 2006, s. 14). Bu yaklasımın, i)
yeterli gıda, barınak ve giyim gibi bir ailenin özel tüketimi için belirli asgari gereksinimleri, ve ii) temiz
içme suyu, kanalizasyon, sağlık ve eğitim olanakları gibi genellikle toplum tarafından ve toplum için
sağlanan temel hizmetleri, içerdiği ifade edilmektedir (Thorbecke, 2009, s. 141). Konu ile ilgili olarak
bakınız; Streeten ve Burki (1978), Streeten vd. (1981), Alkire (2002a) ve Stewart (2006).
22
2.2.4. Kalkınma Đktisadı’nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkısı
II. Dünya Savası sonrası kalkınma teorileri, genel olarak ulusal düzeyde
hükümet müdahalesini, uluslararası boyutta ise yabancı desteği öngören Keynesyen
yaklasımdan esinlenerek olusturulmustur (Willis, 2005, s. 47). Bu çerçevede de hem
yapısal sorunların hem de koordinasyon basarısızlıklarının çaresine bakmak için ulusal
düzeyde hükümetin aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini öngörmüslerdir (Adelman,
1999b, s. 4). Ancak, uluslararası düzeyde yardımlara dayanan politika, dönemler arası
farklılık göstermistir. Gelismekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı 1950'lerde ve
1960'larda yardımlar ile doğrudan yabancı yatırımlar ve kısmen de sanayilesmis ülke
hükümetlerinden tavizli kosullarla alınan borçlar olurken, özellikle 1970'lerde petrol
krizinin patlak vermesiyle gelismekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı özel
uluslararası bankalar haline gelmistir. Gelismekte olan ülkelerin borç stokunun artması
ve borçlarının çevrilemez hale gelmesiyle -ve özel uluslararası bankaların verdikleri
borçlardan taviz vermemeleriyle- bu ülkeler 1982 yılında dıs borç krizine sürüklenmistir
(Gibson ve Tsakalatos, 2003, s. 182). Borç krizi de birçok gelismekte olan ülkeyi IMF
ve Dünya Bankası güdümünde istikrar ve yapısal uyum programları uygulamak zorunda
bırakmıs ve bu kuruluslara hakim olan dısa dönük ve serbest piyasa ağırlıklı bakıs
açıları bu ülkelerin ekonomi politikalarının belirlenmesine yol açmıstır. IMF, 1-3 yıllık
istikrar programlarıyla kısa dönem istikrarın sağlanması konusunda sartlılık uygularken,
Dünya Bankası da, aynı dönemde sartlılık kriterlerini, yapısal uyum kredileri
aracılığıyla, dıs ticaret ve finans piyasalarında serbestlesme, özellestirme ve devletin
rolünün küçültülmesi, göreli faktör fiyat yapısındaki bozuklukların giderilmesi gibi
temel alanlarda önemli orta ve uzun dönem etkileri olabilecek yapısal uyum
yönergesine oturtmuslardır (Senses, 2003, s. 16, 113). Diğer bir deyisle tipik bir yapısal
uyum paketi, devalüasyon, yapay fiyat bozuklukların giderilmesi, dıs ticaretin
serbestlestirilmesi ve sektör düzeyinde kurumsal değisimden olusmustur. Yapısal uyum
stratejilerinin tamamlayıcı unsurları da dısa dönüklük, piyasalara güven ve devletin
rolünün asgariye indirilmesini içermistir (Thorbecke, 2009, s. 148).
1980'ler iktisadi kalkınma yolunda krizlerin, ağır problemlerin ve gerilemelerin
olduğu yıllardır. Gelismekte olan ülkelerin borç problemi, uyum ve istikrar politikaları
döneminin esas endiseleridir. Bu konuya yoğunlasan iktisatçılar tarafından, yoksullar bu
dönemde ya unutulmustur, ya da yoksulların sayılarını azaltmak yerine, herhangi bir
sayı artısından korunmanın yolları aranmıstır (Streeten, 2005, s. 99). Yine de bu
23
dönemde yoksulluk konusu üzerine katkılar, Sen (1981, 1983b, 1985a) ve Foster vd.
(1984)'den gelmistir. Bu çerçevede, Sen (1979a, s. 285), öncelikli olarak kimlerin
yoksul olarak tanımlanacağının belirlenmesini, bu çerçevede yoksulluğa özgü
karakteristikleri belirleyerek bir yoksulluk ölçümü yapılabileceğini savunmus, ilerleyen
dönemlerde de kapasite yaklasımını iyiden iyiye temellendirmistir (Sen, 1983b, s. 167).
Yoksulluğu düsük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak düsünen
Sen11, gelir ve serveti azami düzeye çıkarmanın temel hedef olarak belirlenmesinin
yeterli olmadığını, kalkınmanın daha çok yasam standardını yükseltmek ve yararlanılan
özgürlüklerin gelistirilmesi ile ilgili olması gerektiğini savunmus ve seçme
özgürlüğünün refah (well-being)12 için önemli olduğunu vurgulamıstır (Sen, 2004, s.
29-36). Aynı dönemde, birey tercihlerinde mantıksal gerekçe olarak faydayı
benimseyen faydacı yaklasıma ve "refahçı" görüse karsı alternatif bir yaklasım öne
süren Sen, insanların malları, karakteristik özellikleri ve karsıladıkları ihtiyaçlara göre
değerlendirdiğini düsünmüstür. Ancak bunun ötesine giderek, malları tüketmenin
sonuçlarının, tüketicinin de karakteristiklerine ve üyesi olduğu toplumun özelliklerine
de bağlı olduğunu ifade etmistir. Yasam standartları, kisinin iyi beslendiği, sağlıklı ve
bilgili olduğu, kendine saygı duyduğu, toplum hayatına katılım gösterdiği ve değer
verdiği bir hayatı yasayabilme kapasitesine göre değerlendirilmelidir (Streeten, 2005, s.
100).
Diğer taraftan aynı dönemde insan sermayesi (veya beseri sermaye) literatürüne
de bir takım katkılar yapılmıstır. Lucas (1988) ve Romer (1989)'in sanayi devriminden
beri belirli bir büyüklükte kisi basına gelir artısının nedenini dıssal (modelde
açıklanamayan) teknolojik gelismede aramak yerine, iktisadi sistemin bütünü içerisinde
içsel olarak düsünülmesi gerektiğini savunan içsel büyüme modellerinde gösterir
(Romer, 1994, s. 3). Öyle ki, büyüme modeline insan sermayesi birikimini ekleyen
Lucas (1988, s. 39), iktisadi sistem içerisinde fiziksel ve insani olmak üzere iki sermaye
olduğunu belirtmis, bu çerçevede insan sermayesinin hem emeğin hem de fiziksel
sermayenin verimliliğini artıracağını ifade etmis ve insani sermayeyi fiziki sermaye gibi
bir üretim faktörü olarak görmüstür.
11 Belirtilmelidir ki, yoksulluğun giderilmesi de, kendi içinde bir son değildir. Daha iyi bir sey için atılmıs
bir adımdır: Bu daha iyi bir sey ise insani gelismedir; insan tercihlerinin artırılması ve insan
kapasitelerinin güçlendirilmesidir (Jolly, 2005, s. 112). Bununla birlikte, insani gelisme yoksulluğun
azaltılmasına elbette öncelik tanımalıdır, ancak -temel ihtiyaçlar yaklasımının aksine- yoksul olmayana da
bir seyler sunmalıdır: herkes için refahın artırılması hakkında olmalıdır (Kaul, 2005, s. 91).
12 Amartya Sen'in, kisinin kapasiteleri ile ulasmaya çalıstığı "sonuç" olarak gördüğü "well-being" ifadesi,
en üst düzeyde bir iyi olma durumunu ifade eder. Tam olarak karsılayamasa da, tez içerisinde bundan
sonra "refah" kelimesiyle ifade edilecektir.
24
Tablo 2
1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi
Hedefler Teoriler Politika ve
Stratejiler
Veri
Sistemleri
Öncü Đsimler
1980’ler - Đstikrar
- Dıs denge
(ödemeler
dengesi)
- Đç (bütçe ve
parasal) denge
- Yapısal uyum
- Verimlilik /
etkinlik
- Sürdürülebilir
kalkınma
- Endojen
büyüme
- Büyüme ve dıs
ticaret arasındaki
bağlantı
- Đnsan
sermayesi ve
teknoloji
transferi
arasındaki iliski
- Yeni kurumsal
iktisat ve
kurumların rolü
- Đç içe geçen
faktör piyasaları
- Đstikrar ve
yapısal uyum
- Dısa açık
yaklasımlar
- Piyasalara
güven / piyasa
ağırlıklı
yaklasım
- Özellestirme
- Devletin
rolünün en aza
indirgenmesi
- Neoklasik
fayda
yaklasımına
karsı elestiriler
- Sosyal
Hesaplar Matrisi
ve 1970 yılına
ait diğer tüm
veriler
- Kapsamlı,
ayrıntılandırılmıs
ve
büyük ölçekli
hanehalkı gelir /
harcama
anketleri
- A. Krueger (1978)
- P. Bardhan (1980)
- A. Sen (1981)
- P. Krugman
(1981)
- K. Dervis vd.
(1982)
- J. Foster vd.
(1984)
- Oliver E.
Williamson (1985)
-J. Griffin (1986)
- D. Lal ve S.
Rajaptirana (1987)
- R. Lucas (1988)
- P. Romer (1989)
1990’lar - Uyumun
devamı
- Đyi yönetisim
ve kurumların
kurulması
- Yoksulluğun
giderilmesinin
bir hedef olarak
yeniden güç
kazanması
- Asya finansal
krizinin
etkilerinin
hafifletilmesi
- Küresel
kapitalizmin
sınırlanması,
liberalizasyon ve
deregülasyon
- Đnsani yüzlü
yapısal uyum
- Kalkınma
patikasına bağlı
olmada ve
politikaların
içselliğinde
kurumların rolü
- Piyasaların ve
devletlerin rolü
- Yolsuzluk
ekonomisi
- Đnsani
sermayeyi
tamamlayan
sosyal sermaye
- Post-kalkınma
- Đstikrar ve
yapısal uyum
- Dısa yönelim
- Piyasalara
güven/ serbest
piyasa ağırlıklı
politikalar
- Asya
mucizesinin
basarı
unsurlarının
diğer GOÜ'lere
yaygınlastırılması
- Yoksulluğun
giderilmesi ve
sosyo-ekonomik
refahın
artırılması
- Finansal krizin
ardından uygun
kontrol ve
düzenlemeler
- Sosyal
Hesaplar Matrisi
ve 1970 yılına
ait diğer tüm
veriler
- Kapsamlı ve
büyük ölçekli
bölümlere
ayrılmıs
hanehalkı gelir/
harcama
anketleri
- Çok yıllık
anketler (öznel
yoksulluk
hedeflerini de
içeren)
- Demografik
anketler ve
sağlık anketleri
- G. A. Cornia vd.
(1987)
- J. Coleman (1988)
- D. C. North (1990)
- T. Persson ve G.
Tabellini (1990)
- J. Wiliamson
(1990)
- UNDP (1990)
- A. Escobar (1992)
- P. Dasgupta
(1993)
- P. Krugman (1991,
1994)
- D. Rodrik (1996)
- S. Radelet ve J.
Sachs (1998)
- A. Sen (1992,
1999a)
- P. R. Agenor vd.
(1999)
2000’ler - Washington
Mutabakatı'nda
değisiklik
yapılması ve
sorgulanması
dısında 1990
yılıyla aynı
hedefler
- Đnsani gelisme
- Yoksulluk ve
esitsizliğin
azaltılması
- Milenyum
Kalkınma
Hedefleri
- Kalkınmanın
siyasal iktisadı
ve kurumların
rolü
- Büyümeesitsizlik
ve
yoksulluk
bağlantısı
- Çok boyutlu
yoksulluk
- Çoklu denge
- Kalkınma
stratejisi olarak
küresellesme
- Yoksul yanlısı
büyüme odaklı
kalkınma
stratejisi anlayısı
- 1990 yılına ait
tüm veriler
- Daha fazla
mikro ve panel
veri kaynakları
- Veri bankaları
- M. Qizilbash
(1996)
- J. Stiglitz (1998,
2001)
- M. Nussbaum
(2000)
- G. Ranis vd.
(2000)
- D. Acemoğlu vd.
(2001)
- F. Bourguignon ve
S. Chakravarty
(2003)
- K. Basu ve R.
Kanbur (2009)
Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Senses (2003).
Ancak, insan sermayesi birikimi gibi teoriler, daha önce de ifade edildiği gibi,
genelde insanları, büyüme hedefinde bir araç olarak görmekten kurtulamamıstır. Çünkü,
25
insan sermayesi birikimi, üretim olanaklarını çoğaltan ajanlara yönelirken, insan
kapasitelerinin genisletilmesi düsüncesi, sahip olunan bağımsız tercihlerin
gelistirilmesiyle birlikte insanların yasamlarını sürdürebilme yeteneğini içerir ve odak
noktasına ve kalkınmanın sonucuna da haliyle insanı alır. Öyle ki, kapasite düsüncesi,
daha genis çerçevede, yalnızca bir araç olarak iktisadi üretimin sağlanmasını değil aynı
zamanda sosyal kalkınmayı da içerir (Sen, 2005a, s. 35-37).
Kalkınma düsüncesinde bu ayrım önemlidir. Çünkü aslında, insani gelisme
yaklasımı da neoliberal yaklasım da birey için tercih özgürlüğünün ve kalkınmada
tercihlerin genisletilmesinin esas unsur olduğunun üzerinde dururken, insani gelismenin
asıl hedefi, insanın fırsat ve kapasitelerinin artırılmasıyla, onun kalkınmaya dahil
edilmesidir ve bu süreçte insanı sonuç olarak görür. Aksine, neoliberal düsüncenin
hedefi iktisadi refahın maksimizasyonudur. Vurgu, piyasalar ve piyasaların islevliliğine,
dolayısıyla kalkınmanın sonuçlarından ziyade araçlarınadır (Jolly, 2005, s. 108).
Kalkınma literatürüne 1980'li yılların ortalarından itibaren eklenen yoksulluk
literatürü, 1990'lı yılların basında, insani gelisme düsüncesinin kalkınmaya eklenmesine
ve de yoğun ilgi ile karsılanmasına neden olmustur. Đçinde bulunduğumuz on yılda da
yoksulluğun ve esitsizliğin azaltılması ve Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs) gibi
hedeflerle etkisini sürdüren bu yazın ve bu dönemin önemli hedef ve teorileri Tablo 2.
yardımıyla incelenebilir.
Sonuç olarak, gelisen dünyanın heterojenliği ve kalkınma sürecinin karmasıklığı
nedeniyle, kalkınma iktisadının içeriği eklektik olmalıdır. Hem geleneksel iktisadi
analizin kavram ve teorilerini, hem de Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin tarihi
ve günümüz kalkınma deneyimlerinden türetilecek yeni modelleri ve çok-disiplinli
yaklasımları içermelidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 8). Dolayısıyla asağıdaki bölümde,
öncelikle çok-disiplinli yaklasımlardan biri olan insani gelisme yaklasımı ve bu
yaklasımın temelleri incelenecektir.
2.2.5. Kapasite Yaklasımı ve Kapasitelerin Genisletilmesi Olarak Đnsani Gelisme
Kalkınma sürecinde insan refahını anlamaya çalısırken, gelirin oldukça önemli
bir etkiye sahip olduğu, ama yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği
düsüncesinin kabul edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak öncelikle Rawls (1971)'ın
klasik 'birincil mallar' (primary goods) çözümlemesi önemlidir. Bu düsünce, insanların
ayrı ayrı amaçlarından bağımsız olarak ihtiyaç duydukları kaynaklara iliskin daha genis
26
bir görünüm sunar; bu anlayıs, geliri, ama aynı zamanda diğer genel amaçlı 'araçları'
içerir. Birincil mallar, herhangi bir kisinin kendi amaçlarına ulasmasına yardımcı olan
genel amaçlı bir araçtır ve hakları, özgürlükleri ve fırsatları, gelir ve serveti ve
özsaygının toplumsal temellerini içerir (Sen, 2004, s. 101). Ancak Sen (1979b, s. 215)'e
göre, Rawls'ın bu çözümlemesi, bazı problemleri içerisinde barındırır. Buna göre,
Rawls'ın çözümlemesindeki gibi, eğer insanlar temel olarak oldukça benzerlerse, çıkarın
değerlendirilmesi adına olusturulacak bir birincil mallar endeksi oldukça yararlı olabilir.
Ne var ki gerçekte insanlar, sağlık, uzun ömürlülük, iklim kosulları, yasanılan yer, is
kosulları, mizaç ve hatta -yiyecek ve giyim ihtiyaçlarıyla ilgili olarak- vücut ölçüleri
bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, çıkarı yalnızca birincil mallar açısından
değerlendirmek, kısmen gerçekleri göremeyen bir ahlak anlayısına neden olur.
Amartya Sen, 1979'da, Rawlscı esitlik ve faydacı yaklasımın birlestirilmesi ile
esitlik üzerine yeni ve yeterli bir teorinin olusturulup olusturulamayacağını sorgular13.
Yeni bir yorum adına da daha önceki yaklasımların eksik bıraktığı çerçevenin bir
insanın bazı temel seyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri' (basic
capabilities) olduğunu ortaya koyar (Sen, 1979b, s. 218). Böylece Rawls'ın birincil
mallar düsüncesindeki mallara odaklanma düsüncesinden -aynı zamanda mal
fetisizminden de- uzaklasılır. Çünkü malların karakteristiği bir kisinin bundan nasıl
yararlanacağını göstermekten uzaktır. Dolayısıyla Sen'in düsüncesine göre artık kisinin
islevliliklerine (functionings) bakmak gerekir. Böylece insanoğlunun bu mallardan nasıl
yararlanacağı üzerine odaklanılmıs olunur (Sen, 1999b, s. 6).
Kapasite yaklasımının Rawls'ın düsüncesi ile bağlantısı daha yeni olmakla
birlikte, yaklasımın çok eskiye dayanan bağlantıları da bulunmaktadır. Amartya Sen,
kapasite yaklasımını olustururken, Adam Smith'in 'ihtiyaçlar' (necessities) ve yasam
kosulları üzerine analizinden ve Karl Marx'ın insanın özgürlüğüne ve serbest
bırakılmasına iliskin yaptığı vurgudan yararlanarak kavramın altyapısını olusturmustur
(Clark, 2006, s. 32). Ancak yaklasım, esas altyapısını ve kavramsal bağlantısını
Aristo'nun siyasal bölüsüme iliskin analizinde ortaya koyduğu eudaimonia (insan
gelisimi/human flourishing) kavramında bulmustur (Sen, 1993, s. 46).
13 Esitlik düsüncesi üzerine, 1979'da Stanford University'de yaptığı Equality of What? baslıklı bahsi geçen
konusmasında Sen, ne tek basına faydacı, toplam fayda ve Rawlscı esitlik düsüncelerinin yeterli
oldukları, ne de bu düsüncelerin bir birlesiminin yeterli olduğu sonucuna ulasmıstır. Bu açığın temel
kapasiteler yaklasımı ile kapatılabileceği, aynı zamanda bunun fayda ve birincil malların ötesinde ahlaki
olarak uygun bir yaklasım olduğu sonucuna ulasmıstır (Sen, 1979b, s. 220). Ancak Sen, 'nasıl bir esitlik'
sorusuna cevap ararken ulastığı bu yaklasımı yalnızca esitlik kavramıyla sınırlandırılmaması gerektiğini
de ilerleyen yıllarda belirtmistir (Sen, 1993, s. 49-50).
27
Đktisadi kalkınma süreci, insanların tercihlerinin yanında, kapasitelerinin
(capabilities) de genisletilmesi süreci olarak görülmelidir. Geleneksel kalkınma
anlayısının en önemli eksikliği de zaten insanların yetkilendirilmesine (entitlements) ve
bu yetkilerin doğurduğu kapasitelere odaklanmasından ziyade toplam gelir veya milli
hasıla gibi konulara odaklanmıs olmasından kaynaklanır (Sen, 1983a, s. 754-755).
Kapasite yaklasımının en önemli özelliği olan, insanların kapasitelerine göre ne
yapmaya ve ne olmaya muktedir olduklarına odaklanması düsüncesi, insanların arzutatminine
odaklanan felsefi yaklasımlara veya gelir, harcama, tüketim, temel
ihtiyaçların karsılanmasına odaklanan teorik ve pratik yaklasımlara ters düser.
Kalkınma politikalarının tercihinde insanların kapasitelerine odaklanılması, derin bir
teorik farklılasma arz eder. Bu yönüyle de, neoliberal ve faydacı politika reçetelerine
kıyasla oldukça farklı politikalar ortaya koyar (Robeyns, 2003a, s. 5). Yani insan refahı
tek basına gelirle veya geleneksel olarak ifade edilirse fayda ile ölçülemez. Sorun
insanın neye sahip olduğu değil, -kapasitesini gösteren- ne olduğu/olabileceği veya ne
yaptığı/yapabileceğidir. Refah için önemli olan, -fayda yaklasımındaki gibi- tüketilen
malların karakteristiği değildir. Sorun tüketicinin onu nasıl kullandığıdır. Örneğin, bir
kitabın okuma-yazma bilmeyen biri için çok az değeri vardır. Öyleyse insan refahını ve
yoksulluğu anlayabilmek için malları sahip olunabilirliklerinin ötesinde ve Sen'in
islevlilik (functioning) dediği, malların kullanımı açısından düsünmek gerekir. Đslevlilik
malların verili karakteristikleriyle bir kisinin ne yapabileceğidir (Todaro ve Smith,
2009, s. 16). Bir kisinin kapasitesi de bu kisinin erisebileceği alternatif islevliliklerin bir
birlesimini yansıtır (Sen, 1993, s. 31). Kapasite yaklasımı, islevli hale getirilebilen
kapasitelerin yasam kalitesini değerlendirmesine yardımcı olmus olur (Sen, 2005b, s. 4).
Sen (1999b)'e göre, kapasite yaklasımı, “kisinin farklı islevlilik vektörlerine
sahip olma ve buna iliskin refah (well-being) erisimlerinden yararlanma kapasitesini”
refahın en iyi göstergesi olarak görür. Đslevlilik, "olma" ve "yapma" durumları gibi, bir
kisinin kazanımlarını ifade ederken, metalar, bu islevliliklere erismek için kullanılır.
Öyleyse;
, i kisisi tarafından sahip olunan metaların vektörü,
c (.), bir meta vektörünü, bu metaların karakteristiklerinin vektörüne çeviren
fonksiyon14,
14 Meta ve islevlilik ayrımı üzerine, Sen (1999b)'in kitabında verdiği bisiklet kullanma ile bisiklete sahip
olma örneği ele alınırsa; bir bisiklet ( ), tasıt olarak düsünüldüğünde (c karakteristiği), kisi -kapasitesine
bağlı olarak ( )- ya bisikleti kullanabilecek, ya da kullanamayacaktır.
28
(.), i kisisinin bireysel "yararlanma (utilization) fonksiyonu",
, biri i kisisinin gerçekte seçebileceği olmak üzere, fonksiyonları seti,
Eğer kisi, (.) yararlanma fonksiyonunu seçerse, meta vektörüyle, erisilen
islevlilik fonksiyonu, vektörü ile;
= (c ( )) olur.
Eğer kisinin meta tercihleri vektörü, seti ile kısıtlanırsa, o zaman kisinin en
uygun islevlilik vektörü ( ) seti ile tanımlanır:
( ) = [ | = (c ( )) ∀ (.) ∈ ve ∀ ∈ ].
( ), islevlilik tercihleri altında, kisinin özgürlüğünü ve yetkilendirme olarak
adlandırılan, metaları üzerindeki hakimiyetini; ise, i kisisinin kapasitelerini ifade
eder. Kapasiteler, kisinin erisebileceği islevliliğinin farklı kombinasyonlarını yansıtır
(Sen, 1999b, s. 7-9).
Daha da genis olarak ifade edilirse, kapasite yaklasımı, zevkler, mutluluk veya
isteklerin tatminine dayanan kisisel fayda yaklasımından; mal sepetlerine, reel gelire
veya reel refaha odaklanan mutlak veya göreli zenginlik düsüncesinden; müdahalenin
olmadığı kuralları içeren negatif özgürlük değerlendirmelerinden; birincil mallar
düsüncesindeki gibi özgürlüğün araçlarının kıyaslanmasından, farklı bilgileri odağa
koyduğu noktada ayrılır (Sen, 1993, s. 30). Bir kisinin kapasitesi, kisisel karakteristikler
ve sosyal düzenlemeler de dahil olmak üzere bir çok faktöre bağlıdır. Đnsan kapasiteleri,
bireysel özgürlüğün önemli bir parçasını olusturur (Sen, 1993, s. 33)15.
Qizilbash'a göre, Sen'in yaklasımı, i) kapasiteler açısından, hayat kalitesi ve
kalkınmanın değerlendirilmesi için diğer yaklasımlara göre önemli bir yere sahiptir, ii)
insanların kapasiteleri, onların -sonuçlarda özgürlüğe dayanan- pozitif özgürlüklerinin16
derecesini ele alır, iii) kalkınma, kapasitelerin genisletilmesi süreci olarak görülmelidir
ve iv) bu bağlamda, kalkınma özgürlükte bir artıstır (Qizilbash, 1996, s. 146).
Clark'a göre de Sen'in kapasite yaklasımında üç nokta önemlidir: Đlki, Sen
herhangi bir liste olusturmamıstır. Bunun yerine Sen, kapasitelerin seçimi ve
ağırlıklandırılmasının bireysel değer yargılarına bağlı olduğunu vurgular. Dolayısıyla da
15 Özgürlüğün bir çok yönü vardır. Erisimleri yalnızca kisinin gerçek tercihlerine bağlı olduğunu
düsünmek hata olur. Kisinin farklı değerlere sahip islevliliklere erismesi en etkili bir sekilde bir kamu
politika ve uygulamaları ile artırılabilir. Aynı zamanda erisilen islevlilikler, doğru tanımlanmazsa, oruç
tuttuğu için aç olan bir insanla yoksul olduğu için aç olan bir insan arasında aynı endiseyi tasırız. Eğer,
yoksul olduğu için aç olan insanın açlığını gidermeye çalısıyorsak, bu, oruç tutanın iyi beslenme
kapasitesine sahip olduğu ancak bunu kullanmadığı, yoksul olanın ise kapasite eksikliği yasadığı ve açlık
durumu içerisine istemeyerek sürüklendiğindendir. Her ikisi de aynı erisilen islevliliklere sahip olsalar da
farklı kapasiteleri gösterirler (Sen, 1993, s. 45).
16 Belirtilen özgürlük kavramı, ilerleyen bölümde daha ayrıntılı biçimde ifade edilmeye çalısılacaktır.
29
hem pratik hem de stratejik açıdan 'nesnel olarak doğru' bir kapasiteler listesi
olusturmayı reddeder (Clark, 2006, s. 35). Đkincisi Sen, bu yaklasımın farklı alanlarda
farklı değerlendirilmesini öngörür. Öyle ki, yoksulluk analizinin daha sınırlı kapasite
setine ihtiyaç duyacağını belirtirken, insan refahı analizinin daha genis bir çerçevede
incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtir. Son olarak bu, tek basına yeterli bir
değerlendirme ölçütü değildir. Tek basına bir adalet ve kalkınma teorisi olusturmaz.
Bireysel özgürlük, iktisadi büyüme ve etkinlik gibi kavramların da dikkate alınması ve
yaklasımın bu kavramlarla desteklenmesi gerekir (Clark, 2006, s. 35).
Kapasite yaklasımı, islevlilikler, özgürlük, çoğulculuk ve eksiklik olmak üzere
dört esas kavramı içinde barındırır. Bu yaklasım, sosyal tercih ve sosyal refah
analizlerinin enformasyonel içeriğini genisleterek; sadece mutluluk veya açıklanmıs
tercihlerin ötesine geçip ahlaki ilkeleri de analize dahil ederek çoğulcu bir anlayıs
kazanır (Alkire, 2002a, s. 4-10). Diğer taraftan kapasite yaklasımı içerik olarak tam bir
yaklasım olarak görülemez. Ancak Alkire'ye göre, kapasite yaklasımının tam olmama
durumu (Sen, 1992, s. 46-49), onun önemli avantajlarından birini olusturur, çünkü bu
sayede tekrar tekrar dönülerek eksiklikleri giderilmeye çalısılabilir (Alkire, 2002a, s.
10).
Kapasite yaklasımı bazı elestirilere maruz kalmaktan da kurtulamamıstır.
Kapasitelere odaklanmanın yetersiz olduğunu, 'sosyal oyunun' içeriğinde hangi
fırsatların tam olarak sunulacağını ve bu faktörlerin bireysel basarı veya basarısızlığı
nasıl etkilediğinin bilinmek istediğini düsünen Fleurbaey (2002:73-74), yaklasımın etik
birçok görüsü içerisinde barındırmasına rağmen bir belirsizlik tasıdığını ve farklı
anlayıs ve tartısmalara yol açtığını ifade etmektedir. Diğer taraftan, kapasite yaklasımı
genelde, ne derece islevsel (operational) olduğu konusunda (Sugden, 1993, s. 1953;
Gasper, 2007, s. 357) ve çerçevesini tutarlı bir kapasiteler listesi ile desteklemediği için
(Nussbaum, 2000) elestiriye uğrar.
Gasper (2002, s. 436) ise, insan yasamının 'kalkınmanın, insan tercihlerinin
genisletilmesi süreci' olduğu seklindeki bir görüsle ifade edilemeyecek kadar karmasık
olduğundan hareketle, yaklasımın henüz gelisim asamasında olduğunu, bir refah teorisi
olarak yetersiz olduğunu ifade eder. Tercihlere yönelik asırı vurgusunun, esas
kavramlarının içeriğinin belirsiz olmasının ve iktisat ile felsefe arasındaki iliskinin
psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi alanlara değinilmeden kurulmus olmasının ise
belirgin eksiklikleri olduğunu belirtir.
30
Đnsani gelisme düsüncesi de, teorik altyapısını Sen’in kapasite yaklasımında
bulur. Ancak insani gelismenin çok boyutluluğu, aynı zamanda onun boyutlarının ne
olduğu sorgusuna da yol açar. Belirtildiği üzere Amartya Sen, kapasite yaklasımını
ortaya atarken, farklı boyutlar için düsünülmesi gereken herhangi bir liste sunmamıstır
veya hangi kapasitelerin öncelikli olduğuna yönelik bir iddia ortaya koymaktan uzak
durmustur (Alkire, 2002b, s. 184). Ancak ilerleyen yıllarda yayımlanan Đnsani Gelisme
Raporları'nda sunulan Đnsani Gelisme Endeksi, kapasiteleri üç temel boyuta indirgerken,
kapasite yaklasımının gelismesinde önemli bir yeri olan Nussbaum (2000) da merkezi
insan kapasiteleri olarak on farklı boyuttan olusan bir liste ortaya koymustur17.
Sen'in kapasitelerin genisletilmesi olarak kalkınma düsüncesi, insani gelisme
yaklasımının baslangıç noktasını olusturur. Böylece kalkınmanın hedefi, sağlıklı olmak
ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yasamına katılım sağlamak gibi bir
kisinin olabileceği ve yapabileceği seylerin sınırlarının genisletilmesiyle insan
yasamının değerinin artırılması halini alır (Fukuda-Parr, 2003, s. 303). Bu yaklasım,
Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelisme Raporları'nda ortaya atılmıstır.
Aynı raporda hesaplanan Đnsani Gelisme Endeksi, insan kapasitelerinin üç temel
boyutuna vurgu yapmaktadır18. Bunlar, i) yasamını sürdürmek ve sağlıklı olmak, ii)
bilgi sahibi olmak ve iii) iyi bir yasam standardına sahip olmaktır (UNDP, 1990, s. 12).
Đkinci bölümde endekse daha ayrıntılı bir sekilde değinilecektir. Ancak, endeks
olusturulurken, neden bu üç kapasitenin (veya boyutun) tercih edildiği ve dolayısıyla
neden bunların en önemli olduklarının anlasılması önemlidir. Bu tercih yapılırken,
evrensel olarak değeri olan ve eksikliği baska kapasitelerin eksikliğine neden olacak
temel kapasitelerin seçilmesine özen gösterilmistir. Böylece ortaya üç boyutlu bir
endeks çıkmıstır. Ayrıca endeksin özellikle bölüsüm19 sorunlarından uzak durması ve
ortalama erisimin bir ölçümü olması, endeks olusturulurken verilen bir diğer önemli
karardır (Fukuda-Parr, 2003, s. 305-306).
17 Temel ihtiyaçlar, insan refahı ve kapasiteler üzerine farklı boyutların ne olması gerektiğiyle ilgili
literatürde bir çok yazar birçok liste olusturmustur. Bunun etkili bir analizi için bkz. Alkire (2002b).
Ayrıca bu konuda önemli bir diğer çalısma olan Griffin (1986, s. 67)'in insan yasantısının daha iyiye
gitmesi için gereken ve i) basarı, ii) -özgürlük gibi- insan varlığına özgü unsurlar, iii) anlama
(understanding), iv) zevk alma, v) derin kisisel iliskileri içeren 'makul değerler' yaklasımına da bu
bağlamda değinmek gerekir. Öyle ki Qizilbash (1996, s. 156) da bu yaklasımdan ilham alarak daha genis
bir makul değerler listesi ortaya koyar.
18 Amartya Sen, tek bir endeksle insan kapasitelerinin karmasık yapısının anlasılmasının güçlüğü
nedeniyle, insani gelismenin üç boyuta indirgenmesine karsı çıkmasına rağmen, Mahbub ul Haq'ın
yalnızca rakamsal bir değerin politika-yapıcılar için ilgi uyandıracağı düsüncesine katılmıs ve endeksin
olusturulmasına katkıda bulunmustur (Fukuda-Parr, 2003, s. 305).
19 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda bölüsüm sorunlarına duyarlı olan Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani
Gelisme Endeksi adında yeni bir endeks hesaplanmıstır.
31
Kapasite üzerine ilk çalısması 1980'li yılların sonuna rastlayan (Nussbaum,
1987) ve iyi bir insan yasamı için gereken islevliliklerin listesini Aristo felsefesinden
yararlanarak olusturan ve siyasal liberalizm bağlamında düzenleyen M. Nussbaum da
kapasite yaklasımı için önem arz eder. Kapasitelerin temel, içsel ve birlesik kapasiteler
olarak ayrılması ve belirli bir kapasite listesinin olusturulması, hayal gücünün ve
duyguların da siyasal etkilerinin önemine vurgu yapılması gibi bazı yönlerden de Sen'in
yaklasımından farklılasır (Nussbaum, 2000, s. 13-15). Nussbaum'un kapasiteler listesi
(central human capabilities), erdemli bir insan yasantısı için gerekli insan kapasiteleri
setini tanımlar, ancak değisime karsı esnek olduğu kadar bir takım eksiklikleri de içinde
barındırır (Alkire, 2002b, s. 187). Ancak bir merkezi kapasiteler listesi, birçok farklı
alanda iyi bir sosyal alt sınırın belirlenmesi adına önemlidir (Nussbaum, 2000, s. 75).
Birçok kere değistirilerek son halini alan liste Tablo 3.'de gösterilmistir.
Tablo 3. Nussbaum'um Merkezi Đnsan Kapasiteleri
Yasam (Life) Normal bir yasam süresinin sonuna kadar yasayabilmek.
Vücut Sağlığı (Bodily health) Sağlıklı ve aynı zamanda üretken olmak, yeteri düzeyde
beslenebilmek ve yeterli barınma kosullarına sahip olmak.
Vücut Bütünlüğü
(Bodily integration)
Bir yerden baska bir yere özgürce hareket edebilmek,
saldırılardan, -çocuklar da dahil- cinsel istismardan ve siddetten
korunabilmek, cinsel tatminini sağlayabilmekte ve üremede
seçim sansına sahip olmak.
Duyular, Hayal gücü ve Düsünceler
(Senses, Imagination, thought)
Duyularını kullanabilmek, düsünebilmek, hayal ve muhakeme
edebilmek, bunları da yeterli eğitim düzeyine sahip olma gibi
'insanca' bir sekilde gerçeklestirmek, tatmin edici deneyimlere
sahip olmak ve gereksiz acıdan kaçınmak.
Duygular (Emotions) Dısarıdaki insan ve cisimlerle bağ kurabilmek, seven ve endise
edenlerimize karsı sevgi duymak ve yokluklarına üzülmek;
genel olarak, sevmek, üzülmek, özlem duymak, minnet
duymak, haklı öfke duymak gibi duygulara sahip olmak.
Pratik Akıl (Practical Reason) 'Đyi' kavramını muhakeme edebilmek ve birisinin yasamını
planlamada iyice düsünüp karar vermek.
Đliskide Bulunma (Affiliation) a) baskaları için ve baskaları ile yasayabilmek, diğer insanlar
için ilgi ve endise duymak, sosyal etkilesimde bulunmak,
baskalarının içinde bulunduğu durumu kavrayabilmek ve buna
karsı merhamet besleyebilmek, hem adalet hem de arkadaslık
kapasitelerine sahip olmak; b) kendine saygı duymak, diğer
insanlarla esit olmaya değecek kadar asil biri gibi davranılmak.
Diğer Canlılar (Other Species) Hayvanlar, bitkiler ve doğa ile iliski içerisinde olmak ve
bunlara karsı ilgi duymak.
Oyun (Play) Gülebilmek, oynayabilmek, eğlencelerden zevk alabilmek.
Kontrol Gücüne Sahip Olma
(Control over One's Environment)
a) siyasi: siyasal seçimlere etkin bir sekilde katılım sağlamak,
siyasi katılım hakkına sahip olmak, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün korunmasına sahip olmak; b) materyal: mülk
sahibi olabilmek, diğerleriyle esit mülkiyet haklarına sahip
olmak, diğerleriyle esit bir sekilde is arama hakkına sahip
olmak, haksız yere arama ve tutuklamanın olmadığı bir
özgürlüğe sahip olmak, is yerinde insanca çalısabilmek ve diğer
isçilerle ortak iliskiler kurabilmek.
Kaynak: Nussbaum, 2000, s. 78-80.
32
Kapasite yaklasımı, insani gelisme düsüncesinin felsefi ve teorik altyapısını
olusturur. Simdiki bölümde de insani gelisme yaklasımının ne anlam ifade ettiğinden,
unsurlarından, özelliklerinden ve tarihsel gelisiminden bahsedilecektir.
2.3. Đnsani Gelisme Kavramı
Modern iktisadın baslangıç tarihi olan 1776’dan önce, pratikte insanoğlunun her
sabah uyandığında kendine dert edindiği geçim derdi ile ilgili kayda değer bir çalısma
yayınlanmamıstır. Đnsanoğlu, yüzyıllar boyunca alnının teriyle, çoğu zaman ölmeyecek
kadar kazanarak hayatta kalma mücadelesi vermis, sürekli olarak erken ölüm, hastalık,
açlık, savas ve kıt kanaat geçimlik ücretlerle boğusup durmustur ve sonuçta yalnızca
sanslı bir azınlığın mutlu bir hayatı olmustur. Öyle ki, on sekizinci yüzyılda, ortalama
insan ömrü kırk yılı bile asmazken, Thomas Hobbes, ilk olarak 1651’de yayımlanan
Leviathan adlı eserinde, insan hayatını isabetli bir sekilde “yalnız, yoksul, pis, yabani ve
kısa” olarak nitelendirmistir (Skousen, 2009, s. 13). Ancak, dünya konjonktüründe
gerçeklesen olaylar dizisi ve “iktisadi aydınlanma” sonrası, insan hayatında da bir takım
olumlu gelismeler yasanmaya baslamıstır. Öyle ki, insanın sosyal gelisiminin üç büyük
dalga sonucu meydana geldiğini ifade eden Toffler (2008)’e göre de, ilk dönüm noktası,
tarımın yükselisidir. Đkinci önemli hamle, on yedinci yüzyılda meydana gelen sanayi
devrimidir. Tarımsal yeniliğe geçilmeden önce, insanların çoğu küçük ve genellikle
göçebe gruplar halinde yasamakta ve kendilerini hayvancılık, avcılık ve balıkçılıkla
beslemekte iken, tarım devrimi ile birlikte yeni bir yasam düzeni kurulmustur. Ancak
ikinci büyük dalga, ilkinden çok daha etkili olmus, ülkeler ve kıtalara çok daha hızlı
yayılmıstır. Tarımsal yeniliğin gücü, günümüzde artık etkisini pek göstermese de
sanayilesmenin canlılığı hala sürmektedir. Đkinci dalga henüz tam olarak bitirilmemistir.
Her ne kadar ikinci dalga süreç olarak devam etse de, günümüzde artık, üçüncü ve daha
önemli yeni bir dalga baslamıs bulunmaktadır. II. Dünya Savası’ndan sonraki on
yıllarda sanayilesme her ne kadar zirve yapsa da, üçüncü bir dalga, bilginin gücü, dünya
üzerinde dalgalanmakta, dokunduğu her seyi dönüstürmektedir (Kimura, 2003, s. 12).
II. Dünya Savası sonrası Kalkınma Đktisadı adı altında kurulan yeni disipline
karsı baslayan yoğun ilgi, öncelikle 1970’lerin petrol kriziyle, ardından 1982 borç
kriziyle büyük darbe almıstır. Bununla birlikte, belirli büyüme rakamları yakalasalar
bile, belirli bir süre sonra yeniden durgunluğa geçen ve de kalkınmalarını
gerçeklestiremeyen ve hala yoksulluk içinde kıvranan insanların yasadığı ülkelerin veri
33
olduğu bir dünya sisteminde, baska bir kalkınma fikrine ihtiyaç duyulduğu, özellikle
son otuz yılda fark edilmeye baslanmıstır: Artık, bilginin gücüne dayanan yeni sosyal
gelisim asamasında insanı, kalkınmaya dahil etmek gerekmekteydi. Çünkü, kisi basına
gelirde büyüme temelli iktisadi kalkınma düsüncesinin nüfusun büyük çoğunluğu için
insani refah artısı sağlamada basarısızlığa düsebilmekteydi. Böylece, kalkınma daha
çok, insan yasamının kalitesinin adaletli olarak ve haklarının korunması ile tutarlı bir
sekilde artırılması olarak düsünülmeye baslanmıstır. Sonuçta da, 1980’li yılların
ortasında, özellikle Amartya Sen'in çalısmalarıyla, bu konuda yapılmaya baslanan
çalısmalar, ilk meyvesini 1990 yılında Birlesmis Milletler Gelisme Programı’nın
Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelisme Raporları’nda vermistir. Bu
çerçevede, kalkınmanın öncelikli amacının insanlara fayda sağlamak olduğu ve gelirin,
insan yasamının bütününü ifade etmediği öne sürülmüstür. Bu yeni yaklasım, iktisadi
büyüme, insan sermayesi formülasyonu, insan refahı veya temel insan
gereksinimlerindeki geleneksel yaklasımlardan farklılastığını iddia etmektedir. Bunu da
geliri, insani gelisme için gerekli ama yetersiz bir girdi olarak; insanları araçtan ziyade
kalkınmanın sonucu olarak görerek ve kalkınma sürecinden pasif kazanç elde eden
bireyler yerine kalkınmanın aktif katılımcıları olarak görmesiyle sağlar. (UNDP, 1990,
s. 11). Çünkü toplumlar asıl zenginliklerinin kendi insanları olduğunu fark etmedikçe,
maddi refah takıntısı, insan yasantısını zenginlestirme (veya insan refahını artırma)
hedefini mutlaka örtbas edecektir (ul Haq, 1995, s. 15).
2.3.1. Đnsani Gelismenin Tanımı, Unsurları ve Gelisimi
A. Sen için insan refahı (well-being), iyi olma (being-well) anlamına gelir. Bu
da, uzun ve sağlıklı bir hayat yasayabilmek, iyi bir yasam standardına sahip olabilmek
ve bilgili olabilmek gibi değer verdiğimiz kapasitelere sahip olunmasıyla ve daha genis
bağlamda kisinin ne olabileceği ve ne yapabileceği konusunda tercih özgürlüğüne sahip
olmasıyla açıklanabilir (Todaro ve Smith, 2009, s. 18). Dolayısıyla insani gelisme,
insanların tercihlerinin (veya seçeneklerinin) genisletilmesi süreci olarak görülmelidir20.
Bu tercihler, sınırsızdır ve zaman içerisinde değisebilir. Ancak kalkınmanın her
asamasında, uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürebilmek, bilgiye sahip olabilmek ve iyi bir
yasam standardına sahip olabilmek için ihtiyaç duyulan kaynaklara erismek, insanların
sahip olmak zorunda olduğu üç temel unsurdur. Eğer bu esas tercihler sağlanmazsa,
20 Đnsani gelisme yaklasımına giris niteliğinde önemli çalısmalar için bkz. Fukuda-Parr ve Kumar (2005),
Deneulin ve Shahani (2009) ve Nussbaum (2011).
34
birçok diğer fırsat da erisilemez hale gelir. Aynı zamanda, insani gelisme iki yönlüdür.
Đlki, sağlık, bilgi ve becerilerin artırılması seklindeki insan kapasitelerinin birikimi
(formasyonu) ve diğeri üretici amaçlar için veya kültürel, sosyal ve politik iliskilerde
aktif olmak için insanların sahip oldukları kapasitelerin kullanılmasıdır. Đnsani
gelismenin ölçüsü her iki tarafı da dengelemezse, insani gelismeden bahsetmek
mümkün olmayacaktır (UNDP, 1990, s. 10).
Đnsani gelisme kavramı, ilk kez 1990 yılında Birlesmis Milletler Kalkınma
Programı tarafından yayımlanan Đnsani Gelisme Raporu'nda ortaya atılmıstır. Bu
raporlar, daha sonraki yıllarda, düzenli olarak yayımlanmaya devam etmistir. Buna
göre, insanların daha uzun, sağlıklı ve eksiksiz yasayabilmeleri için durumlarının
düzeltilmesi, insani gelisme olarak tanımlanabilir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 49). Đnsani
gelismenin gerçeklesebilmesi için de insanların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik
özgürlüklerinin sağlanması gerekir. Öyle ki, Amartya Sen de, kalkınmayı insanların
özgürlüklerini genisletme süreci olarak görürken, onların uzun, sağlıklı ve eksiksiz
yasayabilmelerinin, özgürlüklerinin sağlanmasıyla mümkün olacağını savunmustur.
Dolayısıyla insani gelisme, uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir sekilde yasayabilmek, ortak
gezegende kalkınmanın esit ve sürdürülebilir olarak sekillenmesinde aktif bir rol
oynayabilmek için insanların özgürlüklerinin artırılmasını içerir (UNDP, 2010, s. 22).
Đnsani gelismenin dört önemli unsuru vardır: Öncelikle, eğer kalkınmanın insan
tercihlerini artırması amaçlanıyorsa, bütün insanlar fırsatlara esit oranda ulasabilir
olmalıdır. Fırsatlarda esitlik olmadan, kalkınma toplumdaki çoğu bireyin tercihlerinde
kısıtlama anlamına gelir. Bununla birlikte, doğal kaynakların ve insanın elde ettiği
fırsatların sürdürülebilirliği de önemlidir. Önemli olan, tüm bireyler için, bugün de
yarın da esit kalkınma fırsatlarına erisiminin sağlanmasıdır. Bir diğer önemli unsur ise,
insanlara yatırımı ve maksimum potansiyellerine ulasabilmeleri için uygun makro
ekonomik çevrenin yaratılmasını içeren verimlilik faktörüdür. Đnsani gelismenin
sağlanması adına, son unsur olan yetki ise, insanların kalkınma sürecinde hayatlarını
sekillendiren etkinlik, olay ve süreçlere katılım sağlamalarına odaklanır ve onların
eyleyen bireyler olmasını ve yetkilendirilmesini öngörür (ul Haq, 1995, s. 17-19).
2.3.2. Đnsani Gelismede Araç ve Sonuç Düsüncesi
Geleneksel iktisadi analizde, tek bir basit ölçümle kisinin çıkarının ve onun
davranıslarının ölçümü yapılır. Bu ölçüm de genelde faydaya dayanır. Buna göre fayda,
35
tatmine veya mutluluğa ulasma olarak görülür veya arzuların gerçeklestirilmesi bazında
değerlendirilir (Sen, 1999b, s. 1). Neoklasik düsünce de, değer ve davranıs üzerine
teorilerini faydayı esas alarak kurar. Faydacı felsefe, J. S. Mill'de kendini, insanın
zevklerini maksimize ederken acılarını minimize etme pesinde kostuğu yargısıyla asıl
ilkesi olan en çok insan için en fazla mutluluğa ulastığı sonucuna ulasarak gösterir.
Ancak marjinalist devrimle birlikte, Mill'in faydacılığının haz maksimizasyonu ilkesi
disiplinin temel davranıs ilkesi olarak ele alınmıs ve insanlığın bireysel çıkar dürtüsüyle
sürekli olarak faydasını maksimize etme çabası içerisinde olduğu öne sürülmüstür
(Yılmaz, 2009, s. 70). Ne var ki Sen, insanları yönlendiren tek dürtünün bireysel çıkar
olmadığını savunmus ve bireysel çıkar dürtüsünü, evrensel geçerliliği olan bir yasa
olarak kabul etmenin yanlıslığına değinmistir. Çünkü O'na göre, asıl sorgulanması
gereken, kisisel çıkarın tek basına insanlığı yönlendirip yönlendiremeyeceğidir. Çünkü,
insanların motivasyonları (veya davranıs nedenleri) çoğuldur ve bunlar, tek bir ilkeye
indirgenemezler (Sen, 1987b, s. 16, 19)21. Buna göre, faydacı düsüncede tek bir tercih
sıralaması verili bir kisinin, ve ortaya çıkan ihtiyaçlarının, bu kisinin çıkarlarını
yansıtması, refahını göstermesi, ne yapılması gerektiği hakkında düsüncesini
özetlemesi, ve gerçek tercih ve davranısını tanımlamasının beklenmesi gerekir. Ancak,
kendi tercih davranısında hiç bir tutarsızlık göstermeyen böylesi bir insan ancak dar
anlamda 'rasyonel' olabilir. Hatta yine Sen'in deyisiyle bu, böylesi bir insanın ancak
biraz 'budala' (rational fool) olabileceğini gösterir. Bu noktada gerekli olan, kisinin etik
tercihleri ile sübjektif tercihleri arasında bir ayrımın yapılmasıdır. Sonuçta, birincisi,
sahsi olmayan sosyal düsünce bazında, bu bireyin neyi tercih edebileceğini, diğeri ise
kisisel çıkar bazında, bireyin esasta neyi tercih edeceğini gösterecektir (Sen, 1977, s.
336). Çünkü insanlar, yalnızca faydaya (veya tatmine) ulasmakla değil, aynı zamanda
refah (well-being)22 hedefiyle de ilgilenirler; refaha ulasmanın yolu da yalnızca bireysel
akılcı, optimizasyoncu etkinlik değil, toplumun içerisinde kendi kendisini
gerçeklestirebilmektir (Özel, 2009, s. 232).
Gelir ve harcama odaklı, ve fayda temelli yaklasımlar, insan sermayesi
birikimine yönelir. Bu çerçevede, insanoğlunu sonuç olarak görmekten ziyade, onları
öncelikli olarak kalkınmanın aracı olarak görürler ve yalnızca mal ve hizmet üretim
21 Sen'in etik iktisat önerisinin incelemesini yapan Đnsel (2005, s. 375, 388) de insani varolus nedenlerinin
çoğulluğu ilkesi nedeniyle, insanların motivasyonlarının çoğul olduğuna ve tek bir ilke veya yönteme
indirgenemeyeceğine değinir ve Sen'in bu önerisiyle birlikte iktisadın analitik gücünü kaybetmeden etik
ve siyasal merkezli de tasarlanabileceğinin gösterilmis olduğunu ifade eder.
22 Kaynakta ifade "iyi yasam" olarak kullanılmıstır. Ancak tez içerisinde anlam bütünlüğünün korunması
için bu kavram da "refah" ile ifade edilmistir.
36
sürecinin arz kısmı ile ilgilenirler. Her ne kadar insanoğlunun üretim sürecinin aktif bir
girdisi olduğu doğru olsa da, insanoğlu, mal ve hizmet üretimi için gereken sermaye
malından daha fazla bir seyi ifade eder. Aynı zamanda onlar, bu sürecin nihai sonucu ve
yarar sağlayan katılımcılarıdır. Bu nedenle, insan sermayesi birikimi, insani gelismenin
tamamını değil yalnızca bir yanını kapsamaktadır (UNDP, 1990, s. 11). Öyle ki, yokluk
ve yoksunluk üzerine yapılan çalısmalar ve bu tür ağır talihsizlik ve adaletsizliklerle
insanların mücadele etme yolları, kalkınma iktisatçılarının, faydanın ölçülmesinin
sınırlamalarını daha iyi fark etmelerine neden olmustur (Bardhan, 1993, s. 138).
Sonuçta, insani gelismede refah ve kalkınmanın araçları ve sonuçları arasındaki
ayrım, önemli bir analitik ayrımdır. Sonuçlar, esasi bir önem arz ederken, araçlar,
refahın artırılması ve kalkınmanın sağlanması için hedeflere ulasmada aracı rolü oynar.
O halde, refahın ve kalkınmanın sonuçlarının neler olduğunun belirtilmesi gerekir:
Refah ve kalkınma insanların, etkin fırsatları çerçevesinde dahil olmak istedikleri
eylemlere giristikleri ve olmak istedikleri kisi oldukları, böylece -daha önce belirtildiği
gibi- islevsel hale getirebildikleri kapasiteleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda
erisilen islevlilikler, yasamı değerli kılar. Đslevlilikler, çalısmayı, dinlenmeyi, sağlıklı
olmayı, toplumun bir parçası olmayı ve saygı duyulmayı içerir (Robeyns, 2003a, s. 6).
2.3.3. Đnsani Gelisme ile Büyüme Arasındaki Đliski
Đktisadi büyüme ile insani gelisme arasındaki farka bakıldığında, birisinin gelir
olmak üzere tek bir tercihin genisletilmesine odaklanırken, diğerinin ise iktisadi, sosyal,
kültürel ve politik olmak üzere tüm insan tercihlerinin (veya seçeneklerinin)
genisletilmesini içine aldığı görülür. Birçok insan tercihi, iktisadi refahın çok
uzağındadır. Bilgi, sağlık, fiziksel olarak temiz bir çevre, politik özgürlük, hayattaki
basit zevkler, hiçbiri yalnız veya tamamen gelirle ilgili değildir (ul Haq, 1995, s. 14-15).
Bu nedenle insani gelisme yaklasımı en bütüncül kalkınma modelidir. Bu yaklasım,
iktisadi büyüme, sosyal yatırım, insanların yetkilendirilmesi, temel ihtiyaçların temini,
sosyal güvenlik ağları, politik ve kültürel özgürlükler ve insanların yasamlarına dair
kalkınma yolunda gereken tüm diğer kavramları içerir. Aslında hayatın kendisinin
pratik yansımasıdır (ul Haq, 1995, s. 23). Elbette, gelir sahibi olmak, insanların
ihtiyacını duyduğu önemli bir faktördür, ancak en önemli faktör değildir. Đnsani gelisme
de, geliri ve refahı içerir ancak bunlar kadar değer verilen daha bir çok baska seyi de
analizine dahil eder (Streeten, 2005, s. 101).
37
Mantıksal çerçevede, daha fazla özgürlük ve kapasite, iktisadi performansı
artırır, böylece insani gelisme büyümeye önemli bir etki sağlar. Aynı sekilde; daha fazla
gelir, hanehalkı ve devletin tercih ve kapasitelerinin sınırlarını genisletir, böylece
büyüme, insani gelismeyi artırmıs olur (Ranis, 2004c, s. 1). Her ne kadar, büyüme ile
insani gelisme arasında önemli bir iliski var olduğu kabul edilse de, iki faktör arasında
otomatik bir bağ yoktur; daha önemlisi büyümenin sunduğu artırılmıs refah fırsatlarına
ulasılmasının yolu, onun uygun sekilde yönetilmesinden geçer. Bazı ülkeler, büyüme
rakamlarını insani gelisme yolunda basarıyla kullanırken, bazıları bunu yapmakta basarı
sağlayamamıstır (UNDP, 1990, s. 42). Özellikle sağlık hizmetleri ve temel eğitim gibi
toplumsal hizmetlerin sağlanmasına öncelik vererek isleyen 'destek uygulamaları'
sonucunda çok düsük gelir düzeylerine sahip olan ülkeler, -Sekil 1.’de gösterildiği gibidünyanın
çok daha zengin olan insanlarından muazzam ölçülerde daha uzun yasam
süresi beklentilerine sahip olabilmektedirler. Uzun yasam süresi beklentisindeki
değisiklikler kalkınmanın merkezinde yer alan toplumsal fırsatların türüyle iliskili
olduğu için, gelir merkezli bir görüsün kalkınma sürecine iliskin daha bütünlüklü bir
anlayıs edinmesi ciddi bir katkıyı gerektirir (Sen, 2004, s. 68). Öyle ki ülkeler arası
ampirik analizleri sonucunda Ranis vd. (2000, s. 213), iyi iktisadi büyümenin, insani
gelismede artısla desteklenmezse, bunun, eninde sonunda sürdürülemez olabileceğini
kanıtlamıslardır. Gelirin artmasıyla insan yasantısını gelistirme arasında otomatik bir
bağ olduğunu reddetme, büyümenin kendisini reddetme anlamına gelmez. Đktisadi
büyüme fakir toplumlarda yoksulluğu azaltmak veya yok etmek için sarttır. Ama
büyümenin kalitesi de, ölçüsü kadar önemlidir. O yüzden bilinçli bir kamu politikasının
iktisadi büyümeyi, insanların yasantılarına aktarması ve insani gelismeyi sağlaması
gerekir (ul Haq, 1995, s. 15). Bu çerçevede de eğitim ve sağlık düzeylerini artırmak ilk
asamada çok önemlidir. Öyle ki, insani sermaye ve isgücü kalitesindeki değisiklikler,
daha çok içsel büyümenin problemidir. Bir ülkenin sürdürülebilir büyüme yolunu
belirleyen ise insani gelisme düzeyidir. Öyle ki, "önce büyü ve insani gelisme
konusunda daha sonra endiselen" tarzı bir görüs, kanıtlarla desteklenmemektedir.
Eğitim ve sağlık düzeylerini artırmanın ya önceliğinin olması veya en azından doğrudan
büyümeyi genisleten çabalarla birlikte sürdürülmesi gerekir. (Ranis, 2004c, s. 9-10).
Sonuç olarak, yüksek gelir tek basına insani yoksulluğun engelleyicisi
olamamıstır. Aynı zamanda yüksek büyüme performansı hayat standardının
artırılmasını otomatik olarak sağlayamamaktadır (ul Haq, 1995, s. 25). Büyüme de
insani gelismenin bir unsurudur. Dolayısıyla, insani gelismenin basarısını anlayabilmek
38
için, öncelikle ekonomik kaynakların (milli gelirin), insani gelismeyi nasıl
sağlayacağının kesfedilmesi gerekir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 50). Bir ülke geleneksel
iktisadi terimlerle zengin olabilir ancak, insanın yasam kalitesinde ve dolayısıyla insani
gelismede hala oldukça yoksul kalmıs olabilir. Gerçekten de iktisadi zenginlik,
insanların yasamlarına takviye olan bir araçtan baska bir sey değildir (Sen, 1987c, s. 1;
ul Haq, 1995, s. 13; UNDP, 1990, s. 9, Greve, 2008, s. 53)23.
Sekil 1. Seçilmis Ülkeler Đçin Kisi Basına GSMH ve Doğumda Yasam Beklentisi
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country (Erisim: 30.09.2010).
Son olarak; insani gelisme ile büyüme arasında kuvvetli bir bağ kurmanın dört
yolu vardır: i) insanların eğitim, sağlık ve becerilerine yatırım düsüncesine odaklanmak,
onları büyüme sürecinin katılımcıları olduğu kadar, onun yararlanıcıları olmalarını da
mümkün kılar, ii) gelir ve varlıkların daha esit dağıtımı, büyüme ile insani gelisme
arasında bağ kurmak için çok önemlidir. Gelir esitsizliğinin yüksek olduğu ve
varlıkların esit dağıtılmadığı bir durumda, yüksek büyüme performansı, insani
gelismeyi sağlamakta basarısız olur, iii) hükümet tarafından sağlanan iyi düzenlenmis
sosyal harcamalar, insani gelismenin hızlandırılması için önemlidir. Bu düzenlemeler
de iktisadi temellerin sosyal temelleri yeteri kadar desteklemediği durumlarda
sürdürülebilir olamaz, iv) basta kadınlar olmak üzere, insanların yetkilendirilmesi de
insani gelisme ile büyüme arasında bağ kurmak için önemlidir. Eğer insanlar,
tercihlerini politik, sosyal ve iktisadi alanda kullanırlarsa, büyüme büyük olasılıkla
güçlü, demokratik, katılımcı ve dayanıklı olacaktır (ul Haq, 1995, s. 21-22).
23 Bu düsünceye sahip olan insani gelisme yaklasımı iktisatçıları genelde, Aristo'nun "Nikomakhos'a Etik"
adlı eserindeki, "besbelli ki zenginlik, aradığımız iyilik değildir; ancak zenginlik, yararlıdır ve baska bir
seye ulasmak için gereklidir." alıntısını kullanırlar. Bakınız; D. Ross'un çevirisiyle, Aristotle (1980, s. 7)
Çin Sri Lanka Angola Gabon
Güney
Afrika
0
10
20
30
40
50
60
70
80
0
1.000
2.000
3.000
4.000
5.000
6.000
7.000
8.000
Kisibasına GSMH (ABD
Doları, 2008)
Doğumda Yasam Beklentisi
(Yıl Olarak, 2008)
39
2.4. Birlesmis Milletler Gelisme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani
Gelisme Raporları'nın Đncelenmesi
Son olarak bu bölümde, insani gelisme kavramının biraz daha detaylı
anlasılabilmesi için Birlesmis Milletler Gelisme Programı (BMGP) tarafından düzenli
olarak yayımlanan Đnsani Gelisme Raporları (ĐGR) incelenmis ve bu raporlarda her yıl
islenen konuların insani gelismeyle bağlantısı analiz edilmeye çalısılmıstır.
2.4.1. Kurulus Asaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelisme Raporları)
Đlk Đnsani Gelisme Raporu (ĐGR), 1990 yılında yayımlanmıstır. Bu raporda,
insani gelisme kavramı tanıtılmıs ve kavram, insanların tercihlerinin genisletilmesi
süreci olarak görülmüstür. Đnsani gelismenin genis kapsamını karsılayamasa da aynı
zamanda yine ilk rapordan itibaren üç temel kapasiteyi ölçmeye yönelik bir insani
gelisme endeksi de ortaya atılmıstır. Genel olarak kavram ve ölçüm konusunda giris
niteliğinde bilgiler sunan 1990 yılı raporu aynı zamanda, ilk on yılda, i) gelismekte olan
ülkelere kendi insani gelisme hedeflerini hazırlamak ve tüm büyüme modelleri ile
yatırım bütçelerini bu hedeflere uyarlamak için ikna etme, ii) gelismekte olan ülkelere
insani gelisme göstergelerinde daha kaliteli veri toplama konusunda yardımcı olma, iii)
yalnızca üretim üzerine değil spesifik projelerin ve programların insanlar üzerine
etkilerini analiz etme, gibi konuları da gündemine almıstır (ul Haq, 1995, s. 28).
Đnsani gelismenin insan özgürlükleri olmadan eksik olacağı düsüncesinden yola
çıkılarak bir Đnsani Özgürlük Endeksi'nin olusturulduğu 1991 yılı ĐGR'de ise, 'Đnsani
Gelismenin Finansmanı' düsüncesi temel alınmıstır ve var olan bütçelerin yeniden
yapılandırılmasının tüm insanlar için gereken temel sosyal hizmetleri finanse
edebileceği sonucuna varılmıstır. Aynı zamanda, i) kamu tesebbüslerinde düzeltmeler
yapılması, ii) borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması, iii) yolsuzlukla mücadele
edilmesi ve iv) sermaye kaçıslarının durdurulması gibi yollarla insani gelisme için daha
fazla kaynak sağlanabileceği ifade edilmistir (UNDP, 1991, s. 5). 1992 yılı ĐGR'de ise,
'Đnsani Gelismenin Uluslararası Boyutları' ele alınmıstır. Tüm insanlar için piyasa
kosullarına esit derecede erisimin sağlanmasının gerektiğini ifade eden rapor, piyasa
fırsatlarına esit erisim için gereken arastırmanın da ulusal sınırların ötesine geçip
küresel sistemi içermesi gerektiğini iddia etmektedir. Sonuç olarak da piyasa fırsatlarına
erisimleri artırılmadıkça yoksul insanlar veya yoksul uluslar için yoksulluk tuzağından
kurtulmalarının olasılık dısı olduğu ifade edilmektedir 1993 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu
40
ise, insanların katılımıdır. Halen bir milyardan fazla insanın yoksulluk sınırı altında
yasadığı ve derin küresel gelir esitsizliğinin hos görüldüğü, kadınların hala erkeklerin
yarısı kadar kazandığı ve hala etnik azınlıkların kendi ülkelerinde ayrı bir ulusmus gibi
yasadığı böylesine farklılık içeren ve insanların katılımcılığını engelleyen bir dünyada,
böylesi bir hedef oldukça etkileyicidir. (ul Haq, 1995, s. 31, 35).
Đnsan güvenliğinin daha iyi silahlarla değil, insanlara daha iyi yasam kosulları
sağlanmasıyla meydana geleceğini içeren yeni bir konseptin biçimlendirilmesi ana
fikriyle ortaya çıkan 1994 yılı ĐGR, geleceğin savasının geçmisin silahlarıyla
yapılmasının zamanının artık geçmis olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda sosyal bir
dünya sözlesmesi, küresel askeri harcamalarda % 3'lük bir azaltma, küresel bir insani
güvenlik fonu ve kalkınmada isbirliğinin sağlanması için yeni bir çerçeve öneren rapor,
dünyada insan güvenliği için yeni bir yapının olusturulmasının zamanı geldiğini öne
sürmektedir (UNDP, 1994, s. 6).
2.4.2. Gelisim Asaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelisme Raporları)
Đnsani Gelisme Raporları, 1990'ların ilk yıllarında hak ettiği ilgiyi görmüstür.
Đnsani gelisme düsüncesinin içeriğine sempatiyle yaklasan çalısmalar, Đnsani Gelisme
Endeksi'ne bazı yönlerden de elestiriyle yaklasmıstır. Bu bağlamda endekste zaman
içerisinde iyilestirmelerin yapılması uygun görülmüstür. Aynı zamanda Đnsani Gelisme
Endeksi'nce dahil edilmeyen unsurların ölçülmesi amacıyla yeni endeksler
gelistirilmistir. 1995 yılı ĐGR de cinsiyete dayalı endekslerin ortaya atılması açısından
önemlidir. Buradan hareketle, 1995 yılı raporu, insani gelismede kadınlara önemli bir
rol verilmesi amacıyla yola çıkmıstır. Öyle ki, küresel olarak kadın, erkekten daha
yoksul olmaya eğilimlidir. Sağlık, eğitim ve özgürlüğün tüm içeriklerinde erkeklere
göre daha yoksundurlar. O halde kalkınmaya en büyük etkinin yapılması için toplum,
kadınlarını yetkilendirmeli ve onu ilgi odağına koymalıdır (Todaro ve Smith, 2009, s.
22). Zaten, insani gelismenin toplumun bir bölümünün değil, tüm insanların
tercihlerinin genisletilmesi süreci olduğu kabul edildiğinde, böylesi bir sürecin eğer
çoğu kadın faydalarından dıslanırsa adil olmayan ve ayrımcı bir duruma düseceği ifade
edilmektedir (UNDP, 1995, s. 1).
Ekonomik büyüme ile insani gelisme arasındaki iliskiye değinen 1996 yılı ĐGR,
ikisi arasında otomatik bir bağ olmadığını ve büyümenin iyi yönetilmediği takdirde is
üretmeyen büyüme, merhametsiz büyüme, söz hakkı olmayan büyüme, kökleri olmayan
41
büyüme ve geleceği olmayan büyüme gibi sonuçlara yol açacağını savunur (UNDP,
1996, s. 2-4). Tatmin edici bir hayat yasamak için gereken piyasa ve piyasa-dısı mallara
erisimden yoksun dünyadaki bir çok insana iktisadi büyümenin fayda sağlayacağının bir
güvencesi olmadığını kabul eden Ravallion (1997, s. 637) ise, dünyadaki yoksullar için
bugün düsük-kaliteli büyümeden ziyade, normal kalitede bile çok düsük bir büyümenin
asıl sorun teskil ettiğini savunur. Ancak büyümeyi araç, insani gelismeyi sonuç olarak
hedefine koyan rapor, insani gelisme ve büyümenin birlikte hareket etmesi gerektiğini
ortaya koyar. Dolayısıyla büyümeye karsı bir tavır takınmamakla birlikte, büyümeyi
insani gelismeye dönüstürerek ülkelerin etkinliklerini artıracaklarını öne sürer. Öyle ki
iliskinin zayıf veya dengesiz olduğu durumlarda, ülkenin dengesiz insani gelisme veya
dengesiz büyüme dönemlerine girebileceğini ifade eder (UNDP, 1996, s. 67).
Yoksulluk konusunu ele alan ve yoksulluğun çok boyutlu olduğundan hareketle
Đnsani Yoksulluk Endeksi'ni ortaya atan 1997 yılı ĐGR, yoksulluğun yalnızca materyal
refah eksikliğinden kaynaklanmadığını, tahammül edilebilir bir hayat sürmek için elde
edilen fırsatların reddedilmesinden kaynaklanabileceğini savunur. Eğer insan
tercihlerinin genisletilmesi olarak tanımlanan insani gelisme, insan tercihlerinin
genisletilmesi hakkındaysa; yoksulluk, insani gelismenin temelinde yatan fırsatların ve
tercihlerin reddedildiği anlamına gelir. Bunlar, uzun, sağlıklı, yaratıcı bir hayat sürmek,
iyi bir yasam standardı sağlamak ve özgürlüğü, haysiyeti, özsaygı ve diğerlerine saygıyı
içeren bir hayatı yasamaktır (UNDP, 1997, s. 15). 1998 yılı ĐGR ise, dünya tüketimi
konusunu gündemine almıstır. Yirminci yüzyıl boyunca, dünya tüketiminin yüksek
oranlardaki artısı, 1998 yılı raporunun ilk maddesini olusturmustur. Buna göre tüketim,
insanların kapasitelerini gelistirdiği ve -diğerlerinin refahlarını ters etkilemediği süreceyasamlarını
zenginlestirdiği zaman insani gelismeye katkıda bulunur. Ancak mevcut
tüketim, çevresel kaynak temelini zayıflatmaktadır. Esitsizlikler siddetlenmektedir. Eğer
yüksek gelirli tüketicilerden düsük gelirli tüketicilere doğru yeniden bölüsüm sağlanmaz
ve çevresel kirlenmeden daha temiz mallara ve üretim teknolojilerine geçilmez, gösteris
için tüketimden temel ihtiyaçların karsılanmasına önem verilmez ve trend değismezse,
mevcut tüketim ve insani gelisme sorunlarının kötüleseceği öne sürülmektedir. Ancak
trend, kaçınılmaz değildir. Değisim, gerekli ve mümkündür. Kısacası tüketim,
paylasılmalı (herkes için temel ihtiyaçları sağlamalı), güçlendirmeli (insan
kapasitelerini yaratmalı), sosyal olarak sorumluluk yüklemeli (diğerlerinin refahını
sıkıntıya sokmamalı) ve sürdürülebilir olmalıdır (gelecek nesillerin tercihlerini rehin
vermemeli). Öyleyse tüm insan tercihlerinin genisletilmesini içeren insani gelisme
42
paradigmaları, tüketicinin tercihlerini de insan yasamının değerini artıracak yönde
genisletmeyi ve artırmayı hedeflemelidir (UNDP, 1998, s. 1).
2.4.3. Yenilenme Asaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelisme Raporları)
1999 yılı ĐGR'nin temel konusu küresellesme olmustur. 1,5 trilyon dolardan daha
fazla bir tutar, dünya kur piyasalarında her gün değisime uğramaktadır. Ne var ki
küresellesme elbette yalnızca para ve ticaret akımlarından da ibaret değildir, bundan
daha fazlasını; dünya insanlarının artan karsılıklı bağlılığını (dayanısma) içerir. Ve
küresellesme yalnızca ekonominin entegrasyonunu değil, aynı zamanda kültürün,
teknolojinin ve yönetisimin de entegrasyonunu gerektirir. Küresellesme yeni bir kavram
değildir. Erken 16. yüzyıl ve 19. yüzyıl sonlarına uzanır. Ama bu dönem farklıdır. Yeni
piyasalar, yeni araçlar, yeni aktörler ve yeni kurallar uygulanmaktadır. Küresellesme
dönemi, dünyadaki milyonlarca insana bir çok fırsat tanımaktadır. Artan ticaret, yeni
teknolojiler, yabancı yatırımlar, artan medya ve internet bağlantıları iktisadi büyümeyi
ve insani ilerlemeyi körüklemektedir. Tüm bunlar 21. yüzyılda yoksulluğun yok
edilmesi için büyük bir potansiyel olusturmaktadır. Đnsanlık artık daha önce olmadığı
kadar fazla zenginlik ve teknolojiye sahiptir ve küresel topluma daha fazla bağımlıdır. O
halde küresel piyasalar, küresel teknoloji, küresel fikirler ve küresel dayanısma (birlik)
dünyanın her yerindeki insanların yasamlarını zenginlestirebilir, büyük oranda
tercihlerini genisletebilir (UNDP, 1999, s. 1). Yeni yüzyıldaki küresellesme mücadelesi,
küresel piyasaların durdurulmasını içermez. Sen (2004, s. 200) de piyasa
mekanizmasının insanların birbiriyle etkilesebildiği, ve karsılıklı olarak avantajlı
eylemlerde bulunabildikleri temel bir düzenleme olduğunu ve piyasa mekanizmasına
neden elestirildiğini anlamanın zor olduğunu belirtir. Hatta ortaya çıkan sorunların da
genellikle baska kaynaklardan yayıldığını, bu sorunları piyasalara baskı yaparak değil,
onların islevlerini daha büyük bir dürüstlükle ve yeterli destekle yerine getirmelerine
izin vererek ele almak gerektiğini savunur. Dolayısıyla, küresel piyasaların ve rekabetin
avantajlarını koruyan daha güçlü yönetisim için kurallar ve kurumların bulunmasının
mücadelesi verilmelidir. Ama aynı zamanda insan, toplum ve çevresel kaynaklar için
yeterli alan sağlayan bir küresellesmenin yalnızca kar için değil, insan için isleyeceğini
temin eden bir durus da gereklidir. Yani küresellesmenin; etik (insan haklarının daha az
ihlali), esitlik (uluslar içinde ve arasında daha az farklılık), dahil etme (insanların ve
ülkelerin daha az marjinallesmesi), insan güvenliği (toplumların daha az istikrarsızlığı
43
ve insanların daha az hassasiyeti), sürdürülebilirlik (çevresel zararın artık daha fazla
değil, daha az olması) ve kalkınma (daha az yoksulluk ve yoksunluk) ile birlikte devam
etmesi gerekir (UNDP, 1999, s. 2). Aksi takdirde, örneğin eğer asırı yoksulluk içinde
yasayan insanların sayısı düsmemekte ve küresel esitsizlik genislemekte ise,
küresellesmenin dünyada doğru yönde ilerlemediği sonucuna varılabilir (Wade, 2004, s.
582).
Yirmi birinci yüzyılın hemen basında yayımlanan 2000 yılı ĐGR, son on yılın -
tezde de belirtildiği üzere- önemli konularından ve -bugün dünyanın dörtte üçü
demokratik rejimlerle yöneltildiğinde göre- 20. yüzyılın önemli basarılarından biri olan
insan hakları üzerine odaklanmıstır. Đnsan hakları ve insani gelisme ortak bir vizyon ve
ortak bir amaç tasır. Bunlar, her yerde tüm insanlar için özgürlüğü, refahı ve haysiyeti
korumayı içerir. Bunun için cinsiyet, ırk, etnik grup, ulus, din ayrımının olmadığı bir
özgürlük, iyi bir yasam standardı sürmek için muhtaçlığın olmadığı bir özgürlük, insan
potansiyelinin anlasılması ve gelistirilmesi için özgürlük, kisisel güvenlik, iskence ve
diğer siddet olaylarına iliskin korkunun olmadığı bir özgürlük, adaletsizlik ve hukuk
kurallarının ihlalinin olmadığı bir özgürlük, düsünce, konusma ve katılım sağlama
özgürlüğü, sömürünün olmadığı iyi bir ise sahip olma özgürlüğü gibi özgürlüklere
ihtiyaç duyulur. Yani insan hakları da insani gelisme de temel özgürlüklerin korunması
üzerinedir: Đnsani gelisme, insan haklarının fark edilmesi için gereklidir. Đnsan hakları
da tam bir insani gelisme sağlanması için sarttır (UNDP, 2000, s. 1-2).
Yeni teknolojilerin, insani gelisme için isler hale getirilmesi amacı ise 2001 yılı
ĐGR'nin ana temasını olusturur. Đnsanlar yeni teknolojiler yaratarak ve onları kullanarak,
yasam kalitelerini artırırlar. Tarih boyunca, teknoloji, insani gelisme ve yoksulluğun
azaltılması için etkili bir araç olmustur. Katılım ve bilginin artması, yeni ilaçların, yeni
istihdam ve ihracat fırsatlarının ortaya çıkması, teknoloji ile gerçeklesmistir (UNDP,
2001a, s. 1). Aynı zamanda, rapor, insani gelismenin geçmis, mevcut ve gelecek
dönemler analizini yaparak baslar ve günümüzde insanların yasamlarında kabul
edilemez yoksunluk düzeylerinin mevcut olduğunu ifade eder24. Ayrıca, Eylül 2000'de
24 Gelismekte olan ülkelerdeki 4,6 milyar insanın 850 milyondan fazlasının okuryazar olmadığını,
yaklasık 1 milyar insanın 'arıtılmıs' su kaynaklarına erisimden yoksun olduğunu ve 2,4 milyar insanın
sağlık korumasından yoksun olduğunu ifade eder. Yaklasık 325 milyon kız ve erkek çocuğunun okula
gitmediğini belirtir. 11 milyon bes yas altı çocuğun her yıl engellenebilir nedenlerden öldüğünü ifade
eder. 1,2 milyar civarında insanın günlük 1 doların altında bir gelirle, 2,8 milyar insanın da günlük 2
doların altında bir gelirle yasadığını söyler. Ne var ki aslında böyle yoksunlukların yalnızca gelismekte
olan ülkelerle sınırlı olmadığını, OECD ülkelerinde de 130 milyondan fazla insanın gelir yoksulu
olduğunu ifade eder. 34 milyonunun issiz olduğunu belirtir ve ülkelerin insani gelisme düzeyleri üzerine
analizini yapar (UNDP, 2001, s. 9).
44
ortaya konulan Milenyum Kalkınma Hedefleri'ni de içeren ve hedefleri benimseyen
rapor, ne var ki süreç hızlandırılmazsa hedeflerin yerine getirilemeyeceğini de belirtir.
Dolayısıyla son otuz yılda insani ilerlemenin bize neyin mümkün olduğunu gösterdiğini
ve teknolojik ilerlemenin geçmis dönemlerdeki bu insani ilerlemenin hızlanmasına
büyük katkı sağladığını asıl mesaj olarak ifade eder. Ve bu katkıların, daha büyük
hızlanmalara bir ümit verdiğini dile getirir (UNDP, 2001a, s. 25).
Politika ve insani gelisme arasındaki iliskiye odaklanan 2002 yılı ĐGR, böylesine
bölünmüs bir dünyada merkezine demokrasinin derinlestirilmesini almıstır. Politik
gücün ve -resmi, kayıt dısı veya ulusal, uluslararası- kurumların, insani ilerlemeyi nasıl
sekillendirdiğiyle ilgilidir ve tüm insanların -çoğunun geri kaldığı bir dünyada- insani
gelisimini yükseltecek demokratik yönetisim sistemlerinin kurulması için ülkelerin ne
yapması gerektiği hakkındadır. Đnsanlar her yerde, kaderlerini belirlemek, görüslerini
açıklamak ve yasamlarını sekillendiren kararlarda katılımcı olmak için özgür olmayı
istedikleri için politika, insani gelisme için önemlidir. Bu kapasiteler insani gelisme için
eğitimli olmak ve sağlıklı yasam sürebilmek kadar -insanların tercihlerinin
genisletilmesi bakımından- önemlidir (UNDP, 2002, s. 1). Đnsani gelisme
perspektifinden iyi yönetisim ise demokratik yönetisimdir. Böylesi bir yönetimle, i)
insanların, haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duyulan ve haysiyetli bir sekilde
yasamalarına izin verilir, ii) insanlar yasamlarını etkileyen kararlarda söz sahibi olur, iii)
insanlar, karar vericileri herhangi bir konuda sorumlu tutabilir, iv) kapsayıcı ve adil
kurallar, kurumlar ve uygulamalar, sosyal etkilesime hakim olur, v) kadınlar, erkeklerle
yasamın ve karar verici alanda özel ve kamu alanda esit ortaklardır, vi) insanlar ırk,
sınıf, cinsiyet ayrımından uzaktırlar, vii) mevcut politikalar gelecek nesillerin
ihtiyaçlarını yansıtır, viii) ekonomik ve sosyal politikalar, insanların ihtiyaç ve
emellerini karsılamalıdır, ix) ekonomik ve sosyal politikalar, yoksulluğu yok etmeyi ve
tüm insanların yasamlarındaki tercihleri genisletmeyi hedeflemelidir (UNDP, 2002, s.
51).
2003 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu ise Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs)
olmustur. Buna göre, sekiz hedeften olusan MDGs'nin, 2015 yılına kadar
gerçeklestirilmesi hedeflenmistir. Bu bağlamda da dünya liderleri, insani ilerleme ve
yoksulluğun azaltılması için somut hedefleri gerçeklestirmek adına 2015 ya da daha
öncesi için söz vermislerdir (UNDP, 2003, s. 1). 2004 ĐGR ise, kültürel özgürlük
üzerine odaklanmıstır. Kültürel özgürlük, insani gelismenin elzem bir parçasıdır. Çünkü
bir kimsenin diğerlerinin saygısını kaybetmeden ve diğer tercihlerden mahrum
45
bırakılmadan kimliğini seçebilmesi -kim olduğunu-, tam bir hayat sürdürebilmek için
önemlidir. Đnsanlar, inançlarını açıkça icra edebildikleri, kendi dillerini konusabildikleri,
alay, ceza veya fırsatların azalması korkusu olmadan etnik ve dini geleneklerini yerine
getirebildikleri bir özgürlük isterler. Devletler bu talepleri karsılamak için kaçınılmaz
bir mücadeleyle karsı karsıyadırlar. Eğer iyi kontrol edilirse, kimliklerin daha fazla
tanınması, toplumda daha fazla kültürel esitlik meydana getirir, insanların yasamlarını
zenginlestirir (UNDP, 2004a, s. 1). Çünkü insan kimliğinin tercihsiz tekilliğinde ısrar
etmek yanlıstır, çünkü herkesin birbirine benzediği yolunda gerçek dısı bir iddia
olamaz. Aksine, sorunlu dünyada uyumlu yasama umudunun dayanağı, kimliklerimizin
çoğulludur. En kötü bozulma dolayısıyla, aklın ve tercihin rolüne bos verilmesinin eseri
olarak ortaya çıkar. Tercihlerden yoksun tekilliğin tasvir etmedeki zayıflığı sosyal ve
politik aklımızın güç ve kapsamını ciddi sekilde yoksullastırır (Sen, 2010, s. 36-37).
Dolayısıyla insanların kültürel kimlikleri devlet tarafından tanınmalıdır ve insanlar, bu
kimliklerini, yasamlarının diğer yönlerinde ayrıma maruz kalmadan açıklama
özgürlüğüne sahip olmalıdır. Kısacası kültürel özgürlük bir insan hakkıdır ve insani
gelismenin önemli bir yönüdür. Bu nedenle de devlet müdahalesi ve ilgisine değerdir
(UNDP, 2004a, s. 6).
2005 yılı ĐGR, gelismis ve gelismekte olan ülkeler arasındaki isbirliğine
odaklanırken, bu isbirliğinin, her biri acil yenilenme ihtiyacında olan üç sartına önem
verir: Birincisi kalkınma desteğidir. Uluslararası yardımlar, insani gelisme için
önemlidir. Bu yatırımın getirileri, kaçınılabilir hastalık ve ölümlerin önlenmesi, tüm
çocukların eğitilmesi, cinsiyet esitsizliğinin giderilmesi, ve sürdürülebilir ekonomik
büyüme kosullarının yaratılması ile ortaya çıkan insani potansiyel ile ölçülebilir.
Kalkınma yardımı, kronik yetersiz finansman ve kötü kalite gibi iki sorunla karsı
karsıya kalabilir. Đkinci sart ise, uluslararası ticarettir. Doğru (adil) sartlar altında
ticaret, insani gelismenin güçlü bir motoru olabilir. Ticaret yardımdan daha fazla bir
sekilde, dünyanın yoksul ülke ve insanlarının küresel zenginlik payının artırılmasında
potansiyele sahiptir. Ne var ki zengin ülkelerin ticaret politikaları, yoksul ülkeleri ve
yoksul insanların, küresel zenginlikten adil bir pay almasından mahrum bırakmaktadır.
Böylesi bir uygulama haksız (zalimce) ve ikiyüzlüdür. Üçüncü sart ise güvenliktir.
Siddetli çatısmalar, yüzlerce insanın yasam sekillerini bozmaktadır. Daha etkin
uluslararası isbirliği siddetli çatısmaların yarattığı engellerin kaldırılmasına yardımcı
olarak hızlandırılmıs insani gelisme ve gerçek güvenlik kosullarının yaratılmasını
sağlar. Yenilenme, uluslararası isbirliğinin her kosulunun aynı anda yerine getirilmesini
46
sart kosar. Bir kosuldaki basarısızlık, gelecek dönem ilerlemelerin temellerini zayıflatır.
Uluslararası ticarette daha etkin kuralların, siddetli çatısmaların ticarete katılım
fırsatlarını engellediği ülkelerde pek yardımı dokunmamaktadır. Daha adil ticaret
kuralları olmadan artan yardımlar, istenilenin altında sonuçlara neden olur. Ve
yardımlar ve ticaret ile sağlanmıs artırılmıs insan refahı ve yoksulluğun azaltılması
umudu olmadan sağlanan barıs ortamı, kırılgan kalacaktır (UNDP, 2005, s. 2-3).
2.4.4. Krizlerle Mücadele Asaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelisme Raporları)
2006 yılı ĐGR, merkezine insanlığın karsı karsıya kaldığı en büyük sorunlardan
birini alarak baslar. Su ve sağlık hizmetlerindeki krizle basa çıkmak, 21. yüzyılın en
büyük insani gelisme mücadelelerinden biridir. Đnsanlar oksijene ihtiyaç duyduğu kadar
suya ihtiyaç duyarlar. Đnsanlar, sağlıklarını sürdürmek ve haysiyetlerini korumak için
temiz suya ve sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyarlar. Bazıları, suya karsı küresel
mücadelenin bir kıtlık problemi olduğunu savunsa da rapor, böylesi bir iddiayı
reddeder. Çünkü, suya erisim endisesi yalnızca bazı ülkeler hastır. Ancak küresel su
krizinin odağındaki kıtlık düsüncesi, fiziksel bulunabilirlikle değil, güç, yoksulluk ve
esitsizlikle köklesmektedir (UNDP, 2006, s. 2). 2007-2008 yılı ĐGR ise, bir diğer
insanlık krizi olan küresel ısınma konusuna odaklanır. Halihazırda sera gazı
emisyonlarının azaltılması, gönüllü çabalarla iklimin koruma çabası sürdürülse de,
mevcut tepkinin yetersiz kaldığı iddia edilmektedir (DiMento ve Doughman, 2007, s.
135). Küresel ısınma, neslimizin insani gelisme meselesi olarak tanımlanır. Đnsani
kalkınma kapasitelerin genisletilmesi süreci olduğuna göre, küresel ısınma insan
özgürlüklerini bozarak ve tercihleri sınırlandırarak bu süreci tehdit edecektir (UNDP,
2007, s. 1). Bu bağlamda insani gelisme sürecini tersine çevirebilecek bes büyük riskle
karsılasılabilir: i) azalan tarımsal verimlilik, ii) artan su güvensizliği, iii) artan kıyı
taskınlarına ve ekstrem hava kosullarına maruz kalma, iv) ekosistemin çöküsü, v) sağlık
risklerinin artısı (UNDP, 2007, s. 27-30). Bu nedenle, insani gelisme sürecinin daha
etkin devam edebilmesi için küresel ısınmayla mücadelede daha etkin çözüm yollarının
aranması gerekir.
2009 yılı ĐGR, nüfus hareketliliği üzerine odaklanmıstır. Rapor, uluslararası
hareketliliğe karsı engellerin azaltılması ve uluslararası hareketlilikte bulunan bu
insanlara karsı sergilenen davranısların iyilestirilmesinin, insani gelismeye büyük
kazançlar sağlayabileceğini, dolayısıyla cesur bir vizyonun bu kazançların farkına
47
varması gerektiğini öne sürer (UNDP, 2009, s. 3). Serbest bir insan hareketliliği
vizyonu, aynı zamanda insani gelismenin özgürlük vurgusuna da dikkat çeker. Bu
sayede insan, dilediği yerde yasama özgürlüğüne sahip olur.
2.4.5. Değisim Asaması (2010 Yılı Đnsani Gelisme Raporu)
Halihazırda yayımlanan 2010 yılı ĐGR, ilk ĐGR'nin yayımlanmasının ardından
geçen yirmi yıl boyunca insani gelismede gösterilen ilerleme üzerine odaklanır ve
"insanların bir ülkenin gerçek zenginliği" oldukları vurgusunu yapar. Kalkınmanın
merkezine insanı koymanın, süreci daha adaletli yaptığı, böylece insanların değisimin
aktif katılımcıları haline geldiği ve mevcut erisimlerin (kazançların) gelecek nesillerin
tercihlerinin engellenmesi pahasına sağlanmaması gerektiği anlamına geldiğini ifade
eder (UNDP, 2010, s. 10). Böylece rapor, yirmi yıl önce tanımlanan insani gelisme
kavramının içeriğini yeniden doğrularken, bu kez özellikle sürdürülebilirlik, esitlik ve
yetkilendirme kavramlarının yoğun olarak üstünde durmus olur. Đnsani Gelisme Endeksi
hesaplamasını ve bazı göstergelerini değistiren rapor, insanların yasam standartlarındaki
-genel- ilerlemeyi göstermek adına aynı zamanda eski Đnsani Gelisme Endeksi
göstergelerini kullanarak yeni yöntemiyle melez (hybrid) bir endeks de olusturmustur.
Buna göre 135 ülke için son 40 yıla iliskin insani gelisme trendleri olusturmustur
(UNDP, 2010, s. 25). Aynı zamanda, daha önceki yıllardaki raporlarda hesaplanan
Đnsani Gelisme Endeksi dısındaki diğer endekslerin yerine üç farklı yeni endeks
hesaplanmıstır Takip eden bölümde bu konulara daha ayrıntılı bir sekilde değinilecektir.
48
BÖLÜM III
ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐSMENĐN ÖLÇÜLMESĐ
3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci
Đktisadi kalkınmanın esası, toplumu olusturan insanlar üzerine kurulduğu andan
itibaren, geleneksel çizgisinden kurtulup, insana dayalı bir tanımlama ihtiyacı duyar. Bu
bağlamda, karmasık varlıklar olarak insanların gerçek yasam düzeylerini anlayabilmek
ve bunu ölçebilmek de zor bir sorun haline gelir.
Đktisadi kalkınmayı ölçmeye çalısan ilk yaklasımlar, insanların yasam
düzeylerini ölçmeye çalısırken, ölçümlerinin merkezine insana odaklanmayı koymamıs
ve yalnızca miktara bağlı bir artısın (büyümenin) gerçeklesmesine önem vermislerdir
(Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1195). Öyle ki özellikle II. Dünya Savası sonrası
ülkelerin kalkınmalarını sağlamak adına olusturulan iktisadi büyüme modellerinde
olduğu gibi ancak iktisadi olarak ölçülebilen önemli hale gelmistir ve ülke refahının
göstergesi milli gelirin büyümesi olmustur1. Gelir ve servet düzeyinde gerçeklesen artıs,
kalkınmanın anlamı olarak görülürken, kisi basına düsen gelirin artıs oranı ise
kalkınmada tek ölçüt haline gelmistir (UNDP, 1990, s. 104)2. Ancak böylesine ortalama
bir değeri ifade eden ve yalnızca iktisadi bir içeriği olan bir gösterge, bireylerin gerçek
yasam düzeyleri (veya standartları) hakkında bilgi vermekten uzak ve yetersiz kalmıstır.
1 'Milli' gelirin büyümesi konusunda yakından iliskili ancak farklı kavramlar olan GSYĐH ve GSMH'nin
kavramsal ayrımı hakkında bkz. Cypher ve Dietz (2009, s. 33-47) ve Thomas (2000, s. 11). Bu değerlerin
nüfusa bölünmesi kisi basına düsen gayrisafi milli veya yurtiçi geliri ifade eder. Ancak uygulamada gelir
ölçütünü kullanarak, ülkelerin kalkınma düzeylerinin değerlendirilmesi bağlamında iki gösterge değerleri
düsük düzeyde rakamsal değisiklik gösterdiğinden (Cypher ve Dietz, 2009, s. 47), tez içerisinde anlam
karmasasından kurtulmak için kavram, aksi belirtilmedikçe, -genel kullanımıyla- kisi basına düsen gelir
olarak kullanılacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'na kadar da
hesaplanan Đnsani Gelisme Endeksi'nde satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıs kisi basına düsen
GSYĐH kullanılmıstır. Ancak, 2010 yılı endeksinde ülke vatandasları ile ülke içi gelir arasındaki farkın
genislediği varsayımıyla satın alma gücü paritesine göre kisi basına düsen GSMH kullanılmaya
baslanmıstır (UNDP, 2010, s. 15).
2 Srinivasan (1994, s. 238), aslında gelirin hiçbir zaman -ne tek, ne de öncelikli olarak- kalkınmanın
ölçüsü olmadığını ifade eder. Hatta savas sonrası dönemde Buchanan ve Ellis'in (1955) çalısmasını örnek
göstererek, bu yazarlar tarafından, ilk kalkınma endekslerinin iki gruba ayrıldığını belirtir. Birinci grup,
yasamın yapı ve kalitesini 'son ürün' olarak görürken; ikinci grup, iktisadi performansı ve yasamı bir son
ürün olarak görmektedir. Buna göre, yasam beklentisi, bebek ölüm oranları, sağlık göstergeleri gibi
göstergeler de ilk gruba dahil edilmektedir (Buchanan ve Ellis, 1955, s. 7). Sonuçta bu endekslerde
sürdürülebilir artıs gerçeklestiren bir ülke, kalkınmasını da gerçeklestirmis olur. Ne var ki, bu tezde, bu
gibi istisnalar olmakla birlikte, savas sonrası ilk dönem çalısmalarının yoğun olarak gelir odaklı olduğu,
ancak daha sonraları insan yasamına odaklanan çalısmaların ortaya çıktığı savunulmaktadır.
49
Bir ülkenin kalkınma hedeflerinin içeriği, kisi basına düsen gelir düzeyindeki
endisenin ötesindedir. Ne var ki, kisi basına düsen gelirin hesaplanmasındaki ve
verilerin elde edilmesindeki kolaylıklar nedeniyle iktisatçılar, bir ülkenin kalkınması
için bu göstergeyi yine de bir ikame proxy (gösterge, temsilci) olarak tercih ederler
(Cypher ve Dietz, 2009, s. 31; Wadsworth ve Miller, 1967, s. 1195). Bu nedenle gelir ve
servetin azami düzeye çıkarılması, özellikle iktisadi büyümeyi bir amaç olarak gören ve
II. Dünya Savası sonrasında yoğun olarak olusturulan iktisadi büyüme modellerinde
önemli yer tutar. Ancak insanı merkeze koyan iktisadi kalkınma düsüncesinde gelirin ve
servetin artırılması bir amaç değil, insanın hayatını sürdürebilmesi için gereken bir
araçtan ibarettir. Asıl amaç, insanların yasam standartlarının yükseltilmesi ve
özgürlüklerinin genisletilmesidir (Sen, 2004, s. 29). Bu noktadan hareketle, kalkınma
çalısmalarında zenginlik yaratma düsüncesi yalnızca bir araç olarak görülmelidir.
Sonuçta bu düsünceden uzaklasıp, insanın hem kalkınmanın aracı hem de asıl amacı
olarak görülmesi düsüncesine odaklandıkça, evrimsel sürecinde kalkınma kavramının
asıl içeriğinin anlasılması daha kolay hale gelir
Gelirin, oldukça sınırlı bir refah kavramı olmasından hareketle, 1970'li yıllarda,
kalkınmanın ve insan refahının (well-being)3 anlasılabilmesi için, iktisadi olmayan
göstergelere, özellikle de yasam beklentisi, bebek ölüm oranı ve okuryazarlık gibi
'sosyal göstergelere' dayanan bir ölçümün kullanılmasının daha uygun olacağı ortaya
atılmıstır. Bu görüs, aynı zamanda 1970'li yılların sonunda ortaya çıkan 'temel ihtiyaçlar
yaklasımının' da temelini olusturmustur (Ravallion, 1996, s. 1331). Bu çerçevede insan
refahı; yiyecek, barınma ve kamusal mallar gibi fiziksel gereklilikler ve istihdam
olanakları ile bunların elde edilmesi gibi temel ihtiyaçların tatmini olarak görülmüstür.
1970'li yılların çabaları sonucunda, insan refahının ekonomik olmayan göstergelerle
ölçümüne iliskinin ilk birlesik endeks olan D. Morris (1979)'in Fiziksel Yasam Kalitesi
Endeksi (Physical Quality of Life Index) ortaya atılmıstır. Böylece, ilk defa gelir veya
iktisadi refahı analize katmayan bir insan refahı ölçümü ortaya çıkmıstır. Ölçümün üç
unsuru da doğumda yasam beklentisi, bebek ölüm oranı ve yetiskin okuryazar oranı
olmustur (Sumner, 2004, s. 4)4. Fiziksel Yasam Kalitesi Endeksi (PQLI), bu üç unsurun
3 Đnsanın hayatını sürdürebilmesi için gerekli tüm kosulların sağlanmıs olmasını içeren ve 'iyi yasam'ı
ifade eden well-being kelimesi, birinci bölümde kullanıldığı gibi, 'refah' veya 'insan refahı' seklinde
kullanılacaktır.
4 'Temel ihtiyaçlar' konusu tezin ilk bölümünde tartısılmıstır. Ölçümünde kullanılan göstergeler de
belirtilmistir. Ancak burada, Streeten vd. (1981) ve Hicks ve Streeten (1979)'un temel malların ve 'temel
ihtiyaçların' belirlenmesine iliskin görüsleri önemlidir. Öyle ki, bu yazarlar, bir takım esas göstergeler seti
önermislerdir. Buna göre, doğumda yasam beklentisini içeren bir sağlık göstergesi, okuryazarlık ve ilk
50
ağırlıksız aritmetik ortalaması olarak hesaplanmıs ve 0 ile 100 arasında değisen
değerlere göre, 1950 yılından beri tutulan kayıtlar çerçevesinde ülke performansları en
iyiden (100), en kötüye (0) doğru sıralanmıstır. Bu endeks, bireylerin belli temel
ihtiyaçlarının karsılanması için ülke performanslarının özetlenmesi ve karsılastırılması
için basit ve kullanıslı bir endekstir. Ancak bu endeks için, gelir bazlı ölçümlerdeki gibi,
teorik bir çerçeve olusturulmamıstır. Böylece endeks, bazı elestirilere uğramaktan
kurtulamamıstır. Bazıları göstergelerden biri olan okuryazarlık oranının fiziksel yasam
kalitesini göstermekten uzak olduğunu ifade etmistir. Çünkü bireysel düzeyde gerçek
refah ölçümüne doğrudan çok az etki yaptığını, ancak ulusal düzeyde bakıldığında,
sosyal olanakların kadınlar, azınlıklar ve çok yoksullar arasında dağılımının ölçüsü
olarak önemli olduğunu ifade etmislerdir (Moon ve Dixon, 1985, s. 662-665). Ayrıca,
doğumda yasam beklentisi ve bebek ölüm oranı göstergelerinin de özellikle gelismekte
olan ülkeler için dikkate değer derecede birbirleriyle örtüstüğünü çünkü ikisinin de uzun
ömürlülükle ilgisi olduğu ve yakın bir korelasyon iliskisi içerisinde olduğu ifade
edilmistir (Hopkins, 1991, s. 1471; UNDP, 1990, s. 105).
1980'lerin basında da iktisadi olmayan faktörlerle ve insan refahının
ölçülmesiyle ilgili yeni tartısmalar, konuya karsı artan ilgiyi ortaya koymus ve ilginin
iktisadi determinizmden uzaklasmaya basladığını göstermistir. Ne var ki, 1980'lerin
borç krizi, iktisadi olmayan endiseleri konu dısı bırakmıs ve insan refahı yeniden
iktisadi büyüme ile esdeğer tutulmustur. Ancak dönemin önemli etkilerinden biri,
refahın iktisadi (veya parasal) ve iktisadi olmayan (veya parasal olmayan)
göstergelerine dayanan yeni bir sentez olusturması olmustur (Sumner, 2004, s. 4).
Özellikle A. Sen (1979b, 1985b, 1987a, 1987b)'in çalısmalarının etkisiyle 1990'ların
basında Birlesmis Milletler Kalkınma Programı tarafından Đnsani Gelisme Raporları
yayımlanmaya baslamıs ve ilk raporda hem iktisadi hem de iktisadi-olmayan
göstergeleri içeren bir endeks olusturulmustur: Đnsani Gelisme Endeksi adı verilen bu
endeks, bir ülkede insani gelismenin üç temel boyutuna (temel kapasitelere) ortalama
erisimi ölçmektedir. Doğumda yasam beklentisi ile ölçülen uzun ve sağlıklı bir hayat,
ortalama eğitim yılı ile beklenen eğitim yılını içeren bilgi sahibi olma ve kisi basına
düsen milli gelirle ölçülen iyi bir yasam standardı, insani gelismenin bu üç boyutunu
okula kayıt oranını gösteren bir eğitim göstergesi, kisi basına kalori tüketimi veya gereksinimlerin yüzdesi
olarak kalori tüketimi gösteren bir yiyecek/beslenme göstergesi, bebek ölüm oranı ve su kaynaklarına
erisen nüfusun yüzdesini içeren bir su tedarik göstergesi, bebek ölüm oranını içeren bir sağlık kosulları
(hizmetleri) göstergesi ve bir de barınma göstergesi olusturmuslardır (Khan ve Islam, 1989, s. 147).
Refah ölçümünde kullanılabilir benzer temel ihtiyaçlar göstergelerinin listesi ve bu göstergelere göre
yapılan ampirik bir çalısma için bkz. Khan ve Islam (1989).
51
gösterir (UNDP, 2010, s. 215). Đnsani Gelisme Endeksi, Fiziksel Yasam Kalitesi
Endeksi'nden öncelikle, iktisadi bir göstergeyi analize katmıs olmasından dolayı
farklılık arz eder. Ayrıca, merkezinde Amartya Sen'in kapasite yaklasımını içeren derin
bir kuramsal temele dayanır (Senses, 2009a, s. 101). Ayrıca bu yaklasımların
belirledikleri hedefleri de birbirlerinden farklılık gösterir. Temel ihtiyaçlar yaklasımı
kendisine hedef olarak temel sosyal hizmetlerin genisletilmesini koyarken, iktisadi
ölçüme dayalı yaklasım, iktisadi büyümeyi kendisine hedef olarak koyar. Ancak insani
gelisme yaklasımı, daha genis çerçevede insanların sosyal, iktisadi ve de siyasal
tercihlerinin genisletilmesi hedefini içerir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311).
Temel insan kapasitelerine erisim ölçümü olarak Đnsani Gelisme Endeksi (ĐGE),
1990 yılında ortaya atılmasını takip eden yıllarda hem ölçümünde bazı değisikliklere
gidilerek gelistirilmis, hem de yeni endekslerle desteklenmistir. Böylece kalkınmanın ve
insan refahının ölçülmesi adına daha anlamlı ve daha genis kapsamlı bir ölçüm niteliği
tasımıstır.
1990'lı yıllar, ĐGE'nin ortaya atılması ve bu endekse karsı yapılan elestirilerle
endeksin gelistirilmesi açısından önemlidir. Đnsani gelismenin anlasılması bakımından
yoksulluğa, eğitime ve cinsiyete yönelik çalısmalar Đnsani Gelisme Raporları'nda (ĐGR)
yeni endekslerin ortaya çıkarılmasına neden olmustur. Özellikle yoksulluk elbette,
insani gelisme sürecinde karsılasılan en büyük sorunlardan biridir. Đnsan refahından
yoksunluğu ifade eden bir kavram olarak yoksulluk, insan refahı incelenirken ele
alınması gereken önemli bir kavramdır. Öyle ki refaha ulasıldığında, yoksulluk da sona
ermis olacaktır. Bu nedenle insani gelisme ve yoksulluk çalısmaları da en basından beri
iç içe sürmektedir ve yoksulluk kavramının da tek boyutlu yoksulluk sınırlarına
indirgemekten ziyade çok boyutlu bir içeriğinin olması gerektiği öne sürülmektedir.
Çünkü gelire dayalı yoksulluk ölçümleri yalnızca tek göstergeyi içerir ve dolayısıyla
yoksunluğun farklı boyutlarını ele almaktan geri kalır. Yoksulluk sınırının üstünde bir
gelire sahip bir birey, okuma yazma bilmiyor olabilir, prematüre ölüm oranlarının
artmasına neden olacak salgın hastalıklara karsı korunmasız olabilir veya temiz suya ve
sağlık hizmetlerine erisimden mahrum kalmıs olabilir; yani insan yasamı farklı
yönlerden yoksullasmıs olabilir. Dolayısıyla da gelir anlamının dısında bir yoksunluk
yasıyor olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5).
2000'li yıllarda ise insan refahı konusu, insani gelismenin yanında, konuya
özgürlük ve evrensel haklar gibi kavramların eklenmesi halini almıstır. Bu çerçevede
insani gelisme ölçümlerinin yapılmasına devam edilirken, Tablo 4.'de de görüldüğü gibi
52
ölçüm konusunda Milenyum Kalkınma Hedefleri ortaya atılmıstır. Milenyum Kalkınma
Hedefleri (MDGs), Eylül 2000'de Birlesmis Milletler üyesi 189 ülke tarafından kabul
edilen sekiz hedefi içerir. Buna göre 2015 yılına kadar, i) siddetli yoksulluğu (sefaleti)
ve açlığı yok etmek, ii) evrensel olarak ilköğretimi gerçeklestirmek, iii) cinsiyet esitliği
sağlamak ve kadınları yetkilendirmek, iv) çocuk ölüm oranlarını azaltmak, v). anne
sağlığını gelistirmek, vi) HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele etmek, vii)
çevresel sürdürülebilirliği sağlamak, viii) kalkınma için küresel bir ortaklık gelistirmek,
hedeflenmistir. Ne var ki, Birlesmis Milletler Gelisme Programı'nın belirttiği üzere, eğer
mevcut trend devam ederse, hedeflerin hepsinin gerçeklesmesi çok zordur. Dolayısıyla
da sürecin hızlandırılması gerekmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 23-24; UNDP,
2003, s. 33)5.
Tablo 4
Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci
Đnsan Refahının Anlamı Ölçümü
1950'ler Đktisadi refah GSMH büyümesi
1960'lar Đktisadi refah Kisi basına GSMH büyümesi
1970'ler Temel ihtiyaçlar Kisi basına GSMH büyümesi ve temel mallar
1980'ler Đktisadi refah Kisi basına GSMH büyümesi, ancak parasal
olmayan faktörlerin artısı
1990'lar Đnsani gelisme / kapasiteler Đnsani gelisme ve sürdürülebilirlik
2000'ler Evrensel haklar, geçinme, özgürlük Milenyum Kalkınma Hedefleri, yeni alanlar,
insani gelismenin devamı
Kaynak: Sumner, 2004, s. 3.
Bununla birlikte, son on yılda yoksulluğu insan hakları ihlali olarak
değerlendirmek yönünde de önemli çabalar harcanmaktadır. Yeni hedef, yoksulluğun
insan hakları ihlali olarak algılanmasını sağlayacak bir yaklasımın benimsenmesini
sağlamaktır. Öyle ki Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 3. maddesi, "yasam, özgürlük
ve kisisel güvenlik her insanın hakkıdır" diye belirtir6. Dolayısıyla yoksul kisileri
hakları ihlal edilmis kisiler olarak gördüğümüz noktada yoksulluğu, yoksul kisilerin
basarısızlıkları, kaderleri, talihsizlikleri ya da onların sorumsuzlukları olarak
değerlendirmekten ziyade yoksulluğu olusturan kosullara dikkatimizi yöneltmis oluruz.
Böylesi bir bakıs, yoksul kisilerin, ailelerin dısındaki kurumlara ve topluma da
sorumluluk yüklemektedir (Semerci, 2010, s. 3). Sonuçta, insan hakları düsüncesi,
5 Öyle ki, 2015 yılının hedefler için son tarih olarak belirlenmesi, eğer bunlar meydana gelmezse, gelecek
kalkınma hedeflerini cesaretlendirmek yerine cesaretini kırabilecektir. Raporların hedefledikleri rakamlar
ve gerçeklesen rakamlar için bkz. UN (2006), UN (2011).
6 1948 yılında Birlesmis Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 30 maddelik bildirinin içeriği için
bkz.: http://www.ohchr.org/EN/UDHR/Documents/UDHR_Translations/trk.pdf (Erisim: 07.02.2011).
53
yoksulluğun azaltılması mücadelesinde gereken motivasyon ve yetkinin sağlanması
yolunda önemli bir etki sağlamıs olabilir. Çünkü haklar, tercihler ve ihtiyaçların aksine,
gerçeklestirilmesi için bir görev ve bir iddia içerirler (Shaffer, 2008, s. 7). Aslında insan
haklarının yerine getirilmesi ve insani gelismenin artması, çoğu açıdan ortak bir sebep
(motivasyon) içerir ve tüm toplumlarda özgürlüğün, refahın ve bireyin haysiyetinin
sağlanması için önemli bir vaadi yansıtır (UNDP, 2000, s. 20)7.
Sonuçta kalkınma çalısmaları, yalnızca ekonomik amaçlar pesinde kosmaktan,
çok-disiplinli yaklasımlara yöneldikçe, insan refahının (well-being) incelenmesi konusu
da ekonomik nedensellikten çok-boyutlu tanımlamalara yönelmistir. Özellikle son
yıllarda, insan refahının anlamı ve ölçümü konusu da, yalnızca iktisadi faktörlerin
kullanılmasının yanında, iktisadi olmayan faktörlerin de isin içine dahil edilmesi sekline
dönüsmüstür. Öyle ki, son elli yıl boyunca bu konu üzerindeki tartısmalar, iktisadi
olarak tanımlanan refahtan yoksulluğun daha genis çerçevede kavramsallastırılmasına,
refahın 'araçlarının' dikkate alınmasından 'sonuçlarının' analize katılmasına, 'ihtiyaçların'
belirlenmesinden 'hakların' tanımlanmasına doğru kaymıstır. Bu çerçevede çok az
sayıda gösterge yerine bir çok gösterge kullanılmaya baslamıs ve de en önemlisi insan
refahı, unutulmus bir düsünce olmaktan çıkarak kalkınma tartısmalarının merkez
noktası haline gelmistir (Sumner, 2004, s. 3, 7).
3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm
Ulusların gelisip refaha ve zenginliğe ulasmaları yolundaki etkenlerin
arastırılması çabası, iktisat çalısmalarında önemli bir yer tutar. Öyle ki bu çaba, Adam
Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinde bile açıkça görülür. Aslında ilk çalısmalarını
ahlak felsefesi üzerine yapmıs olan Adam Smith, ilk eseri Ahlaki Duygular Kuramı'nda
"dünyanın bütün bu çalısmasının ve kosusturmasının amacı ne? (...) zenginlesme
hırsının; refah, güç ve üstünlük pesinde kosmanın sonu ne?" sorusunu sorar (Smith,
7
Her iki yaklasımın uyumluluğuna rağmen, bazen stratejik yapıları ve odak noktalarının farklılık
gösterdiği iddia edilmektedir. Çünkü insan hakları literatürü genellikle, öncelikli olarak siyasi
özgürlükler, sivil haklar ve demokratik özgürlük gibi konulara odaklanırken, bu gibi göstergeler çoğu
insani gelisme göstergelerinin arasında hesaplanamadığı için yer almaz. Öyle ki, Đnsani Gelisme Endeksi,
daha yoğun olarak uzun ömürlülüğü, okuryazarlığı ve diğer sosyoekonomik endiseleri yansıtır. Ancak
elbette insani gelisme yaklasımı, Đnsani Gelisme Endeksi'nde ölçülenin çok ötesinde bir seyi ifade eder.
Ölçülmesi zor olsa da politik özgürlükler ve demokratik özgürlüklerin önemini inkar etmez. Hatta,
demokratik özgürlüğü ve sivil hakların yoksul insanların kapasiteleri artırmasında önemli rol
oynayabileceğini ifade eder. Karsılıklı olarak insan hakları da yalnızca politik ve sivil özgürlükleri değil,
eğitim, yeterli sağlık hizmeti haklarından ve diğer özgürlükleri de içerir. Sonuçta, insan hakları ve insani
gelisme kavramları arasındaki fark, ikisinin de dikkati çekmeye çalıstığı esas konudan uzaklasmayı
gerektirmez (UNDP, 2000, s. 19-26).
54
1984[1759], s. 84) ve yanıtını da bu eserden on yedi yıl sonra yayımlanacak ve iktisadın
temel taslarından biri olacak olan Ulusların Zenginliği adlı eserinde "zenginlik, ihtisam,
san, seref için böylesi bir mücadele ancak sıradan insanın refahıyla kendini haklı
çıkarabilir." (Heilbroner, 2008, s. 66) diyerek verir. Böylece insan refahını, iktisadi
analizde önemli bir yere koyar.
Aynı sekilde iktisadın, dünyanın veya belirli bir ülkenin refahının artırılması
yolunda önemli etkenleri arastırması gerektiğini belirten Arthur C. Pigou da, bir bireyin
refahının (welfare), onun ruh halinde veya bilincinde aranması gerektiğini belirtirken,
ancak bu refaha bir araç olarak kullanılabilecek maddi (material) refahın
ölçülebileceğini ve bir bireyin maddi refahının da onun elde ettiği tatminlerden
olustuğunu dile getirir (Pigou, 1951, s. 287-289). Sosyal fayda ve tüm toplumun faydası
da bireysel faydaların toplamına esit olacaktır (Nath, 1981, s. 13). Sonuçta da sosyal
refahın iliski kurulabilecek, ölçülebilecek kısmı maddi refah olmaktadır. Öyleyse
Pigou'ya göre ekonomi politikasının amacı sosyal refahın reel değerini maksimize etme
halini alır. Bu reel değere varmak için yapılacak sey, üretilmis çesitli malların
miktarlarının belirli bir fiyat seti alınarak ağırlıklı sekilde hesaplanmasıdır. Bu ölçümde
ele alınan fiyatlar piyasaya hakim olan fiyatlardır (Eroğlu, 2004, s. 139). Arthur Pigou
(1932[1920]), The Economics of Welfare adlı ünlü eserinde, maddi refahı, toplam
refahın bir parçası olarak görüp, ancak bunun para ile ölçülebileceğini ortaya koyduğu
bu düsüncesiyle geliri ilk defa, refahı ölçmenin bir yolu olarak ortaya atmıs olur.
Đktisadi refahı, insan refahının ölçülebilir kısmı olarak tanımlayan Pigou, insan refahını
da ancak paranın ölçülebilirliği olan bu kısmıyla iliskilendirebilmistir. Ardından gelir,
II. Dünya Savası ile birlikte mal ve hizmetlerin toplam miktarının fiyatlar bazında
ölçümü olarak kullanıldığında, halihazırda üretilmis mal ve hizmetlerin kaydı haline
gelmistir (UNDP, 1990, s. 104).
Đlerleyen yıllarda da kalkınma, uzun bir süre iktisadi performans olarak
tanımlanmıstır. Kisi basına yüksek gelir (veya tüketim) ve maddi (material) yasam
standardının gelistirilmesi, hedeflenen insan refahı olarak gösterilmistir. Bu bağlamda
maddi (material) üretim, uzun bir süre ilgi odağı olmus ve ölçümü için bir göstergeye
ihtiyaç duyulmustur. Đlk asamada bu ölçüt de kisi basına düsen gelir olmustur (Jahan,
2005, s. 152). Bununla birlikte ilerleyen yıllarda bireylerin geçimini sağlayıp
sağlayamadıklarının ölçülebilmesi ve maddi yasam standartlarının anlasılabilmesi için
reel ücretler ve aynı zamanda bireylerin issizlik oranları da analize dahil edilmistir. Yine
aynı zamanda belirli bir gelir sınırı belirlenip, bu sınırın altında kalan nüfusun yoksul
55
olarak tanımlandığı gelir yoksulluk sınırları ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını da
dikkate alan gelire dayalı ölçümler de gelistirilmistir.
Tablo 5
Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Göstergeler
Kisi basına düsen gelir Gelir yoksulluk sınırları Gelir esitsizliği
- Kisi basına düsen milli gelir - Kisi basına günde bir doların
altında yasayan nüfusun yüzdesi
- Kisi basına günde bir doları
içeren yoksulluk bosluğu ve
siddeti (severity) göstergeleri
- Reel ücretler - Ulusal yoksulluk sınırının
(2100 kalori) altında yasayan
nüfusun yüzdesi
- Toplam harcamanın yüzdesi
olarak en düsük yüzde yirmilik
kısmın yaptığı harcama
- Đssizlik oranları - Gelir veya mallardaki değisime
bağlı olarak yoksulluğa karsı
hassas nüfusun yüzdesi
- Gini katsayısı
Kaynak: Sumner, 2004, s. 7.
Refahın, yüksek gelir, kisi basına tüketim veya maddi yasam standardı olarak
tanımlanması günümüzde halen geçerlidir; Tablo 5., bu bağlamda, ölçümde kullanılan
iktisadi göstergeleri ifade etmektedir. Kisi basına düsen gelir, gelir yoksulluk sınırları ve
gelir esitsizliği olmak üzere üç gruba ayrılan bu ölçümler, insan refahının ölçümünde
yaygın olarak kullanılan ekonomik göstergeleri ifade etmektedir (Sumner, 2004, s. 7).
3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları
Bir ülkenin milli gelirinin ölçülmesi, o ülkenin iktisadi faaliyetlerinin detaylı
olarak incelenebilmesine olanak verir. Bireye yönelik bir refah ölçümü yapabilmek
içinse, kisi basına düsen geliri kullanmak gerekir. Milli gelirin toplam nüfusa
bölünmesini ifade eden bir değer olarak kisi basına düsen gelir, bireylerin maddi
refahının anlasılmasında yoğun olarak kullanılır. Bu gösterge, ülke içi maddi refahın
ölçümlerde yeterli sayılırken, farklı ülkelerdeki insanların maddi refah düzeylerinin
karsılastırılmasında yetersiz kalabilmektedir. Dolayısıyla kisi basına düsen gelir baz
alınarak yapılan ülke karsılastırılmalarında ise genellikle döviz kurlarında dönüstürme
yapmak yerine, milli gelirin satın alma gücü paritesine bakılır. Satın alma gücü paritesi
(PPP), uluslararası fiyatlar cinsinden, üretilmis tüm mal ve hizmetlerin ortak bir seti ele
alınarak ve tüm ülkeler için aynı malları A.B.D. fiyatları cinsinden değerlendirerek
hesaplanır. Doğal olarak, azgelismis ülkelerde yerli fiyatlar düsükse, satın alma gücü
paritesine göre hesaplanmıs milli gelir, döviz kuru dönüstürmesi yapılarak hesaplanan
tahminlerden daha yüksek olacaktır. Yani PPP kullanıldığında, yoksul ve zengin ülkeler
56
arasındaki gelir boslukları azalmaya eğilimli hale gelecektir (Todaro ve Smith, 2009, s.
47).
Kisi basına düsen gelirin ölçümünde bir takım üstünlükleri vardır. Öncelikle,
iktisadi performansın ölçümünde kullanılabilir tek göstergeye indirgenmis bir ölçüttür.
Đkincisi uluslararası düzeyde karsılastırma yapma açısından önemlidir çünkü dünyayı
gruplara bölme -zengin ve yoksul, gelismis ve azgelismis seklinde- açısından yararlı
olarak görülür. Son olarak ulusal gelir hesaplamalarında belirli bir zamanda kisi basına
düsen geliri hesaplamak için güvenilir ve sürekli veriler mevcuttur (Jahan, 2005, s.
152). Öyle ki bunlar sosyal göstergelerin içerdiği gibi zaman gecikmesi
içermediklerinden, değisimlere daha hızlı tepki verebilmektedir. Yine iktisadi olmayan
göstergelere göre, bunlara iliskin daha yeni ve halihazırda mevcut veriler bulunabilir.
Ayrıca, bunlar hem daha ucuzdurlar, hem de -örneğin, iktisadi-olmayan yoksulluk
göstergelerindeki gibi- toplanmaları karmasık değildir (Sumner, 2004, s. 7).
3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Elestiriler
Đktisadi göstergelere bağlı bir ölçüm, insan refahının tek boyutunu analizine
dahil etmesine rağmen, insan refahı çok boyutlu bir tanımlamaya ihtiyaç duyar. Đnsan
refahı ancak farklı boyutların aynı zamanda ele alınması ile anlasılabilir. Öyle ki
yalnızca maddi yasam standartları (gelir, tüketim ve servet) değil; i) sağlık, ii) eğitim,
iii) is dahil tüm kisisel aktiviteler, iv) politikaya dahil olma ve yönetisim, v) sosyal
çevre ve iliskiler, vi) mevcut ve gelecek dönem çevresel kosullar, vii) hem iktisadi hem
de fiziksel içeriğe güvensizlik8 gibi tüm bu boyutlar, toplumdaki insanların refahını
sekillendirir ve bunların çoğu geleneksel gelir ölçümlerinde dikkate alınmaz (Stiglitz
vd., 2010, s. 15). Bu da, geleneksel ölçümlerin refah konusunda -kendilerinin de
belirttiği gibi- yalnızca maddi ölçüm boyutunda kaldığını ve insan refahının yalnızca bir
boyutu hakkında fikir verebileceğini gösterir.
Gelire dayalı ölçümler, ortaya çıkısını takip eden yıllarda, özellikle de 1960'lı
yıllardan sonra ciddi elestirilere uğramıs ve kendi içinde bazı sorunlar yasamaya
baslamıstır. Ancak, gelir ölçümlerinin kullanılamaz olduğu da kabul edilmemis ve
8 Đnsan refahının bir parçası olarak iktisadi güvensizlik ve hassasiyet konusunda Osberg (2010, s. 33),
iktisadi güvensizliğin hem doğrudan hem de dolaylı olarak iktisadi refahı etkilediğini belirtir. Sonuçta da,
iktisadi güvensizliğin, ülkeler arasında karsılastırılabilir bir yöntemle ölçülebileceğini ifade eder.
Çalısmasında kullandığı sekiz ülkeden, en yoksul ülkede (Tanzanya) iktisadi güvenin en az, en yüksek
kisi basına düsen milli gelire sahip ülkede (Norveç) en fazla olduğu, ancak oldukça aksak bir korelasyon
olduğu sonucuna ulasmıstır. Dolayısıyla, iktisadi güvenin iktisadi refahın bir boyutu olduğu ve tek basına
incelenmesi gerektiğini öne sürmüstür.
57
ölçümün gelistirilmesi uğrası içerisine girilmistir. Öyle ki, Nordhaus ve Tobin (1973),
gayrisafi milli hasılanın eksikliklerini gidermeyi ve iktisadi büyüme ile refah arasında
daha kapsamlı bir iliski kurmayı hedefleyen, Đktisadi Refahın Ölçümü (Measure of
Economic Welfare) adını verdikleri ölçümü ortaya atmıslardır. Buna göre, GSMH'de ve
diğer gelir bazlı ölçümlerde piyasa dısı aktiviteler, bos zaman ve çevre kirliliği gibi
faktörlerde düzeltmeye gidilmis ve bunlar refahın kusursuz ölçümleri olmasa da uzun
süreli gelismenin ifade edilmesi için en kapsamlı ölçüm olarak görülmüstür (Nordhaus
ve Tobin, 1973, s. 512, 532). Đktisadi Refahın Ölçümü, milli gelir hesaplamalarında yine
de yetersiz kalmıstır ancak GSMH'nın yerini alamasa da, Daly ve Cobb (1994[1989])'un
ortaya attıkları Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi (Index of Sustainable Economic
Welfare) gibi 'çevreci milli gelir' hesaplamalarının ortaya çıkmasında etkili olmustur9.
Milli gelire yapılan elestiriler de zaten, genelde ölçümünde karsılasılan
problemlere yöneliktir. Özellikle kayıt dısı ekonominin varlığı, ölçümün ve de
ekonominin yasadığı önemli bir sorundur. Genel olarak bakıldığında, ilk olarak gönüllü
is gibi piyasa-dısı faaliyetler ve evde görülen isler gibi piyasada pazarlanamayan ürünler
iyi ölçülememektedir. Đkincisi, bilgisayar gibi yeni teknolojiyle gelisen malların
kalitesindeki iyilesmeleri doğru biçimde hesaba katmak zordur. Düzeltme yapmaya
çalısılsa bile, yeni ürünler için bunları yapmak kolay değildir. Üçüncüsü, ölçümün
menfi malları ortadan kaldırmak ya da denetim altına almak amacıyla kullanılması
zordur. Ayrıca milli gelir hesapları, insan faaliyetleri sonucu olusan çevre kirliliğini ve
çevresel zararı göz önüne almamaktadır (Dornbusch ve Fischer, 1998, s. 36).
Dolayısıyla maddi insan refahı boyutuna indirgendiğinde de yetersiz kalmaktan
kurtulamamaktadır. Ancak gelir, ölçümündeki bu gibi zorluklara rağmen, rakamsal ve
kolay anlasılabilir bir değeri ifade ettiği için yaygın kullanımından uzaklasmamıstır
(Desai, 1994, s. 36).
Bir diğer elestiri, ortalama bir değer olarak kisi basına düsen milli gelirin, servet
dağılımının yoksul ve zengin arasında bölüsümü hakkında fikir vermekten uzak
olduğuna yöneliktir (Thomas, 2000, s. 12). Ortalama kisi basına düsen gelir ve servet
ölçümleri, kaynakların hane halkları tarafından nasıl bölüsüldüğünü açıklamaz. Yani
sonuçta, üretim sonucu elde edilen bu gelirden kimin ne derecede faydalandığını da
9 Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi'nin -daha sonraki kullanımıyla Gerçek Đlerleme Göstergesi'nin
(Genuine Progress Indicator)-, öncülü Đktisadi Refah Ölçümü'nden farkı çevresel zararı ve doğal
kaynakların tüketilmesini açık ve yoğun bir sekilde milli gelir analizine dahil etmesinde yatar. Lawn
(2003, s. 112) tarafından hem sürdürülebilir iktisadi refah hem de gelir için teorik temelde kusursuz
göstergeler olduğu belirtilen bu göstergelerin teorik incelemesi için bkz. Lawn (2003), Hamilton (1999)
ve Lawn (2005).
58
göstermediğinden ve yalnızca bir ortalama olduğundan, ülke içerisindeki tüm
vatandaslarının refah durumunun anlasılmasında yetersiz kalabilir10 (Stiglitz vd., 2010,
s. 44). Sonuçta, eğer ortalama olarak kisi basına düsen gelirdeki artısa rağmen esitsizlik
artarsa, çoğu insanın durumu daha kötüye gidebilir (Stiglitz vd., 2010, s. 3).
Ayrıca gelir, piyasada mübadele edilebilen farklı mal ve hizmetlerin
miktarlarının fiyata göre ağırlıklandırılmıs toplamını ifade eder. Ne var ki fiyatlar, her
kosulda ideal ağırlıklar olamazlar. Aksak rekabet kosulları altında mal ve hizmetler
değerinden yüksek veya düsük değerlendirilebilir ve daha kötüsü piyasanın var
olmadığı kosullar ise tamamen dıslanır. Önemli bir not olarak insan refahının (ve
kalkınmanın) ölçülmesinde hangi göstergelerin ölçüme eklenip hangilerinin
dıslanacağına karar vermek önemlidir. Gelir göstergesi, üretilmis ve piyasaya sunulmus
tüm mal ve hizmetleri içerir. Ne var ki, bunların içerisine atmosfere zarar veren veya
sağlığı bozan mallar da girer (UNDP, 1990, s. 105). Çünkü parasal ölçümler, piyasadaki
üretim ve istihdam konularına duyulan ilgi sonucu ortaya çıkmıslardır, dolayısıyla
parasal birim olarak piyasadaki üretimi ölçerler ve iktisadi aktiviteyi kontrol etme gibi
bir çok soruna çözüm sunarlar (Stiglitz vd., 2010, s. 11).
Milli gelir hesaplamaları, kamu sektörünü dahil eden ancak evde görülen üretimi
dıslayan ve benzer baska ölçüm problemlerine de sahip piyasaya yönelik ekonomik
aktivitenin düzeyini ölçer. Ancak bu ölçütlerin tek boyutluluğu bir sorun yaratır. Çünkü
bu kadar karmasık bir toplumu içerecek tek bir göstergenin var olması mümkün
değildir. Bu nedenle hedef, bir çok önemli sorunun çözümünü bir araya getiren bir
ölçüm seti olusturmak olmalıdır. Stiglitz vd. (2010: xxvi)'ye göre, revize edilmis GSMH
ölçümü, yine piyasa aktivitesini ölçmek için kullanılabilir; ancak vatandasların
durumunu daha genis bağlamda yansıtan bir gelirin medyanı ölçümü, yoksulun
durumunu ölçen bir yoksulluk ölçümü, çevrenin durumunu ölçen kaynak tüketim ve
çevresel zarar ölçümü ve ekonomik sürdürülebilirliğin durumunu ölçmek için borç
ölçümü gibi ölçümlerle desteklenmelidir.
Kalkınmanın, yalnızca miktarlara indirgenen büyüme kavramından farklı bir
içeriği olduğu bugün yaygın olarak kabul edilmektedir11. Kalkınmanın merkezine insanı
koyan ve bu çerçevede 'insan odaklı' bir yaklasım ortaya sunan insani gelisme yaklasımı
da öncelikli olarak insanlara uzun, sağlıklı ve yaratıcı olabilecekleri bir ortam yaratmayı
10 Stiglitz vd. (2010, s. 44), bunun önlenmesi adına gelir medyanı ölçümünü önerirler. Çünkü medyan
bireyin tipik bir birey olduğunu öne sürerler.
11 Tezin ilk bölümünde de yoğun olarak belirtilmis ve ayrı bir baslık altında konuya değinilmistir.
59
amaçlar. Bu ortamın yaratılması sürecinde de birey için tercih özgürlüğünün ve
kalkınmada tercihlerin genisletilmesinin esas unsur olduğunun önemine vurgu yapar.
Öyle ki, neoliberal yaklasım ile insani gelisme yaklasımı arasındaki temel fark da
bireyin tercihlerinin genisletilmesi sürecinde ortaya çıkar. Neoliberal yaklasım, gelir
olmak üzere, yalnızca bir tercihin artırılmasına yoğunlasırken, insani gelisme
yaklasımı, iktisadi, sosyal, kültürel ve politik olmak üzere insanın tüm tercihlerinin
artırılmasını içerir (ul Haq, 1995, s. 14). Bu bağlamda, toplumda yasayan insanların
refah ve kalkınma düzeyi ölçülmeye çalısılırken bir yandan gelirin artısını içeren
iktisadi bir ölçüm dikkate alınırken, diğer yandan da iktisadi olmayan göstergeleri de
içeren bir baska ölçüm de ortaya atılmaktadır.
3.2.3. Neoliberal Yaklasıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların Đçeriği
Geliri refah ölçütü olarak kullanan ve piyasayla ilgili konuları merkezine alan
politikalar, günümüzde neoliberal politikalar olarak değerlendirilir12. Bunlar, II. Dünya
Savası'ndan sonra Keynesyen politikaların hüküm sürdüğü bir ortamda sekillenmis,
ortaya çıkmaları ve güçlenmeleri ise yine Keynesyen politikaların islerliğini
yitirmeleriyle gerçeklesmistir.
1970'lerde Keynesyen politikaların yasadığı kriz sonucu enflasyon ve issizliğin
bir arada görülmesi, neoliberalizmin ortaya çıkmasında önemli rol oynar. 1970'lerde,
iktisadi aktivitelerde devlet müdahalesi tartısılmaya baslanmıstır. Bu müdahalenin,
etkinliği azalttığı ve piyasanın kendi düzenine bırakıldığında sağlayacağı ekonomik
büyümeden daha düsük oranlarda büyüme sağladığı ifade edilmistir. Böylece bu
iktisatçılar, yeniden 'piyasanın görünmez eli' düsüncesinin sekillendirdiği teoriler
gelistirmeye baslamıslardır. Buna göre, daha fazla iktisadi büyüme rakamlarına
ulasabilmenin ve dahası herkes için daha üst düzeylerde refaha ulasabilmenin anahtarı
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın fiyatları ve ücretleri ayarlamaya
bırakılması olduğu savunulmustur Böylesi bir politikanın, kaynakların en etkin
dağılımını sağlayacağını, böylece etkin büyüme oranlarına da sosyal yararların eslik
edeceğini iddia etmislerdir (Willis, 2005, s. 47).
Dolayısıyla neoliberalizm, aslında ilk olarak insan refahının en iyi sekilde
bireysel girisimciliğe ait özgürlüğün ve becerilerin serbest bırakılmasıyla ilerleyeceğini
öneren politik iktisat uygulamalarını içeren bir teori olarak ortaya çıkmıstır. Bunun için
12 Tezde de, insani gelisme yaklasımı ve neoliberal politikaların kıyaslaması buna bağlı olarak yapılmıstır.
60
de karakteristiğini güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret gibi
kurumsal çerçeveler olusturmustur. Devletin rolünün de, böylesi uygulamalara uygun
bir kurumsal çerçeve yaratmak ve bunu korumak olması gerektiği belirtilmistir (Harvey,
2005, s. 2). Bunun dısında da devlet, herhangi bir müdahalede bulunmamalıdır.
Özellikle 1980'lerden sonra neredeyse tüm ülkeler bazen gönüllü olarak bazen de
zorlayıcı baskılarla, neoliberal teoriyi kabul etmislerdir. Neoliberalizmin üç temel öğesi
vardır: i) fiyat desteklerinin, tavan fiyatlarının ve tavanlarının kaldırılması, serbest dıs
ticaret, döviz kurlarının piyasada belirlenmesi gibi bir takım yollarla iktisadi yönetisim
alanında ve mal ve sermaye akımlarını yönlendirmede piyasaların rolünü artırır, ii)
özellestirme, piyasaların devlet müdahalesinden arındırılması gibi yollarla özel sektörün
ve özel mülkiyetin rolünü ve kapsamını genisletir. Son olarak da iii) denk bütçeler,
isgücü piyasası esnekliği ve düsük enflasyon gibi yollarla tek bir 'iyi iktisat politikası'
anlayısını tesvik eder ve sonuçta gelismekte olan ülkeler için zenginlik ve refaha giden
yol olarak görülür (Chang ve Grabel, 2005, s. 30)13.
1980'lerin borç krizi ise neoliberal politikaların güçlenmesinde önemli rol
oynamıstır. Öyle ki neoliberal kalkınma politikalarının en etkin adımlarından 'yapısal
uyum programları', ülkelerin refaha ulasması yolunda borç krizinin ardından ülkelere
önerilmeye baslamıstır. Neoliberalizmin yükselisine neyin neden olduğu konusunda
birçok görüs bulunmaktadır. Yaygın görüslerden biri neoliberalizmin yükselisine
kapitalizmin politik ekonomisinde finansın (veya finans sisteminin) artan rolü ve
gücünün neden olduğuna yöneliktir. Buna göre, neoliberalizm, kapitalist
sermayedarların ve kurumların elinde bulundurdukları ve Büyük Buhran ve Đkinci
Dünya Savası'ndan bu yana azalan gelir ve durumlarını güçlendirmeye ve dolayısıyla
gelirlerini artırma arzularına yönelik bir söylemdir (Dumenil ve Levy, 2004, s. 2).
Ancak bazı yazarlar da finansallasmanın neoliberalizmin ötesinde ve ondan iliskisiz
daha derin köklerinin bulunduğu ve bu sürecin aslında neoliberalizmi açıklamadığını,
neoliberalizmin yükselisinin, o dönemin anahtar hammadde fiyatlarındaki
dalgalanmalarda, enflasyon oranlarında ve döviz kuru oranlarında gibi yasanan
sıkıntılarda aranması gerektiğini ifade ederler. Ancak neoliberalizmin finansallasma
süreci için uygun bir ortam olusturduğunu da ifade ederler (Kotz, 2008, s. 10, 13).
13 Chang ve Grabel (2005, s. 39), aynı eserinde bu söylenceyi reddeder ve neoliberal dönemde gelismekte
olan ülkelerin pek çoğunda yoksulluğun arttığını ve sosyal kosulların düzeltilmesinde daha önceleri
katedilen yoldan geriye dönüldüğünü ifade etmektedir.
61
Neoliberalizm, hem iktisadi bir teorinin yapısını hem de politik tutumunu ifade
eder. Neoliberal teori, yüksek oranda düzenlemeler yapılmamıs kapitalist bir sistemde
(serbest piyasa ekonomisi) yalnızca serbest bireysel tercihlerin önemine dikkat çekmez,
aynı zamanda etkinliği, iktisadi büyümeyi, teknik ilerlemeyi ve bölüsümde adaleti
içeren optimum iktisadi performansa erisileceğini savunur. Devletin mülkiyet haklarını
belirlemek, sözlesmeleri yürürlüğe koymak ve para arzını düzenlemek gibi çok sınırlı
rolleri vardır (Kotz, 2002, s. 64). Küresellesme süreci rekabetin baskısını artırmıstır ve
ülkeleri küresel rakipleri ile daha etkin rekabet edebilmek için kısıtlamaları kaldırmak
ve serbestlestirmeye yönelmek zorunda bırakmıstır. Dolayısıyla kapitalizmin değisen
rekabet yapısı, neoliberalizmin, klasik liberalizmin köklerinden yararlanarak yükselisini
kısmen açıklayabilmektedir. Bununla birlikte, neoliberal egemenliğin sağlanmasında rol
oynayan üç ilave faktör daha bulunmaktadır. Bunlar, sanayilesmis ülkelerde sosyalist
hareketlerin zayıflaması, devlet sosyalizminin iflas etmesi ve son büyük kapitalist
ekonomik krizden bu yana geçen uzun dönemdir (Kotz, 2002, s. 75-76).
1980'lerin sonunda, bugün neoliberal politikaların en açık sekilde ifade edilisi
olarak bilinen Washington Konsensüsü ortaya atılmıstır. Bu, 1989 yılında çoğu Latin
Amerika ülkesi tarafından uygulanması uygun görülen on adet öneriyi içerir: Bunlar; i)
mali disiplin: bütçe açıklarının enflasyon vergisi yaratılmadan finanse edilecek kadar
küçük olması, ii) kamu harcamalarının sağlık hizmetleri, ilköğretim ve altyapı gibi
yüksek ekonomik getiriye sahip ve gelir dağılımını iyilestiren ve öncelik gerektiren
alanlara göre yeniden düzenlenmesi, iii) vergi reformu: vergi matrahının genisletilmesi
ve marjinal vergi oranlarının düsürülmesi, iv) finansal serbestlesme: piyasada
belirlenmis faiz oranlarını içeren nihai hedef, v) rekabetçi döviz kuru, vi) ticarette
serbestlesme: ticarette miktar kısıtlamaları yerine tarifelerin kullanılması ve tarifelerin
de herkes için geçerli olacak düsük bir oran düzeyine kadar düsürülmesi, vii) doğrudan
yabancı yatırımların ülkeye girisinde serbestlesme: doğrudan yabancı yatırımların
ülkeye girisine yönelik mevcut engellerin kaldırılması, viii) özellestirme: kamu
tesebbüslerinin (KĐT) özellestirilmesi, ix) deregülasyon: yeni firmaların piyasaya
girisini engelleyen veya rekabeti kısıtlayan düzenlemelerin kaldırılması, x) mülkiyet
haklarının korunmasıdır (Williamson, 2004, s. 196). Bu politika seti, ilk yıllarında Latin
Amerika ülkeleri için sunulan bu on öneriyi içermis olsa da, daha sonraki yıllarda farklı
bir anlam kazanmıs ve Washington-merkezli kurulusların (Dünya Bankası, IMF)
üyelerine önerdikleri politikaları içeren bir anlama bürünmüstür (Williamson, 2004, s.
195). Buna göre, öneriyi ortaya atan Williamson (1990), konsensüsün ilk ortaya
62
çıktığının hemen sonraki günlerde aslından fazla uzaklasmasa da ilerleyen yıllarda
belirgin farkların ortaya çıktığını ifade etmekte ve bunun iki farklı anlam içermesi
gerektiğini belirtmektedir. Öyle ki, ilerleyen yıllarda bu konsensüs, esas anlamından
uzaklasıp önemli bir serbestlesme savunucusu, emperyalizmin yeni kanunu, parasal ve
mali disiplini, özellestirmeyi ve özellikle de serbest piyasa-bazlı önerileri içeren bir
reçete olarak görülmeye baslanmıstır (Williamson, 2000, s. 255)14.
Tablo 6
Özgün ve Genisletilmis Washington Konsensüsü
Özgün Washington Konsensüsü Genisletilmis (Post) Washington Konsensüsü
(Özgün uzlasmadaki maddelere ilave olarak)
Mali disiplin Kurumsal yönetim
Kamu harcamalarının yeniden düzenlenmesi Yolsuzlukla mücadele
Vergi reformu Esnek isgücü piyasaları
Finansal serbestlesme Dünya Ticaret Örgütü anlasmaları
Rekabetçi döviz kurları Finansal kural ve standartlar
Ticarette serbestlesme 'Ölçülü' sermaye hesabı açılması
Doğrudan yabancı yatırımlara karsı açıklık Ara döviz kuru rejimlerinin reddi
Özellestirme Bağımsız merkez bankaları/enflasyon hedeflemesi
Deregülasyon Sosyal güvenlik ağları
Mülkiyet haklarının korunması Yoksulluğun azaltılması hedefi
Kaynak: Rodrik, 2006, s. 978.
1990'ların baslarında, 'bırakınız yapsınlar' liberalizmini içeren böylesi piyasaya
bağımlı bir yaklasım, piyasa-dostu bir yaklasımın ortaya çıkısıyla hafifletilmistir. Bu,
yabancı ticareti ve sermaye hareketlerinde serbestlesmeyi savunmaya devam etse de,
bununla birlikte yerli iktisadi serbestlesmenin sınırları belirlenmistir. Öyle ki özellikle
piyasa basarısızlıklarında devlet müdahalesinin mesruluğu tanınmaya baslamıstır (Gore,
2000, s. 793). Çünkü Williamson'un listesindeki maddeler, -mülkiyet hakları dısındakurumsal
bir değisimi gerektirmeyen basit politika değisimlerini içerdiğinden zamanla
kurumsal kosullarda karsılasılan sorunlar nedeniyle uygulamada sıkıntılar yasamıstır.
Sonuçta da özgün liste, içerik olarak yoğun kurumsal bir yapıya bürünerek genisletilmis
ve yeni bir hal almıstır (Rodrik, 2006, s. 978). Bu yeni yaklasım, kurumların önemini
vurgularken piyasa odaklı reformların uygulanmasında devletin rolünün artırılmasının
14 Williamson (2000, s. 256), böylesi popülist bir yaklasımın (asırı piyasaya bağımlılık ve neoliberalizm);
devlete saldırıp, piyasayı kendi haline bırakmaya yönelik bir düsüncenin yoksulluğu azaltmada etkin bir
rol oynayabileceğini düsünmediğini açıkça ifade eder. Çünkü yoksulluğu azaltmak için yoksulun beseri
sermayesine odaklanmak gerekirken, popülist görüsün bunu isaret etmede basarısız olduğunu iddia eder.
Ayrıca bazı gelirin yeniden dağıtılmasını içeren ölçütler, yalnızca iktisadi büyümeden ziyade yoksulluğun
azaltılmasına odaklanan politikaları içermelidir. Ancak piyasa bağımlıları, tüm gelirin yeniden dağılımını
içeren politikaları yok sayarlar. Bu yüzden, konsensüsün iki farklı anlamını içermesi gerektiğini, birinin
yoksul yanlı (pro-poor) politikaları içerdiğini, diğeriyse yoksula karsı tutumunda daha az politika önerisi
sunan ve hiçbir destek içermeyen bir yaklasım olduğunu belirtir (Williamson, 2000, s. 262).
63
önemine değinmistir. Aynı zamanda Post-Washington Konsensüsü denilen bu yeni
yaklasımla yoksulluğun azaltılması da doğrudan bir hedef olarak kabul edilmistir.
3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelisimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk Ölçümleri
Yoksulluk kavramı, karmasık nitelikleri nedeniyle genel-geçer bir tanım
yapmaya olanak vermeyen bir kavramdır. Bu noktada kavramın, insanların kendileri
için yeterli kabul edebilecekleri tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip olup
olmadıklarına iliskin beyanına bağlı olduğu bir sübjektif tanımı, bireyin
gereksinmelerini karsılama derecesi yönüyle toplumun diğer bireyleri karsısındaki
durumuna göre tanımlayan bir göreli tanımı ve mutlak bir standarda bağlanmasını
öngören bir mutlak tanımı ortaya çıkar. Dünya Bankası olguyu, mutlak tanımı
çerçevesinde, asgari yasam standardına erisilememis olma durumu olarak tanımlar. Bu
durumda, bir çesit yetersizlik göstergesi olan yoksulluk, besin, ısınma, barınma gibi
standart yasamın temel gereksinmelerine yapılan harcamaların ortalama düzeyden asağı
olması seklinde tanımlanabilir. Birey, bu gereksinmeleri karsılayacak gelire sahip
olmadığı takdirde de yoksul kabul edilir (Dağdemir, 2002, s. 2). Bu tanımlar, ilerleyen
bölümlerde, yoksulluğun ölçümü konusunda, daha detaylı bir sekilde ele alınacaktır.
Bu noktada, öncelikle kavramın tarihsel sürecine ve sosyal bir sorun olarak
ortaya çıkısına göz atmak gerekir: Çünkü, kavram hakkında inceleme yapılması
asamasında, yoksulluğun yeni bir sorun olmadığı ve konunun çok eskilere dayandığı
bilinmelidir. Öyle ki, insanların geçimlerini sağlamakta, hatta karınlarını doyurmakta
güçlük çekmeleri ile ilgili bir konu olan yoksulluk, tarihin her döneminde, her toplumda
rastlanabilen bir kavramdır. Ancak bir sosyal sorun olarak bakıldığında, yoksulluğun
Avrupa’da kapitalizmin ortaya çıkısıyla bağlantılı olduğu görülmektedir (Buğra, 2008,
s. 25). Öyle ki, 16. yüzyılda, erken kapitalizmin değerler dünyası içinde serseriliğin ve
dilenciliğin önlenmesi için giderek güçlenmeye baslayan bir yoksul çalıstırma
gayretinin ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu gayretin merkezinde de, var olan düzeni,
yani insanı isgücü olarak gören kapitalist düzeni koruma ve mesrulastırma amacı yer
almıstır. Ama sehirdeki isler, tarımdan kopan nüfusun tamamını karsılayabilecek
nitelikte olmadığından, talep dalgalanmaları issizliğe ve isgücünün geçim sınırı altında
ücret elde etmesine neden olmus; geçimini sağlamaya yetecek bir is bulamayan ve
böylece çalısmayan yoksul tehlikeli bir yabancı olarak görülmüs ve yoksulluk, sehir
hayatının huzursuzluk yaratan bir öğesi olarak ortaya çıkmıstır. Sonuçta, 'sadaka
64
reformu'15 çerçevesinde resmi bir yardım anlayısına geçilmesi fikri de bu dönemde
ortaya atılmıstır (Buğra, 2008, s. 37).
Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde, bir yandan yoksulların çalıstırıldığı kurumlar
yaygınlasırken, yoksulluk tartısmaları daha genis bir anlamda değismeye baslamıs, iki
unsur önem kazanmıstır: Bunlardan birincisi, yoksul yardımının mali yüküyle ilgili
kaygılar olurken; ikincisi ve daha önemlisi ise, giderek daha ticari bir nitelik kazanan
toplumlarda, emeği ziyan edilmemesi gereken bir üretim faktörü olarak değerlendiren
yaklasımların belirginlesmesi olmustur: Bir ulusun zenginliğini artırmanın yolunun
daha çok emek kullanımından geçtiği, merkantilist iktisat düsüncesinin merkezinde yer
almıs ve yoksulları çalıstırarak para kazanma fikri giderek daha çekici hale gelmistir
(Buğra, 2008, s. 40). Bu nedenle, 17 ve 18. yüzyıllar, yoksulların çalıstırıldığı
kurumların Đngiltere’ye ve kıta Avrupası'na yayıldığı bir dönemdir. Ancak 18. yüzyıl
ortalarında, Büyük Britanya zenginlesirken durumları kötülesen ve sayıları giderek
artan bir yoksullar kitlesi olusmustur. Sanayilesmeye dayalı kapitalizmin kök salmaya
ve yaygınlasmaya basladığı 18. ve 19. yüzyıllarda, bir çok düsünür, yoksulluk sorununa
ilgiyle yaklasmaya baslamıstır. Öyle ki, 1776’da çığır açan Ulusların Zenginliği adlı
kitabı yayımlanan Adam Smith, ülke zenginlesirken yoksulluğun artmasını önemli bir
paradoks olarak dile getirmis ve bir ekonomik sistemin basarısının değerlendirilmesinde
en yoksul yurttasların durumlarının ne derece iyilestiğini temel kıstas olarak önermistir
(Senses, 2009a, s. 33). Bu çerçevede de kendisi, “ekonomiye mantıksız müdahalelerin
ortadan kalktığı akıllı bir iktisat politikası ortamında, ulusların zenginliğinin temelinde
yatan isbölümünün, toplumun bütün bireylerine yansıyan bir ekonomik gelismeye yol
açacağını ve zengin bir toplumda yoksulluk sorununa yer kalmayacağını” düsünmüstür.
Ancak 19. yüzyıl kosulları böyle bir iyimserliğe yer bırakacak nitelikte değildi. Öyle ki,
1834’de Yeni Yoksullar Yasası’yla 19.yüzyıl liberalleri, yoksulların çalıstırıldığı
kurumlar dısında verilen bütün yardımları ortadan kaldırmakta ve bu kurumlardaki
kosulların ölümden beter hale getirilmesine zemin hazırlamaktaydı. Bu, insanı isgücü
olarak kabul eden bir dünya görüsünün ulastığı son nokta olarak görülmektedir. Bu
durum 20. yüzyılda yerini refah devleti uygulamalarına bırakmıstır. 19. yüzyılda bütün
dünyaya yayılan piyasa sisteminin, Büyük Buhran, fasizmin yükselisi ve Đkinci Dünya
15 Ayse Buğra (2008), “Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika” adlı eserinde, Reform
tartısmalarına yapılan katkılar arasında Juan Luis Vives’in “Yoksul Yardımı Üzerine” (1526) adlı eserinin
ilk metinlerden biri olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda, bu çerçevede, dönemin düsünürleri arasında
sehirlerin gerçekten çalısamayacak durumda olanları darülaceze benzeri yerlerde barındırmaları ve
bakmaları gerektiği konusunda fikir ayrılığına rastlanmadığını ve bu yönde önlemler alındığını ifade
etmektedir (Buğra, 2008, s. 37).
65
Savası gibi bir dizi felaketin ardından son bulmasından sonra ortaya çıkan refah
devletiyle birlikte gündeme sosyal dayanısma anlayısı gelmistir. Böylece sosyal
politikanın konusu artık yoksullukla mücadele değil, herkesi ortak bir 'vatandaslık
statüsü'nde birlestiren bir önlemler paketi haline gelmistir (Buğra, 2008, s. 66).
II. Dünya Savası’ndan sonra yoksulluk kavramı artık, giderek azgelismis
ülkelere doğru kaymıs ve azgelismislik kavramıyla özdeslesmistir. Kalkınma
iktisatçıları da, yoksulluğu, azgelismis ülkeler için yapısal bir sorun olarak görmüstür:
Ülkenin 'kısırdöngü kuramı' çerçevesinde yoksulluğunu, azgelismisliğin hem nedeni
hem de sonucu olarak nitelemisler ve bu ülkelerin yoksul oldukları için yeterli derecede
yatırım ve tasarruf yapamadığını ve böylece yoksul kaldıklarını belirtmislerdir. Bu
iktisatçılar, gerekli önemi büyümeye vermis, hızlı büyümenin önemli etkilerinin zaman
içinde toplumun bütün kesimlerine yayılacağını ve uzun dönemde yoksulluk sorununun
çözüme kavusacağını savunmuslardır (Senses, 2009a, s. 36). Ancak ne yazık ki, bazı
ülkeler, baslarda olumlu büyüme rakamları tutturmus olsalar da daha sonraları, özellikle
1970’ler sonrası ekonomik bunalımların içerisine sürüklenmis ve yasadıkları krizlerle
kalkınma iktisadının çöküsüne yol açmıslardır. 1970’li yılların baslarında Dünya
Bankası, yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin
karsılanmasını hedefleyen Temel Đhtiyaçlar Yaklasımı'yla birlikte yoksulluk konusunu
gündemine almıstır. 1970’li yılların sonrasında ise Dünya Bankası, neoliberal ekonomi
politikaları ağırlıklı bir gündem çerçevesinde giderek IMF ile birlikte hareket etmeye
baslamıstır. 1980’li yılların basından itibaren de yapısal uyum programlarıyla neoliberal
politikaların yaygınlasmasında önemli bir rol oynamıstır. Bu süreçte yoksulluk
sorununu, ülkelerin bir iç sorunu olarak görmüs ve yaklasık bir on yıl gündeminden
çıkarmıstır (Senses, 2009a, s. 50). 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, ekonomik kosulların
etkisiyle birlikte, Dünya Bankası tekrar, yoksullukla mücadeleyi ana gündem maddesine
koymustur. Bu noktada, 1990 yılında bir bölümü özel olarak yoksullukla mücadeleye
ayrılan bir Dünya Kalkınma Raporu yayınlanmıs ve yoksulluğu “gelisme topluluğunun
karsı karsıya olduğu en acil sorun” olarak tanımlamıstır. Ayrıca, yoksulluğun
azaltılmasını ekonomik gelismeyle özdeslestirerek “hiçbir amacın bundan daha önemli
olamayacağını” belirtmistir (Senses, 2009a, s. 41, Uzun, 2003, s. 159). 1990 yılından bu
yana geçen sürede de Dünya Bankası’nın IMF ile birlikte, yoksulluk konusuna artan bir
duyarlılık gösterdiği görülmektedir16.
16 Ne var ki, Dünya Bankası’nın bu yoğun ilgisinin, özellikle 1980-90 arası uyguladığı politikalar
nedeniyle bazı iktisatçılar tarafından süpheyle karsılanmakta olduğu görülmektedir. Birçoğu, Dünya
66
3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları
Yoksulluğun ölçülmesi, önce kimin yoksul olarak tanımlandığı ve farklı
insanların yoksulluk durumlarının toplamının nasıl bir birlesim gösterdiği noktasından
hareketle açıklanmalıdır (Sen, 1979a, s. 285). Öyle ki, yoksulluk ölçülmeden önce, i)
bireysel refahın nasıl değerlendirileceği, ii) -ölçülen- hangi refah düzeyinde kisinin
yoksul olmadığının söylenebileceği ve iii) bireysel refah göstergelerinin bir yoksulluk
göstergesi altında nasıl bir araya getirilebileceği gibi soruların cevaplanması gerekir. Đlk
iki soru, hangi bireylerin yoksul ve ne kadar yoksul olduklarını ifade eden 'tanımlama'
problemini, üçüncüsü ise ne kadar yoksulluğun mevcut olduğunu ifade eden
'birlestirme' problemini belirtir. Literatürdeki son çalısmalar özellikle birlestirme
problemi üzerinedir (Ravallion, 1992, s. 4). Yoksulluğun tanımlanmasına iliskin
örnekler, minimum ihtiyaçlara dayalı olarak ifade edilebilir. Birlestirme problemine
iliskin örnekler ise, farklı insanların yoksunluklarının bir araya getirilmesini içeren
metotlarla açıklayıcı göstergelere dönüstürülmesi ihtiyacını duyar (Sen, 1979a, s. 288).
Yoksulluğun nasıl tanımlanacağı ve nasıl ölçüleceği konusunun altında bir çok
sorun yatmaktadır. Bunlardan ilki, yoksunluğun olduğu alan (space) ve bu alanın nasıl
tanımlandığı sorunudur. Öyle ki, bu çerçevede sorulması gereken soru, yoksulluk tanımı
yapılırken sadece ekonomik kıstasların mı, yoksa bunlara ek olarak sosyal, kültürel ve
hatta siyasal kıstasların mı dikkate alınacağı konusudur. Ayrıca bunun da ötesinde
ölçüm yapılırken, yoksulluğun, -parasal ölçümün belirttiği gibi- fayda ve kaynaklara
göre mi, yoksa -kapasite yaklasımındaki gibi- bireyin hayatını yasama özgürlüğü olarak
mı ölçülmesi gerektiğidir (Laderchi vd., 2003, s. 3).
Bankası’nın yoksullukla mücadele politikasının, yoksulluk mantığını kavramakta basarısız kaldığını
belirtmekte ve asıl amacının küresel düzeyde kapitalist sömürü ve birikim elde etmek olduğunu
savunmaktadır (Cammack, 2003, s. 2). Öyle ki, Dünya Bankası’nın 1990 yılında yayınladığı Dünya
Kalkınma Raporu’nda belirtilen; “bu rapor, yoksulluk konusunda hızlı ve politik olarak sürdürülebilir bir
süreç sağlama adına iki tane esit derecede önemli öğeye sahip bir strateji sunmaktadır. Đlk öğe, yoksulun
en bol varlığının -isgücünün- verimli olarak kullanılmasının gelismesine yardımcı olmak, ikincisi de
yoksula sağlık, aile planlaması, beslenme, ilköğretim gibi temel sosyal hizmetleri sağlamaktır.” (World
Bank, 1990, s. 3) ifadesinden yola çıkarak, Dünya Bankası’nın temel amacının tüm insanların dünya
piyasasına karısmasını öngördüğü ve bununla birlikte de kapitalist rejimin uluslararası karakterinin
gelisim göstereceği savunulmaktadır. Hatta, Dünya Bankası’nın yoksulluk-karsıtı programının neoliberal
devrimden uzaklasma amacı gütmediğini, aksine neoliberal devrimin tamamlayıcısı olduğu
belirtilmektedir (Cammack, 2003, s. 3-5). Bir süre Dünya Bankası’nda bas ekonomist olarak çalısan J.
Stiglitz de, uluslararası kurulusların yanlıs politikalarının, özellikle de IMF’nin, gelismekte olan ülkelerde
özellestirme ve liberallestirme çabası adına büyük bir hızla sürdürülmüs olduğunu ve birçok gelismekte
olan ülkeye bu nedenle, büyük maliyetler yüklediğini itiraf etmektedir. Zira, bu ülkelerin ekonomik
sistemlerinin kendilerine özgü kosulları nedeniyle, bu politikalara uyarlanabilir olmadığını belirtmektedir
(Stiglitz, 2006, s. 76, 94).
67
Đkinci bir sorun, evrensellik sorunudur. Öyle ki, bir toplum için uygulanmıs
tanımların ve ölçümlerin, diğer toplumlara da dönüstürülebileceği beklentisi, önemli bir
sorunsalı içinde barındırmaktadır. Tanımlar gelismis veya gelismekte olan ülkelere göre
farklılık gösterebilir, ölçümde de tek bir evrensel tanım bulmak çok zordur (Laderchi
vd., 2003, s. 3).
Üçüncü bir sorun, metotların öznel veya nesnel olusudur. Bu çerçevede isin
içine değer yargıları girdiğinde ölçümün nesnel olması beklenemez (Laderchi vd., 2003,
s. 4). Öyle ki, “Yoksulluğun, güzellik gibi, algılayanın görüsüne bağlı olduğunu”17
belirten öznel bir içerik, daha çok kisisel yargılara ve ahlaki öğelere yer vermektedir ve
yoksulluğun ölçümü konusunda yetersiz kalabilmektedir.
Dördüncü sorun bir yoksulluk sınırı ile, yoksulun yoksul olmayandan nasıl
ayrılabileceği ve böyle bir sınırın çizilmesinin gerekçesinin ne olabileceğidir. Sorun bu
sınırın, hangi ölçülerde göreli olarak tanımlanmakta ve hangi ölçülerde yoksunluğun
mutlak standartlarını yansıtmayı amaçlamakta olduğuyla ilgilidir. Gerçek hayatta sosyal
standartlar hesaba katılmaksızın bir mutlak ihtiyaçlar tanımı belirlemek çok zordur.
Çoğu mutlak göstergeler dahi, göreli unsurlar tasır. Öyle ki, Rowntree, 1930'lardaki
York sehri üzerine ikinci çalısmasında yoksul ile yoksul olmayan ayrımını, bireyin bir
banyo ve bahçeye sahip olup olmamasıyla yapar. A. Sen dahi gereksinimlerin mutlak
olsa da kaynak bazında göreli olarak yorumlanması gerektiğini belirtir. Nasıl ki,
beslenme ihtiyaçlarına göre yoksulluk mutlak olarak tanımlansa da, gelir bazında bazı
ölçülerde görelik bulunması mümkündür. Öyle ki, zengin ülkeler aynı besin değerlerine
sahip olmak için (daha ucuz yiyecekler bulunmaması, alısveris için yolculuk etme
gerekmesi gibi nedenlerden dolayı) daha fazla paraya ihtiyaç duymaktadır (Laderchi
vd., 2003, s. 4). Gerçekten de yoksulluk sınırlarının belirlenmesi oldukça önemli bir
konudur. Her ne kadar iktisadi refah kavramı, yasam kalitesi tanımını daraltsa da,
iktisadi açıdan düsünüldüğünde kabul edilebilir düzeyde iktisadi ihtiyaçların
tanımlanması, mutlak ve göreli ölçütlere göre düsünülmektedir.
Kökeni en eskiye uzanan ve en basit sekilde bir tanım yapılmasına olanak veren
yoksulluk tanımı mutlak yoksulluk tanımıdır. Yirminci yüzyılın basında, 1901 yılında
Rowntree (Wagle, 2008, s. 17'de belirtildiği üzere)'nin Londra üzerine çalısmasında ve
Orshansky (1965)'in Amerika Birlesik Devletleri üzerine çalısmasında kendini gösteren
ve yiyecek tüketimi, barınma ve diğer yiyecek-dısı öğelere dayalı olarak belirlenen
17 Orshansky, 1969, s. 37, referans için bkz. (Sen, 1979a, s. 285)
68
mutlak yoksulluk sınırı, yoksul fertleri nüfusun geri kalanından ayırmak için
kullanılmıstır (Wagle, 2008, s. 22). Rowntree'nin 1901 yılındaki ilk çalısması aynı
zamanda, yoksulluk konusunda ilk bilimsel çalısma niteliğindedir. Rowntree, giyim ve
kiraya yönelik ihtiyaçlar ile beslenme konusunda yeterli bir diyeti içeren parasal
gereksinimleri tahmin eden bir yoksulluk sınırı öne sürmüstür. Bu sınırın
asağısındakileri de birincil yoksul olarak tanımlamıstır. Ayrıca 'açık bir sekilde muhtaç
ve sefil' olarak yasayan bir baska grubu daha belirlemis, belirlenen yoksulluk sınırının
üstünde olmalarına rağmen, bu kategoriye düsenleri de ikincil yoksul olarak
tanımlamıstır. Buna göre de çalısmasında, York civarında %30 civarında bir yoksulluk
hesaplamıstır (Laderchi vd., 2003, s. 8).
Mutlak yoksulluk, genel olarak hane halkı ya da fertlerin hayatlarını
sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları asgari gelir ve harcama düzeyini gösterir. Daha
kolay nicellestirilebildikleri için mutlak yoksulluk ölçümlerinde en yaygın kullanılan
yoksulluk kıstasları parasal gelir ve tüketim harcamalarıdır. Tüketim harcamalarına
iliskin hesaplamalar, genellikle yeterli miktarda temel gıda maddesinden olusan bir gıda
sepetinin maliyeti veya bir asgari kalori normunun gerektirdiği tüketim harcamaları
esasına göre yapılmaktadır. Buna göre, yasamda kalabilmek için gerekli en düsük
maliyetli gıda harcamalarının parasal değeri bir yoksulluk sınırı olusturmakta ve bu
gelir düzeyine ulasamayanlar yoksul kabul edilmektedir (Senses, 2009a, s. 63). Yani
mutlak yoksulluk sınırı tanımlanırken, temel ihtiyaçların maliyetinin parasal değerinin
sınır olarak belirlendiği bir temel ihtiyaçların maliyeti metodu kullanılır. Bu
hesaplamada karsılasılan sorun, 'temel ihtiyaçları' neyin meydana getirdiğinin
tanımlanmasıdır ve maliyeti olusturacak fiyat bilgileri eksik olabileceğidir. Dolayısıyla
diğer yandan bir de yiyecek enerji alımı metodu kullanılır. Kalori bazında hesaplanan bir
yiyecek enerji alımı sınırı (genellikle 2100 kalori) belirlendikten sonra kisinin bu enerji
düzeyini elde etmek için gereken tüketim harcaması ve geliri dikkate alınır. Gelismekte
olan ülkeler için, temel ihtiyaçlara dayalı bir yoksulluk sınırının en önemli unsuru,
tavsiye edilen yiyecek enerji alımını sağlayabilmek için gerekli yiyecek harcamalarıdır
(Ravallion, 1992, s. 26-27).
Mutlak yoksulluk ölçümünün, iktisadi yoksunluğu yasayan bireylerin ve hane
halklarının ekonomik durumlarını iyilestirmek için önerilen programın maliyetinin tam
olarak hesaplanmasına olanak vermesi ve temel tüketim sepetinin güncellenmesinin
kolay olması gibi avantajları bulunmaktadır. Bunun yanında, temel tüketim sepetinin
belirlenmesinde uzlasma sağlanamaması ve evrensel ve standart bir sepetin
69
bulunmasının zorluğu gibi dezavantajları da bulunmaktadır (Awad ve Israeli, 1997, s. 5-
6). Öyle ki, ülkelerin ekonomik ve sosyal yapıları, iklim kosulları, göreli fiyat yapıları
ve gelismislik düzeyleri, para birimlerinin satın alma gücü ve nakit dıs yardımların
düzeyi arasındaki farklılıklar ve bunların da ötesinde, ülkelerin farklı tarihleri,
kültürleri, gelenekleri ve hatta inanç sistemleri mutlak yoksulluk sınırı konusunda ortak
bir yaklasımın benimsenmesini güçlestirmektedir (Senses, 2009a, s. 85). Aynı zamanda
böylesi mutlak bir sınırın belirlenmesinin içerisinde açık bir keyfilik barındırdığı da bir
gerçektir (Townsend, 1954, s. 131).
Dolayısıyla yoksulluğun, ancak göreli yoksunluğa dayalı olarak
tanımlanabileceği ortaya atılmıstır. Göreli yoksulluk, bireyin mevcut yasam düzeyinin,
daha yüksek bir gelire sahip referans grubuyla kıyaslanması sonucu ortaya çıkan bir
yoksunluğu ifade eder (Streeten, 1998, s. 9)18. Buna göre toplam nüfusun içerisindeki
bireyler, aileler ve gruplar, beslenme kaynaklarından, aktivitelere katılımcı olmaktan,
alısılmıs yasam standartlarına sahip olmaktan veya en azından ait oldukları toplum
tarafından kabul görülmekten mahrum iseler, bu durumda göreli yoksulluktan
bahsedilebilir; yani yoksulluk göreli tanımıyla ancak gereksinimlerin karsılanması
yönünden toplumun diğer bireyleri karsısındaki durumuna göre tanımlanır (Townsend,
1979, s. 31). Mutlak görüsün aksine, göreli yoksulluk, yoksulu toplumun geri
kalanından ayırmak için kullanılan yoksulluk esiğinin, en düsük gelire sahip olanlarla
toplumun geri kalanı arasında kıyaslama yapılabilmesine olanak vermesini önerir.
Toplumun çoğunluğuna ne olduğu, tüketimi, ihtiyaçları ve genel olarak yasam
standardını içeren bütün sosyal normları ve tercihleri belirler. Birinin ihtiyaçlarının
toplumdaki tüm refah düzeyi tarafından belirlendiği düsüncesi nedeniyle, göreli
yoksulluğa odaklanan çalısmalar, yoksulluk esiklerinin gelistirilmesinde bölüsüm
sorunlarını merkeze alır. Dolayısıyla göreli yoksulluk -bir insanın görece diğerine göre
18 Aynı eserinde Streeten (1998, s. 9), göreli yoksulluğu tanımlamak için Karl Marx (1933, s. 33)'dan
yararlandığı su örneği verir: Küçük bir kulübede yasayan bir adamın oldukça mutlu bir hayat
sürdürdüğünü, ancak bu mutluluğunun hemen karsısına tasınan komsusunun bir saray insa etmesiyle sona
erdiğini ve dolayısıyla adamın, kendini yoksullasmıs hissettiğini belirtir. Kisisel yargıların farklılığının ve
göreli gelirin etkilesimde bulunulan toplumla ilgili ne derecede önemli olduğuna Adam Smith’in
Ulusların Zenginliği adlı eserinde de rastlanılabilir. Öyle ki Adam Smith 'zorunluluk' kavramına
değinmektedir ve bu konuyu eserinde: “[Z]orunluluğu, sadece hayatın devamı için vazgeçilmez mal ve
hizmetler olarak değil, ülke adetlerinin onsuz en alt tabakadaki insanların bile itibarsız hale geleceği bir
sey olarak anlıyorum. Sözgelimi bir keten gömleğin hayatı sürdürmek için bir zorunluluk olduğu
söylenemez. Grekler ve Romalılar öyle sanıyorum ki, ketensiz de gayet rahat yasadılar. Ancak
günümüzde, Avrupa’nın büyük bir bölümünde itibarlı bir gündelik isçi üzerinde keten gömlek olmadan
insan içine çıkmaya utanacaktır. Keten gömlekten yoksunluğun, asırı kötü bir durum dısında hiç kimsenin
düsemeyeceği rezalet derecesinde bir yoksulluğun göstergesi olduğu farz edilecektir.” seklinde ifade eder
(Sen, 2004, s. 105).
70
daha düsük yasam standardına sahip olduğu düsüncesi- daha çok, esitsizlikle ilgilidir
(Wagle, 2008, s. 23). Öyle ki, mutlak yoksulluk kavramına göre bir toplumda hiç kimse
yoksul olmayabilir, oysa yoksulluğu bir esitsizlik olgusu olarak alan ve gelir
dağılımının en altındaki yüzde 30-40'lık kesimin medyan gelirinin alınması gibi
uygulamalarında19 gelir dağılımıyla doğrudan iliskilendiren göreli yoksulluk kavramına
göre toplumda her zaman yoksul olan bir kesim olacaktır (Senses, 2009a, s. 92).
Sonuçta yoksulluk tanımlamalarında azaltılamaz bir mutlak temelin
bulunduğunu iddia eden Sen, açlığın ve beslenme yetersizliğinin olduğu yerde -göreli
yoksulluk nasıl ifade ederse etsin- mutlak bir yoksulluğun olduğunu belirtir (Sen,
1983b, s. 159). Dolayısıyla bir kisinin mutlak yoksulluğunun kapasiteleriyle iliskili,
göreli yoksulluğunun da mallar, gelir ve kaynaklarla iliskili olduğu düsüncesinden
hareketle Sen (1983b, s. 153, 167), mutlak veya göreli yoksulluk arasındaki çatısmanın
bu alanda daha kesin bir yolla çözüme kavusturulabileceğini, bunun da kapasiteye
dayalı bir yoksulluk ölçümüyle gerçeklesebileceğini savunur20.
Yoksulluğun tanım ve ölçümüyle ilgili besinci önemli sorun, yoksulluğun
tanımlandığı birimdir. Yoksulluğun, birey veya aile düzeyinde mi tanımlanacağı yoksa
ayrıca coğrafik bir mesele mi olduğu önemlidir (Laderchi vd., 2003, s. 5).
Altıncı sorun, yoksulluğun çok boyutluluğudur. Bireysel refah çok boyutlu bir
tanımı içerse de, parasal yaklasım, parasal ölçümlerin yoksunluğun özünü içerdiğini
varsayarak veya diğer tüm yoksunluklar için bir yakın gösterge (proxy) kullanarak bunu
görmezden gelir (Laderchi vd., 2003, s. 5). Kapasite yaklasımına dayalı refah
değerlemesinde ise, çoğulcu bir yaklasım kullanılır ve hem iktisadi hem de iktisadi
olmayan tüm yoksunluklar için ayrı göstergelerle bir ölçüm olusturmaya çalısılır (Sen,
2000, s. 21-23).
Yedinci sorun, yoksulluğun tanımlandığı zaman boyutudur. Yoksulluğun belirli
bir ay veya yıl için mi yoksa daha uzun bir zaman zarfında mı ölçüleceği önemli bir
sorundur. Zamanla insanlar yoksullasabilir veya yoksulluktan çıkabilir. Ayrıca zaman
uzadıkça daha az yoksulluk ortaya çıkmaya eğilimlidir (Laderchi vd., 2003, s. 6).
Son sorun ise, yoksulluk tanımının sunduğu nedensel bir açıklamanın ve
yoksulluğun hafifletilmesi yolunda politika önerilerinin ne olduğuna yöneliktir. Bazı
19 Böylesi bir ölçüm, Đnsani Yoksulluk Endeksi'nin gelismis ülkeler üzerine uygulamasında da dikkati
çeker. Burada kisi basına geliri medyanın %50 asağısına düsenler yoksul olarak sınıflandırılır. (UNDP,
2001, s. 14)
20 Yoksulluk tanımları üzerine mutlak veya göreli bir tanımın belirlenmesi bağlamında Amartya Sen
(1985a) ile Peter Townsend (1985)'in arasındaki akademik mücadele dikkate değerdir.
71
yaklasımlar, yoksulluğun nedensel açıklamasına giderken, bazıları yalnızca yoksulluğu
tanımlayabilmekle uğrasır (Laderchi vd., 2003, s. 6).
Yoksulluğun ölçümünde, halihazırda, çok boyutlu yoksulluğun geleneksel tek
boyutlu gelir yaklasımından daha zengin bir kavram olduğu genel kabul görmektedir
(Asselin, 2009, s. 4). Ne var ki, yoksulluğun her ne kadar çok boyutlu olduğu ifade
edilse de, literatürde tek boyutlu yoksulluk ölçümleri de önemli yer tutmaktadır ve bu
ölçümler halen de yoksulluk hesaplamalarında kullanılmaya devam etmektedir.
3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri
Yoksulluğun ölçülmesinde, yoksulluk sınırının belirlenmesinden bir sonraki
asama uygun endeksin seçilmesidir. Yoksulluk ölçümlerinin yorumlanması ve ne kadar
makul olduklarına karar verilmesi için ayrıca yoksullukla ilgili aksiyomların da
bilinmesi gerekir. Osberg ve Xu, (Kabas, 2010, s. 18’de belirtildiği üzere), yedi tane en
iyi bilinen aksiyomu ifade etmistir. Bunlar, odak aksiyomu (yoksul ölçümü, yoksul
olmayanlardan bağımsız olmalıdır), zayıf monotonik aksiyom (yoksul bir insanın
gelirinde azalıs, diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır), yansızlık
aksiyomu (bir yoksulluk ölçüsü gelirlerin sıralanmasına duyarsız olmalıdır), zayıf
transfer aksiyomu (iki insan arasından daha yoksul olandan diğerine gelir transferi
yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi değismiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artıs
olmalıdır), güçlü yukarı transfer aksiyomu (iki insan arasından yoksul olandan diğerine
bir gelir transferi yapılırsa yoksulluk ölçüsünde artıs olmalıdır), devamlılık aksiyomu
(yoksulluk ölçüsü gelirlerle sürekli değismelidir) ve kopyanın değismezliği
aksiyomudur (orijinal bir gelir dağılımından kopyalanarak elde edilen bir gelir
dağılımının yoksulluk ölçüsünün değeri değismez). Gelir perspektifinden yoksulluk
ölçümüne dayanan literatür genelde, bir yoksulluk endeksinin arzu edilen özelliklerinde
ayarlamalarla sağlanan bir aksiyomatik yaklasımı esas alır (Laderchi vd., 2003, s. 13).
Bu bölüm, bu gibi endekslerin ölçüm yöntemlerine odaklanacaktır.
3.2.4.2.1. Foster-Greer-Thorbecke Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı
Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi)
Foster, Greer ve Thorbecke (1984)'nin yoksulluk ölçümü için önemli çalısmaları,
genel bir yoksulluk ölçüm formülü yaratması açısından önemlidir. Endeksin, toplam
yoksulluğu değisik alt gruplara ayrıstırabilme özelliği ve gelir dağılımı sorunlarına
72
duyarlı olması, yoksulluk ölçümüne önemli katkılarındandır (Senses, 2009a, s. 67).
Yoksullar arasında kaynakların dağılımına yönelik yoksulluk değerlendirmesinin
hassasiyetini analiz etmek için FGT endeksinin alfa değeri, 0 ile 2 arasında değisen
değerlere göre hesaplanır:
=
1

(



)



seklindeki formül, genel FGT endeksini gösterir.
, alfa (α) değeri yoksulluğun derinliğine göre ağırlıklandırılan bir değerken
endeks değerini gösterir.
n, toplumdaki toplam nüfusu ifade eder.
q, yoksulluk sınırının altındaki nüfusu gösterir.
z, yoksulluk sınırını ifade ederken,
de i. bireyin gelirini gösterir.
α = 0 iken, basitçe kafa sayım oranını verir.
α = 1 iken, = olmak üzere, yoksulluk açığı endeksini ifade eder.
Yoksulluk açığının karesini gösteren ölçümüne ise, α = 2 iken ulasılır.
α değeri, bir yoksulluktan kaçınma değeri olarak görülebilir: Daha yüksek α
değeri en yoksul yoksula daha fazla vurgu yapar. α değeri arttıkça, yalnızca en
yoksul hane halklarının durumunu dikkate alan bir ölçüm halini alır (Foster vd., 1984, s.
763). Diğer bir deyisle, α değerinin artması, endeksin yoksullar arasındaki gelir
dağılımına daha duyarlı hale gelmesine neden olur ve yoksulluğun siddetini ölçer.
Yoksulluk ölçümünde en yaygın olarak kullanılan endeks, yoksulluk sınırı
altındaki kisilerin toplam nüfusa oranını gösteren kafa sayım oranı (H)’dır. q yoksul
olarak tanımlanan (yoksulluk sınırının altında kalan) nüfusu ve n de toplumdaki toplam
nüfus olarak kabul edilirse, kafa sayım oranı basitçe; H = ⁄ seklinde ifade edilir (Sen,
1979a, s. 294)21. Kullanımının oldukça eskiye dayandığı bu endeks, yoğun olarak da
elestirilere maruz kalmıstır. Kafa sayım oranı, yoksulluk sınırının altındaki nüfus
sayısına duyarlı olsa da, bu nüfusun gelir yokluğunun boyutlarının ne derecede
olduğunu dikkate almaz. Yani, herhangi birinin yoksulluk sınırının hemen altında mı
veya ciddi bir sefalet veya açlık içerisinde mi olduğunu önemsemez (Sen, 1979a, s.
295). Dolayısıyla, yoksulluk sınırının hemen altındaki bir kisiyle onun çok altındaki bir
kisi arasında ayrım yapmadığından ve yoksul kitle içindeki gelir dağılımına duyarsız
kaldığından yoksulluğun derecesini ölçmekten uzak kalır (Senses, 2009a, s. 67). Kafa
21 FGT Endeksinin ilk durumunu olusturan bu endeks söyle de ifade edilebilir: =

Σ (
)

= ⁄ .
73
sayım oranı odak, yansızlık ve kopyanın değismezliği aksiyomlarını ihlal etmezken,
zayıf monotonik ve zayıf transfer aksiyomlarını ihlal eder (Kabas, 2010, s. 20).
Yoksulluğun derinliğini ölçebilmek ve yoksulluk oranının yoksulluk sınırına
duyarlılığını azaltabilmek için yoksulların gelirlerinin/tüketimlerinin, yoksulluk
sınırından uzaklığının ortalamasının yoksulluk sınırına oranı olarak yoksulluk açığı
endeksi (PG) belirlenmistir. PG = seklinde ifade edilir. I, gelir açığı oranı olarak
adlandırılır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığını ölçer. Bu
endeks, yoksulluk sınırına ulasabilmeleri için oran olarak yoksul olanlara ne kadar gelir
transfer edilmesi gerektiğini gösterir. Dolayısıyla veri bir toplumda yoksulluğun yok
edilmesi için ihtiyaç duyulan toplam gerekli harcamalar için bir gösterge ölçümüdür
(Mabughi ve Selim, 2006, s. 195). Örneğin, %20'lik bir yoksulluk açığı oranı,
yoksullara yoksulluk sınırının %20’si kadar gelir transfer edilirse yoksulluk sınırına
ulasacaklarını ifade eder (Coudouel vd., 2002, s. 406). Tek basına yeterli bir yoksulluk
ölçümü olmayan bu endeks de bazı elestirilere maruz kalmıstır. Öncelikli olarak gelir
açığı oranı, yoksulluk sınırı altındaki yoksul sayısını dikkate almaz; gelirin nasıl
dağıldığı ve ne kadarı arasında dağıldığını önemsemez ve yalnızca toplam gelir
yokluğuna odaklanır (Sen, 1979a, s. 295). Bu endeks de odak, yansızlık ve zayıf
monotonik aksiyomları ihlal etmezken, zayıf transfer aksiyomunu ihlal eder. Yani
yoksulluğun derinliğini ölçerken, yoksulların gelir dağılımına duyarsız kalır (Kabas,
2010, s. 21).
Dolayısıyla, bu endeks de kafa sayım oranı gibi, yoksullar arasındaki gelir
dağılımını göz ardı eder. Ayrıca yoksulların sayısını dikkate almaz. Bu, yeni arayıslara
yol açmıs ve kafa sayım oranı (H), gelir açığı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını
(Gini katsayısı ile) birlikte dikkate alan Sen endeksi gündeme gelmistir.
Ancak Sen endeksine geçmeden önce, FGT endeksinin üçüncü durumu olan
yoksulluk açığının karesi (yoksulluğun siddeti) endeksine de değinmek gerekir. Çünkü
=2 durumunu ele alan bu endeks de, yoksullar arasındaki gelir dağılımı esitsizliğini
açıklamaya çalısır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığının
karesi olarak hesaplanır. Ancak yorumlanması kolay olmadığı için yaygın olarak
kullanılmamaktadır (WBI, 2005, s. 73).
Yoksulluk içinde yasayan nüfusu tanımlayan bir kriter olarak açlık sınırı, Dünya
Bankası tarafından, günlük 1,25 dolar (mutlak yoksulluk sınırı) olarak belirlenmistir.
Buna göre, Tablo 7.'de de görüldüğü üzere, dünya nüfusunun %25.19’u bu sınırın
altında yasamaktadır. Yani, yaklasık 1 milyar 400 milyon insan günlük 1,25 doların
74
altında yasamakta, yoksullukla mücadele etmektedir. Tabloda H, kafa sayım oranı
değerlerini göstermektedir: Sahra-altı Afrika'da toplam nüfusun %50,9'u yoksulluk
sınırının altında yasamaktadır. PG ise yoksulluk açığı endeksini ifade eder. Toplam
nüfus için % 7,5'lik bir değer, dünya toplam nüfusuna % 7,5'lik bir gelir transferi
edildiğinde, tüm insanların yoksulluk sınırına ulasacakları anlamına gelir. Son olarak
SPG ise, yoksulluk açığının karesi endeksini göstermektedir.
Tablo 7
Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları
Yoksulluk
Sınırı
(dolar)
H (%) PG (%) SPG (%) Yoksul
Sayısı
(m)
Nüfus
(n)
Doğu Asya ve Pasifik 38.0 16.78 4.04 1.40 316.21 1884.42
Avrupa ve Orta Asya 38.0 3.65 1.05 0.47 17.29 473.6
Latin Amerika ve Karayipler 38.0 8.22 2.75 1.46 45.25 550.43
Orta Doğu ve Kuzey Afrika 38.0 3.60 0.78 0.30 10.99 305.23
Güney Asya 38.0 40.34 10.29 3.64 595.58 1476.4
Sahra-altı Afrika 38.0 50.91 20.74 11.05 388.38 762.88
Toplam 38.0 25.19 7.5 3.22 1373.69 5452.96
Kaynak: 2005 Dünya Bankası verilerine göre hazırlanmıstır22.
3.2.4.2.2. Sen Endeksi
Kafa sayım oranı (H), gelir açığı oranı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımı
(Gini katsayısı olarak/G) olmak üzere bu üç faktörün bir fonksiyonu olan Sen endeksi,
= + (1 − )"#"
seklinde tanımlanmaktadır (Sen, 1976, s. 223).
Bu noktada endeksin en önemli katkısı, yoksul bir hane halkının geliri
düstüğünde yoksulluk ölçüsünün artması gerektiği ve yoksul bir hane halkından daha
yüksek gelirli yoksul bir hane halkına gelir transfer edildiğinde yoksulluk ölçüsünün
artması gerektiği gibi aksiyomları yerine getirerek kafa sayım oranının temel eksiklerini
gidermesi olmustur (Senses, 2009a, s. 66). Ancak yine de Sen endeksi, kopyanın
değismezliği, devamlılık ve de en önemlisi güçlü yukarı transfer aksiyomunu yerine
getiremez. Dolayısıyla Shorrocks (1995), yoksulluğun yoğunluğunun ölçülebilmesi için
bu aksiyom eksikliklerini gideren yenilenmis bir Sen endeksi önermistir.
22 http://iresearch.worldbank.org/PovcalNet/povDuplic.html (Erisim: 16.02.2011)
75
3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi
Sen-Shorrocks-Thon Endeksi teorik bir ölçüm olmakla birlikte tüm nüfusun gelir
verilerinin bilindiği ve stokastik olmadığı varsayımına dayanır (Shorrocks, 1995, s.
1228):
(
; ) = % 1 + #( )" seklinde formüle edilir.
Formülde, % ortalama yoksulluk açığı oranı iken, #( ) de yoksulluk açığı
oranlarının Gini katsayısıdır.
Örnek olarak, Kanada'nın Quebec sehrinde 1996 yılında nüfusun %12,4'ü
yoksulluk altındadır. Yoksulluk açığı endeksi -yalnızca yoksula uygulanan- 0,272
olarak bulunur. Yoksulluk açığı oranlarının Gini katsayısı da 0,924'tür.
O halde Sen-Shorrocks-Thon Endeksi:
0,124 0,272  1 + 0,924") esitliğinden 0,065 bulunur.
SST endeksi, karmasık olması nedeniyle, önyükleme (bootstrapping) yöntemi
ile suni olarak hesaplanmaktadır (WBI, 2005, s. 76, 79) 23.
3.2.4.2.4. Watts Endeksi
Son olarak, 1968 yılında ortaya atılan Watts Endeksi'nin de incelenmesi gerekir,
çünkü bu endeks, gelir dağılımına karsı hassas ilk yoksulluk ölçümüdür. n toplam
nüfusu olusturan bireylerin artan gelir sıralamasına göre endekslenmis halini
göstermekte ve geliri (
), z yoksulluk sınırının altında kalan q kadar bireyin
toplamından elde edilmekte iken endeks, su sekilde formüle edilmistir (WBI, 2005, s.
79):
, =
1

ln( ) − ln(
)"



Watts Endeksi, kafa sayım oranı ve yoksulluk açığı oranı gibi endekslerden çok
daha iyi bir ölçüm endeksi olarak görülmektedir. Çünkü bu endeks, “yoksulluk ölçümü
yoksul olmayanlardan bağımsız olmalıdır” (odak), “yoksul bir insanın gelirinde azalıs,
diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır” (monotonik), “iki insan arasında
daha yoksul olandan diğerine gelir transferi yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi
değismiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artıs olmalıdır” (transfer) “yoksulluk ölçütü
23 Osberg ve Xu (1999), ilk önce Sen-Shorrocks-Thon endeksini kullanarak on Kanada sehrinin yoksulluk
yoğunluğunun analizini yapmıs, ardından Osberg ve Xu (2000), Sen-Shorrocks-Thon endeksini
kullanarak yoksulluğun yoğunluğunu ilk kez uluslararası çerçevede kıyaslamıslardır.
76
gelirlerle sürekli değismelidir” (süreklilik), ayrıstırılabilirlik ve ölçünün değismezliği
gibi aksiyomları yerine getirmektedir (Muller, 1998, s. 4, Muller, 2001, s. 2).
Bu bölümde iktisadi göstergelerle ölçüme bağlı olarak; yoksulluğun ölçümünde
yoksulluğun gelir eksikliğinden kaynaklandığı görüsü ifade edilmis olsa da yoksulluğu
düsük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak görmek, çerçeveyi
biraz daha genisletmek anlamına gelecektir. Bu bağlamda ilerleyen bölümlerde iktisadi
olmayan göstergelerin dahil edilmesiyle yoksulluğun çok boyutlu olduğu kabul edilerek
olusturulan endeksler de incelenecektir.
3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm
Đktisadi göstergelerin insan refahının ölçümündeki dar kapsamlı içeriği, iktisadi
olmayan göstergelere iliskin çalısmalara olan ilginin artmasına neden olmustur ve son
yıllarda insan refahının ölçülmesi için iktisadi olmayan bir çok gösterge ortaya atılmıstır
(McGillivray, 2005, s. 350). Đktisadi olmayan göstergelerin, insan refahının ölçümünde
kullanılması kuskusuz, insan refahının ölçümünün çerçevesini genisletmistir. Bu
bağlamda; eğitim, sağlık ve beslenme, çevre ve yetkilendirme ve katılım olmak üzere
dört ana baslık altında tanımlanabilecek önemli iktisadi olmayan göstergeler Tablo 8.'de
gösterilmistir.
Tablo 8
Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler
Eğitim Sağlık ve beslenme Çevre Yetkilendirme ve
katılım
- Okula kayıt oranları - Yetersiz beslenme
oranları / kisi basına
yiyecek veya kalori
tüketimi / vücut kitle
endeksi
- 'Islah edilmis' su
kaynaklarına erisim
- Genel ve yerel
seçimlere katılım (farklı
düzeylerde karar verici
olma)
- Đlk veya orta okulu
bitirme
- Ölüm ve hastalık
oranları / yasam
beklentisi / kırk yasına
kadar yasamama
beklentisi / enfeksiyon
oranları
- 'Yeterli oranda' sağlık
kosullarına erisim
- Yerel projeler ve bölge
bütçeleri hakkında
belirli bilgiye sahip
olma (bilgiye erisim)
- Okuryazarlık oranları - Sağlık hizmetlerinden
yararlanma - doğumda
vasıflı eleman / gebelik
önleyici hapların
yaygınlık oranı /
bağısıklılık oranları
- Hanehalkı altyapısı -
evin duvarlarında ve
elektrik teçhizatında
kullanılan kalıcı
materyal
- Aktif sivil toplum
örgütlerinin (STK)
sayısı, büyüklüğü ve
gelirleri (sivil toplumun
denetimi için potansiyel
olusturma)
Kaynak: Sumner, 2004, s. 10.
77
Đnsan refahını iktisadi olmayan göstergelerle ölçümün avantajı, bu göstergelerin
-daha fazla gelir gibi- araçlardan veya girdilerden ziyade daha çok -eğitimli ve sağlıklı
olma gibi- sonuçlara veya çıktılara odaklandığından, orta veya uzun dönem değerlemesi
gerektiğinde daha yararlı olmalarında yatar. Ne var ki, bu göstergeler daha yavas sonuç
verirler ve iktisadi verilerden daha pahalıya elde edilirler. Genel olarak da iki önemli
kısıtlamaya maruz kalırlar: Birincisi, verilerin bulunabilirliği ve kalitesidir. Đkincisi de
kapasitenin tam ölçümündeki zorluklardır. Örnek olarak, eğitim kapasitesi ölçülürken,
okula kayıt günlük olarak devamlılığı, kaliteli öğretimi ve kaynakları ifade etmedikçe
aldatıcı olabilmektedir. Kısacası, iktisadi olmayan göstergelerle insan refahının ölçümü
uzun dönemli politika önerilerinde yararlı olsa da, önemli kısıtlamalar içermektedir
(Sumner, 2004, s. 12).
Birlesik bir endeks olan Fiziksel Yasam Kalitesi Endeksi (PQLI) de, yalnızca
iktisadi olmayan göstergeleri içeren bir endekstir. Bunun dısında Bennett (1951)'in
ortaya attığı Birlesik Tüketim Düzeyi Endeksi, Harbison ve Myers (1964)'in ortaya attığı
Đnsan Kaynakları Gelisimi Endeksi, Beckerman ve Bacon (1966)'un ortaya attığı Reel
Tüketim Endeksi de gelir veya iktisadi büyümeyi gösterge olarak içermeyen ve iktisadi
olmayan göstergelerin bir araya getirilmesiyle olusturulmus endekslerdendir (Booysen,
2002, s. 138).
3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel ve Siyasal)
Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm
Hem iktisadi göstergelerin, hem de iktisadi olmayan göstergelerin yetersizliği,
bu iki farklı göstergelerin bir araya toplanıp birlesik bir sosyo-ekonomik ölçüm
yaratılması hedefini ortaya çıkarmıstır. Bu aynı zamanda insanı, salt iktisadi bir araç
olarak görmenin ötesine giden etik bir anlayısla da uyumludur.
Đnsanlık üzerine etik bir çözüm yolu arayısı Kant'ın ahlakı metafiziklestirmeye
çalıstığı Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde de yoğun olarak
görülmektedir. Ona göre, insan sadece çevresinde bulunanları kavrayıp onlar hakkında
teoriler kuran teorik bir akla sahip olan, baska deyisle, bilme ihtiyacı içinde olan bir
varlık değildir. Aynı zamanda, ne yapması gerektiği hakkındaki bilgiyi de kendisinde
tasıyan salt pratik akla sahip olan, kısacası, eylemde bulunma, davranma ihtiyacı içinde
olan da bir varlıktır (Öktem, 2007, s. 11-12). Bu da Kant'ın, aynı eserinde insanı
78
yalnızca bir araç olarak değil, daima bir sonuç (amaç) olarak görmenin ve buna göre
davranmanın gerekliliğini vurgulamasında görülür (Kant, 1998[1785], s. 38).
Sadece iktisadi göstergeleri içeren bir insan refahı ölçümü de, insanı yalnızca bir
araç olarak görmekten kurtulamaz. Bu nedenledir ki, insan refahının ölçülmesi ve
anlasılması yolunda insanı yalnızca bir araç olarak görmeyen, aksine insanı kendi
refahına ulasması yolunda analizin merkezine koyan ve eyleyen bireyler olarak bu
sürecin asıl fayda sağlayanları olarak gören bir yaklasımın kabul edilmesi daha mantıklı
görülmektedir. Ölçümüne temel kapasiteleri alan insani gelisme yaklasımı da tam olarak
bunu hedeflemektedir. Bu çerçevede de Birlesmis Milletler Gelisme Programı (BMGP)
tarafından 1990 yılından bu yana insanı merkezine alan birlesik endeksler
gelistirilmekte ve insan refahı çok boyutlu anlasılmaya çalısılmaktadır.
3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm
Yöntemi, Ortaya Çıkısı ve Gelisimi
Gelire dayalı mevcut ölçümlerin yetersizliği ve 1980'lerin insan refahının
ölçümünde iktisadi olmayan boyutları da içeren genel yapısı, çok boyutlu bir anlayısın
ortaya çıkmasında önemlidir. Öyle ki, McGranahan vd. (1972)'nin ortaya attıkları Genel
Gelisme Endeksi bu bağlamda bir ilk olarak görülebilir. Endeks, demografik dinamikler,
eğitim, sağlık ve beslenme, barınma, gelir, issizlik, yoksulluk ve esitsizlik gibi boyutlar
olmak üzere 18 göstergeyi içeren bir endekstir. Ardından Ram (1982) tarafından
Birlesik Temel Đhtiyaçlar Göstergeleri adı verilen ve geliri de dahil eden toplam 5
göstergeye dayalı bir ölçüm daha olusturulmustur (Booysen, 2002, s. 138). Bu gibi
benzer endeksler 1980'li yıllarda ortaya atılmaya devam edilmekle birlikte Nüfus Kriz
Komitesi'nin (Population Crisis Committee) 1987 yılında hazırladıkları Đnsani Elem
(Suffering) Endeksi, insani krizin hızlı nüfus artısından kaynaklandığı görüsünü
içermesi nedeniyle bu dönemde dikkatleri üzerine çekmistir. Yasam beklentisi, günlük
kalori ihtiyacı temini, temiz içme suyu, bebeklere hastalıklara karsı bağısıklık
kazandırılması, orta öğretime kayıt veya yetiskin okuryazarlık, iletisim teknolojileri,
politik özgürlük ve sivil haklar, kent nüfusuna yönelik baskılar, kisi basına düsen milli
gelir ve enflasyon oranını içeren endeks, bu on göstergeyle ölçülmeye çalısılmıstır. Bu
on gösterge ardından her biri için 0 (düsük elem) ile 10 (yüksek elem) arasında
değerlendirilerek toplam birlesik ölçüme ulasılmıstır. 130 ülke için yapılan hesaplamada
Đsviçre 4 değeriyle en düsük, Mozambik ise 95 değeriyle en yüksek eleme sahip olarak
79
bulunmustur. Ne var ki endeks, içerdiği göstergeler arasındaki iliskilerin karmasıklığı
nedeniyle bazı önemli eksiklikler göstermektedir (Kelley, 1989, s. 732, 736). Ancak
yine de, dönemin bu gibi çalısmaları yararsız olarak görülmemekte ve Đnsani Gelisme
Endeksi'nin ortaya çıkmasında -kapasite yaklasımının etkisiyle birlikte- önemli adımlar
olarak değerlendirilmektedir.
Đnsani Gelisme Endeksi'nin ortaya çıkmasının nedeni, ulusal gelismenin yalnız
basına milli gelirle ölçülmesinin engellenmesi ve daha kapsamlı bir sosyo-ekonomik
göstergenin yaratılması olarak görülebilir. Mahbub ul Haq'ın deyisiyle amaç, "milli gelir
ölçümü gibi insan yasamının sosyal etkenlerini görmezden gelmeyen bir ölçüm
meydana getirmektir" (UNDP, 1999, s. 23). Çünkü ulusal gelir hesaplamalarının
gelismesinden beri, insan refahı için ölçüm aracı olarak milli gelirin kullanılması
tatminsizlik yaratmıstır. Dolayısıyla Đnsani Gelisme Endeksi de insanların tercihlerini
genisletmek amacıyla insani gelismede temel unsurların ölçümü için ortaya çıkmıstır.
Uzun yasama arzusu, bilgi edinme, iyi bir yasam standardına sahip olma, iyi bir kazanca
sahip olarak istihdam edilme, temiz hava alma, özgür olma, bir topluluğun üyesi olarak
yasama, tüm bu tercihleri içerir. Elbette tüm bu unsurlar ölçülemese de amaç, insani
gelisme sürecini yansıtan bir süreç olusturmaktır (ul Haq, 1995, s. 47).
3.4.2. Đnsani Gelisme Endeksi
Đnsani gelisme yaklasımının önemi kalkınma sürecinde insanı merkeze
koymasından kaynaklanır. Ancak insani gelisme düsüncesi ölçülemeyen bazı
kapasiteleri de içinde barındırdığından -aslında- herhangi bir ölçümün çok ötesindedir.
Dolayısıyla Đnsani Gelisme Endeksi (ĐGE) gibi endekslere çok fazla yoğunlasmak -belki
de- büyük hata olur. Bunlar her ne kadar -kabaca- yararlı göstergeler olsalar da insani
gelisme düsüncesini tam olarak açıklayamaz. Çünkü insani gelisme yaklasımının asıl
erdemi onun kalkınma evrimine getirdiği çoğulcu ihtimamdır, muhtelif istatistiklerin
kavranmasına yardımcı olması için toplu bir ölçüm meydana getirmek değildir (Sen,
2000, s. 22). ĐGE özellikle, insani gelismenin ölçülmesi için eksik bir ölçüm olarak
görülebilir; endeks, yasamdaki bir çok unsuru analizine dahil edememekte, yalnızca
insan refahı için gereken üç temel unsuru içermektedir (Ranis vd., 2006, s. 324).
Dolayısıyla da endeksin böylesine karmasık bir düsünceyi basitlestirmesi ve politik
özgürlükler ve katılımcılık gibi referansları hariç tutması gibi baslangıcındaki bu iki
temel eksikliği, hem insani gelisme endeksini, hem de daha genel çerçevede insani
80
gelisme kavramını sürekli olarak elestiriye maruz bırakmaktadır (Fukuda-Parr, 2005, s.
117; UNDP, 2002, s. 53).
Felsefesinin temelinde kapasite yaklasımının yattığı insani gelisme yaklasımı,
özellikle son yıllarda, insan refahının ölçümünde iktisadi göstergelerin yanında diğer
göstergelerin gerekliliğine yaptığı vurgu nedeniyle yoğun ilgiyle karsılanmıstır. Đktisadi
sürecin ölçümünü değil, insanların yasadığı toplumda eğitim ve sağlık hizmetlerini
içeren genel yasam kalitesindeki zenginliğin sistematik sınamasının, insani gelismenin
ölçümü olarak sunulması, insan refahının ölçülmesine farklı bir bakıs açısı
kazandırmıstır (Sen, 2000, s. 18).
Bu yaklasımdan yararlanarak -kabaca da olsa- türetilen ĐGE, ortaya çıkısını takip
eden yıllarda bazı iktisatçılar tarafından 'gereksiz' (McGillivray, 1991) veya ölçülen
kalkınma unsurlarının daha önceden de yoğun olarak çalısılmıs olmasına atfen
'tekerleğin yeniden icadı' (Srinivasan, 1994) olarak değerlendirilmis, bazıları tarafından
da 'dikkatle ele alınması gerektiği' (Kelley, 1991) belirtilmistir. Đlerleyen yıllarında
endeks, çoğu iktisatçı tarafından daha genis bir kalkınma ölçümü olarak sahiplenilmis
ve gelistirilme uğrası içerisine girilmistir.
3.4.2.1. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları
Birlesmis Milletler Gelisme Programı tarafından 1990 yılında yayımlanan
ĐGR'de ortaya atılan ĐGE, insani gelisme için üç temel unsurun birlesimini ifade eder.
Bunlar; doğumda yasam beklentisi ile ölçülen uzun yasam, ortalama eğitim yılı ve
beklenen eğitim yılı ile ölçülen bilgi düzeyi (eğitim) ve satın alma gücü paritesine
uyarlanmıs kisi basına düsen reel milli gelirle ölçülen yasam standardıdır. Đnsani
gelisme için ideal olan ölçüm aslında, yalnızca üç unsurun çok ötesine gitmeyi
gerektirse de veri yetersizliği bunu kısıtlamaktadır. Aynı zamanda yeni eklenmesi
istenen veriler mevcut verilerle örtüsebilmektedir. Dolayısıyla daha fazla değisken
eklemek, aslında görüntüyü yanıltıcı hale getirebilir ve asıl trendin değerini düsürebilir
(UNDP, 1994, s. 91; UNDP, 2010, s. 215). Dolayısıyla insani gelisme için daha özgür,
daha çevreci ve daha fazla cinsiyete ağırlık veren bir ölçüm önerilmekte ise de, ĐGE,
esas insan kapasitelerini içerdiğini düsündüğü üç temel unsurunu koruma güdüsünden
vazgeçmemistir. Ancak ilerleyen yıllarda cinsiyete ağırlık veren baska bir endeks, insan
81
özgürlüğüne ve politik özgürlüğe ağırlık veren bir baska endeks daha olusturulmus,
daha çevreci bir endeks olusturma çabası ise yetersiz kalmıstır (Kaul, 2005, s. 89)24.
ĐGE'nin unsurlarından en tartısmalı olanı kuskusuz gelir değiskenidir. Unsur,
hem ölçüm yöntemi, hem endeksteki ağırlık değeri, hem de diğer bir çok nedenden
dolayı elestiriye uğramıs ve Đnsani Gelisme Raporları'nda bu unsurda zaman içerisinde
bir çok defa yenilemeye gidilmistir. Ayrıca bazı iktisatçılar tarafından endeksin, eğer
felsefesinin temelinde yatan düsüncesini yansıtmak istiyorsa, gelirin baska amaçlara
(sonuçlara) bir araç olmasından hareketle, ölçüm içerisinde bulunmaması gerektiği de
öne sürülmüstür (McGillivray ve White, 1993, s. 190).
Ayrıca gelir ile insani gelisme arasındaki iliski de yoğun olarak tartısılmıstır.
Kisi basına düsen gelirin bireysel refah ölçümü için yeterli olduğunu, ĐGE değerlerinin
de bu göstergeyle benzer sonuçlar verdiğini ifade eden yaklasımlar, bu nedenle
endeksin gereksizliğine vurgu yapmıslardır (Cahill, 2005, s. 5). Gelir artısı ve insani
gelisme arasındaki iliskiye yönelik son 40 yılın kanıtlarını gösteren Sekil 2., ĐGE ile
gelir artısı arasında olumlu bir iliski olduğunu kabul eder. Ancak gelirin, endeksin bir
unsuru olmasından hareketle, böyle bir sonuca ulasılmasının olağan olduğunu belirtir.
Bu nedenle endeksin gelir-dısı unsurları da analize dahil edildiğinde, gelir-dısı
unsurlarla gelir artısı arasındaki korelasyonun daha zayıf ve istatistiksel olarak anlamsız
olduğunu ifade eder (UNDP, 2010, s. 46). Dolayısıyla da ĐGE'nin daha genis bir içeriği
olduğu belirtilir.
Sekil 2. ĐGE'nin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ, 1970-2010
Kaynak: UNDP, 2010, s. 47.
24 Neumayer (2001), daha çevreci bir endeks olusturulması ve insani gelisme endeksiyle sürdürülebilirlik
arasında bir iliskinin kurulabilmesi yönünde bir çabayı içeren bir öneri gelistirmistir ve insani gelismeyi
sağlayan unsurlardan birinin doğa olduğuna dikkat çekmistir (Neumayer, 2001, s. 111).
82
3.4.2.1.1. Đyi Yasam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP) Göre Kisi
Basına Düsen Milli Gelir)
Toplumun yoksulluğu, yetersiz refahın göstergesidir ve hem parasal hem de
parasal olmayan göstergelere bağlıdır. Daha yüksek bir gelir veya tüketim bütçesi ile bir
kisinin mevcut parasal ve parasal-olmayan kosullarını iyilestirebileceği gerçektir.
Ancak, bazı parasal-olmayan özellikler için, bazı kamu mallarında olduğu gibi
piyasanın var olmadığı durumlar da mevcuttur. Aynı zamanda piyasalar, miktar
sınırlandırmaları gibi oldukça aksak kosullara sahip olabilir. Bu yüzden gelirin refahın
tek ölçütü olarak kullanılması yetersizdir ve barınma, okuryazarlık, hayat beklentisi ve
kamu mallarının sağlanması gibi diğer farklı değiskenlerle desteklenmesi gerekir
(Bourguignon ve Chakravarty, 2003, s. 26). Dolayısıyla ĐGE'de gelir değiskeninin
kullanılması sarttır.
Gelir değiskeni, ĐGE'de en fazla evrim geçiren ve ölçülmesinde en fazla sorunla
karsılasılan değiskendir. 1990 yılı ĐGR'de ilk ortaya konan gelir hesaplaması, esik
sınırının üzerindeki gelire sahip ülkeleri dikkate almamaktadır ve onların gelir
yoksunluğunu endekste yoksulluk (esik) sınırındaki değere göre hesaplamaktadır. Öyle
ki, W(Y) refah veya gelirden türetilmis fayda ve y* yoksulluk sınırı gelir düzeyi iken;
W(Y) = log y, 0 < y ≤ y* için,
W(Y) = log y*, y > y* için,
seklinde bir hesaplama uygulanmaktadır (UNDP, 1990, s. 109). Ancak bu, her ne kadar
gelirin insani gelismeye azalan marjinal katkısı düsünüldüğü için uygulansa da
yoksulluk sınırının üzerindeki ülkelerin cezalandırılması anlamına geldiğinden, 1991
yılında yoksulluk sınırının üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmistir:
W(Y) = y, y ≤ y* için,
W(Y) = y + 2(y − y ∗)
1
2, y > y* için,
seklinde bir hesaplamaya dönüsmüstür. Yoksulluk sınırının üstündeki geliri gösteren
fraksiyonel ağırlık da Atkinson formülünden türetilmistir (UNDP, 1991, s. 89):
W(y) =




Ne var ki gelir hesaplamasındaki bu yöntem de 1999 yılı raporuna kadar
kullanılmıs ve 1999 yılı ĐGR'de yeniden logaritmik hesaplamaya, ancak bu sefer daha
farklı bir yöntemle, dönülmüstür (UNDP, 1999, s. 159):
W(Y) =
345 345 6
345 678 345 6
83
Đlerleyen bölümde ĐGE hesaplanırken, yöntemler ve değisimi gerektiren nedenler
daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. O yüzden son olarak endeksin içerisinde yer alan
bir unsur olarak gelire yöneltilen elestirilere bakmak gerekir:
Gelir ölçümüne ilk elestiriler, 1990 yılı raporunda gelir için bir esik sınırı alması
ve üstündeki gelire sıfır ağırlık vermesine yönelik olmustur. 1991 yılı raporunda
değistirilen ve yeni yöntemiyle esik sınırının üzerinde kademeli olarak azalan marjinal
getiri sağlaması düsüncesi de, yüksek gelirli ülkeler için getirinin yine de çok düsük
oranlarda olması ve yeni ölçümün sonuçta belirgin bir fark olusturamaması nedeniyle
elestiriye uğramıs ve logaritmik ölçümün daha uygun olacağı öne sürülmüstür
(McGillivray ve White, 1993, s. 187). Gelir ölçümü de buradan hareketle 1999 yılından
sonra belirli bir üst sınır belirlenmesi yoluyla ve logaritmik bir ölçümle yapılmıstır.
Ayrıca ilk yıllarında her gösterge için her yıl değisen maksimum-minimum sınırlar da
elestiriye uğramıstır. Bunun yıldan yıla kıyaslanabilirliği engellediği öne sürülmüstür ve
her gösterge için üst-alt sınırlar belirlenmesi önerilmistir (McGillivray ve White, 1993,
s. 190). Öyle ki bu da, 1994 yılı raporunda gerçeklestirilmistir.
Gelir ölçümü, bir satın alma gücü paritesi endeksi kullanılarak yapılandırılır. Bu
sayede ülkeler arasında tüketicinin satın alma gücünün daha iyi yansıtılması beklenir.
Sonrasında ise, daha yüksek düzey gelirde harcama gücünde artıslara daha az ağırlık
vermek adına değerlerin logaritmaları alınır (Kelley, 1991, s. 317).
Gelirin elestirisini yapmak, elbette onu analizlerden dıslamak anlamına gelmez.
Gelir, insan refahının anlasılmasında dıssal bir faktör değildir. Onun yalnızca bir
boyutudur. O halde, insanların gerçek yasam düzeyleri hakkında fikir elde edebilmek
için gelirin ve diğer faktörlerin bir arada dikkate alınması gerekir. Ancak bu sekilde,
farklı bölgelerdeki insanların refah düzeyleri karsılastırılabilir ve anlamlandırılabilir
(Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1197).
Ayrıca insan refahına erisememenin veya yoksulluğun sadece gelir eksikliğinden
kaynaklandığı görüsü, aslında saçma bir görüs değildir, çünkü gelir neyi yapıp neyi
yapamayacağımız konusunda muazzam bir etkiye sahiptir. Gelir yetersizliği, her zaman
yoksullukla birlikte anılan, açlık ve kıtlıkları da kapsayan yoksunlukların çoğu kez
baslıca nedenidir. Ne var ki sadece gelir çözümlemesiyle yetinmemek gerekir. Đyi
yasamak için gerekli olan araçları odağa yerlestiren ve insanların ulasabilecekleri gerçek
yasam üzerinde yoğunlastıran bir alternatif gerekir (Sen, 2004, s. 101-103). Bu noktada
insani gelisme yaklasımı kendini gösterir. Đnsani gelisme yaklasımının sınırlı bir
göstergesi olarak da gelir, endeksi daha genis kapsamlı hale getirir. Đnsani gelismenin
84
diğer iki göstergesinin açıklamada yetersiz kalacağı ekonomik performansın
anlasılabilmesini sağlar (Anand ve Sen, 2000, s. 102).
3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullasma)
Değisim ve yenilik fikirlerle meydana gelir. Yeni bir fikir de ancak eğitilmis bir
aklın ürünü olabilir. Đnsani gelisme sürecinde eğitimin toplumsal bir etkisi vardır. Bir
yandan sosyal, siyasal veya kültürel süreçlere katılımcı olmayı kolaylastırırken, diğer
yandan her türlü esitsizlikle mücadeleye katkıda bulunur.
Tarihsel sürece bakıldığında ise, eğitimin öncelikle iktisat literatüründe beseri
sermaye üzerine odaklanan çalısmalarda ele alındığı görülür ve burada -kisilerin beceri
ve bilgi düzeylerinin gelistirilmesi yoluyla- eğitim, iktisadi verimlilik için bir araç
olarak ifade edilir. Dolayısıyla insanlar da üretim olanaklarını çoğaltan ajanlar olarak
düsünülür. Ancak insani gelisme perspektifinden bakıldığında, insani gelismenin, insan
kapasitesinin genisletilmesiyle insanların değer verdikleri bir hayatı yasayabilme ve
sahip olunan bağımsız tercihlerinin genisletilmesi yeteneğine odaklandığı görülür.
Dolayısıyla bu kapasitelerden biri olan eğitim de daha genis bir çerçevede analiz edilme
ihtiyacı duyar (Sen, 2005a, s. 35).
Đnsani Gelisme Raporları'nda eğitim ölçüsü olarak kullanılan göstergelerden biri
yetiskin okuryazarlık oranıdır. Bu gösterge, ilk ĐGE'den 2010 yılı endeksine kadar
eğitimin bir ölçüsü olarak kullanılmıstır. Ancak, 1990 yılı endeksinde tek basına
kullanılan bu gösterge, 1991 yılı endeksinde ortalama eğitim (okul) yılı göstergesi ile
desteklenmistir. Ardından, verilerin elde edilmesinde sorunları olması nedeniyle 1995
yılı endeksinde hesaplamadan çıkarılmıs, yerine ilk, orta ve yüksek okula kayıt
oranlarının birlesimi kullanılmaya baslamıstır. Buna göre de, bir ülkenin toplam eğitim
ölçüsü, 2
:3 oranında yetiskin okur yazarlık göstergesiyle, 1
:3 oranında da ilk, orta ve
yüksek okula kayıt oranlarının birlesimi göstergesiyle ölçülmeye çalısılmıstır (UNDP,
2007, s. 356). Ne var ki, 2010 yılı ĐGE'de eğitim göstergeleri ve hesaplanması tamamen
değistirilmis ve ortalama eğitim (okul) yılı yeniden bir gösterge olarak eklenirken,
beklenen eğitim (okul) yılı ikinci gösterge olarak kullanılmaya baslamıs ve her iki
gösterge de esit ağırlıklı olarak hesaplanmıstır (UNDP, 2010, s. 216). Her iki
göstergenin toplamı da genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmıstır.
85
3.4.2.1.3. Uzun ve Sağlıklı Bir Yasam (Doğumda Yasam Beklentisi)
Rene Descartes, "kuskusuz, öncelikli yapılması gereken sey, sağlığın
korunmasıdır ve bu, hayattaki diğer tüm seylerin de temelini olusturur"25 sözüyle
yasamda sağlığın önemine değinmistir. Sağlığın bu derece önemli olması hem onun
insan refahının kurucu niteliğini tasımasında yatar, hem de bireyi bir eyleyen olarak
islevini yerine getirmesini mümkün kılar. Bu islevler de kisinin değer verdiği hedef ve
planları elde etmeye çalısmayı içerir. Sen (1999b)'in deyisiyle de sağlık, insanın değer
verdiği bir yasamı yasayabilmek için isler hale getirebildiği temel kapasitelere katkıda
bulunur (Anand, 2004, s. 17).
Uzun ve sağlıklı bir yasamın ölçülmesinin göstergesi olarak ise en sık doğumda
yasam beklentisi kullanılır. Doğumda yasam beklentisi, tek bir bireyin özelliğini
göstermez, bütün bir grup için (ülke, bölge, etnik grup) ortalama bir değerdir (UNDP,
1993, s. 105). Yeni doğmus bir bebeğin, doğduğu zamandaki yasa-özgü ölüm
oranlarının mevcut örüntüsünün bebeğin yasamı boyunca aynı kalacağı
düsünüldüğünde, yasamayı beklediği yıl sayısına esittir (UNDP, 2010, s. 224). ĐGE'nin
1990 yılında ortaya çıkısından bugüne dek de doğumda yasam beklentisi hiç
değismeden uzun ömürlülük ölçüsü olarak kullanılmıs ve halen de kullanılmaya devam
edilmektedir ve genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmaktadır.
Ulusal düzeyde bakıldığında genel olarak daha zengin ülkelerdeki (gelir düzeyi
daha yüksek) insanların daha sağlıklı -ve aynı zamanda eğitimli- oldukları kabul
görmektedir. Ne var ki son yıllardaki değisimlere bakıldığında gelir büyümesindeki
değisim ile sağlık ve eğitimdeki değisim arasında böylesine tam bir iliskiyi ifade etmek
güçtür26. Ancak tarihsel analiz çerçevesinden bakıldığında, farklı tüm gelir düzeyindeki
insanların sağlık -ve eğitim- düzeylerini zaman boyunca artırdığı görülmekte, özellikle
de yoksul ülkelerin son kırk yıllık dönemde zengin ülkelere nispeten bu göstergelerde
daha hızlı ilerleme (artıs) kaydettiği ifade edilmektedir (UNDP, 2010, s. 48).
3.4.2.2. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Hesaplanması
ĐGE'nin hesaplanması, ortaya atılmasından bu yana, en son 2010 yılı ĐGR'de de
olmak üzere, bir çok defa değisikliğe uğramıstır.
25 Descartes'in 1637 yılında yayımlanan Discours De La Methode adlı eserinden alıntılanmıstır. Referans
için bkz. Anand (2004, s. 17).
26 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda özellikle son 40 yıl için her iki değiskendeki (gelir ve doğumda
yasam beklentisi) değisimlere bakıldığında, pozitif ve anlamlı bir iliski bulunamamıstır (bkz. sekil 2).
86
1990 yılında yayımlanan ilk raporda, ĐGE'nin hesaplanması için ilk adım, bir
ülkenin üç temel değiskenin her birinde yasadığı yoksulluğun ölçüsünün tanımlanması
olmustur. Bu çerçevede endeks, yasam beklentisi ( ), yetiskin okuryazarlık ( ) ve
satın alma gücü paritesi cinsinden kisi basına düsen reel gelirin27 ( ;) logaritması
alınarak hesaplanmıstır. Karsılastırmaya dahil olan ülkelerin gözlemlenen değerlerinden
yola çıkılarak bu göstergeler için maksimum ve minimum değerler belirlenmistir. Buna
göre, maksimum yasam beklentisi 78,4 yıl iken, minimum yasam beklentisi 41,8 yıldır.
Maksimum yetiskin okuryazarlık oranı 100,0 iken, minimum yetiskin okuryazarlık
oranı 12,3'tür. Son olarak da maksimum kisi basına düsen reel gelirin logaritmik değeri
3,68 iken, minimum değeri ise 2,34 olarak belirlenmistir. Ardından, maksimum değerler
ile minimum değerler arasındaki farkı belirten bir yoksunluk ölçümü tanımlanmıstır ve
bu ölçüme göre ülkeler sıfırla bir arasında değisen değerleri içeren bir sıralamaya tabi
tutulmustur. Buna göre j. ülke ve i. değisken için yoksunluk göstergesi ( <) söyle
tanımlanmıstır:
( <) =
(=>?
@
A @ A @)
(=>?
@
A @ =BC@ A @)
Đkinci adım, ortalama yoksunluk göstergesinin belirlenmesidir. Bu da üç
göstergenin ortalamasının alınmasıyla olur:
< = <
;
:
Üçüncü ve son adım ise, insani gelisme endeksini ölçmektir. Bu da 1'den
ortalama yoksunluk göstergesinin çıkarılmasıyla elde edilir:
(İ#F)< = (1 − <)
1990 yılı ĐGR'nin teknik notlar kısmında hesaplama açıklanmıstır ve Kenya
örneği hesaplanmıstır (UNDP, 1990, s. 109)28.
1991 yılı ĐGR'de, endekste bir takım 'iyilestirmeler' yapılmıstır. Bu rapordaki
endekste, uzun yasam ölçüsü olarak yasam beklentisi aynen kullanılmaya devam
edilmistir. Bilgi ölçüsü (B) değisime uğramıstır ve ortalama eğitim (okul) yılı ölçüme
27 Đnsani gelisme ölçümünde kullanılan gelir, satın alma gücü paritesi cinsinden reel olarak ifade
edilmektedir, tez içerisinde de kisi basına düsen reel gelir olarak da kullanılmıstır.
28 Buna göre, Kenya'nın yasam beklentisi 59,4 yıl, yetiskin okuryazar oranı 60,0 ve reel milli gelirinin
logaritması 2,90 iken; Kenya'nın yasam beklentisi yoksunluğu =
(GH,I JH,I)
(GH,I I ,H)
= 0,519, yetiskin okuryazar
yoksunluğu =
( K )
( ,;)
= 0,456, Kenya'nın kisi basına reel milli gelir logaritması =
(;,KH ,L )
(;,KH ,;I)
= 0,582
olarak hesaplanmıstır. Ardından Kenya'nın ortalama yoksunluğu = (0,519 + 0,456 + 0,582) / 3 = 0,519
bulunmustur. Son olarak da Kenya'nın insani gelisme endeksi = 1 - 0,519 = 0,481 olarak ifade edilmistir.
87
eklenmistir. Buna göre, B = M x okuryazarlık + M x ortalama eğitim yılı olarak
hesaplanmaya baslamıstır ve okuryazarlık göstergesine 2
:3 oranında ağırlık verilirken,
ortalama eğitim yılı göstergesine 1
:3 oranında ağırlık verilmistir. Son olarak gelir
değiskeninde ise önemli bir değisiklik yapılmıs ve Atkinson formülü kullanılmaya
baslanmıstır. Đlk insani gelisme endeksi, gelirin insani gelisme için azalan getiri
sağladığı önermesine dayanmıstır. Dolayısıyla da gelirin logaritması alınmıs ve
yoksulluk sınırının üstündeki gelire sıfır ağırlık verilmistir. Ancak 1991 yılı raporunda
yoksulluk sınırının ötesindeki gelirin, endekse hiçbir katkı yapmadığı düsüncesi yerine,
bu sınırın üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmeye baslanmıstır
(UNDP, 1991, s. 2). Dolayısıyla da azalan getiri için daha sistematik bir yol olarak
kesin bir formülasyon kullanmaya baslanmıstır. Đyi bilinen ve sık kullanılan formül ise
gelirin faydasını ölçmek için kullanılan Atkinson formülü olmustur:
W(y) =




W(y) gelirden türetilen refahı (fayda) ifade ederken, ∈ azalan getirinin değerini
göstermektedir. ∈ = 0 ise azalan getiri yoktur, ∈ = 1 ise W(y) = log y olur. Bu ĐGE'de
kabul edilen uyarlama, ∈'nin değerinin gelir arttıkça yavas yavas artmasına izin
vermektedir. Bu amaçla, gelirin tüm sınırları, yoksulluk sınırının katlarına bölünür.
Böylece çoğu ülke 0 ile y* arasında, bazıları y* ile 2y* arasında, az bir kısmı da 2y* ile
3y* arasında yer alır: y ≤ y* için, -yoksul ülkeler- ∈ = 0 ve azalan getiri yok, y* ≤ y ≤
2y* için, ∈ = 1
:2, 2y* ≤ y ≤ 3y* için, ∈ = 2
:3'tür. Yani, αy* ≤ y ≤ (α+1)y*, ∈ =

:( + 1) olduğuna göre:
W(y) = y 0 < y < y* için,
W(y) =
 ∗ + 2(
 −
 ∗)
: y* < y < 2y* için,
W(y) = 2(
 ∗)
: + 3(
 − 2
 ∗)
:; 2y* < y < 3y* için,
olarak belirlenir. Böylece yoksulluk sınırının üstündeki gelir, insani gelismeye katkıda
bulunur, ancak değeri arttıkça daha fazla azalan getiri sağlamaya baslar (Anand ve Sen,
2000, s. 89).
1991 yılı ĐGR'de maksimum ve minimum sınırlar da değistirilmistir. Buna göre,
maksimum yasam beklentisi 78,6 yıl, minimum yasam beklentisi 42 yıldır. Maksimum
eğitim edinme oranı (iki eğitim göstergesinin ortalaması) 70,1 iken, minimum eğitim
88
edinme oranı 9,1'dir. Son olarak uyarlanmıs kisi basına düsen reel gelir maksimum
5.070 dolar iken, minimum 350 dolar olarak belirtilmistir (UNDP, 1991, s. 91)29.
Böylece 1991 yılı ĐGR'de gelirin logaritmik dönüsümü terk edilerek, 1992 yılı ve
daha sonraki raporlarda da gelir, azalan marjinal getiriye izin veren bu hesaplamayla
ifade edilmeye baslanmıstır (UNDP, 1993, s. 107). 1992 yılı ĐGR'de hesaplamada büyük
değisiklikler olmamakla birlikte, maksimum ve minimum sınırlarda ufak değisikliklere
gidilmistir. Buna göre, maksimum yasam beklentisi 78,6 yıl, minimum yasam beklentisi
42 yılda kalırken; maksimum eğitim edinme oranı 3,0 ve minimum eğitim edinme oranı
0,0 olarak belirlenmistir. Son olarak da uyarlanmıs kisi basına düsen reel gelir,
maksimum 5.079 dolar, minimum 380 dolar olarak ifade edilmistir (UNDP, 1992, s.
91). Öyle ki, 1993 yılı ĐGR'de de diğer değiskenler sabit kalırken, uyarlanmıs kisi
basına düsen gelir maksimum 5.075 dolar, minimum 367 dolar olarak belirlenmistir
(UNDP, 1993, s. 100).
Anand ve Sen'in çabaları ile 1993 yılı ĐGR'de endeksin gelistirilmesine yönelik
ilk adımlar atılmıs ve ayrıca göstergeler için sabit maksimum ve minimum sınırlar
belirlenmesi önerilmistir (UNDP, 1993, s. 112). Böylece 1994 yılındaki ĐGE, önceki
yıllara göre farklı bir temelde hesaplanmıstır (Anand ve Sen, 1994, s. 8). Buna göre
endeks, j. ülkeye göre i. her boyut için su sekilde bulunmustur:
< =
(N < − min
Q
N Q)
(max
Q
N Q − min
Q
N Q)
Ardından, toplam değer de üç boyutun ortalaması alınarak hesaplanmıstır:
< =
1
3
<
Diğer yandan her sene -özellikle gelir için- değisiklik gösteren maksimum ve
minimum sınırlar, ölçüm için büyük sorunlar yarattığından 1994 yılı raporunda insani
gelismenin üç boyutunda yer alan dört değisken için de maksimum ve minimum
değerler sabitlenmistir. Buna göre, doğumda yasam beklentisi maksimum 85, minimum
29 Bahamalar örneğini ele alan rapor, bu ülkenin insani gelisme endeksini de su sekilde hesaplar:
Bahamalar'ın kisi basına düsen reel milli geliri 10.590 dolar ve yoksulluk sınırı 4.829 dolar ise; W(y) =
2(
 ∗)
: + 3(
 − 2
 ∗)
:; esitliğinden W(y) = 4.997 dolar sonucuna ulasılır: W(y) = 4.829 +
2(4.829)
: + 3(10.590 − 9.658)
:; = 4.829 + 139 + 29 = 4.997'dir. Görüldüğü gibi, gelir arttıkça,
artan azalan getiri sağlamaktadır. O halde Bahamalar'ın yasam beklentisi 71,5 yıl, eğitim edinme oranı
68,1 ve uyarlanmıs kisi basına düsen reel milli geliri 4.997 dolar iken: Bahamalar'ın yasam beklentisi
yoksunluğu =
(GH,K G ,J)
(GH,K I )
= 0,193, Bahamalar'ın eğitim edinme yoksunluğu =
(G , KH, )
(GH,I L, )
= 0,032,
Bahamalar'ın kisi basına düsen reel milli gelir yoksunluğu =
(J. G I.LLG)
(J. G ;J )
= 0,015 olarak hesaplanmıstır.
Ardından, Bahamalar'ın ortalama yoksunluğu = (0,193 + 0,032 + 0,015) / 3 = 0,080 bulunmustur ve buna
göre Bahamalar'ın ĐGE'si 0,920 olarak hesaplanmıstır (UNDP, 1991, s. 91).
89
25 yıldır. Yetiskin okuryazarlık oranı maksimum 100, minimum 0'dır. Ortalama eğitim
yılı maksimum 15, minimum 0 yıldır. Kisi basına düsen reel gelir ise, uyarlanmamıs
olarak satın alma gücü paritesine göre maksimum 40.000, minimum 200 dolar olarak
belirlenmistir30. Gelir için esik değer de 5.120 dolar olarak alınmıstır (UNDP, 1994, s.
108)31.
1995 yılı ĐGR'de, endekste iki değisikliğe daha gidilmistir. Đlki, ortalama eğitim
yılı göstergesi, hesaplanması karmasık ve veri gereksinimi yüksek olması nedeniyle ilk,
orta ve yüksek okula kayıt oranlarının birlesim değeriyle değistirilmistir. Ortalama
eğitim yılı, Birlesmis Milletler Ajansları veya uluslararası kuruluslarca temin
edilmediğinden, yapılan tahminler her zaman kabul edilebilir olmamıstır. Dolayısıyla,
birlesik okula kayıt oranı bu sorunu çözmüstür. Đkinci değisiklik, gelirin minimum
değerinde gerçeklesmis ve -çok az bir etki sağlasa da- minimum değer 100 dolara
indirilmistir. Bunun nedeni de 1995 yılı raporunda ortaya atılan Cinsiyete Dayalı
Gelisme Endeksi'nde (CGE) minimum kadın gelirinin gözlemlenen değerinin 100 dolar
olarak bulunmasına bağlanmıs ve böylece, iki endeks arasında kıyaslanabilirliği
sağlamak hedeflenmistir (UNDP, 1995, s. 134).
ĐGE, 1994 yılı raporunda gerçeklesen büyük değisiklik ve 1995 yılı raporundaki
iyilestirme sonrasında, 1999 yılı raporuna kadar herhangi bir değisikliğe uğramamıstır.
1999 yılı ĐGR'de ise, uzun ömürlülük ve eğitim göstergeleri ve maksimum-minimum
sınırlar aynı kalırken, yine Anand ve Sen'in çalısmalarının etkisiyle 1999 yılı gelir
hesaplaması önemli bir değisikliğe uğramıstır. Önceki yıllarda dünya ortalama gelirinin
esik sınırının üstündeki gelir, marjinal azalan getiriye bağlı olarak azalmıstır. Bu
formüldeki esas sorun, esik düzeyinin üzerindeki gelirdeki azalmanın oldukça siddetli
olduğu ve esik düzeyini asan ülkenin bir nevi cezalandırıldığına iliskin olmustur. Bu
nedenle 1999 yılı raporunda, bu sorunun düzeltilmesi adına gelir, su formülle
iliskilendirilmistir (UNDP, 1999, s. 159):
W(y) =
345 345 6
345 678 345 6
30 Maksimum uyarlanmıs gelir, 1990 yılı ulusal dolar fiyatları cinsinden 5.385 dolar olarak hesaplanmıstır
31 52,9 yıllık yasam beklentisine, 62,5'lik yetiskin okuryazarlık oranına, 2,6'lık ortalama eğitim süresine
ve 3.498 dolarlık kisi basına düsen reel milli gelire sahip Gabon örneğini kullanan 1994 Đnsani Gelisme
Raporu; Gabon'un yasam beklentisini =
(J ,L J)
(HJ J) = G,L
K
= 0,465, Gabon'un yetiskin okuryazarlık oranını =
(K ,J )
( ) = K ,J

= 0,625, Gabon'un ortalama eğitim yılı =
( ,K )
( J ) = ,K
J
= 0,173. Dolayısıyla Gabon'un eğitim
göstergesi = 2(0,625)+0,173=1,423/3=0,473. Son olarak da Gabon'un gelir göstergesi =
(;.ILH )
(J.;HJ ) = ;. LH
J. HJ
= 0,636 ise; Gabon'un Đnsani Gelisme Endeksi = 0,465+0,473+0,636=1,574/3 = 0,525 olarak bulunur.
90
Bu formülün birçok avantajı bulunmaktadır. En önemlisi, daha önceki formülün
yaptığı kadar esik sınırının üstündeki geliri siddetli düzeyde azaltmamaktadır.
Dolayısıyla yalnızca belirli bir düzeyin üstündeki geliri değil, tüm geliri dikkate
almaktadır (UNDP, 1999, s. 160)32. Yeni gelir ölçümü, daha önceki yıllarla tam olarak
kıyaslanabilir değildir. Ancak ĐGE'deki değisimin çoğu gelirin hesaplanmasından
kaynaklandığı bilinir. Ayrıca, 1999 yılı raporundaki sonuçlar daha önceki yıllara göre
değerlerde belirgin bozulmalar gösterse de, farklı yıllar için yeni gelir hesaplamasının
karsılastırmalarda kullanımı, aslında her ülke için ĐGE değerinin artıs yasadığını
göstermektedir (UNDP, 1999, s. 160). Daha sonraki yıllarda, 2010 yılı ĐGR'ye kadar bu
ölçüm yönteminde ve maksimum-minimum sınırlarda herhangi bir değisikliğe
gidilmemistir. Ancak 2010 yılı endeksinde önemli bir değisikliğe gidilmistir.
2010 yılı ĐGR, yeni ortaya atılan endeksler ve yeni hesaplama yöntemi ile
yenilikçi bir rapordur. Bu raporda, ĐGE'nin görece uzun bir süredir kullanılan hesaplama
yöntemi ve hatta bazı göstergeleri değisikliğe uğramıstır. ĐGE'nin sağlık, eğitim ve gelir
olmak üzere üç boyutu aynen kullanılmaya devam edilmistir. Ancak, bu boyutların
göstergelerinden bazıları değistirilmistir. Eğitim göstergesi olarak kullanılan yetiskin
okuryazarlık oranı terk edilerek, yerine ortalama eğitim yılı ve -mevcut veri okula kayıt
oranlarına göre bir çocuğun almayı beklediği eğitim yıl sayısını gösteren- beklenen
eğitim yılı olmak üzere iki farklı yeni gösterge kullanılmıstır. Yasam standardını
gösteren gelir göstergesi olarak ise, kisi basına yurtiçi gelir yerine kisi basına milli gelir
kullanılmaya baslanmıstır33. Sağlık göstergesi olarak doğumda yasam beklentisi ise
aynen bırakılmıstır (UNDP, 2010, s. 15).
Endeksin hesaplama yöntemi ise, büyük bir değisikliğe uğramıstır. En basından
beri kullanılan aritmetik ortalama yöntemi yerine, geometrik ortalama yöntemi
kullanılmaya baslanmıstır. Herhangi bir unsurdaki kötü performans artık doğrudan
ĐGE'de yansıyacaktır ve boyutlar arasında artık tam ikame geçersiz olacaktır. Böylece
de bu yöntem ülkenin performansının boyutlar arasında nasıl dağıldığını göstermis
32 Hesaplamada örnek olarak Almanya'yı alan rapor (UNDP, 1999, s. 160), Almanya'nın doğumda yasam
beklentisi 77,2 yıl, yetiskin okuryazar oranı 99,0, birlesik okula kayıt oranı 88,1 ve kisi basına düsen reel
milli geliri 21.266 dolar iken söyle hesaplanmıstır: Almanya'nın yasam beklentisi =
(GG, J)
(HJ J)
= 0,870,
yetiskin okuryazar oranını =
(LL )
( )
= 0,990, birlesik okula kayıt oranını =
(HH, )
( )
= 0,881 olarak
bulunmustur. Dolayısıyla, eğitim göstergesi = 2
:3(0,990)+1
:3(0,881) = 0,954. Son olarak da gelir
göstergesi =
345( . K ) 345( )
345(I . ) 345( )
= 0,895 olarak bulunmustur. O halde Almanya'nın Đnsani Gelisme Endeksi
= (0,870+0,954+0,895)/3 = 0,906'dır.
33 Bkz. 2. bölüm 1. dipnot.
91
olacaktır (UNDP, 2010, s. 15). Dolayısıyla birlestirme yöntemi olarak geometrik
ortalamanın kullanılması ile, maksimum sınır değerleri iki ülke veya zaman aralığı
arasındaki göreli karsılastırmayı etkilememektedir. Böylece, geometrik ortalamayı
kullanmak boyutlar arasında esit olmayan kalkınma düzeylerine sahip ülkelerde daha
büyük değisikliklere neden olmakta ve daha düsük endeks değerleri ortaya
çıkarmaktadır. (UNDP, 2010, s. 216-217). Buna göre, endeks su sekilde hesaplanmıs
olur:
İ#F = ( X7ğZ[Q

:; \ğ ] 6

:; ^\Z _

:; ).
2010 yılı ĐGE'de belirli yıllarda belirli ülkeler için gözlemlenen değerlere göre
maksimum ve minimum sınırlar da Tablo 9.'da görüldüğü gibi, yeniden belirlenmistir:
Tablo 9
2010 Yılı Đnsani Gelisme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve Minimum Sınırlar
Göstergeler Gözlemlenen Maksimum Minimum
Yasam beklentisi 83.2 (Japonya, 2010) 20.0
Ortalama eğitim yılı 13.2 (Amerika Birlesik D., 2000) 0.0
Beklenen eğitim yılı 20.6 (Avustralya, 2002) 0.0
Birlesik eğitim endeksi 0.951 (Yeni Zelanda, 2010) 0.0
Kisi basına gelir (PPP dolar) 108,211 (B.A.E., 1980) 163 (Zimbabve, 2008)
Kaynak: UNDP, 2010, s. 216.
Maksimum ve minimum değerlere göre de, gelir endeksi için doğal logaritma
almak kosuluyla, her boyut için endeks hesaplamasında su formül kullanılmıstır:
`abcde fağag − `h h`d` fağag
`Mijh`d` fağag − `h h`d` fağag
Çin örneğini ele alan 2010 yılı ĐGR (UNDP, 2010, s. 216-217), 73.5 yıllık
doğumda yasam beklentisi, 7.5 yıllık ortalama eğitim yılı, 11.4 yıllık beklenen eğitim
yılı ve satın alma gücü paritesine göre 7,263 dolarlık kisi basına geliri olan Çin'in insani
gelisme değerini su sekilde hesaplamıstır:
Yasam beklentisi endeksi =
G;.J
H;.
= 0.847 (1)
Ortalama eğitim yılı =
G.J
;.
= 0.568 ve beklenen eğitim yılı =
.I
.K
= 0.553
Eğitim endeksi = √ .JKH 8 .JJ;
.LJ
= 0.589 (2)
Gelir endeksi =
3C(G, K;) 3C( K;)
3C( H, ) 3C( K;)
= 0.584 (3)
Dolayısıyla ĐGE = √0.847 0.589 0.584 l = 0.663'tür.
Henüz ortaya atılmakla birlikte, 2010 yılı ĐGE, bazı elestirilere de maruz
kalmaktan kurtulamamıstır. En önemlilerinden biri olan Ravallion (2010), endeksin esit92
olarak ağırlıklandırılmıs ortalamaya yönelik ölçüm yönteminden, insani gelismenin üç
unsuru arasında eksik ikamenin sağlanması adına çoğaltıcı bir ölçüm yöntemine geçisi
elestirmektedir. Buna göre, yeni endeks, üç boyut arasındaki belirgin trade-off
nedeniyle daha karmasık ve sorunludur. Öyle ki, endeksin üç temel unsuru arasında
marjinal ikame oranlarında önemli sorunlar olduğunu ve özellikle yeni ĐGE'nin yoksul
ülkelerde uzun ömürlülük ölçümünün değerini düsürdüğünü ifade etmektedir
(Ravallion, 2010, s. 10, 17). Aynı zamanda yeni ĐGE'nin matematiksel ölçümünde bazı
ihtilaflı değer yargılarının barındığını da belirten Ravallion (2010, s. 18), endekste
zengin bir insanın yoksul bir insandan daha uzun yasayabilmek için daha fazla
harcamaya muktedir olabileceğinin ve tipik olarak da böyle davranacağının kabul
edilebildiğini ifade etmekte ve insani gelisme sürecinin değerlendirilmesinde böylesi
esitsizlikler yaratılmasının mazur görülemeyeceğini belirtmektedir. Ravallion (2010)'un
görüslerinden yararlanarak, Easterly ve Freschi (2010) de yeni ĐGE'nin düsük gelirli
ülkeleri cezalandırdığını ve Afrika'daki ülkelerin durumunu daha da kötü gösterdiğini
ifade etmektedir. Ancak Klugman vd. (2011, s. 29-32), Ravallion (2010)'un
görüslerinde bazı hatalar bulunduğunu, özellikle de yeni ĐGE'nin yoksul ülkelerde
zengin ülkelere göre uzun ömürlülük ölçüsündeki belirgin ağırlığının azaldığı
düsüncesinin doğru olmadığını ve eski endeks ile yeni endeks arasında maksimum
sınırların değismesini göz ardı ettiğini belirtmektedir.
3.4.2.3. Đnsani Gelisme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen Elestiriler
ĐGE'nin en çok önem arz eden özelliği, kalkınma literatürüne insan refahının
ölçülmesi konusunda ülke karsılastırmaları yapılırken kisi basına düsen gelirin yanında
sosyal göstergeleri de kapsayan bir ölçüm sunmus olmasıdır. Böylece kalkınma, gelir ve
servetin artırılmasından çok daha fazla bir seyi ifade etmeye baslamıstır. Dolayısıyla bu
endeks ile birlikte kalkınmanın yalnızca yüksek gelir anlamına gelmediği, bundan
ziyade daha kapsamlı bir çerçevede 'insani gelismenin' kastedildiği anlasılmaya
baslanmıs, düsük gelir düzeyine sahip bir ülkenin eğitim ve sağlık boyutlarında ilerleme
kaydedebileceği ve insani gelisme gerçeklestirebileceği; bunun yanında petrol zengini
ülkelerse kalkınma olmadan yalnızca büyüme gerçeklestirebileceği anlasılmıstır
(Todaro ve Smith, 2009, s. 51). Dolayısıyla ĐGE, literatürde insan refahının ölçümü
konusunda çok boyutlu bir görünüm ortaya koymus olmaktadır.
93
ĐGE, insanların tercihlerinin genisletilmesi adına insani gelismede temel
kapasitelerin ölçülmesi için ortaya çıkmıstır (ul Haq, 1995, s. 47). Buradaki 'insani'
amaç önemli olmakla birlikte, araç-amaç ayrımının da dikkate alınması adına da büyük
önem tasır. Böylece politika yapıcılar, yalnızca araçlara odaklanmaktan uzaklasıp,
kalkınmanın esas amacına (sonucuna) odaklanmıs olur (ul Haq, 1995, s. 50). ĐGE,
ulusal öncelikleri göstermesi nedeniyle de önemlidir. Endeks değerlerine bakılarak,
hangi ülkenin sosyal kalkınmayla birlikte iktisadi bir ilerleme gösterdiğini,
hangilerininse bunu yapmaktan uzak olduğu anlasılabilir. Böylece politika-yapıcılara
performanslarını artırmaları için baskı sağlamıs olur. Eğer bir ülke, insani gelismesini
sağlayabilirse, bu aynı zamanda potansiyel büyümesinin de göstergesidir. Eğitimli ve
sağlıklı bir nüfus ile, doğru makroekonomik politikalar uygulanarak hızlı büyüme
sağlanabilir. Ancak eğitimsiz ve sağlıksız bir nüfusa sahip olma, sürdürülebilir bir
büyümenin sağlanabilmesi için oldukça fazla bir zamana ihtiyaç olacağı anlamına gelir.
Aynı zamanda ĐGE zaman içerisinde değisebilir özelliktedir (ul Haq, 1995, s. 54-56).
Öyle ki, ortaya çıkısından bu yana da bir çok defa değiskenlerinde ve hesaplanmasında
değisikliklere uğramıstır. Ancak, değisen kosullar, bu değisimi de zorunlu kılmaktadır.
Öyle ki, aslında ĐGE'yi olusturan unsurların zaman içerisinde, ilave veriler kullanılabilir
hale geldikçe ve yasamın bazı temel unsurları evrensel olarak anlasılıp ortadan
kaldırıldıkça, değismesi beklenmelidir. Öyle ki, yetiskinlerin okuma yazma bilmeyisi
evrensel anlamda ortadan kaldırıldığında doğal olarak bu göstergenin artık
kullanılmasına gerek kalmayacaktır34 (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 3). Son olarak, ĐGE,
ülkeler için bir erken uyarı sistemi niteliği de tasır. Halihazırda bazı ülkeler ayrıntılı
insani gelisme endeksleri hazırlamaya baslamıslardır (ul Haq, 1995, s. 55).
ĐGE, ortaya çıkısını takip eden yıllarda, gelismis ülkeler için yapılacak hiçbir sey
olmaması nedeniyle elestirilmistir. Buna göre, gelismis ülkelerin hepsi zaten yüksek
okuryazarlık, yüksek doğumda yasam beklentisi ve yüksek gelir düzeyi rakamları
gösterdiğinden neredeyse maksimum düzeyde bir insani gelisme sağlamıstır (Kelley,
1991, s. 318). Dolayısıyla gelismis ülkelerin bu eylemsel anlamından uzaklastırılıp
34 2010 yılı Đnsani Gelisme Endeksi'nde en basından beri bir eğitim göstergesi olarak kullanılan yetiskin
okuryazarlık oranı, hesaplamadan çıkarılmıstır. 1970 yılından 2010 yılına kadar dünya genelinde yetiskin
okuryazarlık oranının % 60'dan % 83'e çıkması bunda önemli bir etkendir (Klugman vd., 2011, s. 19).
Yetiskin okuryazarlık oranı ile ilgili bahsedilmesi gereken bir nokta vardır. Lind (1992, s. 99-100),
yetiskin okuryazarlık oranının kullanımının hatalı olduğuna endeksin ortaya atılısından hemen sonra
değinmistir. Bu göstergenin, iyi bir insani gelisme ölçüm unsuru olmadığını, çünkü hatalı-tanımlanmıs
olduğunu, ölçüm ve örnekleme hatalarına sahip olduğunu, tahrife açık olduğunu ve kültüre bağlı
olduğunu, ancak % 100 ile sınırlı olduğunu ve insanın kültürel gelisiminin bununla sınırlı olamayacağını
vurgulamıstır.
94
analize dahil edilebilmesi amacıyla, ilerleyen yıllarda asıl değiskenlerde değisikliklere
gidilmis, okula kayıt oranları değisken olarak kullanılmıs veya 2010 yılı raporunda
olduğu gibi beklenen eğitim yılı gibi göstergeler kullanılmıstır (UNDP, 2010).
Endeks, değiskenlerin birlestirilmesi, değiskenlere verilen ağırlıklar ve
değiskenler arasındaki korelasyon iliskisi olduğu nedenleriyle yoğun elestirilere
uğramıstır (Kovacevic, 2010a). Öncelikle üç farklı göstergenin ortalama erisimi
gösteren bir toplam endeksinde bir araya getirilmesi (aggregation) elestirilmistir
(Booysen, 2002, s. 141). Böylesi bir toplama, birbirilerinden farklı unsurların tek tek ele
alınıp, bunları anlamlı bir endeks olusturulma çabası altında bir bütün haline getirme
çabasına benzetilmistir. Buna göre, iyi bir yasam, refah ve eğitim fırsatları, bir çıktı
olan yasam beklentisine; refah ve esitlik gibi dıssal nitelikler eğitim gibi içsel bir
niteliğe eklenmektedir (Veenhoven, 2007, s. 227). Gelir değiskeninin sağlık veya eğitim
artısı meydana getireceği düsüncesinden hareketle, endeksteki üç değiskene verilen esit
oranda ağırlık da elestiriye uğramıstır (Kelley, 1991; McGillivray, 1991). Todaro ve
Smith (2009, s. 52) de bunun altında belirlenmesi zor olan bir değer yargısının
bulunduğunu ifade etmislerdir. Ancak, gelir ve gelir-dısı unsurların farklılığına vurgu
yapan rapor (UNDP, 1993, s. 110), değiskenler arasındaki simetri iliskisi ve nedensellik
sıralamasının eksikliği nedeniyle üç değiskenden hangisinin daha ağır bastığının karar
verilmesini zorlastırır. Bu nedenle, halen ĐGE'nin üç boyutu esit ağırlıklı olarak
kullanılıp endeks hesaplanmaktadır. Aynı zamanda buna bağlı olarak değiskenler
arasında ve GSMH ile ĐGE arasında yüksek düzeyde korelasyon iliskisinin bulunduğu
iddia edilmistir (Hopkins, 1991; McGillivray, 1991; Cahill, 2002, s. 887; Cahill, 2005,
s. 1).
McGillivray (1991)'in -özellikle gelir ile yüksek korelasyona sahip olduğundanendeksi
insani gelisme sürecinde gereksiz bir gösterge olarak görmesine karsılık, Ranis
vd. (2006, s. 346, 349), korelasyonun aksak olduğunu ve böyle bir yargının özellikle de
düsük gelirli ülkeler için geçerli olmadığını belirtmistir. Dolayısıyla ĐGE'nin aslında kisi
basına gelire göre daha kapsayıcı bir gösterge olduğunu, sosyal göstergelerle daha güçlü
bir iliski içerisinde bulunduğunu, bu nedenle de kisi basına gelire göre insani gelismenin
bazı temel unsurları için ülke performansları hakkında -kendi içinde bazı aksaklıklara
sahip olsa da- daha genis kapsamlı bir ölçüm olduğunu ifade etmektedir. Öyle ki, kisi
basına gelir tek basına kullanılırsa insani gelismenin boyutlarını, ĐGE'den daha fazla
eksik bırakmaktadır.
95
ĐGE'de kullanılan gelir dısındaki göstergelerin daha önceki yıllardaki
çalısmalarda da kullanılmıs olduğundan hareket eden ve kalkınma politikasına hiç bir
yenilik getirmediğini savunan Srinivasan (1994, s. 241), endeksin kavramsal olarak
zayıf, ampirik olarak geçersiz, belirli bir alan ve zaman boyunca da kıyaslanamaz
olduğunu iddia etmistir. Endeksteki verilerin zayıf, eksik, ölçüm hatalarına sahip ve
yanlı olduğunu belirtmistir. Buradan hareketle, farklı ülkelerin okuryazarlık
tanımlarının bile farklı olduğunu, bu nedenle evrensel göstergeler kullanmanın hatalı
olacağını ifade etmistir. Buna göre, okula kayıt oranlarının; okulların kalitesi, terk
oranları, okul süresi uzunluğu gibi ülke içi ve ülkeler arası değiskenlerin farklılığından
dolayı uluslararası alanda kıyaslanabilir olmadığını belirtmistir. 2009 yılı ĐGR'ye kadar
bir eğitim göstergesi olarak kullanılan brüt okula kayıt oranı gerçekten de çoğu
durumda eğitim durumunu olduğundan fazla gösterebilmektedir, çünkü çoğu ülkede
ilkokula baslayan bir öğrenci okulu bırakıp bırakmadığı dikkate alınmaksızın okula
kaydolmus sayılır (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Aynı zamanda gerçekten de endeks
hesaplanırken, bir kaç ülke için eğitim ve sağlık göstergeleri veri eksikliğinden dolayı
belirtilen yıl için değil de çok daha önceki yılların verileri kullanılarak (UNDP, 2002, s.
152) hesaplanabilmistir (Sumner, 2004, s. 14).
ĐGE'de gerçekten de kalitenin rolüne yönelik hiçbir endise bulunmamaktadır.
Örneğin sağlıklı bir yasamı içeren fazladan yıllar ile yatağa bağımlı olma gibi sınırlı
kapasiteleri içeren fazladan yıllar arasında büyük fark vardır. Dahası, 2010 yılı ĐGE
göstergelerinden biri olan eğitim yılı göstergesinde de yalnızca -sayı olarak- yılların
dikkate alınmaması, bu eğitimin kalitesinin de hesaplanması gerekmektedir (Todaro ve
Smith, 2009, s. 52).
Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, sağlık ve eğitim için yeni ve farklı baska
göstergeler düsünülse bile dikkate alınacak yeni endeksin bir çok ülke için yeterli veriye
sahip olması gerekeceğidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Dolayısıyla bu da sosyal
göstergelere ait verilerin elde edilmesinin zorluğunun anlasılmasına yardımcı olabilir.
Endeksin, ortak elestiriye uğradığı nokta süphesiz yasam kalitesini gösteren
diğer sosyal erisimleri dıslamasıdır. Buna göre endeksin siyasal özgürlük ve insan
haklarını içeren göstergelerle desteklenmesi gerektiği ve insani gelismenin
değerlendirilmesine yetersiz bir katkı yaptığı vurgulanmıstır (Kelley, 1991, s. 320, 323).
Ancak, endekse siyasal göstergelerin eklenmemesi gerektiğini düsünen ve genel
eğilimin de bu yönde olduğunu belirten Streeten (1994, s. 236), öncelikle özgürlüğün
kendi içinde büyük bir önem arz ettiği ve belirli bir özgürlük kaybının diğer
96
değiskenlerle desteklenemeyeceğini belirtir. Bununla birlikte, siyasal özgürlük
değiskenlerinin ĐGE'deki diğer değiskenlere nispeten, ufak bir değisime karsı daha
hassas olduğunu, daha düsük derecede nesnel (objektif) olarak hesaplandığını ve
dolayısıyla endeksin toplam nesnelliğine zarar vereceğini ve dolayısıyla farklı
endekslerle hesaplanmaları gerektiğini vurgular.
Endeks, özellikle ülkelerin çevresel ve insani gelisme performansları arasındaki
iliski olmak üzere, kalkınmanın çevresel boyutunu da görmezden gelmektedir (Sagar ve
Najam, 1998, s. 251). Ne var ki, ul Haq (1995, s. 58) yiyecek güvenliği, barınma, çevre
gibi baska göstergelerin yeterli ve güvenilir verilere sahip oldukları zaman dikkate
alınıp istenirse eklenilebileceğini ancak endekse daha fazla göstergenin eklenmesinin,
endeksi gelistirmeyeceğini ve asıl göstergelere ve trende zarar vereceğini ifade
etmektedir.
Sen (2005c, s. x) de refah ve insani özgürlüğün siyasal, iktisadi, sosyal, yasal ve
hastalıklarla ilgili birçok baska faktörden etkilendiğini ve ĐGE'nin ancak bu faktörlerin
içinden birkaçının cesurca seçilmesiyle ve diğerlerinin dıslanmasıyla olusturulduğunu
ifade eder. Ancak, Sen (2005c, s. x)'e göre de, eklenen her yeni fazla değisken, bir
diğerinin ve öncekilerin önemini azaltmaktadır. Bu nedenle daha fazla yeni göstergenin
eklenmesi sorunu çözmeyecektir. Dolayısıyla Sen (2005c, s. xii), insani gelisme için
gereken unsurların endeksteki eksikliğinden dolayı ĐGE ile genel olarak insani gelisme
yaklasımı arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiğini ifade eder.
Diğer sosyal erisimleri göstermesi açısından ĐGE'den ayrı olarak Đnsani
Özgürlük Endeksi, Politik Özgürlük Endeksi, Cinsiyete Dayalı Gelisme Endeksi,
Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi gibi endeksler
ortaya atılmıs ancak bunlar yaygın olarak kullanılmamıstır. 2010 yılı ĐGR'de de yine
cinsiyet esitliği, siyasal haklar ve çok boyutlu yoksulluk gibi unsurları analize dahil
eden yeni endeksler hesaplanmıstır.
Son olarak, endeks aynı zamanda hem yoksulluk problemine uzak kalmakta ve
Sen'in tanımlama ve birlestirme problemleri olarak ifade ettiği, kimin yoksul olduğu ve
kaç kisinin yoksul olduğu gibi sorulara da cevap verememektedir (Sumner, 2004, s. 14),
hem de esitsizlik problemini dıslamaktadır. Esitsizlik problemine göre, bir ülke
diğerlerinden daha yüksek bir ĐGE değerine sahip olabilir ancak bu ülkede yoksulluk
yaygın ve büyük gruplar kalkınma sürecinden dıslanmıs olabilir (Foster vd., 2005, s.
25). Bununla ilgili olarak da 2010 yılı ĐGR'de esitsizliği de dahil eden bir Esitsizliğe
Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi hesaplanmıstır (UNDP, 2010, s. 217).
97
Tablo 10
Đnsani Gelisme için Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler
Unsurlar Göstergeler
Zihinsel refah (zihnen iyi olma) Erkek intihar oranı, hapiste bulunanlar
Yetkilendirme Cinsiyete dayalı yetkilendirme endeksi
Siyasal özgürlük Siyasal ve medeni özgürlükler, siyasal terör
Sosyal iliskiler Arkadasların değeri, ailenin değeri, komsuya hosgörü ve
bosanma oranları
Toplum refahı Alkol tüketimi, doğal felaketler, komsuya hosgörü
Esitsizlikler Gini katsayısı, yatay esitsizlik, kentsel/kırsal esitsizlik, sağlıkta
esitsizlik, gayrisafi yurtiçi hasıla
Đs kosulları Đssizlik, istihdam kosulları, kayıt dısı sektörün payı, minimum
ücret politikaları
Serbestlik durumları (bos zaman) Sinemaya gitme
Đktisadi güvenlik (istikrar) GSYĐH çevrimi (cycle), tüketici fiyat endeksi dalgalanmaları,
portföy yatırımları, ticaret hadleri
Siyasal güvenlik (istikrarsızlık) Siyasal siddet, mülteci akımları
Çevre kosulları Çevresel sürdürülebilirlik
Kaynak: Ranis vd., 2006, s. 329, 344.
Endeksin bu eksiklikleri nedeniyle, Ranis vd. (2006), genis anlamda bir insani
gelisme analizi yapılması durumunda, ĐGE'nin indirgenmis -ve yetersiz- bir ölçüm
olduğunu belirtir ve insani gelismenin daha iyi anlasılabilmesi için, ĐGE'nin ötesine
gidilmesi gerektiğini savunur ve birçok baska sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni
bir endeks ortaya atar. Buna göre Ranis vd. (2006, s. 328), ĐGE'nin bizzat kendisine
ilave olarak on bir unsur ve bu unsurların ölçülmesi için farklı göstergeler35
tanımlamıstır. Bu unsur ve göstergeler Tablo 10.'da gösterilmistir. Ranis vd. (2006, s.
344, 348), toplam 31 gösterge eklerken, her bir gösterge insani gelismenin bağımsız bir
boyutunu ortaya koymaktadır. Belirtilen unsurlar, ĐGE ile oldukça düsük düzeyde
korelasyon iliskilerine sahip olsalar da ve insani gelismenin anlasılmasında daha genis
bir görünüm sunuyor olsalar da veri kısıtları nedeniyle birçok ülke için kıyaslanamaz
durumdadırlar (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 2).
35 Ranis vd. (2006), her farklı unsur için bir çok gösterge belirlemis, ancak bazı göstergeleri birbirleri
arasındaki yüksek korelasyon iliskileri nedeniyle analizinden dıslamıstır. Örneğin, kadın intihar oranı ile
erkek intihar oranı yüksek oranda korelasyona sahip olduğundan Ranis vd. (2006, s. 333), kadın intihar
oranını analizinde dıslamıstır. Ardından, geri kalan göstergelerin arasından Đnsani Gelisme Endeksi ile
korelasyon iliskisi bulunanları da analizinden çıkarmıstır. Örneğin, yasam tatmini, doğum kontrol hapı
kullanım oranı, hukuk kuralları, telefon kullanımı ve sosyal güvenlik politikalarının hepsi ĐGE'yle yüksek
oranda pozitif korelasyona sahiptir. Günde 1 doların altında yoksulluk düzeyi, AIDS nedenli ölümler ve
çocuk isgücü oranı da ĐGE'yle yüksek oranda negatif korelasyona sahiptir. Bu nedenle de Ranis vd.
(2006) analizinde bu göstergeleri yeniden kullanmaya gerek görmemistir (Ranis vd., 2006, s. 342).
98
3.4.3. Đnsani Gelismenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birlesmis Milletler Gelisme
Programı (BMGP/UNDP) Endeksleri
ĐGE'nin ölçümünde karsılasılan eksikliklerin giderilmesi amacıyla, Đnsani
Gelisme Raporları'nda farklı zamanlarda farklı bir takım endeksler tanıtılmıstır. Bunlar
genellikle, ĐGE'de eksik bırakılan noktalarının tamamlanmasına yöneliktir. Örneğin, bu
endeksler, ya cinsiyet esitsizliğini, ya gelir esitsizliğini, ya da insani gelismenin önemli
bir unsuru olan ancak ĐGE'de ölçüme dahil edilemeyen bir baska unsur olan politik
özgürlüğü değisken olarak kabul edip yeni bir endeks olusturmuslardır.
3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlük Endeksi
1990 yılı ĐGR'de, tarih boyunca insanların ulusal ve kisisel özgürlüklerini elde
etme uğruna canlarını feda etmeye hazır oldukları belirtilmis, dolayısıyla insani
gelismenin, insan özgürlükleri olmadan eksik kalacağı ifade edilmistir. Bu nedenle de
insani gelisme ile insan özgürlükleri arasında bir iliskinin arastırılması ve kantitatif
ölçüme izin veren göstergelerin bulunması gerektiği belirtilmistir (UNDP, 1990, s. 16).
Bu düsünce de kendini, bir sonraki yıl raporunda göstermis ve 1991 yılı Đnsani Gelisme
Raporu'nda Đnsani Özgürlük Endeksi tanıtılmıstır.
Özgürlük konusundaki tartısmalar, pozitif ve negatif özgürlük ayrımı noktasında
yapılır. Bu iki ayrım Isaiah Berlin'in Özgürlüğün Đki Konsepti adlı makalesinde geçer.
Buna göre bireye, hiç kimsenin herhangi bir müdahalede bulunmadığı özgürlük tipi
negatif özgürlük olarak tanımlanırken, pozitif özgürlük konsepti ise bireyin kendi
efendisi olma isteğinden meydana gelir (Berlin, 2002[1969], s. 169, 178). Diğer bir
deyisle I. Berlin'in negatifle anlatmak istediği engelin veya sınırın olmadığı noktada
kisinin özgür olduğu fikridir. Özgürlükler negatif nitelemesiyle sınırlanmama hali
üzerinden kurgulanırken; pozitif özgürlükle özgürlüklerin belirlenme durumu kastedilir.
Baskalarının müdahalesi olmadan bir insanın özgürce hareket edebileceği alan negatif
özgürlükler bakıs açısını, pozitif yaklasımsa insanların neleri gerçekten yapabileceği ve
gerçekten bir tercihin, istenilenin gerçeklesme olanağının olup olmadığı noktasına
odaklanır36 (Semerci, 2010, s. 8). Dikkat, bireyin islevli hale getirebileceği
kapasitelerine kaydığı anda, pozitif özgürlük boyutu dikkate alınmıs olunur (Sen,
1985b, s. 200-201).
36 Dolayısıyla negatif özgürlük de, insanların 'neleri yapamayacağı' belirlendikten sonra, yasada sınırları
belirtilen noktaların dısında kalan alanlarda insanların özgürlüğünün var olduğu fikrine dayanır.
Dolayısıyla 'yasak' olanın dısında özgürlük vardır (Semerci, 2010, s. 8).
99
Đnsani gelisme yaklasımında özgürlük düsüncesi, kapasite yaklasımından
hareketle büyük önem tasır. Buna göre özgürlük yalnızca negatif özgürlük olarak değil,
aynı zamanda pozitif içeriklidir: kisinin değer verdiği seyleri olabilme ve yapabilme
özgürlüğüdür. Diğer deyisle özgürlük için esas olan, baskasının müdahalesi olmadan bir
özgürlük değil, kisinin iyi ve yasamaya değer bir hayat yasayabilmesi için gereken
özgürlüktür ve kamu politikasının ilk hedefi bunu genisletmek olmalıdır. Ayrıca, insani
gelisme perspektifindeki özgürlük düsüncesi, piyasa liberalizmindeki özgürlük
düsüncesinden de bu noktada ayrılır. Piyasa liberalizmindeki özgürlük tanımı yalnızca
negatif bir özgürlük barındırır. Çünkü piyasa liberalizmi için özgürlük, öncelikle ve en
önemlisi müdahalenin olmamasını içerir. Örneğin, yüksek oranda alınan bir vergi bir
ulusal güvenlik sistemi olarak kamusal malların temini için kullanılsa bile, kisiyi daha
az özgür hale getirir. Elbette, piyasalara katılımcı olma kapasitesi ve mübadele
özgürlüğü önemli olsa da, piyasa özgürlüğü, insan özgürlüğünün yalnızca bir boyutudur
(Deneulin, 2009, s. 51)37.
Bu bağlamda gerçek kapasitelere odaklanma noktasından hareketle, 1991 yılı
raporunda Đnsani Özgürlük Endeksi olusturulmustur. Bu endeksin çıkıs noktasını
Humana Endeksi olusturur. 1986 yılında yayımlanan Đnsan Hakları Konusunda Dünya
Rehberi adlı eserinde Charles Humana, özgürlüğü değerlendirmek için kırk farklı ölçüt
belirlemistir. Bunlar; dolasım özgürlüğü, özgür ifade hakkı, etnik grubun hakları ve
cinsiyet esitliği, hukuk kuralları ve diğer demokratik özgürlükler gibi hak ve
özgürlükleri içermektedir. Dolayısıyla Humana'nın endeksi hem bir politik özgürlük
endeksinin, hem de bir insan hakları endeksinin ötesindedir. Bir insani özgürlük
endeksidir. Humana'nın 1985 verileriyle hesapladığı değerlere göre 40 ölçütün 38'inde
özgür sayılan Đsveç ve Danimarka, en özgür ülkeler olarak görülmüstür. Ancak insan
özgürlüklerinin ve insan haklarının dinamik bir süreç olmasından hareketle, ĐGR, bunun
yenilenmis verilerle yapılması gerektiğini savunur ve Đnsani Özgürlük Endeksi'ni
olusturur. Elde ettiği sonuçlarla da insani özgürlüklerle insani gelismenin birbiriyle
pozitif iliskili olduğuna ulasır (UNDP, 1991, s. 19-20). Ancak rapor, veri elde etme
sıkıntısının çok büyük olduğunu ifade etmekle birlikte, insani özgürlüğün sistematik
analizinin yapılması ve tartısılması yolunda henüz yolun çok basında olunduğunu da
belirtir (UNDP, 1991, s. 98).
37 Qizilbash (1996, s. 147)'a göre Sen, -'haklar' konusu gibi- daha önceki yazılarında negatif özgürlüğün
önemine değinir, ancak kalkınma görüsünde negatif özgürlüğe gereken önemi vermeyi ihmal eder. O'na
göre Sen'in kalkınma ve yasam kalitesine iliskin görüsleri öncelikli olarak pozitif özgürlükle iliskilidir.
100
3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi
Đnsani Özgürlük Endeksi'nden sonra, Đnsani Gelisme Raporları, bir politik
özgürlük endeksi kurma çabasına girismistir. Bu çabayla 1992 yılı ĐGR'de politik
özgürlük veya insan haklarına dayalı bir endeks kurulması çabasına girisilmistir. Ancak
endeksin karsılastığı en büyük sorun yine veri yetersizliği olmustur. Ayrıca ĐGE'nin
yıldan yıla çok önemli ölçüde değismeyen -durağan- göstergeleri içerdiği bilinmektedir.
Ne var ki politik özgürlükler aniden ortaya çıkabilirler. Örneğin, askeri bir darbe
endekste ani bir düsüse neden olabilir. Bu da endeks için önemli bir sorun teskil
etmektedir (UNDP, 1993, s. 105). Dolayısıyla da hesaplamalarda iki endeksin ayrı
tutulmasına özen gösterilmistir.
Đnsan özgürlüklerinin sosyal, ekonomik ve politik özgürlükleri içermesi gerekir.
Sosyal ve ekonomik özgürlüklerin ölçümü ĐGE'dir. Politik Özgürlük Endeksi de
dolayısıyla, politik özgürlüklerin ölçümünü sağlayabilmek için ortaya atılmıstır. Kisisel
güvenlik, hukuk kuralları, kendini ifade etme özgürlüğü, politik katılım ve fırsat esitliği
olmak üzere genis kapsamlı bes genis çerçeve kullanılırken (esas alınırken), bunlarla
ilgili göstergeler raporda belirtilmistir (UNDP, 1992, s. 31). Sonuçlar, insani gelisme ile
politik özgürlüklerin birbirini izleyen çiftler olduğunu göstermektedir. Yüksek insani
gelisme rakamlarına sahip ülkeler ortalama % 84'lük bir politik özgürlüğe sahipken, orta
ve düsük insani gelisme rakamlarına sahip ülkelerse ortalama % 48'lik bir politik
özgürlüğe sahip olarak bulunmustur (UNDP, 1992, s. 32).
3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelisme Endeksi
Cinsiyete Dayalı Gelisme Endeksi (CGE), basit olarak ĐGE'nin cinsiyet
farklılıkları ele alınarak ölçülmesini içerir. Dolayısıyla bu endeksle birlikte her ülke için
cinsiyet esitsizliği nedeniyle katlanılan cezayı görmek mümkündür. CGE değeri hiç bir
ülke için ĐGE değerinden büyük olamaz. Bunun nedeni de, her ülkenin ele alınan en az
bir unsurda mutlak bir cinsiyet bosluğuna sahip olduğu ve cezalandırıldığıdır (Bardhan
ve Klasen, 1999, s. 988). Genellikle de bu cinsiyet boslukları, ölçümde kullanılan gelir
unsuruna dayalı olarak meydana gelir ve bu ölçümün hesaplanmasındaki varsayımlara
yönelik ciddi endiseleri dile getirirler (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 990). 1995 yılı
ĐGR'de, 130 ülke ele alınarak ortaya atılan ve temel insan kapasitelerinde cinsiyet
ayrımcılığını yansıtan CGE'nin sonuçlarına göre, cinsiyet esitliğini ve kadınların
yetkilendirilmesini bilinçli bir ulusal politika olarak izleyen Đsveç, Finlandiya, Norveç
101
ve Danimarka, ülke sıralamasında ilk dört ülke olmustur. Bu ülkelerde yetiskin
okuryazar oranı kadın ve erkek için esitken, birlesik okullasma kadınlarda ise daha
yüksektir. Kadınların yasam beklentisi erkeklere göre yedi yıl daha fazlayken, gelirleri
de erkeklerin dörtte üçü kadardır (UNDP, 1995, s. 2).
CGE, ĐGE ile aynı değiskenleri kullanır. Fakat CGE, her ülkenin her farklı
kapasite için ortalama erisim değerlerini kadınlar ve erkekler arasındaki erisimin
esitsizlik derecesine göre uyarlar (UNDP, 1995, s. 130). 1995 yılındaki ölçüm yöntemi,
1999 yılında ĐGE ile birlikte aynı anda bir değisikliğe uğramıstır. Eğitim ve uzun
ömürlülük göstergelerinde herhangi bir değisiklik meydana gelmezken, gelir göstergesi
farklı hesaplanmıstır. Bu endeks için uzun ömürlülük göstergesi olarak belirlenen,
erkekler için yasam beklentisi maksimum 82,5, minimum 22,5 yıl iken, kadınlar için
maksimum 87,5, minimum 27,5 yıldır. Eğitim göstergesi ise, ĐGE ile aynı yöntemle,
ancak kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı hesaplanmıstır. Ancak gelir için endeks
hesaplamak karmasıktır. 1999 yılındaki ve 2010 yılına kadar devam edecek olan
ölçümde; kadınlar ve erkekler için reel kisi basına düsen gelir değerleri, kazanılmıs
gelirde kadın payları ( m) ve kazanılmıs gelirde erkek paylarından ( 6) hesaplanır. Bu
paylar, kadınların ücretinin (,m) erkek ücretine (,6) oranı ve ekonomik olarak aktif
nüfusta kadının yüzdelik payı (aMm) ve erkeğin yüzdelik payı (aM6) dikkate alınarak
hesaplanır. Ücret oranlarında veri yetersiz olduğu kosulda, ücret verisi olarak tüm
ülkeler için ücret oranlarının ağırlıklandırılmıs ortalaması olan % 75'lik değer kullanılır.
Böylece kadın ve erkek geliri hesaplanıp, esit olarak dağıtılmıs gelir endeksine ulasılır:
Ücret hesabında kadın payı =
(no⁄np) 8 \7o
 (no⁄np) 8 \7o"q \7p
'dir.
O halde, kazanılmıs gelirde kadın payının ( m) bu rakama esit olduğu varsayılır.
Ülkenin satın alma gücü paritesi cinsinden toplam geliri (Y), kadınlar ve erkekler
arasında m'ye göre dağıldığı varsayılırsa, kadınların toplam geliri ( m r) olarak ve
erkeklerin toplam geliri  r − s m rt" olarak hesaplanır. O halde kadınların kisi basına
düsen geliri, toplam kadın nüfusuna (um) bölünerek elde edilir: rm = ( m r)⁄um. Aynı
sekilde, erkeklerin kisi basına düsen geliri de, toplam erkek nüfusuna (u6) bölünerek
elde edilir: r6 = vr − s m rtw⁄u6. Sonuçta da;
kadınlar için uyarlanmıs gelir, W(rm) =
345 xo 345 6
345 678 345 6
erkekler için uyarlanmıs gelir, W(r6) =
345xp 345 6
345 678 345 6
olarak hesaplanır.
102
Buradan, esit olarak dağıtılmıs gelir endeksi de;
{ iMfı üzdj {M
ı (,srmt) " +  agiai üzdj {M
ı (W(r6)) "}
olarak hesaplanır. Son olarak eğitim, yasam beklentisi ve gelir sonuçları aynı anda esit
ağırlıklandırılarak nihai endeks değerine ulasılır (UNDP, 1999, s. 160). 1999 yılı
raporunda CGE'de 0,928 değeriyle Kanada ilk, 0,928 değeriyle Norveç ikinci sırada yer
alırken, hesaplama kısmında Kamerun örneğini kullanan rapor, bu ülkenin cinsiyete
dayalı endeks değerini de 0,527 bulmustur ve bu ülkeyi orta derecede insani gelismis
ülke olarak tanımlamıstır (UNDP, 1999, s. 140, 161).
CGE'de kullanılan bu ölçüm yöntemi 2010 yılı raporuna kadar kullanılmıs,
ancak 2010 yılı ĐGR'de Cinsiyet Esitsizliği Endeksi ile yenilenmis, değistirilmistir.
CGE, bazı çalısmalar tarafından elestirilere maruz kalmıstır ve yapılan
elestiriler, genelde endeksin kazanılmıs gelirde kadının payını gösteren gelir
değiskenine yönelik olmustur (Dijkstra, 2002, s. 304). Ayrıca, kazanılmıs gelirde esit
miktarda bir kazanılmıs gelirin tüm toplumlar için ortak bir hedef olarak belirlenmesi de
tartısmalı bir konudur. Çünkü, bazı ülkelerde isgücünün cinsiyete yönelik bir is
bölümünün iktisadi olarak faydalı ve hem erkek hem de kadın için arzulanır olup
olmadığı da tartısılabilmektedir. Çünkü, kazanılmıs gelirde elliye ellilik bir bölüsüm,
kültüre göre göreceli bir hedeftir ve Batı toplumlarının iktisadi ve sosyal örgütlenme
düsüncesini içerir. Ayrıca, kazanılmıs gelir kavramı, çoğu gelismekte olan ülke için
belirgin bir unsur olan kar getirmeyen isleri ve para getirmeyen günlük isleri de (ev
isleri gibi) dıslar ve bu isleri değersiz olarak görür (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 992).
3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi)
1995 yılı ĐGR'nin CGE'yle birlikte bir diğer yeniliği de Cinsiyete Dayalı
Yetkilendirme Ölçümü'dür. Kadınların parlamentodaki temsiline, kadınların yönetici ve
profesyonel olarak pozisyonlarının payına, kadınların aktif isgücüne katılımına ve
ulusal gelirdeki payına bakan bu yeni ölçümde 116 ülke ele alınmıstır ve sonuç olarak
ülke sıralamasında ilk ikide yine Đsveç ve Norveç yer almıstır (UNDP, 1995, s. 4).
Ölçümde ilk değisken, ekonomik katılım ve karar verme gücünü yansıtırken, ikinci
değisken politik katılım ve karar verme gücünü yansıtır. Bu, kadınların ve erkeklerin
yönetim ve idare ile ilgili pozisyonlardaki yüzdelik payı ile profesyonel ve teknik
mesleklerdeki yüzdelik payı ile ifade edilir. Đkinci değisken ise politik katılım ve karar
verme gücünü yansıtır. Bu da parlamentodaki kadın ve erkek milletvekili sayısı
103
paylarını ifade eder. Gelir göstergesi olarak da uyarlanmamıs (maksimum 40.000,
minimum 100 dolar olan) kisi basına düsen gelir ele alınır ve esit olarak dağıtılmıs
esdeğer yüzde türetilmeye çalısılır. Ölçüm yöntemi 1999'da CGE gibi değismis, ancak
aynı değiskenler kullanılarak 2010 yılı raporundaki değisime kadar ölçüme devam
edilmistir (UNDP, 1995, s. 132; UNDP, 2001a, s. 239).
Cinsiyete Dayalı Yetki Ölçümü'nde, i) parlamentodaki kadın milletvekilinin payı
ve ii) profesyonel ve teknik ile yönetici ve idari pozisyonlardaki kadın payı gibi
göstergeler kullanıldığından, bu endeks üzerine elestirilerini yönelten iktisatçılar,
özellikle parlamentodaki kadın payı ile cinsiyet yetkilendirilmesiyle iliskisi arasındaki
ilintinin sınırlı olduğuna değinmis ve endeksi bu noktada elestirmislerdir. Örneğin eski
sosyalist ülkelerde bu payın fazla olmaya eğilimli olduğu halde, parlamentonun fazla
gücü olmadığına dikkat çekmislerdir (Dijkstra, 2002, s. 306). Bu bağlamda da daha çok
aktif sivil toplum örgütleri gibi olusumlarda kadınların yerel politik ve idari düzeylerde
katılımcılığını dikkate alması önerilmektedir (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 1001).
3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi
Kapasite perspektifinden yoksulluk, isler hale getirilebilecek bazı temel
kapasitelerden yoksunluk olarak tanımlanır. Burada, islevliliklerin bazı en düsük kabul
edilebilir düzeylerine erisimden mahrum olma durumu yatar. Bu islevlilikler fiziksel
olabileceği gibi, sosyal erisimleri de içerebilir. Sonuçta da, gelirler ile mal ve hizmetlere
dayalı göreli bir yoksunluk, minimum kapasitelerde mutlak bir yoksunluğa neden
olabilir (UNDP, 1997, s. 16).
Tek boyutlu yoksulluk ölçümlerinin en büyük sorunu, yoksulluğu yalnızca gelir
eksikliğinden kaynaklanan bir sorun olarak görmesinde yatar. Ancak yoksulluk
çalısmaları, yoksulluğun ötesine gitmelidir. Bir birey, istihdam kosullarına veya mal ve
hizmetlere erisimden, veya öğrenim fırsatlarından yoksun olabilir; yüksek düzeyde
bağımlılık oranına sahip hane halkları arasında yasıyor olabilir; hizmete muhtaç azınlık
arasında bulunuyor olabilir. Öyleyse yoksulluk ölçümleri, insanların yoksunluklarının
esas değiskenlerine odaklanmalıdır (UNDP, 1990, s. 108).
Bu noktadan hareketle, 1996 yılı ĐGR'de ilk kez kapasite odaklı yoksulluğu çok
boyutlu olarak ölçme çabasındaki Kapasite Yoksulluk Ölçümü ortaya atılmıstır. Eğitim,
bilgi düzeyi, sağlık ve beslenme gibi sosyal göstergeleri içeren ölçüm, 101 ülke için
yapılmıstır (Booysen, 2002, s. 136, 138). Ölçüm için ele alınan göstergeler, normalin
104
altında ağırlığı olan çocuklar ile ölçülen tüm nüfusun beslenme ve sağlık ihtiyacı,
gözetimsiz doğum ile ölçülen üretken sağlık hizmetlerine erisim ve genel olarak bu
erisimin somut testi, okuryazar olmayan kadınların oranı ile ölçülen temel eğitim edinme
ve cinsiyet esitsizliği hakkında bilgidir (UNDP, 1996, s. 110).
1997 yılı ĐGR'de bu ölçüm yeniden formüle edilerek ve iyi bir yasam standardını
gerektiren gelir unsurlarını da barındırarak Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE) halini
almıstır. Çünkü, halihazırda yoksun kalmıs (deprived) insanların perspektifinden
bakılması ihtiyacı içeren bir endekse ihtiyaç duyulmustur. Bu nedenle de ĐYE, özellikle
yoksun bırakılmıs ve yoksullasmıs insanlara odaklanmıstır. Bu endeks, ĐGE'nin ikamesi
değildir ve daha çok yoksul insanlara odakladığından, göstergeleri de yoksul insanlara
yöneliktir. Örneğin, ĐGE, kisi basına düsen milli geliri dikkate almakla tüm nüfusu
incelemis olurken, ĐYE, gelire dayalı yoksulluk endekslerini dikkate alarak özellikle
yoksulun gelirine odaklanır (Anand ve Sen, 1997, s. 3). Ölçümün üç unsuru da, i) 40
yasına kadar yasaması beklenmeyen insanların toplam nüfusa oranı olarak yasamı
sürdürme yoksunluğu, ii) okuryazar olmayan insanların yüzdesi olarak eğitim ve bilgi
yoksunluğu ve iii) temiz suya erisimden mahrum nüfus, sağlık hizmetlerine erisimden
mahrum nüfus, bes yas altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi olmak
üzere üç gösterge ile ölçülen iktisadi yoksunluktur (Anand ve Sen, 1997, s. 11; UNDP,
1997, s. 125). Đktisadi yoksunluk unsurunda, hem açlığa neden olan kisisel gelir
eksikliğine, hem de kamu sağlık hizmetlerinden ve temiz su arzından mahrumiyeti ifade
eden kamu gelir eksikliğine değinilmis olunur (McKinley, 2009, s. 26).
Ölçüm yapılırken, iktisadi yoksunluğun göstergeleri esit ağırlıklandırılıp
hesaplanır. Ardından üç unsur esit ağırlıklandırılıp ĐYE'ye ulasılır:
İrF =  1⁄3 (r
; + r
; + r;
;)" ⁄;
78 yoksul ülke için yapılan ilk analizde Trinidad ve Tobago % 4,1 oranı ile en
düsük insani yoksulluğa; Nijer ise, % 66 ile en yüksek insani yoksulluğa sahip ülke
olarak bulunmustur (UNDP, 1997, s. 127)38.
1998 yılı ĐGR'de ise, 1997 yılı raporunda yalnızca gelismekte olan ülkeler için
hesaplanan ĐYE, bu kez hem gelismekte olan ülkeler hem de gelismis ülkeler için farklı
olmak üzere iki adet hesaplanmıstır. Gelismekte olan ülkeler için ölçüm aynen kalırken,
38 UNDP (1997, s. 125), Đnsani Yoksulluk Endeksi hesaplaması örneğini Mısır için göstermistir. Buna
göre, yasamı sürdürme yoksunluğu değeri % 16,6 (1), eğitim ve bilgi yoksunluğu değeri % 49,5 (2),
temiz suya erisimden mahrum nüfus yüzdesi %21, sağlık hizmetlerine erisimden mahrum nüfus yüzdesi
%1 ve bes yas altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi %9 ve dolayısıyla bu üç unsurun
birlesimi olan iktisadi yoksunluk değeri 31/3= %10,33'tür (3). O halde Mısır'ın Đnsani Yoksulluk Endeksi
değeri =  1⁄3 (16,6; + 49,5; + 10,33;)" ⁄;'ten 34,8 olarak hesaplanır.
105
gelismis ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE-2), dört farklı boyutta yoksunluğa
göre hesaplanmıstır. Bunlar, i) 60 yasına kadar yasaması beklenmeyen insanların
toplam nüfusa oranı olarak yasamı sürdürme yoksunluğu, ii) fonksiyonel olarak
okuryazar olmayan insanların yüzdesi ile ölçülen bilgi ve eğitim yoksunluğu, iii) kisisel
harcanabilir gelirin % 50 medyanı alınarak hesaplanmıs gelir yoksulluk sınırının altında
yasayan insanların yüzdesi olarak iyi bir yasam standardı yoksunluğu ve iv) isgücünün
uzun dönem (12 ay veya daha fazla) issizlik oranı ile ölçülen katılım yoksunluğudur:
İrF − 2 =  1⁄4 (r7
; + r~
; + r
; + r€
;)" ⁄;
1998 yılı raporunda Amerika Birlesik Devletleri (A.B.D.) için hesaplanan ĐYE-
2'ye göre, A.B.D.'nin, % 16,5 düzeyinde insani yoksulluğa sahip olduğu bulunmustur
(UNDP, 1998, s. 110)39.
2001 yılı ĐGR'de, gelismekte olan ülkeler için hesaplanan Đnsani Yoksulluk
Endeksi (ĐYE-1)'nin iktisadi yoksunluk göstergelerinden biri olan sağlık hizmetlerine
erisim, bazı yıllar için güvenilir veri eksikliğinden dolayı ölçümden çıkarılmıs ve
iktisadi yoksunluk, kalan iki göstergenin ağırlıksız ortalaması alınarak ölçülmüstür
(UNDP, 2001a, s. 241). Her iki farklı ülke grupları için hesaplanan ĐYE'nin ölçüm
yöntemi, 2010 yılı raporunda, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi ile yenilenip,
değistirilinceye kadar aynı sekilde kullanılmaya devam etmistir.
3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan Ölçümler
Milenyum Kalkınma Hedeflerine ulasılması için, 2003 yılı ĐGR, bazı ülkelere
öncelik verilmesi gerektiğini öne sürmüs ve bu bağlamda 31 ülkeyi en üst öncelikli, 28
ülkeyi de yüksek öncelikli ülkeler olarak belirlemistir. Bunu belirleyebilmek için de bir
endeks olusturulmustur (UNDP, 2003, s. 45). Her hedef için, insani yoksulluğa ve
1990'ların insani gelisme trendine dayanarak bir ölçüm gelistirilmistir. En üst önceliğe
sahip ülke, hem asırı yoksulluğun olduğu hem de sürecin (trendin) yavas veya tersine
islediği ülkedir. Yüksek öncelikli ülke ise, asırı yoksulluğun olduğu ve insani gelisme
sürecinde orta derecede bir ilerleme kaydeden ülkedir. Dolayısıyla ülkelerine
kaydettikleri ilerleme derecelerini ve insani yoksulluk düzeylerini ölçen ve hangi
öncelikte olduğunun karar verilmesine yönelik bir ölçüm olusturulmus olur. Raporda,
örnek ülke olarak Çad için, en üst öncelik belirlenmistir (UNDP, 2003, s. 347-349).
39 Hesaplamada kullanılan genel formülde α değeri 3 olarak kullanılmıstır. α=1 olsaydı, Đnsani Yoksulluk
endeksi, boyutlarının ortalaması halini alırdı. Ancak α arttıkça, her boyuta daha fazla ağırlık verilir ve
dolayısıyla daha fazla yoksunluğun olduğu ifade edilmis olur (Anand ve Sen, 1997; UNDP, 2004, s. 260).
106
2006 yılı ĐGR'de de ayrıca ilk kez nüfusun beste birlik bölümleri için, gelir
gruplarına göre bir insani gelisme endeksi gelistirilmistir. Yeni ölçüm, hem önemli bir
insani gelisme konusunu tartısmaya açmayı hem de çoğu ülkede zengin ile yoksul
arasındaki genis esitsizliklere isaret etmeyi hedeflemistir. On üç düsük ve orta gelirli ve
2 yüksek gelirli olmak üzere on bes ülke için gelistirilmis ve Grimm vd. (2006)
tarafından metodoloji açıklanmıstır. Önce ĐGE'deki gibi, üç boyutun değerleri
hesaplanmıstır. Yasam beklentisi endeksi için Demografik ve Sağlık Anketlerine
dayanarak bebek ölüm oranı verilerinden türetilmis ve ardından bu gösterge, nüfusun
her % 20'lik kısmı için hesaplanmıstır. Hanehalkı gelir anketlerinden yararlanarak
yetiskin okuryazar oranları doğrudan bulunmustur. Yine aynı minimum ve maksimum
değerler ile her % 20'lik kısım için ayrı ayrı hesaplanmıstır. Hanehalkı gelir
anketlerinden yararlanarak elde edilen gelir değerleri de, standart ĐGE'ye uyumlu bir
sekilde hesaplanmıstır. Her üç değer toplanıp, toplam değer 3'e bölünür ve farklı gelir
grupları (her % 20'lik kısım) için insani gelisme endeksi bulunmus olur (UNDP, 2006,
s. 400-401). Ülke içerisindeki gelir gruplarının gelir dağılımını ölçmeye çalısan bu
endeksin sonuçlarına göre, gelir grupları arasında gelir esitsizliğinin yüksek olduğu
sonucuna ulasılmıstır (Grimm vd., 2006, s. 32).
3.4.3.7. Đnsani Gelismede Esitlik ve Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi
Esitlik üzerine yapılan çalısmaların çoğu bu kavramı 'etik bir ideal' olarak
görmüstür. Genelde bu çalısmalar, Sen (1979b)'in 'neyin esitliği' seklinde sorguladığı,
'herhangi bir seyin esitliği' üzerine odaklanmıslardır40. Öyle ki, John Rawls, teorisine
birincil malların esitliğinden bahsederek baslamıstır. Ronald Dworkin, kaynakların
esitliğini teorisinin temeline koymustur. Thomas Nagel ise iktisadi esitlik konusunu ön
plana koymus ve bunun kendi içerisinde önemli bir ahlaki değer barındırdığını ifade
etmistir (Sen, 1992, s. 12; Frankfurt, 1987, s. 21). Dolayısıyla önce değerlendirilecek ve
incelenecek esitlik (veya esitsizlik) bakımından odak alınacak değiskenin -alanınbelirlenmesi
gerekir ve esitsizlik üzerine yapılacak bir çalısmanın belirli bir 'alan'
(space) içermesi önemlidir.
40 'Neyin esitliği' seklindeki bir sorgu, esitlik konusunda öncelikle tüm insanların, oldukça belirgin bir
sekilde birbirlerinden farklı olduğunun kabul edilmesini gerektirir. Öyle ki, insanlar yalnızca -miras ve
çevresel faktörler gibi- dıssal karakteristiklere bağlı olarak değil, -yas, cinsiyet ve fiziksel veya zihinsel
yetenekler gibi- kisisel karakteristiklerine göre de birbirlerinden farklılık gösterirler. Ancak 'insanların
esitliği' retoriği genelde bu farklılıkları görmezden gelmeye eğilimlidir. Dolayısıyla alısılmıs esitsizlik
değerlendirmeleri, bu farklılıkları isaret etmekten uzak kalır (Sen, 1992, s. 1, 28).
107
ĐGE de gelir, eğitim ve uzun ömürlülük boyutlarına odaklandığına göre,
esitsizlik konusunda yapılacak bir analizin bu üç boyuttaki (alan) esitsizliği ölçmesi
gerekir. Anand ve Sen (1994, s. 3) de 'etkinlik argümanı' ve 'adalet argümanı' ile
belirtilen bu üç boyutta bir esitliğe ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Çünkü insani
gelismenin esas unsurları olan sağlık, eğitim ve gelirdeki esitsizlikler insani gelisme
sürecine oldukça önemli bir etkide bulunurlar. Bu süreçte tüm insanların, eğitim sahibi
olma, yeterli derecede beslenme, temiz suya ve diğer temel hizmetlere erisime sahip
olma ve uzun ve sağlıklı bir hayat sürme fırsatına sahip olması gerekir. Esit-olarak
gelistirilen insan kapasiteleri ve esit-olarak dağıtılan fırsatlar, insani gelisme sürecinin
dengesiz (lopsided) ilerlememesini ve elde edilen faydalarının adil olarak paylasılmasını
sağlayabilir (Kovacevic, 2010b, s. 3).
ĐGE, ulusal bir ortalamayı gösterdiği için insanlar arasında temel göstergelerdeki
dağılım (bölüsüm) farklılıklarına karsı duyarsız kalmaktadır (UNDP, 1991, s. 94). Bu
nedenle esitsizliğe karsı duyarlı bir endeks olusturma çabası en basından beri endeksin
odak noktasında yer almıstır. ĐGE'yi esitsizliğe göre uyarlama çabaları ilk olarak 1991
yılı ĐGR'de görülür. Ancak bu çaba insani gelismenin üç unsurunda yalnızca biriyle -
gelir- ilgilidir. Bu raporda sınırlı sayıda ülke (53) için Gini katsayısı dikkate alınarak
yapılan ölçüm sonucunda, ülkeler arasında gelir dağılımlarında farklılıkların önemli
düzeyde olduğu, iki ülke dısında orijinal ĐGE'ye göre yeni endeks değerlerinin düsüs
gösterdiği ortaya atılmıstır (UNDP, 1991, s. 95)41.
Her üç boyut için de esitsizliğe duyarlı bir endeks, ilk olarak Hicks (1997)
tarafından hesaplanmıstır. Hicks (1997, s. 1291)'e göre, 'Đnsani Gelisme Endeksi' adı
altında insani gelismeyi ölçen bir endeks olusturulması önemli bir hedef olmasına
rağmen, bölüsümle ilgili ölçümler de bu endeksin bir parçası olması gerekir. Çünkü
ancak bu her üç boyuttaki esitsizliklerin ölçüme eklenmesi daha tam bir görüntü ortaya
koyar. Hicks, her boyut için [ N = N ‚ (1 − # )] esitsizliği Gini endeksi (G) ile
hesaplar ve denklestirmeyi de hesaba kattıktan sonra su ölçüme ulasır:
 ƒ =
1
3
 ‚\(1 − #\) F + ‚X(1 − #X) + ‚ (1 − # ) "
E: eğitim, S: sağlık ve I: gelir için orijinal endeks değerlerini ifade ederken, ‚\,X,
değeri esitsizliğe uyarlanmıs faktöre verilen ağırlığı gösterir (Hicks, 1997, s. 1292).
Sonuçta da, 1995 yılı ĐGE değerlerine göre kıyasladığı esitsizliğe uyarlanmıs
41 Örnek olarak, Nepal'da Đnsani Gelisme Endeksi'ne göre % 18,8'lik, Brezilya'da % 14,1'lik bir fark
olusmustur. Orijinal endekse göre artıs gösteren iki ülke ise Kore (Cumh.) ile Endonezya'dır.
108
hesaplamasında ülkeler arası büyük farklılıklar gözlemler. Örnek olarak orijinal endekse
göre, Banglades ve Guatemala'da % 56,6'lık bir kaybın olduğunu ifade eder. Dolayısıyla
eğer, esitsizliği dikkate almadan kalkınma kavramsallastırmak istenirse, çoğu ülke için
yanlıs değerlendirmelere ulasmak mümkün olabilir. Ancak böylesi bir ölçümün daha
anlamlı olmasına rağmen, her üç boyutta bölüsüm verisi bulunmasının zorluğu gibi
ampirik zorlukları bulunduğunun da ifade edilmesi gerekir (Hicks, 1997, s. 1293).
Hicks'in Gini katsayısını kullanarak, Sen refah standardına göre yaptığı bu
ölçüm, ne var ki alt-grup uyumlu (subgroup consistent) değildir. Bütün bir bölgenin
toplam insani gelismesinde artıs yasanmasına rağmen, belirli bir grubun insani
gelismesi kötülesip, geri kalan grup da bundan etkilenmiyor olabilir (Seth, 2009, s.
377). Bu nedenle Foster vd. (2005), hem bölüsüme duyarlı hem de alt-grup uyumlu ve
genellestirilmis ortalamalara dayalı bir endeks ortaya koymustur. Atkinson (1970) refah
fonksiyon kümesini ( „)42 kullanılan bu endekste su sekilde bir çok boyutlu ölçüm
yapılır:
„(ƒ) = 1 − …
% „(ƒ)
%(ƒ)
† =  %(ƒ) − % „(ƒ)"/%(ƒ)
ƒ, esitliğe duyarlı genellestirilmis ortalamaları ifade ederken, „(ƒ), ƒ 'deki tüm
boyutların esitsizliklerinin ölçümünü içerir. Dolayısıyla da refah ve esitsizlik arasındaki
bağlantıyı kullanılarak yeni endeks, „, su sekilde olusturulur:
„(ƒ) = (ƒ) 1 − „(ƒ)" = ƒ 1 − „(ƒ)"
Sonuçta, yeni refah fonksiyon kümesine göre „(ƒ) insani gelisme değeri, çok
boyutlu „ Atkinson ölçümü kullanılarak, ƒ boyutlarındaki esitsizlik düzeylerinin
orijinal ĐGE (HDI) değerinden düsülmesiyle hesaplanmıs olur (Foster vd., 2005, s. 19).
Son olarak Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi'nin olusturulması
yolunda, insani gelismede esitsizlik unsurunun ölçülmesine yönelik bir diğer önemli
çalısma da Seth (2009)'in çalısmasıdır. Bu çalısmanın önceki çalısmalardan farkı,
diğerleri bölüsüme duyarlı (distribution sensitive) bir endeks olusturma çabasında iken,
Seth (2009)'in, boyutlar arasındaki korelasyonu dikkate alan birlesime duyarlı
(association sensitive) bir endeks olusturmaya çalısmasıdır. Seth (2009, s. 376) aynı
zamanda bu endeksin politika önerisi yönünden de bölüsüme duyarlı endekse göre daha
önemli olduğunu ifade eder. Buna göre, politika yapıcı, bölüsüme duyarlı endekste,
herhangi bir boyutta yoksul olan bir kisinin her üç boyutta da yoksul olmayabileceği
42 ε esitsizlik parametresini ifade eder. 0 < ε < ∞ olmakla birlikte, ε' nin değeri ne kadar artarsa toplum
esitsizliğe o ölçüde duyarlı hale gelir, yani toplum o ölçüde esitsizdir (Aktan ve Vural, 2002, s. 19).
109
düsüncesi bir ikilem yaratabilir. Dolayısıyla birlesime duyarlı endeks, boyutlar
arasındaki ikamenin sosyal olarak kabul edilebilir bir derecesini ölçüm içerisinde zaten
uyarladığı için, her üç boyutun birlesimini içeren bu endeksin en küçük değeri politika
yapıcının odaklanacağı kisiyi ifade eder (Kovacevic, 2010b, s. 29). Ancak, bu endeks de
insani gelismenin boyutları arasında ayrısmaya izin vermediğinden her boyutun toplam
insani gelismeye katkısının hesaplanmasını zorlastırır (Seth, 2009, s. 394).
Alkire ve Foster (2010), Designing the Inequality-Adjusted Human Development
Index baslıklı çalısmalarında, Foster vd. (2005) tarafından kullanılan metodolojide bazı
değisiklikler yaparak, toplam nüfus içerisinde, insani gelismenin her boyutundaki
bölüsümün esitsizliğe uyarlanmıs halini dikkate alan yeni bir endeks ortaya
koymuslardır. Bu endeks aynı zamanda 2010 yılı raporunda yayımlanan Esitsizliğe
Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi'nin (EĐGE) de altyapısını olusturmustur. Bu ölçüm,
geometrik ortalamaların geometrik ortalaması olarak, her boyut için ayrı olarak
hesaplanmıstır. Buna göre EĐGE, nüfus içerisinde esitsizlik olmadığı durumda değerin,
ĐGE'ye esit olacağını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 217; Kovacevic, 2010b, s. 29).
138 ülke için olusturulan bu endeks, üç adımda hesaplanır. Đlk adımda, asıl
dağılımdaki (underlying distribution) esitsizlik ölçülür. EĐGE, Atkinson (1970)
esitsizlik ölçüm kümesine göre hesaplanır ve ε parametresini 1'e esitler. Bu durumda, ˆ
geometrik ortalama, % aritmetik ortalama iken, esitsizlik ölçümü  = 1 − ˆ/% olarak
hesaplanır. O halde, {N ,…, N } konu edilen boyutlardaki esas dağılımı gösterdiğine
göre, 8 esitliği -eğitim, sağlık ve gelir olmak üzere- her değisken için yeniden su
sekilde ifade edilebilir43:
8 = 1 −
ŠN ,…, N

X
Đkinci adım, her bir boyuttaki ortalama erisimin, X , esitsizliğe uyarlanmasıdır:
X * = X (1 − 8) = ŠN ,…, N

Bu durumda, dağılımın geometrik ortalaması, X *, dağılımdaki esitsizliğe göre
ortalamayı azaltmıs olur. Esitsizliğe uyarlanmıs gösterge endeksleri, Œ, ĐGE
boyutlarındaki göstergelerin 8, (1 − 8) ile çarpılmasıyla elde edilir. O halde;
Œ = (1 − 8) 8
43 Elde edilen esitlikte geometrik ortalama sıfırlı değerlere izin vermediğinden (ve dolayısıyla her boyut
için belirli uyarlamalara ihtiyaç duyulduğundan) ölçümde bazı uyarlamalara gidilmistir (UNDP, 2010, s.
218). ĐGE göstergelerindeki dağılımın esitsizliğinin ölçülmesi konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Alkire ve Foster (2010) ve Kovacevic (2010b).
110
Esitsizliğe uyarlanmıs gelir endeksi ( ∗Œ ) logaritması alınmamıs gayrisafi milli
gelir endeksi ( ∗ ) cinsinden hesaba alınır. Bu, EĐGE'nin gelir esitsizliğinin tüm
etkilerini hesaba katmasını mümkün kılar (UNDP, 2010, s. 218).
Son olarak, üçüncü adımda ise, 'Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi'
hesaplanır. Bu endeks, esitsizliğe uyarlanmıs üç boyuttaki göstergelerin geometrik
ortalamasını ifade eder. Bu adımda, öncelikle logaritması alınmamıs gelir endeksini
içeren EĐGE hesaplanır (EĐGE*). O halde;
Fİ#F ∗= Ž Œ Œ ∗
l = Š(1 − X) X (1 − \) \ (1 −  ) ∗
l
Logaritması alınmamıs gelir endeksini içeren ĐGE de hesaplandıktan sonra
(ĐGE*), ĐGE*'ye göre her boyuttaki esitsizlikleri içeren 'kaybın yüzdesi' hesaplanır:
‘M
ı{ = 1 −
Fİ#F ∗
İ#F ∗
= 1 − Š(1 − X) (1 − \) (1 −  ) l
Gelir dağılımında esitsizliği içeren yüzdelik kaybın, hem ortalama gelir hem de
logaritması için aynı olduğu varsayımıyla sonuç olarak EĐGE su sekilde hesaplanır
(UNDP, 2010, s. 219):
Fİ#F = “
Fİ#F ∗
İ#F ∗
” İ#F = Š(1 − X) (1 − \) (1 −  ) l İ#F
Sekil 3.Seçilmis Ülkeler Đçin Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi Değerleri44
44 Đnsani Gelisme Endeksi ile Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksleri değerleri sırasıyla Çek
Cumhuriyeti için 0,841 ve 0,790; Kore Cum. için 0,877 ve 0,731; Peru için 0,723 ve 0,501; Ukrayna için
111
Esitsizliğe göre hesaplanan yeni endekste ifade edilen kayıp düzeyi yüzdelik
olarak ifade edilir. Buna göre esitsizliğe bağlı olarak, insani gelismedeki toplam kayıp
% 22 iken, ülkeler arasında bu değer en düsük % 6 ile (Çek Cumhuriyeti) en yüksek %
45 (Mozambik) arasında değismektedir (Klugman vd., 2011, s. 35). Aynı zamanda Sekil
3.'de de görüldüğü üzere, -yüzdelik kayıp ve EĐGE toplamını ifade eden- Đnsani Gelisme
Endeksi rakamlarında yüksek değerler sergileyen ülkeler genellikle daha adil bir
dağılıma sahip olmaya yatkındır (UNDP, 2010, s. 72). Öyle ki, çok yüksek insani
gelisme rakamlarına sahip ülkelerin esitsizlik hesaplamaları sonrası ortalama -insani
gelisme- kaybı % 10 iken, düsük insani gelisme rakamlarına sahip ülkelerin % 32'dir.
3.4.3.8. Cinsiyet Esitsizliği Endeksi
Kadınlar ve erkekler, birlikte yasarken, yasamın içeriğini de paylasırlar. Ancak
genellikle çoğu karmasık kosullarda erkeklerle birlikte çalısmalarına rağmen, -esit
olmayan sosyal kosullar nedeniyle- farklı mükafat veya yoksunluklara maruz kalırlar
(Anand ve Sen, 1995, s. 2). Bir toplumda esit olmayan sosyal ve siyasal kosullar,
genellikle kadınların esit olmayan insan kapasitelerine sahip olmasına izin verildiği
anlamına gelir (Nussbaum, 2000, s. 1)45. 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda
hesaplanan Cinsiyet Esitsizliği Endeksi (CEE) de kadınların, üreme sağlığı, yetki ve
iktisadi aktiviteyi içeren üç boyuttaki dezavantajını yansıtmayı hedeflemektedir.
Dolayısıyla endeks, kadınlar ve erkeklerin, bu boyutlara erisimlerinde, aralarındaki
esitsizlikten kaynaklanan insani gelisme kaybını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 219).
Endekste sağlık göstergeleri olarak, anne ölüm oranı (aoo) ve ergen doğurganlık oranı
(edo); yetki göstergeleri olarak en az ortaöğretimden mezun kadın ve erkek nüfusu
(omn) ve parlamentodaki kadın ve erkek koltuk payları (pkp); iktisadi aktivite göstergesi
olarak da kadın ve erkek isgücüne katılım oranları (iko) ele alınmaktadır (UNDP, 2010,
s. 215).
CEE, Seth (2009) tarafından ortaya konulan birlesime duyarlı esitsizlik ölçümü
temel alınarak hesaplanır. Spesifik olarak ise, Gaye vd. (2010, s. 8)'de belirtildiği üzere,
ilk kez 2010 yılında E. Zambrano tarafından ortaya konulan ve göstergeler arasındaki
0,710 ve 0,652; Namibya için 0,606 ve 0,338; Moldova için 0,623 ve 0,539; Gana için 0,467 ve 0,349;
Mozambik için ise 0,284 ve 0,155'tir. Kaynak için bkz. UNDP (2010) ve Klugman vd. (2011, s. 35).
45 Robeyns (2003b, s. 76-84), -asıl hedefinin Batı toplumlarında cinsiyet esitsizliğini incelemek olduğunu
belirttiği- cinsiyet esitsizliği ve kapasiteler üzerine yaptığı çalısmasında, yetki, ev isi ve piyasa dısı
hizmet, bos zaman aktiviteleri, hareketlilik (mobilite), din gibi kapasiteleri de içeren bir liste sunmustur.
112
geometrik ortalamaların cinsiyetler arasındaki harmonik ortalamasını ifade eden belirli
bir yönteme göre ölçülür.
Ölçüme baslamadan önce, ilk olarak, anne ölüm oranı ve parlamentodaki kadın
payı göstergeleri uyarlamaya ihtiyaç duyar. Ardından her cinsiyet grubu için geometrik
ortalamalar kullanılarak boyutlar arasındaki toplam değer hesaplanır. Kadınlar için;
#Q = Ž(
•––
—˜–) ⁄ (™šuQ ‘ Q) ⁄ İ‘™Q
l
.
Erkekler için ise; #\ = Š1 (™šu\ ‘ \) ⁄ İ‘™\ l seklinde hesaplanır.
Ardından, esit olarak dağıtılmıs cinsiyet endekslerine ulasmak için, harmonik
ortalama kullanılarak, cinsiyetler arasında toplam değerler hesaplanır:
›š(#Q, #\) =
(#Q) + (#\)
2
"
Gruplar arasında geometrik ortalamaların harmonik ortalamasını kullanmak,
kadınlar ve erkekler arasındaki esitsizliği ele alır ve boyutlar arasındaki birlesimi
uyarlamıs olur (UNDP, 2010, s. 220).
Bunun ardından, referans alınacak standardı belirleyebilmek adına her gösterge
için aritmetik ortalamaların geometrik ortalaması (# K, E ) hesaplanır. Sonuç olarak da
esit olarak dağıtılmıs cinsiyet endeksinin referans alınan standartla mukayesesi sonucu
CEE su sekilde formüle edilir (UNDP, 2010, s. 220; Gaye vd., 2010, s. 16)46:
œFF = 1 −
›š(#, #—)
# K, E
Endeks değeri 0 ile 1 arasında değisir. Değerin "0" olması boyutlar arasında
cinsiyet esitsizliğinin olmadığı anlamına gelir (Gaye vd., 2010, s. 16). 2010 yılı
raporunun hesaplamasına göre Hollanda 0,174'lük endeks değeri ile ilk sırada yer
alırken, Yemen 0,853'lük değeri ile son sırada yer almaktadır (UNDP, 2010, s. 156-
159). Yani Hollanda, ele alınan boyutlar arasında cinsiyet esitsizliğinin en az olduğu
ülke olurken, Yemen, cinsiyet esitsizliğinin en fazla sorun teskil ettiği ülke olarak
görülmektedir.
Cinsiyet esitsizliğine bağlı tahmini küresel insani gelisme kaybı % 56'dır. Bu
kayıpların çoğu, bölgelere göre bakıldığında, Güney Asya ve Sahra-altı Afrika
46 2010 yılı raporunda, örnek hesaplama Brezilya için yapılmıs ve değer 0,632 olarak bulunmustur. Bu
değer, hesaplamanın yapıldığı 138 ülke içerisinde Brezilya'yı 80. sıraya yerlestirmistir. Brezilya'nın
sıralamadaki bu durumu, yüksek ergen doğurganlık oranına, kadınların parlamentodaki çok düsük payına
ve kadınlar ile erkekler arasındaki isgücüne katılım oranındaki görece yüksek farka bağlanmıstır (Gaye
vd., 2010, s. 18). Endeksin hesaplama yöntemi hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Gaye vd. (2010).
113
ülkeleriyle Arap devletlerinde yoğunlasmaktadır. Nitekim, gelismis OECD ülkelerinde
bu kayıp % 32'ler düzeyindeyken, Güney Asya ülkeleri için kayıp % 74'tür47 (Gaye vd.,
2010, s. 18; Klugman vd., 2011, s. 37). Dolayısıyla bu endeks, sağlık, yetki ve isgücüne
katılım boyutlarında cinsiyet farklılıklarının önemine vurgu yapması nedeniyle, kritik
politika müdahaleleri için de önemli bir gösterge olarak durmaktadır.
3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi
Đnsani Gelisme Raporları'nda ortaya atılan ve bu bölümde incelenecek son
endeks Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE)'dir. Bu endeks, hanehalkı anketlerinden
elde edilen mikro verileri kullanarak sağlık, eğitim ve yasam standartlarında bireysel
düzeyde var olan yoksunluğu tespit etmeyi amaçlar. Buna göre, veri hanedeki her birey
yoksunluk sayılarına bağlı olarak yoksul veya yoksul-olmayan olarak sınıflandırılır. Bu
veriler ardından ulusal yoksulluk ölçümünde bir araya getirilir (UNDP, 2010, s. 221).
Yoksunlukların ve yoksulluğun çok boyutlu olarak ele alınması, dolayısıyla
kendisini yalnızca tek bir yoksunluğa -gelir- odaklanan yoksulluk ölçümünden ayırır.
Ancak böylesi bir yaklasımla insani yoksulluğun anlasılması için yeterli bir ölçüm
yapılması mümkün olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5). ÇYE, temellerini Sen (2004)'in
'kapasite yoksunluğu olarak yoksulluk' düsüncesinden ve Atkinson (2003)'un çok
boyutlu yoksulluğun ölçümüne iliskin ölçüm yönteminden alır. BMGP tarafından
yayımlanan daha önceki yoksulluk endekslerinden de daha genis bir görünüm sunar.
Bourguignon ve Chakravarty (2003, s. 25-26) de yoksulluğun çok boyutlu olarak
tanımlanması gereğini vurgular ve yoksulluğu 'islevlilik eksikliği' veya daha genis
olarak, bireyin refahının her boyuttaki esik düzeylerinden (threshold levels) daha az
olma durumu olarak ifade eder. Dolayısıyla da, çok boyutlu bir yoksulluk ölçümünde,
her boyuttaki farklı yoksunluk derecelerini dikkate almak, analizin ilk adımını olusturur.
Ölçümün yoksunluk göstergeleri ve metodolojisi 2010 yılı raporunun teknik
notlar kısmında ifade edilmistir. Alkire ve Foster (2009) ve Alkire ve Santos (2010)'un
çalısmaları48 endeksin olusturulmasına katkıda bulunmuslardır. Endeks, 104 ülke için,
üç temel boyuttaki insan yoksunluklarına vurgu yapar. Buna göre, sağlık boyutunda iki,
eğitim boyutunda iki ve yasam standardı boyutunda altı tane olmak üzere 10 parça
47 Türkiye'nin 2010 yılı raporunda yayımlanan CEE değeri ise 0,621'dir ve bu, Türkiye'yi 138 ülke
arasında 77. sıraya yerlestirmistir. Türkiye'nin bu düsük değeri, genellikle kadınların düsük eğitim düzeyi
ve düsük isgücüne katılım oranlarından kaynaklanır (UNDP, 2010).
48 Özellikle Alkire ve Santos (2010)'un çalısması, hem endeksi ilk olarak ortaya atması hem de endeksin
metodolojisine iliskin gerekli açıklamaları içerisinde barındırması açısından önemli bir çalısmadır.
114
yoksunluk göstergesi ele alınır. Sağlık boyutu için, çocuk ölüm oranı ve beslenme;
eğitim boyutu için, eğitim yılı ve çocukların eğitime katılımı; yasam standardı için ise,
elektrik, içme suyu, sağlığın korunması, evin dösemesi, yiyecek için kullanılan yakıt ve
sahip olunan varlıklar, göstergeleri ifade eder. Maksimum değer 10'dur. Dolayısıyla her
boyut esit ağırlıklı olmakla birlikte; sağlık ve eğitim boyutlarındaki göstergelerin her
biri 1,67 değerinde (5
:3), yasam standardı boyutundaki göstergelerin her biri ise 0,56
değerindedir (5
:9) (UNDP, 2010, s. 221).
Çok boyutlu olarak yoksulu tanımlamak için; hanehalkı yoksunluğunu (c)
gözlemleyebilmek adına, her hanehalkının yoksunluk puanı özetlenir. "3" değeri, yoksul
ile yoksul-olmayanın ayrımında sınır değer olarak ele alınır. Eğer c değeri 3 veya 3'den
büyükse, bu birey (ve içinde yasayan diğer herkes) çok boyutlu olarak yoksul kabul
edilir. 2 ile 3 arasında bir değere sahip olan bir hanenin ise çok boyutlu olarak yoksul
olma riskine karsı korunmasız olduğu ifade edilir (UNDP,2010, s. 221).
ÇYE, kafa sayım oranı ve yoksulluğun yoğunluğu olmak üzere iki ölçümün
ürünüdür. Kafa sayım oranı ( ), çok boyutlu olarak yoksul olan nüfusun payını ifade
eder. çok boyutlu olarak yoksul olan insanların sayısını ve de toplam nüfusu belirtir:
= / , olarak hesaplanır.
Yoksulluğun yoğunluğu () ise, ortalama olarak yoksunluğa sahip olan yoksul
insanların ağırlıklandırılmıs göstergelerinin (f) payını ifade eder. Yalnızca yoksul
hanehalkları için yoksunluk rakamları özetlenir ve göstergelerin toplam değerine ve
yoksul insanların toplam sayısına bölünür (UNDP, 2010, s. 222):
 =
Σ c


f
ÇYE, 2010 yılı raporunda 104 ülke için hesaplanmıstır ve sonuçlar, azgelismis
ülkeler için daha uygun görünmektedir. Endeks, özellikle Güney Asya ve Sahra-altı
Afrika ülkeleri ile yoksul Latin Amerika ülkelerindeki yaygın yoksunlukları gösterir.
Öyle ki, çok boyutlu yoksulluğun bölgesel oranları Avrupa ve Orta Asya'da bölge
nüfusunun % 3'ünü ifade ederken, Sahra-altı Afrika'sında ise % 65 düzeyine
ulasmaktadır. Toplam çok boyutlu yoksul nüfusa bakıldığında ise, Güney Asya ülkeleri
ise, yaklasık % 51'lik oranla çok boyutlu yoksulluk içerisinde yasayan insanların en
fazla olduğu bölgedir. Sahra-altı Afrika ülkeleri ise yaklasık % 28'lik oranıyla bu
115
ülkeleri takip etmektedir (Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010, s. 98)49. Tablo
11.'de de görüldüğü üzere, ele alınan ülkelerdeki toplam 5 milyar 230 milyonluk
nüfusun yaklasık % 32'si çok boyutlu yoksulluk içerisindedir50 (Alkire ve Santos, 2010,
s. 30).
Tablo 11
Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri
Bölgeler Hesaplamada ele
alınan ülke sayısı
Toplam Nüfus
(milyon, 2007)
Çok boyutlu olarak
yoksul nüfus
(milyon, 2007) ve
bölge toplam
nüfusuna oranı
Çok boyutlu
olarak yoksul
nüfusun toplam
çok boyutlu
olarak yoksul
nüfusa oranı
Avrupa ve Merkez
Asya
24 400 12,2 (% 3) % 0,7
Arap Devletleri 11 217,5 38,9 (% 17,9) % 2,3
Latin Amerika ve
Karayipler
18 491 51 (% 10,4) % 3,1
Güney Asya 5 1.544 843,8 (% 54,7) % 50,9
Doğu Asya ve
Pasifik
9 1.868 255 (% 13,7) % 15,4
Sahra-Altı Afrika 37 710,4 458 (% 64,5) % 27,6
Toplam 104 5.230,9 1.658,9 (% 31,7) % 100
Kaynak: Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010.
Ne var ki, ÇYE de özellikle veri kısıtlarından kaynaklanan bir takım kusurlar
içermektedir. Đlki, her boyut için uygun veriler bulunmadığından, göstergeler hem
eğitim yılı gibi bir çıktı, hem yiyecek için kullanılan yakıt gibi bir girdi, hem de çocuk
ölüm oranı gibi bir stok gösterge olmak üzere farklı gösterge türlerini içerisinde
barındırır. Đkincisi, sağlık verileri görece zayıftır veya verilerin içeriği yetersizdir.
Üçüncüsü, bazı durumlarda eksik veriye odaklanan dikkatli kararların verilmesi
gerekmektedir. Dördüncüsü, siddetli hane içi esitsizliklerin olacağı bilinmekle birlikte,
bunun ölçülebilmesi zordur ve dikkate alınmaz. Besincisi, endeks, yoksullar arasındaki
esitsizliği yansıtmaz. Son olarak da, ülke tahminleri elde olan verilerle yapıldığından ve
veriler 2000 ile 2008 yılları arası farklı yılları içerdiğinden ülkeler arası kıyaslamaları
da kısıtlamaktadır (UNDP, 2010, s. 99-100).
49 Bu, özellikle Hindistan'ın yoğun nüfusu ve bu ülkedeki yoksul nüfusla iliskilendirilebilir. Öyle ki, sekiz
Hindistan eyaletinde, 421 milyon çok boyutlu olarak yoksul insan yasamaktadır. Bu rakam, 26 Afrika
ülkesindeki 410 milyonluk çok boyutlu yoksul nüfusun daha fazlasını ifade eder (UNDP, 2010, s. 98)
50 2010 yılı ĐGR'de 2010 yılı nüfus verileri ele alınarak hesaplanan toplam çok boyutlu yoksul nüfus -
yaklasık- 1 milyar 750 milyondur (UNDP, 2010, s. 96). Hesaplamanın öncüsü olan Alkire ve Santos
(2010, s. 30-33, 45)'un 2007 yılı nüfus verilerini kullanarak yaptığı hesaplamada ise 1 milyar 659 milyon
insan çok boyutlu yoksul olarak ifade edilmistir. Ayrıca aynı ölçüme göre, bu nüfusun 1 milyar 388
milyonluk kısmı da kırsal alanlarda yasamaktadır.
116
Son olarak, Tablo 12., 2010 yılı ĐGR'de sunulan tüm endekslerin boyutlarına,
göstergelerine ve hesaplanmasına iliskin özet bilgileri içermektedir (UNDP, 2010: 215):
Tablo 12. 2010 Yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin Hesaplanması
Đnsani
Gelisme
Endeksi
(ĐGE)
Boyutlar Uzun ve sağlıklı
yasam
Bilgi Đyi bir yasam
standardı
Göstergeler Doğumda yasam
beklentisi
Ortalama
eğitim yılı
Beklenen
eğitim yılı
PPP cinsinden
kisi basına gelir
Boyut
endeksi
Yasam beklentisi
endeksi
Eğitim endeksi Gelir endeksi
Đnsani Gelisme Endeksi (ĐGE)
Esitsizliğe
Uyarlanmıs
Đnsani
Gelisme
Endeksi
(EĐGE)
Boyutlar Uzun ve sağlıklı
yasam
Bilgi Đyi bir yasam
standardı
Göstergeler Doğumda yasam
beklentisi
Ortalama
eğitim yılı
Beklenen
eğitim yılı
PPP cinsinden
kisi basına gelir
Boyut
endeksi
Yasam beklentisi Eğitim yılı Gelir/tüketim
Esitsizliğe
uyarlanmıs
endeks
Esitsizliğe
uyarlanmıs
yasam beklentisi
endeksi
Esitsizliğe uyarlanmıs eğitim
endeksi
Esitsizliğe
uyarlanmıs gelir
endeksi
Esitsizliğe Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi (EĐGE)
Cinsiyet
Esitsizliği
Endeksi
(CEE)
Boyutlar Sağlık Yetki Đsgücü piyasası
Göstergeler Anne
ölüm
oranı
Ergen
doğurganlık
oranı
En az orta
öğretimden
mezun kadın
ve erkek nüfus
Parlamentoda
kadın ve
erkek koltuk
payları
Kadın ve erkek
isgücüne katılım
oranları
Boyut
endeksi
Kadın üreme
sağlığı endeksi
Kadın yetki
endeksi
Kadın isgücü
piyasası
endeksi
Erkek
yetki
endeksi
Erkek
isgücü
piyasası
endeksi
Kadınlar için
cinsiyet
endeksi
Erkekler için
cinsiyet endeksi
Cinsiyet Esitsizliği Endeksi (CEE)
Çok
Boyutlu
Yoksulluk
Endeksi
(ÇYE)
Boyutlar Sağlık Eğitim Yasam Standardı
Göstergeler Beslenme Çocuk
ölüm
oranı
Eğitim
yılı
Okula
kayıtlı
çocuk
a) Yiyecek için yakıt,
b) tuvalet, c) su, d) elektrik,
e) temiz döseme, f) varlıklar
Yoksulluk
ölçümleri
Kafa sayım oranı Yoksulluğun yoğunluğu
Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE)
Kaynak: UNDP, 2010, s. 215.
117
BÖLÜM IV
ĐNSANĐ GELĐSME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐSMEKTE
OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARSILASTIRILMASI
4.1. Gelismekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelismenin Önemi
Son yıllarda hızla gelisen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan çarpıcı yenilikler ve
değisimler, dünya üzerinde yasayan insanların birbirileriyle etkilesimlerini de önemli
ölçüde değistirmistir. Değisim kavramıyla birlikte böylece artık 'yeni dünya düzeni'
olarak adlandırılan bir düzen içine girilmistir. Küresellesme olarak adlandırılan bu olgu
ile birlikte dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapılar da birbirinin içine girerek
bütünlesmeye baslamıs ve her anlamda -sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasaldünyaya
açılma ve dünya ile bütünlesme söz konusu olmustur.
4.1.1. Gelismekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri
Dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapıların birbirleriyle bütünlesme çabası
özellikle gelismekte olan ülkelere özgü karakteristik sorunların da ortaya çıkmasını
sağlamıstır. Günümüz gelisen dünyasında ülkeler arasında büyük farklılıkların olduğu
açıktır. Bu farklılıklar veya karakteristik sorunlar, bazı ülkelerin neden zengin,
diğerlerininse neden yoksul olduğunun altında yatan nedenlerin en önemlisidir. Bir
ülkeyi diğerlerinden daha zengin kılan unsurlar, oldukça ilgi görmektedir. Çoğu iktisatçı
ulusların farklı zenginlik düzeylerini, salt iktisadi nedenlere bağlarken, diğerleri coğrafi,
hukuki, politik, kültürel, dini veya tarihi gibi farklı nedenlere bağlamaktadır.
Az gelismis (veya daha genel olarak gelismekte olan) ülkelerin karakteristik
özellikleri incelendiğinde, bu ülkelerin birtakım 'kronik' sorunlarla bas etmeye
çalısmakta oldukları görülmektedir. Bunlardan ilki, bu ülkeler içerisinde bir
kısırdöngünün varlığıdır. Çünkü çok düsük gelir düzeyleri -daha önceki bölümde ifade
edildiği gibi- düsük verimlilik ve iktisadi durgunlukla sonuçlanır. Elbette bu
kısırdöngüden kurtulmanın birtakım yolları mümkündür. Öyle ki, mevcut dönemde
hızla gelisme gösteren G. Kore ve Tayvan gibi ülkelerin de bir zamanlar dünyanın en
fakir ülkeleri arasında oldukları bilinmektedir. Zaman içerisinde bu ülkeler bulundukları
kısırdöngüden kurtularak gelisme kaydetmislerdir (Todaro ve Smith, 2009, s. 57).
118
Bir diğer özellik, dünya üzerindeki farklı 'beseri sermaye' düzeyleridir. Eğitim,
sağlık ve beceriler düzeyinde tanımlandığında, gelismekte olan ülkelerin çok büyük bir
düzeyinin hala çok büyük sorunlarla karsı karsıya olduğu görülmektedir. Hızlı gelisme
gösteren gelismekte olan ülkelerin eğitim ve sağlık standartları, gelismis ülkelerin
standartlarına daha yakın olsa da, daha düsük gelir düzeyli ülkeler hem eğitim hem de
sağlık konusunda çok büyük sıkıntılar yasamaktadır. Her ne kadar Doğu Asya ülkeleri
sağlık konusunda görece daha iyi durumda olsalar da, Sahra-altı Afrika ülkeleri halen
yetersiz beslenme, sıtma, AIDS ve parazit enfeksiyonu gibi sorunlarla mücadele etmeye
devam etmektedir. Sekil 4. bu ülkelerde yasanan sağlık problemlerinin yalnızca bir
boyutunu gözler önüne sermektedir. Güney Asya ülkeleri de bir takım gelismeler
kaydediyor olsalar da1 halen hem yüksek oranda okuryazar olmama, düsük okullasma
gibi eğitim sorunları, hem de yetersiz beslenme gibi sağlık sorunları yasamaya devam
etmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 59).
Sekil 4. HIV/AIDS ile yasayan çocuk ve yetiskin insan sayısı (bin)
Kaynak: UNAIDS (2010).
Bu ülkelere ait üçüncü karakteristik özellik, bu ülkelerdeki yüksek esitsizlik ve
mutlak yoksulluk düzeyleridir. Dünyada, en zengin yüzde %20'lik kesim ile en yoksul
%20'lik kesimin milli gelirden aldıkları paylar arasında büyük esitsizlikler
1 Gelismekte olan ülkelerin de zaman içerisinde birtakım gelismeler gösterdikleri özellikle Đnsani Gelisme
Raporları'nda da değinilen bir konudur. Bu çerçevede, Hindistan'da da eğitim ve sağlık sorunları devam
etmekle birlikte, örneğin bu ülkede ilkokula kayıt oranı (net) 1990'lardaki %68'lik düzeyden, 2008 yılında
%91 düzeyine çıkmıstır. Aynı sekilde Banglades'te de ilkokula kayıt oranı (net), 1990'lardaki %64'lük
düzeyden %86 düzeyine çıkmıstır.
http://data.worldbank.org/indicator/SE.PRM.NENR/countries/BD-8S-XM (Erisim Tarihi: 03.05.2011).
22.500
4.100
1.500
1.400
1.400
820
770
460
240
57
20.300
3.800
1.200
1.100
760
630
350
180
240
29
Sahra-altı Afrika
Güney ve Güneydoğu Asya
Kuzey Amerika
Orta ve Güney Amerika
Doğu Avrupa ve Orta Asya
Batı ve Orta Avrupa
Doğu Asya
Ortadoğu ve Kuzey Afrika
Karayipler
Okyanusya
2001 yılı 2009 yılı
119
görülmektedir2 (UNDP, 1996, s. 13). Bugün, küresel olarak en yoksul %20'lik kesim,
dünya gelirinden %1,5'luk bir pay almakta ve yaklasık bir milyar insan günlük bir
doların altında bir gelirle hayatlarına devam etmektedir. Esitsizliğin özellikle Sierra
Leone, Lesotho ve Güney Afrika gibi Afrika ülkelerinde en yüksek düzeylere eristiği
görülmekle birlikte, özellikle Ortadoğu ve Sahra-altı Afrika ülkeleri için büyük sorunlar
teskil ettiği gözlemlenmistir. Bir ülkedeki yoksulluğun boyutları milli gelirin ortalama
düzeylerine ve bunun dağılımının esitsizlik derecelerine bağlı olduğu varsayımı altında,
gelir ne kadar esitsiz dağıtılmıssa, yoksulluğun görülme derecesi o kadar artacaktır.
Dolayısıyla düsük ortalama gelir düzeylerine bağlı olarak bugün, asırı yoksulluk
içerisindeki yoksulların büyük bir kısmı Sahra-altı ülkelerinde ve Güney Asya'da
yasamlarını sürdürmeye çalısmaktadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 59-61).
Diğer bir özellik, bu ülkelerde görülen yüksek nüfus artıs oranlarıdır. Sanayi
Devrimi'nden bu yana dünya nüfusu büyük oranlarda artıs göstererek, 1800 yılında 1
milyar insandan, 1900 yılında 1,65 milyar insana ve 2000 yılında 6 milyar insana
ulasmıstır. Hızlı nüfus artısı, Avrupa ve diğer bugünün sanayilesmis ülkelerinde
baslamıs olsa da, son yıllarda gelismekte olan ülkeler çok daha hızlı nüfus artıs
oranlarına ulasmıslardır. Öyle ki bugün dünya nüfusunun 5/6'sından daha fazlası
gelismekte olan ülkelerde yasamlarını sürdürmektedir3 (Todaro ve Smith, 2009, s. 62).
Besinci özellik, bu ülkelerdeki sosyal farklılasmanın (farklı gruplara ayrılma)
çok yüksek düzeyde olmasıdır. Düsük gelirli ülkeler genelde daha sık olarak etnik, dilsel
veya diğer baska sosyal gruplara ayrılma eğilimindedirler (Todaro ve Smith, 2009, s.
63). Bu bağlamda literatürde etnik çesitliliğin iktisadi performans üzerindeki etkilerini
incelemeye odaklanan birçok çalısma mevcuttur. En önemlilerinden biri olan Easterly
ve Levine (1997), Afrika'nın ekonomik yapısına değindikleri çalısmalarında, bu kıtadaki
ülkelerin karsı karsıya oldukları yetersiz büyüme -ve dolayısıyla düsük gelire sahip
olma- sorununun düsük oranda okullasma, siyasi istikrarsızlık, gelismemis finansal
2 Gelir esitsizliği, Türkiye için de sorun teskil eden bir durumdur. Öyle ki, Türkiye'de en zengin yüzde
%20'lik kesimin milli gelirden aldığı pay 2008 yılına göre %45,8 iken, en yoksul yüzde %20'lik kesimin
milli gelirden aldığı pay %5,7'dir. Türkiye için Gini endeks değeri de aynı yıl 40,0 olarak gerçeklesmistir.
http://data.worldbank.org/topic/poverty (Erisim Tarihi: 04.05.2011).
3 Bu ülkelerdeki kaba (crude) doğum oranı, gelismis ülkelere göre çok daha fazladır. Dünya Bankası 2009
yılı verilerine göre, -ortalama olarak- Sahra-altı Afrika ülkelerinde bu oran 1000 kisi basına 38 iken,
Güney Asya ülkelerinde 1000 kisi basına 24, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde 1000 kisi basına 23
ve Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde ise 1000 kisi basına 18'dir (değerler azalma eğilimindedir).
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde bu rakam, kısmen Çin'deki doğum kontrol uygulamalarına da bağlı
olarak diğerlerine nispeten düsüktür ve 1000 kisi basına 14'dür. Yüksek gelirli ülkelerde ise bu rakam
1000 kisi basına 11-12 kisi düzeylerindedir. Sonuç olarak özellikle Sahra-altı Afrika ülkelerinin, gelismis
ülkelere göre 3 kattan daha fazla kaba doğum oranı rakamlarına ulastığı görülmektedir.
http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.CBRT.IN (Erisim Tarihi: 04.05.2011).
120
sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları, yüksek bütçe açıkları ve yetersiz altyapı gibi
iktisadi ve iktisadi olmayan bir çok baska faktör tarafından belirlendiğini ifade
etmislerdir. Aynı zamanda yüksek etnik çesitliliğin, düsük oranda okullasma,
gelismemis finansal sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları ve yetersiz altyapıyla
yakından iliskili olduğu sonucuna ulasmıslardır (Easterly ve Levine, 1997, s. 1241).
Collier (1998, s. 12) de etnik olarak gruplara ayrılmıs toplumların daha homojen
toplumlara göre daha kötü iktisadi performans göstermelerinin olası olduğuna değinmis,
aynı zamanda böylesi bir farklılasmanın sivil savas ve siddetli çatısmaların nedeni
olduğuna yönelik bir varsayımın da olduğunu belirtmistir. Bunun da Afrika'daki düsük
oranda büyüme ve yüksek oranda sivil savas örnekleriyle desteklendiğini ifade etmistir4.
Gerçekten de etnik özellikler ve din faktörü kalkınma çabalarının basarısı veya
basarısızlığında çok önemli bir rol oynamaktadır. Todaro ve Smith (2009, s. 64)'e göre
de bir ülkede ne kadar fazla etnik, dil ve din farklılasması varsa, o ülkede o kadar iç
mücadele ve siyasi istikrarsızlık mevcuttur. Dolayısıyla da Güney Kore, Tayvan,
Singapur ve Hong Kong gibi halihazırdaki basarılı kalkınma deneyimlerine sahip
ülkelerin kültürel olarak homojen toplumlarda meydana gelmesi oldukça olağandır.
Alesina vd. (2003, s. 183) de elde ettikleri ampirik sonuçlar neticesinde, etnik ve dilsel
farklılasmanın -dine nazaran daha fazla oranda- hem çıktı (büyüme) bazında iktisadi
basarının, hem refah kalitesinin (okuryazarlık oranı gibi), hem de kurumların kalitesinin
(politik özgürlük gibi) önemli belirleyicileri olduğu sonucuna ulasmıslardır.
Dünyadaki azgelismis ülkelerin yarısından fazlası halihazırda etnik iç çatısma
tecrübesi geçirmislerdir. Sadece 1990'lı yıllarda Afganistan, Ruanda, Mozambik, Sri
Lanka, Irak, Hindistan, Somali, Etiyopya, Liberya, Angola, Myanmar, Sudan,
Yugoslavya, Haiti, Endonezya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde gerçeklesen etnik
ve dini çatısmalar onlarca ölüm ve yıkıma neden olmustur (Todaro ve Smith, 2009, s.
64). Öyle ki, Ruanda'da 1994 yılında Hutu ve Tutsi'ler arasında gerçeklesen iç
çatısmada toplam nüfusun % 13'ünü ifade eden 1.1 milyon insanın öldüğü (Reyntjens,
2004, s. 178), soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan5 ve yasamlarını sürdüren
4 Burada Collier (1998)'in çalısmasına bağlı olarak değinilmesi gereken bir konu mevcuttur: Collier
(1998, s. 12), çok yüksek oranda gruplara ayrılmıs toplumların, çok düsük oranda gruplara ayrılmıs
toplumlardan daha güvenli olduğuna değinmeyi de ihmal etmez, asıl sorunun orta-derecede (middlelevels)
bir gruplara ayrılma olduğunu ve böylesi bir farklılasma düzeyinin siddete yatkın olduğunu ve
iktisadi büyümeyi olumsuz etkilediğini belirtir. Ayrıca yine aynı çalısmasında, etnik olarak gruplara
ayrılmıs ülkelerde siyasi kurumların, daha homojen ülkelere göre daha fazla önem arz ettiği sonucuna
ulasır ve barıs kosullarına demokratik bir yapılanmayla erisileceğini ifade eder.
5 Halihazırda iç savas yasamıs bir çok baska ülke de, tecavüzün bir savas silahı olarak kullanılmasına
örnek olarak verilebilir. Aslında son yirmi yıldır Burundi, Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti,
121
kadınların yüzde %70'inin HIV pozitif olduğu6 (Kayitesi-Blewitt, 2006, s. 318),
dolayısıyla böylesi bir siddet olayının ölüm oranı, hastalık oranı ve fiziksel, psikolojik
ve sosyal sakatlıkla doğrudan ilintili olduğu (Krug vd., 2002, s. 222), sonucunda da
insani gelismeyi büyük sekteye uğrattığını göz ardı etmemek gerekir.
Gelismekte olan ülkelere ait bir diğer özellik, kırsal nüfusun fazlalığına rağmen
hızlı kırdan kente göç düzeyidir. Tablo 13.'de de görüldüğü üzere, gelismekte olan
ülkelerde, kırsal kesimde yasayan nüfusun oranı gelismis ülkelere göre daha fazladır.
Kırsal alanlar, nispeten daha yoksuldurlar ve piyasa olanaklarını kaçırma, kısıtlı bilgiye
ve toplumsal tabakalasmaya sahip olma gibi sorunlardan daha yoğun olarak zarar
görmektedirler. Aynı zamanda kırsal nüfusun kente göç oranı da hızlı bir sekilde
artmaktadır ve bu da kendine özgü daha birçok problemi beraberinde getirmektedir
(Todaro ve Smith, 2009, s. 65).
Tablo 13
Gelismis Ülkelerin ve Gelismekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları
Bölge Toplam Nüfus (milyon, 2010) Kentsel Nüfus Payı (%)
Dünya 6,892 50
Gelismis Ülkeler 1,236 75
Gelismekte Olan Ülkeler 5,656 44
Sahra-altı Afrika 865 35
Kuzey Afrika 209 50
Güney-Merkez Asya 1,755 31
Güneydoğu Asya 597 42
Doğu Asya 1,571 52
Batı Asya 235 69
Latin Amerika ve Karayipler 586 77
Doğu Avrupa Ülkeleri 295 69
Kaynak: Population Reference Bureau (2010).
Gelismekte olan ülkelere ait yedinci özellik, bu ülkelerdeki düsük sanayilesme
ve imalat ihracatı düzeyleridir. Sanayilesme, ulusal iktisadi güç kazanımı açısından
önemli bir yer tutar ve yüksek verimlilik ve yüksek gelirle de yakından iliskilidir.
Ancak, özellikle çoğu Afrika ve Asya ülkesi için halen tarım, üretimde büyük yer tutar
ve bu üretime dayalı istihdam da genel toplam içerisinde büyük paya sahiptir. Elbette
düsük sanayilesme düzeyine bağlı olarak bu ülkeler, görece düsük tarımsal ürün ve
maden ihracatına bağlı bir dıs ticaret politikası izlerler (Todaro ve Smith, 2009, s. 65).
Çad, Fildisi Sahili, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Liberya, Nijerya, Ruanda, Sierra Leone,
Somali, Sudan ve Uganda'da bu tür cinsel istismar olayları rapor edilmistir (Arieff, 2009). Bunlardan bir
tanesi olan ve 1991-2002 yılı arasında iç savas yasayan Sierra Leone'deki cinsel istismar olaylarının
değerlendirmesini içeren bir çalısma için bkz. Denov (2006).
6 Soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan on yedi kurbanın gözünden, soykırımı ve cinsel istismar
sonrası hayatlarına devam etme cesaretlerini anlatan bir çalısma için bkz. de Brouwer ve K-Chu. (2009).
122
Bir baska özellik de, gelismekte olan ülkelerin içinde bulunduğu coğrafyanın
olumsuz etkileridir. Đktisat literatüründe ülkelerin bulundukları coğrafya ile iktisadi
kalkınma arasındaki iliskiye değinen ve farklı bakıs açılarını içeren bir çok çalısma
(Landes, 1998; Gallup vd., 1999; Rodrik vd., 2002, Bosker ve Garretsen, 2008)
mevcuttur. Örneğin; entegrasyon, kurumlar ve coğrafyanın gelir düzeyi arasındaki
iliskisini inceleyen çalısmalarında Rodrik vd. (2002, s. 12, 24), coğrafyanın gelir düzeyi
üzerinde dıssal bir etkisinin bulunduğunu, kurumların kalitesine de bağlı olarak gelir
düzeyinin artırılmasını dolaylı olarak etkilediğini ifade etmislerdir. Đktisadi ve siyasi
kurumların yanında coğrafyanın iktisadi kalkınmada oldukça önemli bir rol oynadığını
ifade eden Gallup vd. (1999) ise, elde ettikleri ampirik sonuçlara göre, merkezi
piyasalara uzaklığın iktisadi büyüme ile iliskisine ait güçlü sonuçlara ulasamamakla
birlikte7, tropik iklimin iktisadi büyüme üzerinde olumsuz, kıyı seridinde yasayan
nüfusun fazlalığın ise olumlu etkisi olduğu sonucuna ulasmıslar, aynı zamanda tropik
iklimin de sıtma hastalığının yaygınlığıyla yakından iliskili olduğunu ifade etmislerdir.
Ardından sonuçlarını bölgeler bazında incelemisler ve özellikle Afrika'nın tropikal
konumundan etkilendiğini ve dolayısıyla bu bölgede sıtma hastalığının fazla yaygın
olduğunu, kıyı seridinde yasayan nüfusun payının ise az olduğunu belirtmislerdir
(Gallup vd., 1999, s. 26). Gerçekten de gelismekte olan ülkelerin çoğu tropikal veya
astropikal (dönence altı) bölgelerde konumlanmıslardır. Coğrafi konumları itibariyle, bu
ülkeler, tropik iklime özgü zararlı ve parazitlerden, sıtma gibi bölgesel hastalıklardan,
su kaynakları kısıtlarından ve asırı sıcaklardan diğer ülkelere göre daha fazla zarar
görmektedirler. Ayrıca bu ülkeler, petrol-zengini Basra Körfezi ülkeleri istisna olmak
üzere, genelde doğal kaynaklar yönünden de yoksuldurlar (Todaro ve Smith, 2009, s.
67)8. Son olarak kalkınma sorunlarına doğal çevre açısından yanıt verme çabasında olan
Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eseri de bu bağlamda önemlidir.
Ülkelerin kalkınmalarının 'coğrafi sans'a bağlı olduğuna değinen ve otuz yıldan uzun
süre Yeni Gine'de arastırma yapan Diamond (2010) da, sonuç olarak ülkeler arasındaki
farklı kalkınma düzeylerini coğrafi kosullara bağlamaktadır.
7 Coğrafi olarak, piyasaya erisim konusunda Bosker ve Garretsen (2008), 48 Sahra-altı Afrika ülkesi
üzerinde 1993-2002 yılları arasını kapsayan ampirik bir çalısma yapmıslar ve piyasaya erisimin kisi
basına geliri her zaman olumlu olarak etkilediği sonucuna ulasmıslardır.
8 Elbette coğrafya faktörü, bir kader olarak da görülmemelidir. Halihazırda Sahra-altı ülkelerinde tropikal
hastalıkların kontrolü üzerine büyük çabalar harcanmaktadır. Aynı zamanda coğrafi konumun kader
olmamasından hareketle, Malezya ve Singapur gibi ülkelerin de benzer tropikal iklime sahip olduklarını
belirtmekte de fayda vardır. Bu ülkeler de geçmislerinde sıtma hastalığıyla büyük sorunlar yasamıslardır.
Ancak ulusal çapta bilinçli bir projeyle bu hastalığı ülkelerinden yok etmislerdir.
123
Burada gelismekte olan ülkelerle ilgili değinilecek bir diğer özellik, bu
ülkelerdeki azgelismis finansal ve diğer piyasalardır. Aksak piyasaların ve eksik
bilginin varlığı bu ülkelerde oldukça yaygındır; bu nedenle yerel piyasalar, özellikle de
finansal piyasalar daha verimsiz bir sekilde isler (Todaro ve Smith, 2009, s. 67).
Dolayısıyla, böylesi bir olumsuz özelliğin varlığı, bu ülkelerin gelisme süreçlerinin
yavaslamasında önemli bir etkide bulunur.
Gelismekte olan ülkelere ait onuncu ve sonuncu karakteristik özellik ise, bu
ülkelerin sömürgeciliğin etkilerinden kurtulamamalarıdır. Çünkü tarihsel çerçevede bu
ülkelerin çoğu bir zamanlar Avrupa ülkelerinin sömürgesi oldukları için, genellikle daha
önce sömürgesi oldukları bu gelismis ülkeler tarafından kurulan kurumların etkisi
altında kalkınmalarını gerçeklestirmeye çalısırlar ve bu kurumların özellikleri
sömürgecilik döneminin özelliklerini tasıdığından genelde bu ülkeler için olumsuz
etkiler doğururlar. Bununla bağlantılı olarak değinilmesi gereken bir diğer konu da bu
ülkelerin uluslararası iliskilerde örgütlenme sorunları yasadıkları ve etkili durumda
olmadıklarıdır. Dolayısıyla da uluslararası pazarlık konularında da gelismis ülkelere
göre çok daha zayıf konumdadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 68-69).
Dünya nüfusunun oldukça büyük bir kısmını olusturan gelismekte olan ülkelere
ait bu karakteristik özellikler, onların kalkınma çabalarında karsılastıkları zorlukların
anlasılması açısından da önemlidir. Bu nedenle evrensel geçerliliği olan politikaların
uygulanması yerine farklı bölgelerin farklı olumsuz karakteristik özelliklerini giderecek
çok boyutlu bir anlayısa gereksinim duyulmaktadır.
4.1.2. Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelismenin Önemi ve Seçilmis
Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelismenin Đncelenmesi
Gelismekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin ve yasam standartlarının
anlasılması için 'insani gelisme' düzeylerinin anlasılması çok daha önemlidir. Bu
bağlamda 'Đnsani Gelisme Endeksi' olarak bilinen endeksin farklı gelismekte olan
ülkeler için ne anlam ifade ettiği ve bu sürecin, bu ülkeler için önemine değinilecektir.
Đnsani Gelisme Endeksi'nin tarihsel olarak gelisimi, farklı ülke grupları arasında
incelendiğinde, ülkeler arasındaki insani gelisme farkları9 açık bir sekilde ortaya
9 Kenny (2011, s. 4-13), küresel kalkınmanın aslında doğru yolda ilerlediğini, Afrika ülkelerinin ve diğer
bazı ülkelerin gelir büyümesinde sorun yasamalarına rağmen, sağlık, eğitim, cinsiyet esitliği, güvenlik ve
insan hakları konularında tarihi olarak benzersiz gelisme kaydettiklerini ve sadece gelire odaklanmanın
bu gelismeleri göz ardı ettiğini ifade eder. Aynı zamanda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin de
124
çıkmaktadır. Tablo 14.'de de görüldüğü üzere, gelismis ülkeler ile gelismekte olan
ülkeler arasında gözle görülür insani gelisme farkları varken, özellikle Sahra-altı Afrika
ülkeleri gelismis ülkelerin çok gerisinde kalmakta, Güney Asya ve Arap Devletleri de
bu ülkelere göre nispeten düsük insani gelisme değerleri göstermektedir. Ancak, Güney
Asya ve Arap Devletleri'nin son 30 yıldaki insani gelisme değerlerinin gelisimi dikkate
değerken, insani gelisme düzeylerinde en hızlı gelismeyi Doğu Asya ve Pasifik
Ülkeleri'nin, en ağır gelismeyi de Sahra-altı Afrika ülkelerinin gösterdiği görülmektedir.
Tablo 14
Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelisme Endeksi Trendinin Karsılastırılması
Bölgeler/Yıllar 1980 1990 2000 2005 2006 2007 2008 2009 2010
OECD ülkeleri
(Gelismis ülkeler)
0.754 0.798 0.852 0.868 0.871 0.874 0.876 0.876 0.879
OECD-dısındaki
Gelismis Ülkeler:
0.701 0.761 0.799 0.829 0.833 0.838 0.839 0.840 0.844
Arap Devletleri 0.396 0.470 0.525 0.562 0.565 0.571 0.576 0.583 0.588
Avrupa ve Orta
Asya Ülkeleri
0.503 0.660 0.648 0.679 0.687 0.694 0.699 0.698 0.702
Doğu Asya ve
Pasifik Ülkeleri
0.383 0.466 0.559 0.600 0.610 0.621 0.629 0.636 0.643
Latin Amerika ve
Karayipler
0.573 0.614 0.660 0.681 0.689 0.695 0.700 0.699 0.704
Güney Asya 0.315 0.387 0.440 0.481 0.489 0.499 0.504 0.510 0.516
Sahra-altı Afrika 0.293 0.354 0.315 0.366 0.372 0.377 0.379 0.384 0.389
Kaynak: UNDESA (2009), Barro ve Lee (2010), UNESCO Institute for Statistics (2010), World Bank
(2010b) ve IMF (2010) verileriyle Birlesmis Milletler Gelisme Programı veritabanından yararlanarak
olusturulmustur. http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erisim: 28.05.2011).
Ortaya çıkısından bu yana ĐGE incelendiğinde, insani gelisme düzeylerinde
önemli bir ilerlemenin olduğu görülmekte10, ama aynı zamanda bu ilerlemenin ülkeler
arasında farklılıklar gösterdiği de dikkati çekmektedir. Genel olarak en hızlı ilerlemenin
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde görüldüğü ve bunu Güney Asya ve Arap ülkelerinin
takip ettiği görülmektedir. 2010 yılı ĐGR'de aynı zamanda en hızlı ve en düsük ilerleme
kaydeden on ülke de incelenmistir ve Sekil 5-6.'da bu ülkeler gösterilmistir. En hızlı
gelisme kaydeden ülkelerin, Doğu ve Güney Asya ülkeleri ile Arap ülkeleri oldukları
görülmektedir. Listede bulunan bes Arap ülkesi, petrol zenginliklerini gelir-dısı
göstergelere de aktarabildikleri için insani gelisme endeksi değerlerinde hızlı bir
sağlık değerlerinde 'mucize' sergilediklerini ve kırk yıllık süreçte doğumda yasam beklentilerini 48 yıldan
69 yıla çıkardıklarını ifade ederek, böylesi basarıların farkına varmanın gereğini vurgular.
10 2010 yılı raporunda sunulan ve eski göstergelerle (2009 yılı) yeni ölçüm yöntemi kullanılarak
hesaplanan melez (hybrid) Đnsani Gelisme Endeksi (UNDP, 2010, s. 26) ile hesaplanan değerlere göre,
1970'den bugüne 135 ülke arasından 3 ülke hariç bütün ülkelerin insani gelisme düzeylerinde bir artıs
yasanmıstır. Düsüs yasayan bu üç ülke de Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Zambiya ve Zimbabve'dir.
125
ilerleme kaydedebilmislerdir. Öyle ki, petrol zenginliğinin avantajıyla ve bu zenginliği,
sağlık ve eğitime dönüstürebilmesiyle Arap ülkelerinden biri olarak Umman, en hızlı
gelisme yasayan ülke olurken, Çin, Nepal ve Endonezya gibi Asya ülkeleri, bu ülkeyi
takip etmektedir. Özellikle çok düsük endeks rakamlarından baslayarak gösterdikleri
yüksek ilerlemeyle Nepal ve Laos ise dikkate değer ülkelerdendir (UNDP, 2010, s. 27).
Sekil 5. Son 40 Yılda Đnsani Gelisme Düzeylerinde En Hızlı Gelisme Kaydeden Ülkeler
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erisim Tarihi: 12.05.2011).
En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin basarılarının ardında insani gelisme
endeksinin gelir-dısı unsurlarına verdikleri önem ve bu çerçevede uyguladıkları kamu
politikaları etkilidir. Öyle ki Umman, okula kayıt oranı ve okuryazarlık oranını
1970'deki düzeyine göre dört kat, doğumda yasam beklentisini de 27 yas artırmıstır.
Aynı zamanda 1970'den 2000'e kamu sağlık harcamalarında da altı kat artıs
görülmüstür. Yine Nepal'ın da eğitim ve sağlık göstergelerindeki etkileyici gelismesinin
altında büyük orandaki kamu politikası çabaları yatmaktadır. 1971'de tüm çocuklar için
ücretsiz ilköğretim yasallastırılmıs, bu 2007'deki ortaöğretimin de ücretsizlestirilmesi
seklinde genisletilmistir. Okula kayıt oranı artmakla birlikte, okuryazarlık oranı da
artmıstır. Bebek ölüm oranlarındaki belirgin azalıs da sağlıktaki genel basarı için bir
göstergedir (UNDP, 2010, s. 54). Öyle ki Nepal, hem okuryazarlık, hem doğumda
yasam beklentisi, hem de okula kayıt oranı göstergelerinde en hızlı gelisme kaydeden
126
ülkelerdendir. En hızlı okuryazarlık ve doğumda yasam beklentisi gibi göstergelere
odaklandığında bunların dünyadaki en hızlı gelir büyümesi kaydeden ülkelerde
meydana gelmediği, bunun yerine Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerin
düsük ve orta gelirli ülkelerinin altkümesinden olustuğu görülmektedir (Molina ve
Purser, 2010, s. 27). Buna bağlı olarak Nepal'ın iktisadi büyümesi o kadar belirgin
değildir. Ülkede issizlik mevcuttur ve halen yoksul bir ülkedir. Özellikle kent ve kırsal
kesim ile etnik gruplar arasında okula devam ve eğitim kalitesinde büyük farklılıklar
sürmektedir. Bulasıcı hastalıklar ve yetersiz beslenme konusunda halen sağlık sorunları
bas göstermektedir ve esitsizlik de ülke içerisinde büyük bir sorun olarak yer
almaktadır. Son 30 yılda Nepal'da gelir dağılımı önemli ölçüde esitsiz hale gelmistir.
Nüfusun en zengin % 20'sinin gelirden aldığı pay 1984'de % 40 iken 2004'de bu rakam
% 55'e ulasmıstır. Đktisadi esitsizlik siyasi gelismeyle de yakından iliskilidir. Esitsizlik
özellikle 1980'lerin ortasında ya da 1990'ların basında artmaya baslamıstır. (Thapa,
1995; Wagle, 2010).
Son olarak her üç boyutta da gelisme gösteren bir ülke olarak Tunus'un özellikle
eğitime odaklandığı ifade edilebilir. 1991'de zorunlu eğitimin 10 yıla çıkarılmasıyla
okula kayıt oranlarında önemli bir artıs yasanmıstır. Kızamık ve tüberküloz gibi
hastalıklara karsı yüksek ası oranları sağlıkta basarıyı getirmistir. Mali ve parasal
ihtiyatlılık ve ulasım ve iletisim altyapılarına yapılan yatırımla da son kırk yılda kisi
basına gelir büyümesi yıllık yüzde üç civarında olmustur (UNDP, 2010, s. 54). Ancak
bu ülkeler için de -endekste yer almayan- insani gelismenin kritik bir boyutu eksik
olarak kalmaktadır. Endekste gösterilemese de insani gelisme için önem arz eden
'politik özgürlük' boyutu. Öyle ki, Nepal, uzun bir süre monarsiyle yönetilmistir. 1996-
2006 yıllarını kapsayan on yıllık bir iç savasın ardından ülkede federal demokrasi
sistemi kurulmustur. Umman, halen seçimle basa gelmemis bir yöneticiye sahip,
herhangi bir partiye bağlı olmayan yasama organına ve tüm siyasi partiler üzerinde
yasağı içeren bir sultanlıktır. Tunus ise, çok partili resmi sistemine rağmen, henüz
barısçıl bir yetki devrine tanık olamamıstır (UNDP, 2010, s. 54).
En düsük gelisme kaydeden ülkeler ise Sekil 6.'da gösterilmistir. Bu, Doğu
Avrupa ve Karayipler de dahil olmak üzere farklı bölgelerden on ülkeyi göstermektedir.
Seklin en düsük insani gelisme değerlerine Afrika ülkeleri sahiptir. Ele alınan kırk yıl
boyunca bu dört Afrika ülkesinden üçü insani gelisme endeksi değerinde gerileme
kaydetmistir. Afrika ülkeleri, 1980'lerin basından itibaren siddetli makroekonomik ve
yapısal dengesizliklerle mücadele etmislerdir. Đktisadi büyümelerini sağlama ve aynı
127
zamanda makroekonomik istikrar ve liberalizasyon hedefleriyle yapısal uyum
programlarını kabul eden bu ülkeler, reformlara rağmen durağan kisi basına düsen milli
gelir ve siddetli yoksulluktan kurtulamamıslardır (Bigsten ve Fosu, 2004, s. 2).
Sekil 6. Son 40 Yılda Đnsani Gelisme Düzeylerinde En Düsük Gelisme Kaydeden Ülkeler
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erisim Tarihi: 12.05.2011).
Dünya Bankası, Afrika'daki siddetli yoksulluğun nedenlerini söyle sıralar: i)
istihdam fırsatlarına yetersiz erisim, ii) toprak, sermaye, ve küçük ölçekli bile olsa
krediye en düsük düzeyde erisim gibi yetersiz fiziksel varlıklar, iii) yoksul bölgelerde
kırsal kalkınmanın desteklenmesi için yetersiz olanaklar, iv) yoksulun mal ve hizmetleri
alıp satabileceği piyasalara yetersiz erisim, v) düsük beseri sermaye düzeyleri, vi)
çevresel bozulma ve azalan verimliliğe neden olan doğal kaynakların tahrip edilmesi ve
vii) katılım eksikliği ve dolayısıyla yoksul insanların kalkınma programına dahil
edilmesindeki basarısızlıktır (World Bank, 1996; Fields, 2000, s. 63). Dolayısıyla
Afrika ülkelerine, aynı zamanda azgelismis ülkelere özgü belirli karakteristik özellikleri
de sergiledikleri için özel bir tutumun sergilenmesi gerekir. Bu özellikleri nedeniyle de,
Đnsani Gelisme Endeksi'ndeki ilerleyen trende rağmen Afrika ülkeleri dünyanın diğer
bölgelerinin çok gerisinde kalmaktadırlar. Afrika ülkeleri arasında yüksek insani
gelisme değerlerine sırasıyla Libya, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde
128
rastlanmaktadır. Sahra-altı Afrika ülkeleri arasından ise yalnızca Mauritius yüksek
insani gelisme düzeyi sergiler (UNDP, 2010, s. 144)11.
Sekil 7. Seçilmis Afrika Ülkeleri için Doğumda Yasam Beklentisi Değerleri (Yas/Yıllar)
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.LE00.IN (Erisim Tarihi: 15.05.2011).
Zambiya'nın kötü performansı Đnsani Gelisme Endeksi'nin her üç değiskenine de
bağlanabilir. Ancak asıl sağlık ve gelir göstergelerindeki değisimler bu ülke için çok
daha etkili olmustur. Öyle ki 1980'lerin sonu ve 1990'larda yasam beklentisindeki düsüs
önemlidir. AIDS hastalığının varlığının (HIV) Afrika'da genel olarak bu yıllarda bir
sağlık soku yarattığı bilinmektedir12. Öyle ki, bazı seçilmis Afrika ülkeleri için
doğumda yasam beklentilerini gösteren Sekil 7. ile HIV/AIDS'in bölgeler arasındaki
varlığını gösteren Sekil 4. de bu sağlık sokunun etkisini kanıtlamaktadır. Bu ülkelerde
artıs eğilimindeki doğumda yasam beklentisi, HIV'in 1980'lerin sonlarında iyice
yayılmaya baslamasıyla düsüs eğilimine girmistir13. Zambiya için 1980'lerin ortalarında
52 olan doğumda yasam beklentisi değeri 2000 yılında 42'ye düsmüstür. Gelirdeki
sorun da yakın bir döneme rast gelir. 1970'lerde Zambiya'nın ihracat gelirinde önemli
11 Mauritius'u takiben, Đnsani Gelisme Endeksi'nde, Gabon, Botsvana, Namibya, Güney Afrika, Ekvator
Ginesi, Svaziland ve Kongo orta insani gelisme düzeyinde yer alırken, geri kalan Sahra-altı Afrika
ülkeleri ise düsük insani gelisme düzeyinde yer alırlar.
12 Sahra-altı Afrika'sında toplam nüfusun yaklasık %32'sini olusturan HIV/AIDS'li insan sayısı, bu
bölgedeki 8 ülkede kendi nüfuslarının %15'inden daha fazlasını olusturmaktadır. Bunlar, Botsvana (%23),
Lesotho (%27), Mozambik (%16), Namibya (%17), Güney Afrika (%29), Svaziland (%37), Zambiya
(%17) ve Zimbabve (%18)'dir (van Rensburg, 2009, s. 1133; NACA, 2008)
13 Bu trend, UNAIDS'in çabalarıyla son yıllarda yeniden artıs eğilimine girmektedir.
35
40
45
50
55
60
65
70
1960 1964 1968 1972 1976 1980 1984 1988 1992 1996 2000 2004 2008
Botsvana Kenya Güney Afrika Uganda Zimbabve
Botsvana
Güney
Afrika
Zimbabve
Uganda
Kenya
129
bir yeri olan bakırın fiyatı önemli derecede düsmeye ve ülkedeki iktisadi getiriyi
azaltmaya basladığında, ülkenin GSYĐH'sı da doğal olarak düsüs göstermeye
baslamıstır. Kongo Demokratik Cumhuriyeti de en çok GSYĐH'daki düsüsten etkilenen
ülkelerden biridir. Ülkede bu değerdeki düsüs de kötü yönetisim ve siyasi
istikrarsızlıkla iliskilendirilmektedir (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 13-15).
Son kırk yılda Đnsani Gelisme Endeksi değerlerinde en kötü performans gösteren
bir diğer ülke olarak Zimbabve, 1980'de özellikle kırsal alanda sağlık merkezlerine,
suya erisime ve okullara yapılan eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamaları hızla
artmıstır. Bebek ölüm oranı 1980'den 1993'e kadar yarıya inmistir. Ne var ki harcamalar
genisledikçe, kötü iktisadi yönetisim nedeniyle ülke ekonomisi çöküse uğramıstır ve
1990'lı yıllardan itibaren insani gelisme değiskenleri -okuryazarlık oranı hariç olmak
üzere- düsmeye baslamıstır. Gelir yoksulluğu artmıs ve insanlar sehirlere veya komsu
ülkelere göç etmeye baslamıslardır. Ardından HIV salgını kamu hizmetlerini daha da
siddetlendirmistir. Halihazırda gelir yoksulluğu % 62 civarındadır (UNDP, 2010, s. 30).
Sahra-altı Afrika'sının sömürge yönetimini görmemis tek ülkesi olan Liberya ise,
bölgesindeki diğer ülkelere benzer sorunlarla karsı karsıya kalmıstır. Bunlardan en
önemlisi ülkenin Đnsani Gelisme Endeks değerlerinin ele alındığı yıllar arasında iki
büyük iç savas yasamıs olmasıdır. Özellikle 1989'da baslayıp 1997'ye kadar süren ve
tam olarak kaç insanın öldüğünün bilinmediği ilk iç savas korkunç bir katliam
öyküsüdür. 1997 ile 2000 yılları arasında görece durağan ve barısçı durumdaki Liberya,
ne var ki demokrasi ve refah kosullarından yine de oldukça uzak olmus ve 2000 yılında
baslayan ikinci iç savas ülkeyi içinden çıkılamaz bir hale getirmistir. Liberya, hem
siyasi hem de iktisadi olarak yeniden kurulmaya ihtiyaç duyan bir ülkedir. Çözümler de
askeri, iktisadi ve sosyal liderler arasında ulusal bir uzlası sağlanmasıyla sağlanabilir
(Boas, 2005, s. 80-88). Eğitim, sağlık konularında da büyük sıkıntı yasayan ülke, insan
haklarının istismar edildiği, kadınların % 70'inin tecavüze uğramıs olduğu, insanların %
80'inin issiz olduğu ve insanlarının önemli bir kısmının AIDS ile hayatını sürdürdüğü
bir ülkedir14. Çatısmanın olduğu bir yerde, eğitim kurumları da islemez hale gelir.
Eğitim kurumlarında yer alan öğretmen ve öğrenciler de dolayısıyla eğitim hayatlarını
bırakır ve savasın bir parçası olur. Liberya'nın ilk iç savasından da en çok çocuklar
etkilenmistir (Reimers ve Chung, 2010, s. 506). Çocuklar, okulda geçirmeleri gereken
zamanı ellerinde silahlarla kendi insanlarını öldürmekle geçirmislerdir. Sonuçta
14 Vbs.tv, The Vice Guide To Liberia, http://www.vbs.tv/watch/the-vice-guide-to-travel/the-vice-guideto-
liberia (Erisim: 23.05.2011).
130
"özgürlük askı bizi buraya getirdi"15 diyerek Amerika'dan yola çıkan -veya çıkarılanbir
millet iç çatısmaları yüzünden kendi toplumunu pisliğe, adaletsizliğe, sağlıksızlığa
ve eğitimsizliğe sürüklemislerdir.
Dolayısıyla Sahra-altı Afrika'sının insani gelisme yolunda ciddi bir mücadele
vereceği açıktır. Bu ülkeler, gelir yoksulluğu, HIV/AIDS ve sıtma hastalıkları, siyasi
kurumların insası, finansman kaynaklarına uygun ortamın yaratılması ve bunun
etkinliğinin artırılması gibi sistemik ve devamlı bir mücadele içerisinde olacaklardır
(Fosu ve Mwabu, 2010, s. 36-40).
4.2. Đnsani Gelisme ve Neoliberal Politikaların Karsılastırılması
Gelismekte olan ülkelerin farklı karakteristiklerine vurgu, Đnsani Gelisme
Yaklasımının da önemini ön plana çıkarır. Kalkınmada daha genis çerçevede bir
düsünce sekli ile birlikte insan hakları, insan tercihleri, insan kapasiteleri; yani esas
olarak insan, analizin ve politika-uygulamalarının merkezine konmus olur. Bu da bir
noktada kalkınmada iktisadi verimliliği ön plana çıkaran neoliberal görüsle çatısmıs
olur. Ancak gelismekte olan ülkelerin karakteristik özelliklerine bakıldığında, bu
ülkelerin salt iktisadi sorunlarla mücadele etmediği, bunun yanında bir çok sosyal,
kültürel, siyasal hatta coğrafyaya iliskin sorunlarla karsı karsıya olduğu görülmektedir.
Bu nedenle de bu ülkelerde kalkınmayı gerçeklestirebilmek için kalkınmanın sınırlarını
genisletmek, insanların kapasitelerini ve özgürlüklerini ön plana çıkarmak sarttır.
Đnsani gelisme yaklasımı, neoliberal görüse ters düsebilecek sağlam bir
paradigmayı temsil etmektedir. Đki yaklasımın örtüstüğü bazı noktalar bulunmaktadır.
Örneğin, insanların özgürlüğü noktasında her iki yaklasımın aslında bir noktada benzer
görüsleri bulunmaktadır. Her ikisi de bireyin tercih özgürlüğüne ve kalkınmada anahtar
unsur olarak tercihlerin genisletilmesine vurgu yapar (Jolly, 2005, s. 108). Ancak
buradaki özgürlüğün içeriği negatif ve pozitif ayrımlara tabi olarak farklılasmaktadır.
Hem bununla birlikte, hedeflerde, varsayımlarda, kısıtlamalarda, anahtar politika
uygulamalarında ve sonuçların değerlendirilmesi için gereken göstergelerde oldukça
önemli farklılıklar göstermektedirler (Jolly, 2005, s. 106).
Đnsani gelisme yaklasımı ile neoliberal politikaların tarihsel gelisim süreçleri,
temellerinde yatan düsünceler ve ölçüm yöntemleri daha önceki bölümlerde ifade
edilmeye çalısılmıstır. Bu iki yaklasımın en genis çerçevede karsılastırılması da Tablo
15 Daha önceden kölelestirilmis Afrika asıllı Amerikalıların özgür çocukları tarafından kurulmus olmasına
atfen, Liberya'nın sloganıdır.
131
15.'de gösterilmistir. Buradan hareketle bu bölümde, bu iki yaklasımdaki farklılıkların
gelismekte olan ülkeler için ne ifade ettiği ve uygun politikanın seçilmesi yolunda ne
derecede önem arz ettiği anlasılmaya çalısılacaktır.
Tablo 15
Đnsani Gelisme Yaklasımı ile Neoliberal Politikaların Karsılastırılması
Đnsani Gelisme Yaklasımı Neoliberalizm
Hedef ve stratejilerin karsılastırılması
Hedef (amaç) Đnsanların fırsatlarının ve
kapasitelerinin genisletilmesi
Đktisadi refahın maksimizasyonu
Đlgi odağı Đnsanlar Piyasalar
Yol gösterici ilke Esitlik ve adalet Đktisadi etkinlik
Vurgu Sonuçlar Araçlar
Odaklandığı trend Yoksulluğun azaltılması Đktisadi büyüme
Yoksulluk tanımı Çok boyutlu yoksulluk içerisindeki
nüfus
Minimum gelir düzeyinin
(sınırının) altındaki nüfus
Anahtar göstergeler ĐGE, Esitsizliğe Uyarlanmıs ĐGE,
Cinsiyet Esitsizliği Endeksi, Çok
Boyutlu Yoksulluk Endeksi
Gayrisafi milli hasıla, GSMH
büyümesi, gelir yoksulluk sınırının
altındaki nüfusun yüzdesi
Ortak prensipler - farklı nedenler
Temelindeki felsefe * Đnsan kapasitelerinin ve
islevliliklerinin genisletilmesi
yoluyla sağlanan seçme özgürlüğü
* Bütün insan haklarına vurgu
* Esitlik ve adalet konusuna ilgi
* Faydanın ve tercihlerin tatminin
artırılmasına dayanan seçme
özgürlüğü
* Genel olarak siyasal ve
yurttaslık haklarına vurgu
Eğitim, sağlık ve
beslenme
* Kendi içlerinde önem tasımakta
* Yetkilendirme yolunda bir araç
* Đnsan hakları olarak önemli
* Beseri sermayeye yatırım olarak
önem tasımakta
Ayrımcılığa son
verilmesi
Adalet (doğruluk) için önemli bir
insan hakkı
Etkinlik için önemli bir insan
hakkı
Yönetisim (Đdare) * Demokratik ve kapsayıcı
* Devlete yönelik önemli islevler
* Demokratik
* Minimal devlet
Kaynak: Jolly (2005).
Her iki yaklasımın farklı amaçlarla yola koyulduğu, farklı içeriklere vurgu
yaptığı ve ilgi odaklarının farklı olduğu açıkça görülmektedir. Genel hatlarıyla
bakıldığında, neoliberal politikaların iktisadi, dogmatik, araçlara vurgu yapan ve genel
dengeyi hedefleyen bir paradigma olduğu; buna karsılık insani gelisme yaklasımının ise
çok disiplinli, pratik uygulamalara yatkın, merkezi olmayan yaklasımlara ve sonuçlara
vurgu yapan bir paradigma olduğu görülür (Jolly, 2005, s. 114). Sonuçta insani gelisme
yaklasımının, neoliberal politikalardan farklı kılan özelliği farklı bir değerler setini
benimsemesidir. Öyle ki, bu yaklasımla birlikte, neoliberal paradigmanın ahlaki
elestirisi de yapılmıs olur (Gore, 2000, s. 795-796).
132
Tablo 15 (devam)
Đnsani Gelisme Yaklasımı ile Neoliberal Politikaların Karsılastırılması
Đnsani Gelisme Yaklasımı Neoliberalizm
Önceliklerin karsılastırılması - yoksulluğun azaltılması ve büyüme
Anahtar varsayım Büyüme,bilinçli bir sekilde insan
ve yoksul odaklı sekilde
sağlanmalıdır
Trickle-down hipotezi
beklenmelidir
Hedefe yönelik
yoksulluk stratejisi
* Yoksulun yetkilendirilmesi
* Cinsiyet esitliğinin hedeflenmesi
* Yoksulun varlıklara erisiminin
sağlanması
* Yoksul-yanlı büyümenin
hızlandırılması
* Ulusal hareketin
gerçeklesebilmesi için uluslararası
destek sağlanması
* Yeterli iktisadi büyümenin
sağlanması
* Sosyal sektörlerin (sivil toplum
örgütleri gibi) gelistirilmesi
* Güvenlik ağlarının insası
* Açık ekonomi politikalarının
uygulanması ve uluslararası
yardım sağlanması
Önceliklerin karsılastırılması - ulusal politika
Ulusal politikaya
yönelik strateji
* Tercih ve fırsatların
genisletilmesi
* Đnsan kapasitelerinin
güçlendirilmesi
* Katılımın sağlanması
* Esitsizliğin hafifletilmesi
* Đnsani gelismenin elzem
unsurları olarak eğitim ve sağlığa
gereken önemin verilmesi
* Ulusal bütçelerin yeniden
yapılandırılması
* Serbest piyasalar
* Doğru fiyatların olusturulması
(getting prices right)
* Monopolün önlenmesi
* Daha fazla etkinlik (verimlilik)
* Đnsan kaynaklarına yatırım
* Geri dönüsüm oranı iyi bir
yatırım olarak görünüyorsa eğitim
ve sağlığa gereken önemin
verilmesi
* Ulusal bütçelerin küçültülmesi
Önceliklerin karsılastırılması - uluslararası etki ve destek
Uluslararası politikaya
yönelik strateji
* Küresel rekabet alanında diğer
ülkelerle aynı düzeye gelebilmek
için daha demokratik küresel idare
* Zayıf ve yoksul ülkelerin
pazarlık durumlarının
güçlendirilmesi
* Uluslararası göçe olumlu tutum
* Özellikle daha az gelismis
ülkeleri destekleyici yardım
politikaları
* Đnsan güvenliği (ve aynı
zamanda askeri harcamaların
azaltılması)
* Ticaret ve sermaye akımlarının
önündeki tüm engellerin
kaldırılması
* Bir takım yardım politikaları
* Askeri güvenlik
Genel hatlarıyla paradigmaların karsılastırılması
Genel çerçeve * Çok disiplinli (multi-disipliner)
* Pratik uygulamalara yatkın
* Dağıtılmıs (merkezi olmayan)
yaklasımlara vurgu
* Sonuçlara vurgu
* Đktisadi
* Dogmatik
* Genel dengeye ulasmak
istenmesi
* Araçlara vurgu
Güçlü yanları *Asli unsurlara odaklanılması
* Tercihler, fırsatlar, kapasiteler
* Zaman, hanehalkı içinde
bölüsüm gibi piyasa-dısı konular
* Güçlü iktisadi teorik altyapı ve
finansal analiz olanağı
* Kaliteli ve güncellenebilir
iktisadi verilerin çokluğu
Zayıflıkları * Analizin çoğu kez rastgele olusu
* Çoğu kez zayıf (yetersiz) veriler
* Đktisadi olmayan unsurların
dıslanması
Kaynak: Jolly (2005).
133
Gelismekte olan ülkelerde neoliberal politikaların uygulanmasının sürdürülebilir
kalkınma önünde bir engel olduğunu belirten Haque (1999, s. 211)'e göre de, neoliberal
politikalar, piyasa rekabetine, özellestirmeye, deregülasyona, liberalizasyona, ihracata
dayalı üretime ve büyüme odaklı kalkınmaya yönelik yaptıkları vurguların
sürdürülebilir kalkınmayı kısıtladığını, çünkü bu politikaların iktisadi büyümeye asırı
vurgu yaparak çevreye daha az önem verdiğini ifade etmektedir.
Neoliberal düsüncenin temelinde yatan 'iktisadi refahın maksimizasyonu' hedefi,
temelinde bazı sorunları barındırır. Đktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah
hedefine ulasmaya çalısan ülkeler, yasam standartlarında veya insani özgürlük
kriterlerinde aynı derecede gelisme kaydetmeyebilirler. Öyle ki, Katar, Kuveyt, Brunei,
Birlesik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, petrol zenginliklerine bağlı olarak kisi basına
yüksek milli gelir düzeyleri sergileseler de eğitim düzeylerinde bu düzeyin çok
gerisinde kalmıslardır. Yine Botsvana, Ekvator Ginesi, Güney Afrika gibi ülkeler de
nispeten yüksek kisi basına milli gelire sahip olsalar da sağlık standartlarında aynı
basarıyı sergileyememisler, dolayısıyla düsük doğumda yasam beklentisi rakamlarına
ulasmıslardır (UNDP, 2010, s. 143-145). Diğer yandan, özgürlük açısından ise Çin,
Malezya, Suudi Arabistan ve Singapur gibi ülkeler yüksek büyüme rakamlarına
ulassalar da insani özgürlük kriterlerinde bu denli bir basarı yakalayamamıslardır
(Todaro ve Smith, 2009, s. 22)16. Dolayısıyla gelir rakamları, kalkınmayı anlama
yolunda yanıltıcı olmakla birlikte, gelismekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin
anlasılması yolunda iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin daha gerekli
olduğunu ortaya çıkarmıstır. Elbette bu endeksin de 'özgürlük göstergeleri' gibi bir
takım eksikliklerin olduğu da kabul edilmektedir.
4.3 Đnsani Gelismenin Türkiye için Đncelenmesi
Đnsani Gelisme Endeksi, ortaya çıkısından bu yana politika yapıcılar için önemli
bir gösterge haline gelmistir. Bu, benzer gelir düzeylerine sahip ülkelerin, endeksin ülke
sıralamalarında farklı pozisyonlarını da sorgulamasına yol açmıstır. Bu bağlamda,
16 Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de
2010 yılı için, Çin ve Suudi Arabistan'a çok düsük değerler vermekle birlikte bu ülkelerin ne politik
haklar, ne de sivil özgürlükler yönünden özgür olmadıklarını ifade etmektedir. Malezya ve Singapur'un
ise kısmen özgür olduklarını, ancak özgürlükle ilgili büyük sorunlar yasadıklarını ve özellikle Singapur'da
hala konusma özgürlüğünün sınırlandırılmasının büyük bir sorun olarak durduğunu ifade etmektedir.
http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010 (Erisim: 10.05.2011).
134
ülkeler, gerçek anlamda bir kalkınma için yalnızca gelir düzeyinin artısına değil, her
anlamda bir gelismeye ihtiyaç duyulduğunun farkına varmıslardır.
Türkiye'nin de bu bağlamda incelenmesi önemlidir. Öyle ki Türkiye'nin iktisadi
büyümesi incelendiğinde, yüksek ihracat ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı
düzeyleri sayesinde dıs ekonomik bağlantıları artmıs durumda olsa da, halen bazı
alanlarda kırılgan bir yapısının olduğu gözlemlenmektedir (UNDP, 2008). Sekil 8.'de de
görüldüğü üzere, kriz dönemlerinde Türkiye, ekonomisinde önemli küçülmeler
yasamıstır. Ancak, ekonomisine zarar veren 2001 krizinin ardından, bes yıllık süreçte
Türkiye'nin, belirli bir büyüme de kaydettiği de görülmektedir. Dolayısıyla iktisadi
büyüme Türkiye için hassas bir gösterge olmakla birlikte, insani gelismede ilerleme de,
ancak iktisadi büyümeden ziyade toplumun bireylerinin kisisel kapasitelerini özgürce
kullanabildikleri bir ortamın yaratılmasında yatmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin asıl
kalkınma düzeyini anlayabilmek için de gelir göstergesinin yanında, elde edilmesi
mümkün olan diğer sosyal, siyasal verilere de bakılması gerekir. Đnsani Gelisme
Endeksi'nde 169 ülkeyle birlikte Türkiye için de gelir, sağlık ve eğitim göstergeleri
dikkate alınarak ölçüm yapılmıstır. 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'na göre Türkiye,
0,679'luk insani gelisme değeriyle 83. sırada, yüksek insani gelisme grubu arasında yer
almıstır (UNDP, 2010, s. 144).
Sekil 8. Türkiye Đçin GSYĐH Büyümesi (yıllık %)
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country/turkey (Erisim Tarihi: 04.07.2011).
Türkiye için insani gelisme göstergelerinin incelenmesine geçmeden önce,
Birinci Dünya Savası'ndan Đnsani Gelisme Raporu'nun yayımlanmasına kadar geçen
süre içerisinde Türkiye Ekonomisi'nin geçtiği asamaların bilinmesi, insani gelisme
-8
-6
-4
-2
0
2
4
6
8
10
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
GSYĐH büyümesi (yıllık %)
135
sürecinin anlasılabilmesi açısından gerekli ve önemlidir. Bu nedenle, bu sürecin özet bir
anlatımı yararlı olabilir.
4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi
Birinci Dünya Savası sonrası yeni bir ulus devleti olarak ortaya çıkan Türkiye,
Đkinci Dünya Savası sonrasına kadar olan süreçte, toplum ve ekonomi açısından oldukça
büyük zorluklarla karsılasmıstır. Savasın yarattığı yıkımın etkileri henüz tamamıyla
ortadan kaldırılamadan ülke, Dünya Ekonomik Buhranı ve dünya tarım ürünleri
piyasasının çöküsü ile karsı karsıya kalmıstır. Dünya Ekonomik Buhranı sonrasındaki
yılların ayırt edici özelliği de, devlet müdahaleciliği ve yerel sanayinin tesviki olmustur.
Ardından Đkinci Dünya Savası'nın patlak vermesi, ülke savasa katılmadığı halde pahalı
bir seferberlik dönemine yol açmıstır. Türkiye'nin iki savas arasında kalan ekonomik
performansının olumlu olmasına karsın uzun süren iki savas dönemi ve yüksek maliyetli
seferberliğin kıskacı içinde olduğunu vurgulamak gerekir. Bu savasların bedeli, uzun
vadede ağır biçimde ödenmistir. Öyle ki büyümenin ötesinde, hükümet tarafından sağlık
ve eğitim alanlarına ayrılan bütçe harcamaları sınırlı düzeyde kalmıstır. Aynı zamanda
gelir dağılımıyla ilgili genel eğilimler, iki savas dönemi arasında kalan dönemde yasam
süresi, sağlık ve eğitim alanlarında bir miktar ilerleme olmussa da bunun daha çok
kentlerde gerçeklestiğini göstermektedir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 19, 43-44).
Türkiye, Đkinci Dünya Savası sonrasında ise farklı dönemlerde farklı politikalar
uygulamıstır. Đlk dönem, 1947-1962 dönemlerini kapsayan tarım önderliğinde büyüme
dönemidir17. Bu dönemin siyasi ve iktisadi politikaları, ödemeler dengesi krizine ve sıkı
ithalat kısıtlamalarına yol açarak, 1963-1979 dönemlerini kapsayan ithal ikamesine
dayalı sanayilesme ve sonrasında bunun yarattığı ciddi bir ödemeler dengesi bunalımı
dönemini de beraberinde getirmistir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 141-149).
1960'lı ve 1970'li yılların politikalarında her seyden önce iç pazarın korunması
ve ithal ikamesi yoluyla sanayilesme hedeflenmistir. Bu kapsamda hazırlanan bes yıllık
planlar yapılacak yatırımların kararlastırılmasında esgüdüm sağlamayı amaçlamıstır
(Owen ve Pamuk, 2002, s. 150). Ne var ki, 1960'ların ve 1970'lerin bes yıllık planları
17 Tarımsal üreticiler bu dönemde uygun giden iklim kosulları, talep artısı ve iyilesen ticaret hadlerinden
de yararlanmıstır. Đç piyasadaki fiyatlar, 1940'lı yılların sonlarında tarım sektörü lehine gelisme
göstermistir. Ancak 1953 yılından sonra bu ortam aniden yok olmus ve tarım sektörünün zayıf yanları
ortaya çıkmaya baslamıstır. Bu nedenle tarımsal üretim düzeylerinde dalgalanmalar yasanmıs ve 1960'lı
yılların basına kadar da artıs eğilimi gözlenmemistir. Türkiye tarımı, devamlı üretim artısları için, daha
yoğun tarımsal üretim yöntemlerinin benimsendiği 1960'lı yılların ortasına kadar beklemek zorunda
kalmıstır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 145-146).
136
hızlı sanayilesme yoluyla büyümeye odaklanırken, yoksulluk konusuna özel ilgi
göstermemis ve yoksulluğun uluslararası kurulusların gündemlerinde ilk sıraya
yükselmesinden de etkilenmemistir. Bu bağlamdaki tartısmalar yalnızca gelir
dağılımına odaklanmıstır (Senses, 2009b, s. 682).
Dolayısıyla diğer gelismekte olan ülkeler gibi Türkiye'de de kalkınma, tarımda
ilerlemeye veya sanayilesmeye bağlı olarak milli gelirde gerçeklesecek bir büyüme
olarak görülmüs ve özellikle iktisadi sorun ön planda olmustur.
1980'ler ise Türkiye için, ekonomisinin liberallestiği, ancak makroekonomik
istikrarsızlıkların da arttığı bir dönem olmustur. Ekonominin liberallesmesi dönemin
kosullarıyla elbette yakından iliskilidir. Öyle ki, 1970'lerin sonunda Türkiye ve diğer
birkaç ülkede, basta Latin Amerika ülkeleri ve diğerlerinde 1982'de olmak üzere çoğu
gelismekte olan ülkede borç krizi patlak vermis, bu da uluslararası kurulusların istikrar
ve yapısal uyum politikaları aracılığıyla azgelismis ülkelere yoksulluk yerine neoliberal
politikaları önermelerine de önayak olmustur (Senses, 2009a, s. 50). Ancak benimsenen
bu politikaların reel ekonomi üzerinde gösterdiği etkiler karmasıktır18. Dolayısıyla
ekonominin büyüme performansı önceki dönemlere göre daha etkileyici düzeyde
değildir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163). 1988'e gelindiğinde ekonominin bir tıkanma
içinde olduğu da bir gerçektir. Yine de Türkiye ekonomisi, 1990'lı yıllara finans ve
kambiyo hizmetlerini de kapsayacak politika değisiklikleriyle doğrudan doğruya dısa
açık bir makroekonomi görünümde girmistir (Yeldan, 2008, s. 40). Ancak Türkiye'de
devletin gerekli makroekonomik istikrar sartlarını ve finansal sistemin sıkı bir sekilde
düzenlenmesini sağlamadan 1989'da sermaye hesabını dısa açması, ekonominin
1990'larda giderek sürdürülemez ve krizlere yatkın bir hale gelmesine neden olmustur
(Önis ve Senses, 2009, s. 725).
Genel olarak, Đkinci Dünya Savası'ndan sonra, tekrarlanan bunalım ve
dalgalanmalara karsın kisi basına düsen gelir yine de, yılda % 3'ün üzerinde artarak
1947-1990 yılları arasında neredeyse üçe katlanmıstır. Sosyal ve iktisadi kalkınma
göstergeleri de düzenli bir artıs sergilemistir. Doğumda yasam beklentisi 1950'de 44
yıldan 1990'da 65 yıla çıkmıstır. Eğitim konusundaki temel göstergeler ise, önemli ama
18 Yeni politikalar uzun vadede büyüme için gerekli olan özel sektör yatırımlarını yeterli derecede
harekete geçirememistir. Đmalat sanayisinde yüksek faiz oranları ve siyasi istikrarsızlık en büyük engeller
olmustur. Hatta ihracat alanında bile yeni yatırım yapılmamıs ve üretim artısı büyük ölçüde var olan
sanayi kapasitesiyle elde edilmistir. 1980'lerin sonunda finans ve ticaretin serbestlestirilmesinin ardından
özellikle uluslararası bankaların büyük rekabet gücüne sahip olduğu dıs ticaret finansmanı ve yatırım
bankacılığı konularında bankacılık alanına yapılan yabancı yatırımlar da büyük bir artıs göstermistir. Ne
var ki, yerli sermayeyi etkileyen aynı nedenlerden ötürü bu yeni politika uygulamalarına yabancı
sermayenin tepkisi pek güçlü olmamıstır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163).
137
olağanüstü olmayan bir yükselmeye isaret etmektedir. Öyle ki, 15 yas ve üzerindeki
nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 1960 yılı için erkeklerde % 55,
kadınlarda % 86 ve toplamda % 72'den, 1990'da erkeklerde % 10, kadınlarda % 29 ve
toplamda % 19'a gerilemistir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 166).
4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelisme Göstergeleri
Đlk olarak 1990 yılında yayımlanan ve ilerleyen yıllarda da her yıl olmak üzere
yayımlanmaya devam eden Đnsani Gelisme Raporları, 'insani gelisme yaklasımının' da
temelini olusturur. Bu yaklasım, insanın özgürlüklerinin genisletilebilmesi için
kapasitelerinin artırılması düsüncesini içerir. Dolayısıyla iktisadi içeriğinin yanında,
içerisinde her türlü sosyal, siyasal, kültürel özgürlükleri de barındırır. Bu raporlarda
düzenli olarak hesaplanan Đnsani Gelisme Endeksi (ĐGE) ise, üç temel insan kapasitesini
merkezine alır. Bunlar, uzun ve sağlıklı bir yasamı içeren uzun ömürlülük, iyi bir
eğitimi içeren bilgi ve iyi bir yasam standardını içeren gelir boyutlarını ifade eder.
Dolayısıyla ölçüm, bu kapasiteleri en iyi sekilde ifade edebilecek göstergelerle yapılır.
1990 yılındaki ilk hesaplanmasından bu yana, bu göstergelerin bazıları ya
hesaplanmasında değisimlere uğramıstır ya da yeni göstergelerle değistirilmistir.
Endeks, Türkiye için de ilk hesaplanmasından bu yana düzenli olarak hesaplanmaktadır
ve belirtilen göstergelerin çoğu Türkiye için de mevcuttur. Tablo 16, ayrıntılı bir
biçimde, bugüne kadar kullanılan bütün göstergelerin Türkiye için evrimsel analizini
içermektedir. Buna göre, Türkiye'nin insani gelisme göstergelerinde belirgin bir
ilerleme kaydettiği görülmektedir.
2010 yılı ĐGR'de yayımlanan ve 1980-2010 yılları arasındaki insani gelisme
trendini gösteren değerler (UNDP, 2010, s. 149) ve 2010 yılı raporunda 2009 yılı
raporundaki göstergelerle yeni ölçüm yöntemine göre hesaplanan melez (hybrid) endeks
değerleri de Türkiye'nin insani gelismesindeki değisimi göstermektedir. Tablo 17.'de de
görüldüğü üzere, Türkiye'nin göstergelere bağlı olarak özellikle eğitim ve sağlık
endeksleri olmak üzere her üç endekste de, kaydettiği ilerleme önemlidir. Dünya
ortalamasının üzerinde olan Türkiye'nin insani gelisme değeri, ne var ki, Tablo 14.'den
hatırlanacağı üzere, Avrupa ve Merkez Asya ülkeleri ile Latin Amerika ve Karayip
ülkelerinin ortalamasının gerisinde kalmaktadır.
138
Tablo 16. Türkiye Đçin Đnsani Gelisme Göstergelerinin Đncelenmesi
Gösterge/Yıllar 1980 1990 2000 2005 2006 2007 2008 2009 2010
Sağlık: Doğumda
Yasam Beklentisi
(yıl)
60,3 64,6 70,0 71,4 71,6 71,7 71,9 72,1 72,2
Eğitim: Yetiskin
Okuryazarlık Oranı
(%)a
65,7 79,2 86,4b 88,2 88,1 88,7c 88,7 88,7 88,7
Eğitim: Birlesik
Okula Kayıt Oranı
(%)d
48,1 55,0 67,9 68,6 71,1 71,1c 71,1 71,1 71,1
Eğitim: Ortalama
Eğitim Yılı
(yetiskinler için/yıl)
2,9
4,5
5,5
6,0
6,1e
6,2
6,3
6,4
6,5
Eğitim: Beklenen
Eğitim Yılı
(çocuklar için/yıl)
7,0 8,4 10,8 11,2 11,6 11,8 11,8f 11,8 11,8
Gelir: Kisi basına
düsen GSYĐH
(ABD doları)g
6,402 8,778 10,580 12,344 13,026 13,464 13,417
h
12,771 13,359
Gelir: Kisi basına
düsen GSMH (ABD
doları)i
6,291 8,631 10,421 12,205 12,861 13,315 13,417 12,771 13,359
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erisim Tarihi: 04.07.2011).
Veriler, farklı veri tabanları kullanılarak Đnsani Gelisme Raporu Ofisi'nin kendi hesaplamalarını içerir ve
cari veri yılı 2008'dir.
a 2010 yılı Đnsani Gelisme Raporu'nda kullanımı terk edilmistir. 2006 yılı sonrası veriler ulusal hanehalkı
anketinden elde edilmistir.
b BMGP, hesaplamasında bu yıl için de 1990 yılı rakamını referans almıstır. Bu veri, TÜĐK veri
tabanından elde edilmistir: http://nkg.tuik.gov.tr/goster.asp?aile=3 (Erisim Tarihi: 04.07.2011).
c Bu yıldan sonraki yıllarda hesaplamada BMGP tarafından bu yıl rakamı referans olarak alınmıstır.
d ĐGE'nin hesaplanmasında farklı yıllar için kullanılsa da 2010 yılı raporunda kullanılmamıstır.
e Bu yıl da dahil olmak üzere 2010 yılına kadarki değerler 'tahmin edilmis' değerlerdir.
f Bu yılda 2007 yılı verisi kullanılmakla birlikte, daha sonraki yıllar için de bu yıl referans alınmıstır.
g Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre, Đnsani Gelisme Raporu Ofisi'nin
kendi hesaplamalarına göre hesaplanmıstır.
h Kisi basına düsen GSYĐH'nin büyümesi baz alınarak hesaplanmıstır. Bundan sonraki yıllarda, kisi
basına düsen GSMH değerleri için de aynı değerler kullanılmıstır.
i Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıstır. Satın alma gücü
paritesi (PPP) cinsinden kisi basına düsen GSMH ve kisi basına düsen GSYĐH verilerinden (hem cari ve
hem de sabit fiyatlarla Dünya Bankası veri bankasından) yararlanarak, IMF tarafından yayımlanan kisi
basına düsen GSYĐH verilerinin büyüme oranları dikkate alınarak, Đnsani Gelisme Raporu Ofisi
(ĐGRO/HDRO) tarafından hesaplanmıstır.
Tablo 17. Türkiye Đçin Đnsani Gelisme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki Değisimler
Endeks / Yıllar 1980 1990 1995 2000 2005 2010
1980-2010 Yılı ĐGE Trendi (2010 Yılı
ĐGR)
0,467 0,552 0,583 0,629 0,656 0,679
Melez (Hybrid) ĐGE 0,574 0,644 0,672 0,711 0,736 0,754
Melez (Hybrid) Eğitim Endeksi 0,523 0,615 0,645 0,705 0,734 0,764
Melez (Hybrid) Sağlık Endeksi 0,638 0,706 0,753 0,791 0,814 0,827
Melez (Hybrid) Gelir Endeksi 0,566 0,615 0,626 0,643 0,667 0,679
Dünya: 1980-2010 Yılı ĐGE Trendi
(2010 Yılı ĐGR)
0,455 0,526 0,554 0,570 0,598 0,624
Kaynak: UNDP, 2010, s. 149; UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends (Erisim: 06.07.2011).
139
Türkiye'nin insani gelisme performansını inceleyen 2004 yılı ulusal Đnsani
Gelisme Raporu (UNDP, 2004b, s. 9), Türkiye'nin bebek ölüm oranları gibi sağlık
göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydettiğini ifade etse de, ülkenin toplam insani
gelisme endeks değerinin genellikle kararsız ve bazen de umut kırıcı olduğunu belirtir19.
Bunu da genellikle, savas sonrası dönemde benzer baslangıç düzeylerinde kisi basına
düsen gelire sahip ülkelerin daha hızlı iktisadi büyüme gösterdiğini, ancak Türkiye'nin
daha hassas bir iktisadi yapısının olduğunu, dahası ülkenin sürdürülebilir bir büyüme
sağlayamadığını ve belirli yıllarda küçülme (negatif büyüme) gösterdiğini vurgular.
Aynı zamanda yasam beklentisi değerlerinde de hızlı bir artıs gerçeklestirse de, benzer
ĐGE değerlerine sahip ülkelerin (Tunus ve Ermenistan gibi) daha yüksek yasam
beklentilerine sahip olduğunu ifade eder. Gerçekten de, 2010 yılı raporuna göre 72,2
yıllık doğumda yasam beklentisi değeri ile Türkiye içinde bulunduğu yüksek insani
gelisme grubunun ortalamasının (72,6) altında kalmaktadır (UNDP, 2010, s. 144-146).
Yine de Türkiye'nin asıl sorunu, insani gelisme endeksinin hesaplanmasında kullanılan
kapasitelerde (gelir, eğitim, sağlık) değil de, insani gelisme için gereken diğer
kapasitelerin genisletilmesinde yatmakta gibi görünmektedir. Çünkü, insani özgürlük
kriterleri halen oldukça düsük değerlere sahiptir20. Đnsani gelismede esitsizlik (insani
gelisme endeksindeki her üç boyut için de) önemli bir sorundur. Öyle ki, Esitsizliğe
Uyarlanmıs Đnsani Gelisme Endeksi'ne göre, potansiyel insani gelismede esitsizliğe
bağlı olarak % 23,6'lık bir kayıp meydana gelmektedir (UNDP, 2010, s. 153). Cinsiyet
esitsizliği halen bir sorun olarak ülkenin önünde durmaktadır ve özellikle kadın isgücü
ve en az ortaöğretimden mezun kadın21 oranları oldukça düsük değerler göstermektedir
(UNDP, 2010, s. 157). Ayrıca hem ülkenin farklı sehirleri arasındaki hem de kent ve kır
nüfusu arasındaki insani gelisme farklılıklarının da dikkate alınması gerekir. Öyle ki
Akder (2000), kır-kent nüfusunu da dikkate alan çalısmasında, Türkiye'de bölgeler ve
sehirler arasında önemli insani gelisme farklılıkları olduğunu ifade etmekte,
Türkiye'deki düsük insani gelisme düzeylerine sahip sehirlerin de genelde doğu ve
19 Öyle ki 2010 yılı ĐGE değerlerine bakıldığında, Türkiye'nin endeks değerini artıran sağlık göstergesi
olurken, eğitim göstergesi görece daha düsük bir değere sahiptir ve toplam endeks değerini azaltmaktadır.
20 Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de
2010 yılı için hem siyasal haklar hem de sivil özgürlükler konusunda Türkiye'yi kısmen özgür olarak
görmektedir. Bunda da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen siyasi kararların önemli rol oynadığını
vurgulamaktadır. http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010&country=7937
(Erisim Tarihi: 06.07.2011).
21 Türkiye'de, özellikle düsük gelir gruplarında ve kırsal kesimlerde tek çocuk okutmak zorunda kalan
ailelerin genellikle erkek çocuklarını okula gönderdikleri ve kız çocuklarını okul dısında bıraktıkları bir
gerçektir. Son yıllarda bununla ilgili, kamu yardım politikalarının uygulamaya konulduğu bilinmektedir.
140
güneydoğu Anadolu bölgesindeki sehirler olduğunu ifade etmektedir (Akder, 2000, s.
25-35). Bölgeler arasındaki farklı sehirler için insani gelisme değerlerini inceleyen
Kabas (2010, s. 257-266) da aynı bölgede bulunan iller arasında dahi gelir ve insani
gelisme düzeyleri bakımından önemli farklılıklar bulunduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla BMGP tarafından Türkiye'nin insani gelisme düzeyini artırmaya
yönelik farklı yıllarda sosyal bütünlesme, gençlik, insan hakları, sürdürülebilirlik gibi
farklı insani gelisme boyutlarını da içeren Ulusal Đnsani Gelisme Raporları (UNDP,
2001b; UNDP, 2004b; UNDP, 2008)22 yayımlanmıstır. Bunların arasında Türkiye'deki
genç nüfusa odaklanan 2008 yılı raporu, gençliğin, Türkiye'nin ilerleyen dönemlerinde
insani gelismeyi içeren kalkınma perspektifinde hayati ve önemli ölçüde belirleyici bir
rol oynayacağını ifade etmektedir (UNDP, 2008, s. 1).
Sonuç olarak Türkiye'nin ĐGE değerine ve trendine bakıldığında, artan oranlı bir
trend sergilediği ancak bu trendin çok da hızlı olmadığı ve benzer düzeylerde baslangıç
değerlerine sahip ülkelerin daha hızlı bir gelisme kaydettiklerini söylemek mümkündür.
Ancak yine de, etkin bir devletin uygulayacağı politikalarla birlikte, makroekonomik
istikrarın ve gelir dağılımında adaletin sağlanması ve insan kapasitelerinin
genisletilmesine daha fazla önem verilmesi, görece daha uygun kosullara sahip olan
Türkiye'nin insani gelisme potansiyelini mutlak düzeyde artıracak ve trendi daha hızlı
bir hale getirecektir.
22 BMGP tarafından ilki 1995 yılında olmak üzere farklı yıllarda Türkiye için 'Ulusal Đnsani Gelisme
Raporları' yayımlanmıstır. 1995 yılında yayımlanan ulusal rapor, Türkiye'de sürdürülebilir insani gelisme
mücadelesine odaklanmıstır. 1996 yılı ulusal raporunda, Türkiye'deki insanların barınma sorununa ve
yoksullukla mücadeleye yer verilmistir. 1997 yılı ulusal raporunun konusu ise insani gelisme ve sosyal
entegrasyon olmustur. 1998 yılında yayımlanan ulusal rapor ise, kalkınmada hak-bazlı bir yaklasımın ön
planda tutulması gerektiğine isaret etmistir. 1999 yılı ulusal raporu, yine sürdürülebilir kalkınmaya
odaklanırken, spesifik olarak bunun için gereken ulusal politikaların olusturulmasına yer vermistir.
Ardından 2001, 2004 ve 2008 yıllarında Türkiye için yayımlanan ulusal insani gelisme raporlarında ise
Türkiye'nin insani gelisme performansının ölçülmesi, bilgi ve iletisim teknolojileri ve gençlik gibi
konular ön planda olmustur. 2001 yılı ve sonrası ulusal raporlarına Birlesmis Milletler Gelisme
Programı'nın internet sayfasından erisilebilir: http://hdr.undp.org/en/reports/ (Erisim Tarihi: 23.07.11).
141
BÖLÜM V
SONUÇ
5.1. Sonuç
Đnsanların sosyal ve ekonomik sürecin en önemli aktörü olması düsüncesi,
aslında içinde herkesçe kabul edilen bir gerçekliği tasır. Bir ulusun gerçek zenginliği
olan insanların, herhangi bir karsılık beklenmeden, temel kapasitelerinin genisletilmesi
düsüncesi, gereksiz bir kalkınma anlayısını içerisinde barındırmaz. Aksine kalkınmada,
önemli ve gerekli bir süreci ifade eder. Ancak kalkınma, uzun yıllar iktisadi olarak
tanımlandığı ve genelde büyümeye odaklandığı için, ne yazık ki böylesi bir düsünceye
gereken önem verilememistir.
Merkezine insanı koyan insani gelisme düsüncesinde temel kapasitelerin
genisletilmesi ön plandadır. Bu yapılırken, ulusların esas zenginliğinin gelir artırımı
değil, insanları olduğunun altı çizilmesi önemlidir. Herhangi bir toplumda, insanlarının
yoksulluk ve sefalet içerisinde olmadığı, özgürce toplum hareketlerine katılım
sağlayabildiği, bilgiye ve sağlık hizmetlerine ulasabildiği, yani her anlamda belirli bir
yasam standardının üzerinde olduğu noktada insani gelisme sürecinden bahsedilebilir.
Öyleyse, A. Smith'in Ulusların Zenginliği'ndeki düsüncesinden alınan ilhamla1, ancak
üyelerinin büyük kısmının değer verdikleri özgürlüklerini gerçeklestiremediği bir yasam
kosullarına sahip olduğu bir topluluk gelisip mutlu olamaz.
Özgürlüklerin genisletilmesi ifadesini içerisinde barındıran ve genel bir
yaklasımı ifade eden kapasite yaklasımı, iktisadi analizdeki gibi yalnızca bir insanın
sahip olabileceği gelir ve mallara odaklanmaz, tüm insan yasamını dikkate alır (Sen,
2009, s. 233). Tercihlere ve özgürlüğe odaklanarak, tercihin bireyin kendisinde olduğu
noktada, gerçek hayatta herhangi bir davranısta bulunma özgürlüğünü ifade eder. Tercih
ve fırsatların genisletilmesi ve bireyin özgürlüğüne odaklanılması, kalkınmada insanı,
yalnızca 'isgücü veya sermaye' olarak görmekten kurtarır, onu kalkınmada 'eyleyen ve
katılım sağlayan' noktasına koyar. Bu da, insanların, yalnızca üretim sürecinde yarar
sağlayan bir 'araç' olarak görülmemesi düsüncesini içerir. Bu nokta, dikkati çekmeye
çalısılan kalkınma anlayısı açısından çok önemlidir. Çünkü kalkınma sürecinin hem
1 Adam Smith'in adı geçen eserinde “üyelerinin büyük kısmının yoksulluk ve sefalet içerisinde olduğu bir
topluluk gelisip mutlu olamaz” (Smith, 1994 [1776], s. 90) seklinde bir düsünce yer alır.
142
'aracı' hem de 'sonucunun' insan olduğu noktasında kalkınma düsüncesi anlam kazanır.
Đnsanlara bir getiri sağlaması açısından yatırım yapma düsüncesi hem etik olmaktan çok
uzaktır, hem de sürdürülebilir bir kalkınma anlayısı için anlamsızdır.
Đnsani gelisme sürecinde, temel kapasitelerin genisletilmesinden çok, iktisadi
refahın maksimizasyonuna yönelen ve iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan bir
diğer yaklasım da mevcuttur. Geleneksel yaklasımların özelliğini içerisinde barındıran
ve ölçümlerinde gelir veya harcamaları kullanan, ve araç olarak insanları, amaç olarak
da kendine iktisadi büyümeyi alan bu neoliberal yaklasım, 'kapasitelerin genisletilmesi'
seklindeki etik bir insani gelisme yaklasımından önemli farklılıklar göstermektedir. Đlgi
odağı piyasa olan ve iktisadi etkinliği ilke olarak benimseyen bu yaklasım, uzun bir süre
kalkınma sürecinde, belirli bir kalkınma düzeyine ulasmaya çalısan ülkelerce
benimsenmistir. Ama yalnızca iktisadi sorunları içerisinde barındıran bu yaklasımla bu
ülkelerin sorunları çözülmediğinde, yeni bir yaklasıma ihtiyaç duyulmustur.
Amartya Sen'in kapasitelerin genisletilmesi olarak kalkınma düsüncesi, 1990
yılından sonra Mahbub ul Haq öncülüğünde düzenli olarak yayımlanmaya baslayan
Đnsani Gelisme Raporları'nda ortaya atılan insani gelisme yaklasımının da temelini
olusturur. Böylece yalnızca gelir değil; bilgi, sağlık, temiz bir çevre, siyasal özgürlük ve
hayatın basit zevkleri artık insani gelismenin bir unsuru olmus olur. Kalkınmanın
hedefi, sağlıklı olmak ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yasamına katılım
sağlamak gibi temel kapasitelerin genisletilmesi halini aldığı anda, insanın yasamının
değerinin artırılması ön plana geçmis olur. Bu noktada gelire bağlı bir refah, arzu edilen
bir unsur olmaktan çıkar, toplum, asıl refahın kendi insanları olduğunun farkına varır.
Yüksek gelir düzeylerinin ülkenin kalkınması yolunda olumlu yönlerine iliskin
bazı varsayımlar, Alkire ve Deneulin (2009, s. 13-19) tarafından da elestiriye
uğramıstır. Öyle ki, iktisadi büyümenin, insanların gelirini ve dolayısıyla yasam
kalitesini artırdığını savunan genel görüs her zaman geçerli değildir. Yüksek büyüme
rakamlarına sahip ülkelerin insanları her zaman yüksek yasam kalitesine veya yüksek
insani gelismislik düzeylerine sahip olmayabilirler. Diğer taraftan, iyi bir gelire sahip
ailelerin eğitim ve sağlık gibi diğer baska boyutlarda yoksunluk yasamayacağı
öngörülür. Ancak, belirli bir gelir düzeyine sahip olmanın veya 'yoksul-olmayan'
hanehalkları arasında olmanın her zaman yetersiz beslenmeyi önleyeceği ve -özellikle
kamu hizmetleri zayıf veya yetersiz olduğu durumda- eğitim almanın garantisini
vereceği söz konusu değildir. Bir diğer varsayım, iktisadi büyümenin yetersiz beslenme
gibi diğer yoksulluk türlerini otomatik olarak azaltacağıdır. Ancak Hindistan ve Çin
143
gibi ülkelerde büyüme rakamlarında gerçeklesen artıslar, özellikle kırsal alanda yasanan
sağlık esitsizliklerini ve yoksunluklarını önleyememektedir. Aynı zamanda Çin'in, her
ne kadar Hindistan'dan daha büyük büyüme rakamlarına ulasmıs olsa da istikrarlı bir
siyasal özgürlük kriterlerine ulasmada basarı gösteremediği görülmektedir. Bir diğer
varsayım, iktisadi büyümenin, insani gelismeye göre daha kolay sağlanabileceğidir.
Ancak uyum politikaları gibi politikalarla gelismekte olan birçok ülkeye önerilen
politikalar, her zaman olumlu sonuçlar doğurmamıs ve iktisadi büyümenin sağlanması
da o kadar kolay gerçeklesmemistir. Son varsayım ise, insani gelisme unsurları dikkate
alınmadan da iktisadi büyümenin sürdürülebilir olabileceğini iddia eder. Ancak, yeterli
eğitimi ve sağlık hizmetlerini almamıs bir topluma sahip bir ülkenin uzun dönemde
büyümesinin sürdürülebilir olmayacağına Ranis vd. (2000) tarafından değinilmistir.
Zaten bu tezin de altında yatan düsünce, insani gelismenin ve insanların yasamlarının
iyilestirilmesi üzerine odaklanan politikaların asıl önem arz ettiği düsüncesidir.
Đnsani gelisme sürecinde büyümenin veya yalnızca gelire bağlı değiskenlerin
elestirisini yapmak, geliri analizlerden dıslamak anlamına gelmez. Öyle ki, yüksek
gelirli ülkelerde en yüksek sağlık ve eğitim rakamlarının görülmesi sasırtıcı değildir.
Dolayısıyla gelir, doğru kaynaklara aktarıldığı zaman, gelirin kalkınma için elzem bir
unsur olduğu sonucuna ulasılmıs olur. Aynı zamanda iktisadi büyüme yoksul ülkelerde
yoksulluğu azaltmada veya yoksullukla mücadelede önem arz eder. Ancak belirtildiği
gibi, büyümenin miktarından çok kalitesi önemlidir. Bilinçli bir kamu politikasının gelir
artısını insanların yasantılarına dönüstürmesi gerekir. Dolayısıyla büyümenin ötesine
gidilmelidir. Đnsanların yasamlarının iyilestirilmesi olarak anlasılan bir kalkınma
anlayısıyla insan, kalkınma yaklasımının merkezine konulmalıdır. Elbette fırsatlara esit
olarak erisebildikleri noktada insanlar, kapasitelerini artırabilirler. Bu çerçevede siyasal,
sosyal ve kültürel faktörlere, iktisadi faktörler kadar önem verilmelidir.
Kapasite yaklasımını olustururken Amartya Sen'in, herhangi bir kapasiteler
listesi olusturmadığı görülmektedir. Ancak ilerleyen yıllarda, ilk önce 1990 yılındaki
Đnsani Gelisme Raporu'nda yayımlanan Đnsani Gelisme Endeksi ile üç temel kapasiteye
odaklanan bir ölçüm yapılır. Ölçümün üç temel unsuru eğitim, sağlık ve gelirdir. Bu
ölçüm, insanlarının bilgi sahibi ve sağlıklı olduğu ve belirli bir gelir düzeyine eristiği
toplumları insani gelismislik düzeyinde üst sıralara koyar. Ardından, herhangi bir ölçüm
yapmasa da Nussbaum (2000) tarafından merkezi insan kapasiteleri adı altında on temel
kapasiteyi içeren bir liste sunulur. Buna göre, erdemli bir insan yasantısı için gerekli
insan kapasiteleri tanımlanmıs olur. Daha sonraki yıllarda ise Ranis vd. (2006), Đnsani
144
Gelisme Endeksi'nin, insani gelismeyi açıklamada yetersiz kaldığını ve insani gelismeyi
açıklayabilmek için bu endeksin de ötesine gitmenin gerekliliğini savunarak daha genis
bir ölçüm ortaya koyarlar ve zihinsel refah, yetkilendirme, siyasal özgürlük, sosyal
iliskiler, toplum refahı, esitsizlikler, is kosulları, bos zaman, iktisadi ve siyasal güvenlik,
çevre kosulları gibi birçok baska sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni bir endeks
ortaya atarlar.
Ortaya çıkısından bu yana Đnsani Gelisme Endeksi trendi incelendiğinde, tüm
ülkeleri için insani gelisme düzeylerinde ilerlemeler kaydedildiği görülmektedir. Ancak
en hızlı ilerlemeyi Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri, en yavas ilerlemeyi de Sahra-altı
Afrika ülkeleri sergilemektedir. En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin basarılarının
altında insani gelisme endeksinin gelir-dısı unsurlarına verilen önem ve bu çerçevede
uyguladıkları kamu politikaları yatarken, en yavas ilerleme kaydeden ülkelerin içinde
bulundukları gelir yoksulluğu ve diğer taraftan çevresel kosulları; yasadıkları iç savaslar
ve hastalıklar, bu yavas ilerlemede önemli paya sahiptir.
Bu noktada Đnsani Gelisme Endeksi'nin, insani gelisme sürecinin anlasılması
yolunda gerekli ama 'kaba' bir ölçüm olduğunun anlasılması gerekir. Bu endeks, insani
gelismenin tam olarak anlasılmasına yardımcı olamaz, çünkü siyasal özgürlükler,
esitsizlikler gibi bir çok değiskeni ölçüme almakta sorun yasar. Bu nedenle, Đnsani
Gelisme Endeksi ile genel olarak insani gelisme arasında bir ayrıma gidilmelisi gerekir.
Öyle ki, insani gelismenin değerinin anlasılabilmesi için, yalnızca bu endekse
odaklanmak hata olabilir. Đnsani gelisme süreci, çok daha genis anlamda bir kalkınma
anlayısı sunar. Đnsanların iyi ve yasamaya değer bir hayat yasayabilmesi için gereken
özgürlükleri içerir. Tercihlerin ve kapasitelerin genisletildiği noktada önem arz eder.
Kalkınma sürecinde insani gelisme veya yoksulluğa gereken önemi vermemis
olan Türkiye için de bu kosullar geçerlidir. Türkiye, kalkınma sürecinin ilk yıllarında
gelismekte olan ülkelerle paralel bir sekilde, büyümeyi ön planda tutan ve
sanayilesmeye dayalı bir kalkınma anlayısını barındıran bir yapıya sahip olmustur.
Yoksulluğa veya insan kapasitelerinin genisletilmesine gereken önem verilmemistir.
Her ne kadar Đnsani Gelisme Endeksi göstergelerinde ilerlemeler kaydetse de, hem
bunlar çok hızlı bir trende göre ilerlememis, hem de ülke, insani özgürlük ve insan
hakları kriterlerinde yeterli basarıyı sağlayamamıstır ve özellikle siyasal özgürlükler,
cinsiyet esitsizliği ve kadın eğitim oranı gibi bazı göstergelerde sıkıntılar yasamaktadır.
Bundan sonra Türkiye için gereken, daha bilinçli bir kamu politikasıyla, ulusun gerçek
zenginliğinin insan olduğu yargısıyla, insani gelismeye ve kapasitelerin genisletilmesine
145
önem verilmesidir. Böylesi bir anlayısla, yeterli potansiyeli içerisinde barındıran
Türkiye için, insani gelisme trendinin hızlanacağı açıktır.
Dolayısıyla çalısmanın vardığı sonuç, kalkınma sürecinde insani gelismeye
dayalı bir yaklasımın, gelismekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin
durumda olduğudur. Çünkü iktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah hedefine
ulasmaya çalısan ülkeler, yasam standartlarında veya insani özgürlük kriterlerinde aynı
düzeyde ilerleme kaydetmeyebilirler. Sürdürülebilir bir kalkınma anlayısı için, eğitim
ve sağlık basta olmak üzere, insani gelismeye gereken önemin verilmesi, yalnızca
iktisadi büyümeye önem verilmesinden çok daha önemlidir. Bu bağlamda gelir
rakamları, kalkınmayı anlama yolunda yanıltıcı olabilir. Gelismekte olan ülkelerin
kalkınma düzeylerinin anlasılması ve ülkeler arası karsılastırmaların yapılabilmesi için
iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin gerekli olduğu anlasılmıstır.
Elbette, çok daha genis içerikli, çok daha fazla insan kapasitesini içeren bir ölçüm,
gelecek dönem çalısmalarını sekillendirebilir.
5.2. Öneriler
Đnsani gelisme düsüncesinin arzulanan bir içeriğe sahip olduğu açıktır.
Halihazırda genel insani gelisme gündeminin bes önemli unsurundan bahsedilebilir. Bu
unsurlar, insani gelisme sürecinin hızlandırılması için gelismekte olan ülkelere politika
önerileri olarak da sunulabilir. Buna göre insani gelisme sürecinin hızlandırılması için;
i) eğitimin ve sağlık olanaklarının gelistirilmesi hedeflerini içeren bir sosyal kalkınma
anlayısına öncelik vermek, ii) insani gelisme ve unsurları için kaynak sağlayan bir
iktisadi büyüme meydana getirmek, iii) insan haklarını koruyan bir demokratik idare
için siyasi ve sosyal reformları gerçeklestirmek; böylece insanların daha fazla topluma
katılım ve bireysel bağımsızlığa sahip olması ile özgürlük ve haysiyet içerisinde
yasayabilmelerini sağlamak, iv) kamu politikalarında genellikle çıkarları ihmal edilen
ezilmislere ve yoksullara özel bir yoğunlasma ile birlikte, tüm bireyler için insani
gelismenin üç temel unsurunda adaleti sağlamak, ve, v) yoksul ülkelerin küresel
piyasalara, teknolojiye ve bilgiye erismelerine daha fazla yardımcı olan iktisadi bir
ortamın yaratılması için küresel düzeyde kural ve kurumsal reformları olusturmak
gerekir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311-312). Elbette, insani gelisme sürecinin değisime
açıklığı nedeniyle politika önerileri de ortaya çıkan yeni kaygılara bağlı olarak değisime
uğrayabilir. Dolayısıyla da evrimlesen bir süreçten bahsedilmis olunur.
146
KAYNAKÇA
Acar, Y. (2008). Đktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri (5. bas.). Bursa: Dora.
Acemoglu, D.; Johnson, S.; Robinson, J. (2001). The Colonial Origins of Comparative
Development: An Empirical Investigation. American Economic Review. Vol. 91,
No. 5 (December). 1369-1401.
Acemoglu, D.; Robinson, J. (2002). The Political Economy of the Kuznets Curve.
Review of Development Economics. 6 (2). 183-203.
Adelman, I. (1999a). Fallacies in Development Theory and Their Implications For
Policy. Department of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division
of Agricultural and National Resources Working Paper. No. 887. U.C. Berkeley.
Adelman, I. (1999b). The Role of Government in Economic Development. Department
of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division of Agricultural and
National Resources Working Paper. No. 890. U.C. Berkeley.
Agenor, P. R.; Miller, M.; Vines, D.; Weber, A. (1999). The Asian Financial Crisis:
Causes, Contagion and Consequences. Cambridge University Press.
Akder, A. H. (2000). Regional Disparities and Rural Poverty in Turkey: Human
Development Approach. In A. H. Akder (coord.), Regional Development and
Rural Poverty (pp. 15-35). Đstanbul: TESEV Yayınları.
Aktan, C. C.; Vural, Đ. Y. (2002). Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Esit(siz)liği:
Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri. Đçinde C. C. Aktan (ed.),
Yoksullukla Mücadele Stratejileri. Ankara: Hak-Đs Konfederasyonu Yayınları.
http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/anasayfa-yoksulluk.htm (26.06.11).
Alesina, A.; Devleeschauwer, A.; Easterly, W.; Kurlat, S.; Wacziarg, R. (2003).
Fractionalization. Journal of Economic Growth. No. 8. 155-194.
Alkire, S. (2002a). Valuing Freedoms. New York: Oxford University Press.
Alkire, S. (2002b). Dimensions of Human Development. World Development. Vol. 30,
No. 2. 181–205.
Alkire, S.; Deneulin, S. (2009). A Normative Framework for Development. In S.
Deneulin, L. Shahani (eds.), An Introduction to Human Development and
Capability Approach: Freedom and Agency (pp. 3-21). London: Earthscan.
147
Alkire, S.; Foster, J. (2009). Counting and Multidimensional Poverty Measurement.
OPHI Working Paper. No. 32. December. Oxford Department of International
Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Alkire, S.; Foster, J. (2010). Designing the Inequality-Adjusted Human Development
Index (HDI). OPHI Working Paper. No. 37. July. Oxford Department of
International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Alkire, S.; Santos, M. E. (2010). Acute Multidimensional Poverty: A New Index for
Developing Countries. OPHI Working Paper. No. 38. July. Oxford Department of
International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Anand, S. (2004). The Concern for Equity in Health. In S. Anand; F. Peter; A. Sen
(eds.), Public Health, Ethics and Equity (pp. 15-20). Oxford University Press.
Anand, S.; Sen, A. (1994). Human Development Index: Methodology and
Measurement. Human Development Report Office Occasional Paper 12. New
York: UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings
in Human Development (2nd ed.) (pp. 138-151). New Delhi: O.U.P. 2005].
Anand, S.; Sen, A. (1995). Gender Inequality in Human Development: Theories and
Measurement. Occasional Paper 19. June. New York, HDRO, UNDP.
Anand, S.; Sen, A. (1997). Concepts of Human Development and Poverty: A
Multidimensional Perspective. Human Development Working Papers. New York:
UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in
Human Development (2nd ed.) (pp. 228-244). New Delhi: O.U.P. 2005].
Anand, S.; Sen, A. (2000). The Income Component of the Human Development Index.
Journal of Human Development. Vol. 1, No. 1. 83-106.
Arieff, A. (2009). Sexual Violence in African Conflicts. Congressional Research
Service Report. http://www.fas.org/sgp/crs/row/R40956.pdf (Erisim: 10.05.11).
Aristotle (1980). The Nicomachean Ethics (trans.: D. Ross). Oxford University Press.
Arndt, H. W. (1981). Economic Development: A Semantic History. Economic
Development and Cultural Change. Vol. 29, No.3. 457-466.
Asselin, L. (2009). Analysis of Multidimensional Poverty: Theory and Case Studies.
New York: Springer.
148
Atkinson, A. B. (1970). On the Measurement of Inequality. Journal of Economic
Theory. No.2. 244-263.
Atkinson, A. B. (2003). Multidimensional Deprivation: Contrasting Social Welfare and
Counting Approaches. Journal of Economic Inequality. No. 1. 51-65.
Awad, Y.; Israeli, N. (1997). Poverty and Income Inequality: An International
Comparison, 1980s and 1990s. Luxembourg Income Study Working Paper Series.
No. 166 (July). Luxembourg Income Study.
Bardhan, K.; Klasen, S. (1999). UNDP's Gender-Related Indices: A Critical Review.
World Development. Vol. 27, No. 6. 985-1010.
Bardhan, P. (1980). Interlocking Factor Markets and Agrarian Development: A Review
of Issues. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 32, No. 1 (March). 82-98.
Bardhan, P. (1993). Economics of Development and The Development of Economics.
The Journal Of Economic Perspectives. Vol.7, No.2 (Spring). 129-142.
Barro, R. J.; Lee, J. W. (2010). A New Data Set of Educational Attainment in the
World, 1950-2010. NBER Working Paper Series. No. 15902. April. Cambridge.
Basu, K. (1997). Analytical Development Economics: The Less Developed Economy
Revisited. MIT Press.
Basu, K.; Kanbur, R. (2009). Arguments for a Better World (Volume I and Volume II).
New York: Oxford University Press.
Beckerman, W.; Bacon, R. (1966). International Comparisons of Income Levels: A
Suggested New Measure. The Economic Journal. Vol. 76, No. 303. 519-536.
Bennett, M. K. (1951). International Disparities in Consumption Levels. The American
Economic Review. Vol. 41, No. 4 (September). 632-649.
Berber, M. (2004). Đktisadi Büyüme ve Kalkınma. Trabzon: Derya Kitabevi.
Berlin, I. (2002[1969]). Liberty (ed.: H. Hardy). Oxford: Oxford University Press.
Bhagwati, J. (1978). Anatomy and Consequences of Exchange Control Regimes.
Cambridge: Ballinger Pub. Co.
Bigsten, A.; Fosu, A. K. (2004). Growth and Poverty in Africa: An Overview. Journal
of African Economies. Vol. 13, AERC Supplement 1. i1-i15.
149
Boas, M. (2005). The Liberian Civil War: New War/Old War? Global Society. Vol. 19,
No. 1 (January). 73-88.
Boeke, J. H. (1953). Economics and Economic Policy of Dual Societies. New York:
International Secretariat Institute of Pacific Relations.
Booysen, F. (2002). An Overview and Evaluation of Composite Indices of
Development. Social Indicators Research. No. 59. 115-151.
Bosker, M.; Garretsen, H. (2008). Economic Geography and Economic Development in
Sub-Saharan Africa. CESifo Working Paper. No. 2490. December.
Bourguignon, F.; Chakravarty, S. (2003). The Measurement of Multidimensional
Poverty. Journal of Economic Inequality. No. 1. 25-49.
Buchanan, N. S.; Ellis, H. S. (1955). Approaches to Economic Development. New York:
The Twentieth Century Fund.
Buğra, A. (2008). Kapitalizm Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. Đstanbul: Đletisim.
Cahill, M. B. (2002). Diminishing returns to GDP and the Human Development Index.
Applied Economics Letters. No. 9. 885-887.
Cahill, M. B. (2005). Is The Human Development Index Redundant? Eastern Economic
Journal. Vol. 31, No. 1 (Winter). 1-5.
Cammack, P. (2003). What the World Bank Means by Poverty Reduction. Staying
Poor: Chronic Poverty and Development Policy Conference. London: CPRC.
Chang, H.; Grabel, I. (2005). Kalkınma Yeniden: Alternatif Đktisat Politikaları El Kitabı
(çev.: E. Özçelik). Ankara: Đmge Kitabevi.
Chenery, H. B. (1960). Patterns of Industrial Growth. The American Economic Review.
Vol. 50, No. 4 (September). 624-654.
Clark, D. A. (2006). Capability Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion
to Development Studies (pp. 32-45). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd.
Coleman, J. S. (1988). Social Capital in the Creation of Human Capital. The American
Journal of Sociology, Vol. 94 Suppl.: Organizations and Institutions: Sociological
and Economic Approaches to the Analysis of Social Structure. 95-120.
Collier, P. (1998). The Political Economy of Ethnicity. Working Paper Series. No. 98/8.
April. Centre for the Study of African Economies, University of Oxford.
150
Cornia, G. A.; Jolly, R.; Stewart, F. (1987). Adjustment with a Human Face. New York:
Oxford University Press.
Coudouel, A.; Hentschel, J. S.; Wodon, Q. T. (2002) Poverty Measurement and
Analysis (Including Technical Notes). In Jeni Klugman (ed.), A Sourcebook for
Poverty Reduction Strategies (pp. 27-74, 405-427). Washington: World Bank.
Cypher, J. M.; Dietz, J. L. (2009). The Process of Economic Development (3rd ed.).
New York: Routledge.
Dağdemir, Ö. (2002). Türkiye Ekonomisi’nde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun
Analizi: 1987-1994. Đçinde C. C. Aktan (ed.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri.
http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ucuncu-bol/dagdemir.pdf (28.01.11)
Daly, H. E.; Cobb, J. B. Jr. (1994[1989]). For The Common Good (2nd ed.). Boston:
Beacon Press.
Dasgupta, P. (1993). An Inquiry Into Well-Being and Destitution. New York: Oxford
University Press.
de Brouwer, A.; Ka Hon Chu, S. (2009). The Men Who Killed Me: Rwandan Survivors
of Sexual Violence. Vancouver: Douglas and McIntyre.
Demir, Ö. (1996). Kurumcu Đktisat. Ankara: Vadi Yayınları.
Deneulin, S. (2009). Ideas Related to Human Development. In S. Deneulin, L. Shahani
(eds.), An Introduction to Human Development and Capability Approach:
Freedom and Agency (pp. 49-70). London: Earthscan.
Deneulin, S.; Shahani, L. (2009). An Introduction to Human Development and
Capability Approach: Freedom and Agency. London: Earthscan.
Denov, M. (2006). Wartime Sexual Violence: Assessing a Human Security Response to
War-Affected Girls in Sierra Leone. Security Dialogue. Vol. 37, No. 3. 319-342.
Dervis, K.; de Melo, J.; Robinson, S. (1982). General Equilibrium Models for
Development Policy. Cambridge University Press.
Desai, M. (1994). The Measurement Problem in Economics. Scottish Journal of
Political Economy. Vol. 41. No. 1 (February). 34-42.
Diamond, A. M. Jr. (2006). Schumpeter's Creative Destruction: A Review of The
Evidence. Journal of Private Enterprise. Vol. XXII, No. 1 (Fall). 120-146.
151
Diamond, J. (2010). Tüfek, Mikrop ve Çelik (çev.: Ü. Đnce) (22. bas.). Ankara: Tübitak.
Dijkstra, A. G. (2002). Revisiting UNDP's GDI and GEM: Towards an Alternative.
Social Indicators Research. No. 57. 301-338.
DiMento, J. F. C.; Doughman, P. (2007). Climate Change: How the World Is
Responding. In J. F. C. DiMento; P. Doughman (eds.), Climate Change: What it
Means For Us, Our Children, And Our Grandchildren (pp. 101-138). MIT Press.
Domar, E. D. (1946). Capital Expansion, Rate of Growth, and Employment.
Econometrica. Vol. 14, No. 2 (April). 137-147.
Domar, E. D. (1957). Essays in the Theory of Economic Growth. New York: Oxford
University Press.
Dornbusch, R.; Fischer, S. (1998). Makroekonomi (çev.: S. Ak vd.). Đstanbul: Akademi.
Dumenil, G.; Levy, D. (2004). Capital Resurgent: Roots of The Neoliberal Revolution
(trans.: D. Jeffers). Cambridge: Harvard University Press.
Dura, C.; Atik, H.; Türker, O. (2004). Beseri Sermaye Açısından Türkiye’nin Avrupa
Birliği Karsısındaki Kalkınma Seviyesi. III. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi. Osmangazi Üniversitesi, Đ.Đ.B.F., 25-26 Kasım, Eskisehir.
Easterly, W. (1997). The Ghost of Financing Gap: How the Harrod-Domar Growth
Model Still Haunts Development Economics. World Bank Policy Research
Working Paper Series. No. 1807.
Easterly, W. (2006). Reliving the 1950s: the big push, poverty traps and takeoffs in
economic development. Journal of Economic Growth. Vol. 11. 289-318.
Easterly, W.; Freschi, L. (2010). The First Law of Development Stats: Whatever our
Bizarre Methodology, We make Africa look Worse. Aidwatch Post. December 2.
http://aidwatchers.com/2010/12/the-first-law-of-development-stats-whatever-ourbizarre-
methodology-we-make-africa-look-worse/ (Erisim Tarihi: 11.05.11).
Easterly, W.; Levine, R. (1997). Africa's Growth Tragedy: Policies and Ethnic
Divisions. The Quarterly Journal of Economics. Vol. 112, No. 4. 1203-1250.
Eroğlu, N. (2004). John R. Hicks'in Refah Ekonomisine Katkıları. Marmara
Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Dergisi. Cilt. XIX, No. 1. 137-153.
152
Escobar, A. (1992). Imagining a Post Development Era? Critical Thought, Development
and Social Movements. Social Text. No. 31/32. 20-56.
Fields, G. S. (2000). The Dynamics Of Poverty, Inequality and Economic Well-being:
African Economic Growth in Comparative Perspective. Journal of African
Economies. Vol. 9, AERC Supplement 1. 45-78.
Fleurbaey, M. (2002). Development, Capabilities and Freedom. Studies in Comparative
International Development. Vol. 37, No. 2 (Summer). 71-77.
Foster, J.; Greer, J.; Thorbecke, E. (1984). A Class of Decomposable Poverty Measures.
Econometrica. Vol. 52, No. 3 (May). 761-766.
Foster, J.; Lopez-Calva, L. P.; Szekely, M. (2005). Measuring the Distribution of
Human Development: methodology and an application to Mexico. Journal of
Human Development. Vol. 6, No. 1 (March). 5-29.
Foster-Carter, A. (1973). Neo-Marxist Approaches to Development and Under-
Development. Journal of Contemporary Asia. Vol. 3, No. 1. 7-33.
Fosu, A. K.; Mwabu, G. (2010). Human Development In Africa. Human Development
Research Paper 2010/08. June. N.Y.: UNDP.
Frank, A. G. (1966). The Development of Underdevelopment. Monthly Review. Vol. 18,
No. 4 (September). 17-37.
Frankfurt, H. (1987). Equality as a Moral Ideal. Ethics. Vol. 98, No. 1 (October). 21-43.
Fukuda-Parr, S. (2003). The Human Development Paradigm: Operationalizing Sen's
Ideas on Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 301-317.
Fukuda-Parr, S. (2005). Rescuing The Human Development Concept From the HDI:
Reflections on a New Agenda. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings
in Human Development (2nd ed.) (pp. 117-124). New Delhi: O.U.P.
Fukuda-Parr, S.; Kumar, A. K. S. (2005). Readings in Human Development (2nd ed.).
New Delhi: Oxford University Press.
Gallup, J. L.; Sachs, J. D.; Mellinger, A. (1999). Geography and Economic
Development. CID Working Paper. No. 1. March. Center for International
Development at Harvard University.
153
Gasper, D. (2002). Is Sen’s Capability Approach an Adequate Basis for Considering
Human Development? Review of Political Economy. Vol. 14, No. 4. 435-461.
Gasper, D. (2007). What is the Capability Approach? Its Core, Rationale, Partners and
Dangers. The Journal of Socio-Economics. No. 36. 335–359.
Gaye, A.; Klugman, J.; Kovacevic, M.; Twigg, S.; Zambrano, E. (2010). Measuring
Key Disparities in Human Development: The Gender Inequality Index. Human
Development Research Paper 2010/46. December. New York: UNDP.
Gerschenkron, A. (1962). Economic Backwardness in Historical Perspective. Belknap
Press of Harvard University Press.
Ghatak, S. (2005). Introduction to Development Economics (3rd edt.). Routledge.
Ghosh, N. (2008). The Road from Economic Growth to Sustainable Development: How
was it Traversed? Takshashila Academia of Economic Research Ltd., Working
Paper Series (January).
Gibson, H.; Tsakalatos, E. (2003). Uluslararası Borç Krizi: Nedenler, Sonuçlar ve
Çözümler. Đçinde F. Senses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselisi ve Gerilemesi (3.
bas.) (çev.: S. Öztürk) (pp. 173-210). Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Gore, C. (2000). The Rise and Fall of the Washington Consensus as a Paradigm for
Developing Countries. World Development. Vol. 28, No. 5. 789-804.
Greve, B. (2008). What is Welfare? Central European Journal of Public Policy. Vol. 2,
No. 1 (July). 50-73.
Griffin, J. (1986). Well-Being: Its Meaning, Measurement, and Moral Importance. New
York: Oxford University Press.
Grimm, M.; Harttgen, K.; Klasen, S.; Misselhorn, M. (2006). A Human Development
Index by Income Groups. Background Paper for Human Development Report
2006. November 15. UNDP.
Haque, M. S. (1999). The Fate of Sustainable Development Under Neo-liberal Regimes
in Developing Countries. International Political Science Review. 20 (2). 197-218.
Hamilton, C. (1999). The Genuine Progress Indicator: Methodological Developments
and Results from Australia. Ecological Economics. No. 30. 13-28.
154
Harbison, F. H.; Myers, C. A. (1964). Education, Manpower and Economic Growth.
New York: McGraw-Hill.
Harris, J. R.; Todaro, M. P. (1970). Migration, Unemployment and Development: A
Two-Sector Analysis. The American Economic Review. Vol. 60, No. 1. 126-142.
Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. N.Y.: Oxford University Press.
Heilbroner, R. L. (2008). Đktisat Düsünürleri (2. bas.) (çev.: A. Tartanoğlu). Ankara:
Dost Kitabevi.
Hicks, D. A. (1997). The Inequality-Adjusted Human Development Index: A
Constructive Proposal. World Development. Vol. 25, No. 8. 1283-1298.
Hicks, N.; Streeten, P. (1979). Indicators of Development: The Search for a Basic
Needs Yardstick. World Development. Vol. 7, No. 6 (June). 567-580.
Hirschman, A. O. (1958). The Strategy of Economic Development. New Haven: Yale
University Press.
Hirschman, A. O. (2003). Kalkınma Đktisadının Yükselisi ve Gerilemesi. Đçinde F.
Senses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselisi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S.
Öztürk) (pp. 23-52). Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Hirschman, A. O. (2008). Tutkular ve Çıkarlar (çev.: B. Cezar). Đstanbul: Metis.
Hopkins, M. (1991). Human Development Revisited: A New UNDP Report. World
Development. Vol. 19, No. 10. 1469-1473.
IMF (2010). Government Finance Statistics-GFS. http://www.imf.org/external/data.htm
(Erisim Tarihi: 28.05.11).
Đnsel, A. (2005). Neo-liberalizm: Hegemonyanın Yeni Dili. Đstanbul: Birikim Yayınları.
Jahan, S. (2005). Evolution of The Human Development Index. In S. Fukuda-Parr;
A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 152-163).
New Delhi: Oxford University Press.
Jolly, R. (2005). Human Development and Neo-liberalism: Paradigms Compared. In S.
Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.)
(pp. 106-116). New Delhi: Oxford University Press.
Kabas, T. (2010). Gelismekte Olan Ülkelerde Yoksulluğun Nedenleri ve Yoksullukla
Mücadele Yolları. Adana: Nobel Kitabevi.
155
Kant, I. (1998[1785]). Groundwork of the Metaphysics of Morals (trans.: M. Gregor).
Cambridge: Cambridge University Press.
Kaul, I. (2005). Choices that Shaped the Human Development Reports. In S. Fukuda-
Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 85-
91). New Delhi: Oxford University Press.
Kayitesi-Blewitt, M. (2006). Funding Development in Rwanda: The Survivors'
Perspective. Development in Practice, Vol. 16, No. 3-4 (June). 316-321.
Kaynak, M. (2007). Kalkınma Đktisadı (2. bas.). Ankara: Gazi Kitabevi.
Kelley, A. C. (1989). The "International Human Suffering Index": Reconsideration of
the Evidence. Population and Development Review. Vol. 15, No. 4. 731-737.
Kelley, A. C. (1991). The Human Development Index: "Handle with Care". Population
and Development Review. Vol. 17, No. 2 (June). 315-324.
Kenny, C. (2011). Getting Better: Why Global Development is Succeeding and How We
Can Improve the World Even More. New York: Basic Books.
Khan, H.; Islam, I. (1989). Trends in International Inequality: A Basic Needs Approach.
Journal of Economic Development. Vol. 14, No. 2 (December). 143-152.
Kibritçioğlu, A. (1996). Friedrich List'in Bebek Endüstriler Tezi. Đçinde A. Kibritçioğlu
(ed.), Uluslararası (Makro) Đktisat (pp. 49-81). Ankara: 72 TDFOB Yayıncılık.
Kimura, I. (2003). Goals and Roles of Basic Education in Human Development Case:
Bangladesh. Unpublished Doctor of Philosophy in Education Thesis. University
of California, Los Angeles.
Klugman, J.; Rodriguez, F.; Choi, H. (2011). The HDI 2010: New Controversies, Old
Critiques. Human Development Research Paper 2011/01. April. N.Y.: UNDP.
Kotz, D. M. (2002). Globalization and Neoliberalism. Rethinking Marxism. Vol. 14, No.
2 (Summer). 64-79.
Kotz, D. M. (2008). Neoliberalism and Financialization. Conference Paper in Honor of
Jane D'Arista. Political Economy Research Institute, University of Massachusetts
Amherst. May 2-3.
Kovacevic, M. (2010a). Review of HDI Critiques and Potential Improvements. Human
Development Research Paper 2010/33. New York: UNDP.
156
Kovacevic, M. (2010b). Measurement of Inequality in Human Development: A Review.
Human Development Research Paper 2010/35. November. New York: UNDP.
Krueger, A. O. (1978). Foreign Trade Regimes and Economic Development:
Liberalization Attempts and Consequences. Lexington: Ballinger Press for NBER.
Krug, E. G.; Dahlberg, L. L.; Mercy, J. A.; Zwi, A.B.; Lozano, R. (2002). World Report
on Violence and Health. Geneva: World Health Organization.
Krugman, P. (1981). Intraindustry Specialization and the Gains from Trade. Journal of
Political Economy. Vol. 89, No. 5 (October). 959-973.
Krugman, P. (1991). Increasing Returns and Economic Geography. The Journal of
Political Economy. Vol. 99, No. 3 (June). 483-499.
Krugman, P. (1994). The Myth of Asia's Miracle. Foreign Affairs. Vol. 73 (6). 62-78.
Kuznets, S. (1955). Economic Growth and Income Inequality. The American Economic
Review. Vol. 45, No. 1 (March). 1-28.
Laderchi, C. R.; Saith, R.; Stewart, F. (2003). Does it Matter that We don't Agree on the
Definition of Poverty? A Comparison of Four Approaches. Working Paper. No.
107. Queen Elizabeth House, University of Oxford.
Lal, D.; Rajaptirana, S. (1987). Foreign Trade Regimes and Economic Growth in
Developing Countries. World Bank Research Observer. Vol. 2, No. 2. 189-217.
Landes, D. S. (1998). The Wealth and Poverty of Nations: Why Some are So Rich and
Some So Poor. New York: W. W. Norton.
Lawn, P. A. (2003). A Theoretical Foundation to Support the Index of Sustainable
Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and Other Related
Indexes. Ecological Economics. No. 44. 105-118.
Lawn, P. A. (2005). An Assessment of the Valuation Methods Used to Calculate the
Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator
(GPI), and Sustainable Net Benefit Index (SNBI). Environment, Development and
Sustainability. No. 7. 185-208.
Leibenstein, H. (1957). Economic Backwardness and Economic Growth. N.Y.: Wiley.
Lewis, W. A. (1954). Economic Development with Unlimited Supplies of Labour. The
Manchester School of Economic and Social Studies. 22 (2). 139-191.
157
Lewis, W. A. (1984). The State of Development Theory. The American Economic
Review. Vol. 74, No. 1 (March). 1-10.
Lind, N. C. (1992). Some Thoughts on The Human Devlopment Index. Social
lndicators Research. No. 27. 89-101.
List (1885[1841]). The National System of Political Economy (trans.: S. S. Lloyd).
London. http://socserv.mcmaster.ca/~econ/ugcm/3ll3/list/national.html (01.08.10).
Lucas, R. E. Jr. (1988). On The Mechanics of Economic Development. Journal of
Monetary Economics. No. 22. 3-42.
Mabughi, N.; Selim, T. (2006). Poverty as Social Deprivation. Review of Social
Economy. Vol. 64, No. 2. 181-204.
Mandelbaum, K. (1945). The Industrialisation of Backward Areas. Oxford: Blackwell.
Marx, K. (1933[1891]). Wage-Labour and Capital. New York: International Publishers.
McGillivray, M. (1991). The Human Development Index: Yet Another Redundant
Composite Development Indicator? World Development. 19 (10). 1461-1468.
McGillivray, M. (2005). Measuring Non-Economic Well-Being Achievement. Review
of Income and Wealth. Vol. 51, No 2 (June). 337-364.
McGillivray, M.; White, H. (1993). Measuring Development? The UNDP's Human
Development Index. Journal of International Development. Vol.5, No.2. 183-192.
McGranahan, D.V.; Richard-Proust, C.; Sovani, N.V.; Subramanian, M. (1972).
Contents and Measurement of Socioeconomic Development. (United Nations
Research Institute for Social Development, A Staff Study). New York: Praeger.
McKinley, T. (2009). What is Poverty? Good Question. In International Policy Centre
for Inclusive Growth (IPC-IG), Collection of One Pagers (pp. 26). Brazil: UNDP.
Miller, W. L.; Wadsworth, H. A. (1967). Improving Measures of Economic
Development. Journal of Farm Economics. Vol. 49, No. 5 (Dec.). 1193-1197.
Mincer, J. (1958). Investment in Human Capital and Personal Income Distribution. The
Journal of Political Economy. Vol. 66, No. 4 (August). 281-302.
Molina, G. G.; Purser, M. (2010). Human Development Trends Since 1970: A Social
Convergence Story. Human Development Research Paper 2010/02. June. UNDP.
158
Moon, B. E.; Dixon, W. J. (1985). Politics, the State, and Basic Human Needs: A Cross-
National Study. American Journal of Political Science. Vol. 29, No. 4 (Nov.).
661-694.
Morris, D. (1979). Measuring the Condition of the World’s Poor: The Physical Quality
of Life Index. London: Cass.
Muller, C. (1998). The Properties of The Watts’ Poverty Index Under Log-normality.
Working Paper. September-98, Vers. 1.1. Centre for the Study of African
Economies, Institute of Economics and Statistics, University of Oxford.
Muller, C. (2001). The Properties of the Watts Poverty Index under Log-normality.
Economics Bulletin. Vol. 9, No. 1. 1-9.
Myrdal, G. (1957). Economic Theory and Underdeveloped Regions. London: Gerald
Duckworth & Co Ltd.
NACA (2008). HIV/AIDS In Botswana: Estimated Trends And Implications Based On
Surveillance And Modeling. National AIDS Coordinating Agency Rep. Botswana.
http://www.unaids.org/en/dataanalysis/epidemiology/countryestimationreports/20
080701_botswana_nationalestimate2007_en.pdf (Erisim Tarihi: 15.05.11).
Nath, S. K. (1981). Refah Ekonomisine Bir Bakıs (çev.: I. Akbaygil). Đstanbul: Akbank
Kültür Yayınları.
Neumayer, E. (2001). The Human Development Index and Sustainability: A
Constructive Proposal. Ecological Economics. No. 39. 101-114.
Nordhaus, W. D.; Tobin, J. (1973). Is Growth Obsolete? Cowles Foundation Paper. No.
398. Yale University [Reprinted in M. Moss (ed.), The Measurement of Economic
and Social Performance: Studies in Income and Wealth, Vol. 38 (pp. 509-564).
New York: Columbia University Press. 1973].
North, D. C. (1990). Institutions, Institutional Change and Economic Performance.
Cambridge University Press.
Nurkse, R. (1961[1953]). Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries.
New York: Oxford University Press.
Nussbaum, M. (1987). Nature, Function and Capability: Aristotle on Political
Distribution. Wider Working Papers. No. 31. WIDER of the UNU.
159
Nussbaum, M. (2000). Women and Human Development. Cambridge University Press.
Nussbaum, M. (2011). Creating Capabilities: The Human Development Approach. The
Belknap Press of Harvard University Press.
Orshansky, M. (1965). Counting The Poor: Another Look at the Poverty Profile. Social
Security Bulletin. Vol. 28, No. 1 (January). 3-29.
Orshansky, M. (1969). How Poverty is Measured. Monthly Labor Review. Vol. 92, No.
2 (February). 37-41.
Osberg, L. (2010). Measuring Economic Insecurity and Vulnerability as Part of
Economic Well-Being: Concepts and Context. Working Paper. No. 2010-04.
Department of Economics, Dalhousie University.
Osberg, L.; Xu, K. (1999). Poverty Intensity: How Well Do Canadian Provinces
Compare? Canadian Public Policy. Vol. XXV, No. 2. 179-195.
Osberg, L.; Xu, K. (2000). International Comparisons of Poverty Intensity: Index
Decomposition and Bootstrap Inference. The Journal of Human Resources. Vol.
35, No. 1 (Winter). 51-81.
Owen, R.; Pamuk, S. (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi. Đstanbul:
Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Öktem, Ü. (2007). Kant Ahlakı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Felsefe Bölümü Dergisi. Cilt. 18. 11-22.
Önis, Z.; Senses, F. (2009). Küresel Dinamikler, Ülkeiçi Koalisyonlar ve Reaktif
Devlet: Türkiye'nin Savas Sonrası Kalkınmasında Önemli Politika Dönüsümleri.
Đçinde F. Senses (der.), Neoliberal Küresellesme ve Kalkınma (pp. 705-743).
Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Özel, H. (2009). Piyasa Ütopyası. Ankara: Bilgesu.
Persson, T.; Tabellini, G. (1990). Macroeconomic Policy, Credibility and Politics.
London: Harwood.
Petty, W. (1690[1676]). Political Arithmetick. London: Mortlock.
Pigou, A. C. (1932[1920]). The Economics of Welfare (4th ed.). London: Macmillan.
Pigou, A. C. (1951). Some Aspects of Welfare Economics. The American Economic
Review. Vol. 41, No. 3 (June). 287-302.
160
Population Reference Bureau (2010). World Population Data Sheet. Washington: PRB.
Prebisch, R. (1962). The Economic Development of Latin America and Its Principal
Problems. United Nations.
Pribram, K. (1983). A History of Economic Reasoning. Baltimore: Johns Hopkins
University Press.
Qizilbash, M. (1996). Capabilities, well-being and human development: A survey.
Journal of Development Studies. Vol. 33, No. 2 (December). 143-162.
Radelet, S.; Sachs, J. (1998). The East Asian Financial Crisis: Diagnosis, Remedies,
Prospects. Brookings Papers on Economic Activity. Vol. 1998, No. 1. 1-90.
Ram, R. (1982). Composite Indices of Physical Quality of Life, Basic Needs Fulfilment,
and Income: A Principal Component Representation. Journal of Development
Economics. Vol. 11, No. 2. 227-247.
Ranis, G. (2004a). The Evolution of Development Thinking: Theory and Policy.
Economic Growth Center. Discussion Paper No. 886. Yale University.
Ranis, G. (2004b). Arthur Lewis's Contribution to Development Thinking and Policy.
The Manchester School. Vol. 72, No. 6 (December). 712-723.
Ranis, G. (2004c). Human Development and Economic Growth. Economic Growth
Center. Discussion Paper No. 887. Yale University.
Ranis, G.; Stewart, F. (2000). Strategies for Success in Human Development. Journal of
Human Development. Vol. 1, No. 1. 49-69.
Ranis, G.; Stewart, F.; Ramirez, A. (2000). Economic Growth and Human
Development. World Development. Vol. 28, No. 2. 197-219.
Ranis, G.; Stewart, F.; Samman, E. (2006). Human Development: Beyond the Human
Development Index. Journal of Human Development. Vol. 7, No. 3. 323-358.
Ravallion, M. (1992). Poverty Comparisons: A Guide to Concepts and Methods (Living
Standards Measurement Study Working Paper No. 88). Washington: World Bank.
Ravallion, M. (1996). Issues in Measuring and Modelling Poverty. The Economic
Journal. Vol. 106, No. 438 (September). 1328-1343.
Ravallion, M. (1997). Good and Bad Growth: The Human Development Reports. World
Development. Vol. 25, No. 5. 631-638.
161
Ravallion, M. (2010). Troubling Tradeoffs in the Human Development Index. Policy
Research Working Paper. No. 5484. World Bank, Development Research Group.
Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. The Belknap Press of Harvard University Press.
Ray, D. (1998). Development Economics. New Jersey: Princeton University Press.
Reader, S. (2006). Does a Basic Needs Approach Need Capabilities? The Journal of
Political Philosophy. Vol. 14, No. 3. 337–350
Reimers, F. M.; Chung, C. K. (2010). Education for Human Rights in Times of Peace
and Conflict. Development. Vol. 53, No. 4. 504-510.
Reyntjens, F. (2004). Rwanda, Ten Years On: From Genocide to Dictatorship. African
Affairs. No. 103. 177-210.
Ricardo, D. (1821[1817]). On the Principles of Political Economy and Taxation (3rd
edt.). London: John Murray, Albemarle Street.
Robeyns, I. (2003a). The Capability Approach: An Interdisciplinary Introduction.
Training Course preceding the 3rd Int. Conf. on the Capability Approach. Pavia,
Italy (Sept.). http://www.hd-ca.org/pubs/323CAtraining20031209.pdf (21.08.10).
Robeyns, I. (2003b). Sen’s Capability Approach and Gender Inequality: Selecting
Relevant Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 61-92.
Rodrik, D. (1996). Understanding Economic Policy Reform. Journal of Economic
Literature. Vol. 34, No. 1 (March). 9-41.
Rodrik, D. (2006). Goodbye Washington Consensus, Hello Washington Confusion? A
Review of the World Bank's "Economic Growth in the 1990s: Learning from a
Decade of Reform". Journal of Economic Literature. Vol. 44, No. 4. 973-987.
Rodrik, D.; Subramanian, A.; Trebbi, F. (2002). Institutions Rule: The Primacy Of
Institutions Over Geography And Integration In Economic Development. NBER
Working Paper Series. No. 9305. Cambridge.
Romer, P. S. (1989). Endogenous Technological Change. NBER Working Paper Series.
No. 3210. Cambridge.
Romer, P. S. (1994). The Origins of Endogenous Growth. The Journal of Economic
Perspectives. Vol. 8, No. 1 (Winter). 3-22.
162
Rosenstein-Rodan, P. N. (1943). Problems of Industrialization of Eastern and South-
Eastern Europe. The Economic Journal. Vol. 53, Issue. 210/211. 202-211.
Rostow, W. W. (1952). The Process of Economic Growth. New York: W. W. Norton.
Rostow, W. W. (1956). The Take-off Into Self-Sustained Growth. Economic Journal.
Vol. 66, No. 261 (March). 25-48.
Rostow, W. W. (1960). The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto.
Cambridge University Press.
Rostow, W. W. (1990). Theorists of Economic Growth from David Hume to The
Present. New York: Oxford University Press.
Sagar, A. D.; Najam, A. (1998). The Human Development Index: A Critical Review.
Ecological Economics. No. 25. 249-264.
Savas, V. F. (2007). Đktisatın Tarihi (5. bas.). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Schultz, T. W. (1961). Investment in Human Capital. The American Economic Review.
Vol. 51, No. 1 (March). 1-17.
Semerci, P. U. (2010). Dev ve Cüce Aynı Yolda: Yoksulluk ve Pozitif Özgürlükler.
Đçinde P. U. Semerci (der.), Đnsan Hakları Đhlali Olarak Yoksulluk (pp. 1-19).
Đstanbul: Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Sen, A. (1976). Poverty: An Ordinal Approach to Measurement. Econometrica. Vol. 44,
No. 2 (March). 219-231.
Sen, A. (1977). Rational Fools: A Critique of the Behavioral Foundations of Economic
Theory. Philosophy and Public Affairs. Vol. 6, No. 4 (Summer). 317-344.
Sen, A. (1979a). Issues in The Measurement of Poverty. The Scandinavian Journal of
Economics. Vol. 81, No. 2 (Measurement in Public Choice). 285-307.
Sen, A. (1979b). Equality of What? The Tanner Lecture on Human Values. Delivered at
Stanford University, May 22. [Later published in S. McMurrin (ed.), Tanner
Lectures on Human Values (pp. 197-220). Cambridge University Press. 1980].
Sen, A. (1981). Poverty and Famines: An Essay on Entitlement and Deprivation. New
York: Oxford University Press.
Sen, A. (1983a). Development: Which Way Now? The Economic Journal. Vol. 93, No.
372. (December). 745-762.
163
Sen, A. (1983b). Poor, Relatively Speaking. Oxford Economic Papers, New Series. Vol.
35, No. 2 (July). 153-169.
Sen, A. (1985a). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty: A Reply to
Professor Peter Townsend. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 37, No. 4
(December). 669-676.
Sen, A. (1985b). Well-Being, Agency and Freedom: The Dewey Lectures 1984. The
Journal of Philosophy. Vol. 82, No. 4 (April). 169-221.
Sen, A. (1987a). The Standard of Living (Lecture I and Lecture II). In G. Hawthorn
(ed.), The Standard of Living (pp. 1-38). Cambridge: Cambridge University Press.
Sen, A. (1987b). On Ethics and Economics. Oxford: Blackwell Publishing.
Sen, A. (1987c). Freedom of Choice: Concept and Content. WIDER Working Papers.
No.25. August. WIDER of the United Nations University.
Sen, A. (1988). The Concept of Development. In H. Chenery; T. N. Srinivasan (eds.),
Handbook of Development Economics Volume I (pp.10-26). Elsevier Science Pub.
Sen, A. (1992). Inequality Reexamined. New York: Oxford University Press.
Sen, A. (1993). Capability and Well-Being. In M. C. Nussbaum; A. Sen (eds.), The
Quality of Life (pp.30-53). Oxford: Clarendon Press.
Sen, A. (1999a). Development as Freedom. New York: Knopf Press.
Sen, A. (1999b). Commodities and Capabilities. New Delhi: Oxford University Press
[First published in 1985. Amsterdam: Elsevier].
Sen, A. (2000). A Decade of Human Development. Journal of Human Development.
Vol. 1, No. 1. 17-23.
Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma (çev.: Y. Alogan). Đstanbul: Ayrıntı.
Sen, A. (2005a). Human Capital and Human Capability. In S. Fukuda-Parr; A.K.S.
Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 35-37). New Delhi:
Oxford University Press.
Sen, A. (2005b). Development As Capability Expansion. In S. Fukuda-Parr; A.K.S.
Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 3-16). New Delhi:
Oxford University Press.
164
Sen, A. (2005c). Foreword. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in
Human Development (2nd ed.) (pp. vii-xiii). New Delhi: Oxford University Press.
Sen, A. (2009). The Idea of Justice. Cambridge: The Belknap Press of Harvard
University Press.
Sen, A. (2010). Kimlik ve Siddet: Kader Yanılsaması. Đstanbul: Optimist.
Seth, S. (2009). Inequality, Interactions, and Human Development. Journal of Human
Development and Capabilities. Vol. 10, No. 3 (November). 375-396.
Seyidoğlu, H. (2007). Uluslararası Đktisat (16. bas.). Đstanbul: Güzem Can Yayınları.
Shaffer, P. (2008). New Thinking on Poverty: Implications for Globalisation and
Poverty Reduction Strategies. DESA Working Paper. No. 65. United Nations.
Shorrocks, A. F. (1995). Revisiting the Sen Poverty Index. Econometrica. Vol. 63, No.
5 (September). 1225-1230.
Singer, H. W. (1952). The Mechanics of Economic Development. Indian Economic
Review. Vol. 1, No. 2 (August). 1-18.
Skousen, M. (2009). Đktisadi Düsünce Tarihi: Modern Đktisadın Đnsası (4. bas.) (çev.:
M. Acar vd.). Ankara: Adres Yayınları.
Smith, A. (1994[1776]). An Inquiry into The Nature and Causes of The Wealth Of
Nations (ed.: E. Cannan). New York: The Modern Library.
Smith, A. (1984[1759]). The Theory of Moral Sentiments. Indianapolis: Liberty Fund.
Spiegel, H. W. (1971). The Growth of Economic Thought. Englewood Cliffs, N.J.:
Prentice-Hall.
Srinivasan, T. N. (1994). Human Development: A New Paradigm or Reinvention of the
Wheel? The American Economic Review. Vol. 84, No. 2 (May). 238-243.
Stewart, F. (2006). Basic Needs Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion
to Development Studies (pp. 14-18). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd.
Stiglitz, J. E. (1998). Towards a New Paradigm for Development: Strategies, Policies,
and Processes. Prebisch Lecture at UNCTAD, Geneva. October 19.
165
Stiglitz, J. E. (2001). From Miracle to Crisis to Recovery: Lessons from Four Decades
of East Asian Experience. In J. E. Stiglitz; S. Yusuf (eds.), Rethinking the East
Asian Miracle (pp. 509-526). New York: Oxford University Press.
Stiglitz, J. E. (2006). Küresellesme Büyük Hayal Kırıklığı (çev.: A. Tasçıoğlu; D.
Vural). Đstanbul: Plan B Yayıncılık.
Stiglitz, J. E.; Sen, A.; Fitoussi, J. (2010). Mis-Measuring Our Lives: Why Gdp Doesn't
Add Up. New York: The New Press.
Streeten, P. (1959). Unbalanced Growth. Oxford Economic Papers. New Series, Vol.
11, No. 2 (June). 167-190.
Streeten, P. (1994). Human Development: Means and Ends. The American Economic
Review. Vol. 84, No. 2. Papers and Proceedings of the Hundred and Sixth Annual
Meeting of the American Economic Association (May). 232-237.
Streeten, P. (1998). Beyond The Six Veils: Conceptualizing and Measuring Poverty.
Journal of International Affairs. Vol. 52, No. 1 (Fall). 1-31.
Streeten, P. (2005). Shifting Fashions in Development Dialogue. In S. Fukuda-Parr;
A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 92-105).
New Delhi: Oxford University Press.
Streeten, P.; Burki, S. J. (1978). Basic Needs: Some Issues. World Development. Vol. 6,
No. 3 (March). 411-421.
Streeten, P.; Burki, S. J.; ul Haq, M.; Hicks, N.; Stewart, F. (1981). First Things First:
Meeting Basic Human Needs In The Developing Countries. Washington D. C.:
Oxford University Press.
Sugden, R. (1993). Review: Welfare, Resources, and Capabilities: A Review of
Inequality Reexamined by Amartya Sen. Journal of Economic Literature. Vol. 31,
No. 4 (December). 1947-1962.
Sumner, A. (2004). Economic Well-being and Non-economic Well-being: A Review of
the Meaning and Measurement of Poverty. UNU-WIDER Research Paper. No. 30.
Senses, F. (2003). Kalkınma Đktisadı: Yükselisi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S. Öztürk).
Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Senses, F. (2009a). Küresellesmenin Öteki Yüzü Yoksulluk (5. bas.). Đstanbul: Đletisim.
166
Senses, F. (2009b). Neoliberal Küresellesme Çağında Yoksulluk Arastırmalarındaki
Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacak Dersler. Đçinde F. Senses
(der.), Neoliberal Küresellesme ve Kalkınma (pp. 679-704). Đstanbul: Đletisim.
Thapa, S. (1995). The Human Development Index: A Portrait of the 75 Districts in
Nepal. Asia-Pacific Population Journal. Vol. 10, No. 2. 3-14.
Thomas, A. (2000). Poverty and the 'end of development'. In T. Allen; A. Thomas
(eds.), Poverty and Development Into The 21st Century (revised edition) (pp. 3-
22). New York: Oxford University Press.
Thorbecke, E. (1969). The Role of Agriculture in Economic Development. New York:
Columbia University Press.
Thorbecke (2009). Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005. Đçinde F. Senses (der.),
Neoliberal Küresellesme ve Kalkınma (pp. 123-175). Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Todaro, M. P.; Smith, S. (2009). Economic Development (10th edt.). Addison-Wesley.
Toffler, A. (2008). Üçüncü Dalga (çev.: S. Yeniçeri). Đstanbul: Koridor Yayıncılık.
Townsend, P. (1954). Measuring Poverty. The British Journal of Sociology. Vol. 5, No.
2 (June). 130-137.
Townsend, P. (1979). Poverty in The United Kingdom. University of California Press.
Townsend, P. (1985). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty - A
Rejoinder to Professor Amartya Sen. Oxford Economic Papers, New Series. Vol.
37, No. 4 (December). 659-668.
ul Haq, M. (1995). Reflections on Human Development. N.Y.: Oxford University Press.
UN (2006). The Millennium Development Goals Report 2006. New York: U. N.
UN (2011). The Millennium Development Goals Report 2011. New York: U. N.
UNAIDS (2010). Global Report: UNAIDS Report on the Global AIDS Epidemic 2010.
New York: UNAIDS.
UNDESA (2009). World Population Prospects: The 2008 Revision. New York: U. N.
UNDP (1990). Human Development Report 1990. New York: Oxford University Press.
UNDP (1991). Human Development Report 1991. New York: Oxford University Press.
UNDP (1992). Human Development Report 1992. New York: Oxford University Press.
167
UNDP (1993). Human Development Report 1993. New York: Oxford University Press.
UNDP (1994). Human Development Report 1994. New York: Oxford University Press.
UNDP (1995). Human Development Report 1995. New York: Oxford University Press.
UNDP (1996). Human Development Report 1996. New York: Oxford University Press.
UNDP (1997). Human Development Report 1997. New York: Oxford University Press.
UNDP (1998). Human Development Report 1998. New York: Oxford University Press.
UNDP (1999). Human Development Report 1999. New York: Oxford University Press.
UNDP (2000). Human Development Report 2000. New York: Oxford University Press.
UNDP (2001a). Human Development Report 2001. N. Y.: Oxford University Press.
UNDP (2001b). Human Development Report: Turkey 2001, Measuring Turkey's Human
Development Performance. Ankara: UNDP.
UNDP (2002). Human Development Report 2002. New York: Oxford University Press.
UNDP (2003). Human Development Report 2003. New York: Oxford University Press.
UNDP (2004a). Human Development Report 2004. New York: Hoechstetter Printing.
UNDP (2004b). Human Development Report: Turkey 2004, Information and
Communication Technologies. Ankara: UNDP.
UNDP (2005). Human Development Report 2005. New York: Hoechstetter Printing.
UNDP (2006). Human Development Report 2006. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP (2007). Human Development Report 2007/2008. N. Y.: Palgrave Macmillan.
UNDP (2008). Human Development Report: Turkey 2008, Youth in Turkey. Ankara:
Desen Ofset/UNDP.
UNDP (2009). Human Development Report 2009. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP (2010). Human Development Report 2010. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP Statistics (2011). Human Development Reports, International Human
Development Indicators. http://hdr.undp.org/en/statistics/data/ (Various Times).
UNESCO Institute for Statistics (2010). UNESCO Institute for Statistics Data Site.
http://stats.uis.unesco.org/unesco/ (Erisim Tarihi: 28.05.11).
168
Uzun, A. M. (2003). Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası. C.Ü. Đktisadi ve Đdari
Bilimler Dergisi. Cilt 4, Sayı 2. 155-173.
van Rensburg, M. S. J. (2009). Measuring the Quality of Life of Residents in SADC
Communities Affected by HIV. AIDS Care. Vol. 21, No. 9 (Sept.). 1132-1140.
Veenhoven, R. (2007). Subjective Measures of Well-being. In M. McGillivray (ed.),
Human Well-being: Concept and Measurement (pp. 214-239). New York:
Palgrave Macmillan/UNU.
Wade, R. H. (2004). Is Globalization Reducing Poverty and Inequality? World
Development. Vol. 32, No. 4. 567–589.
Wagle, U. (2008). Multidimensional Poverty Measurement: Concepts and Applications.
New York: Springer.
Wagle, U. (2010). Economic Inequality in Nepal: Patterns and Changes During the Late
1990s and Early 2000s. Journal of International Development. No. 22. 573-590.
WBI (2005). Introduction to Poverty Analysis. Poverty Analysis Initiative, World Bank
Institute. http://go.worldbank.org/UVD0DBDGC0 (Erisim Tarihi: 15.02.11)
Williamson, J. (1990). What Washington Means by Policy Reform. In J. Williamson
(ed.), Latin American Adjustment: How Much Has Happened? (pp. 5-20).
Washington D.C.: Institute for International Economics.
Williamson, J. (2000). What Should the World Bank Think about the Washington
Consensus? The World Bank Research Observer. Vol. 15, No. 2. 251-264.
Williamson, J. (2004). The Strange History of the Washington Consensus. Journal of
Post Keynesian Economics. Vol. 27, No. 2 (Winter). 195-206.
Williamson, O. E. (1985). The Economic Institutions of Capitalism. New York: The
Free Press.
Willis, K. (2005). Theories and Practices of Development. New York: Routledge.
Witt, U. (2002). How Evolutionary is Schumpeter's Theory of Economic Development.
Industry and Innovation. Vol. 9, Numbers 1/2. 7–22.
World Bank (1990). World Development Report 1990: Poverty. New York: Oxford
University Press.
169
World Bank (1996). Poverty in Sub-Saharan Africa: Issues and Recommendations. WB
Africa Region Findings No. 73. http://www.africafocus.org/docs96/pov9610.php
(Erisim Tarihi:11.05.11).
World Bank (2010a). World Development Indicators 2010. Washington D.C.
World Bank (2010b). Global Economic Prospects - Summer 2010: Fiscal Headwinds
and Recovery. http://go.worldbank.org/7NIPEVSMO0 (Erisim Tarihi: 28.05.11).
Yeldan, E. (2008). Küresellesme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüsüm, Birikim ve
Büyüme. Đstanbul: Đletisim Yayınları.
Yılmaz, F. (2009). Rasyonalite: Đktisat Özelinde Bir Tartısma. Đstanbul: Paradigma.
170
ÖZGEÇMĐS
Mehmet Sedat UĞUR
Çukurova Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Đktisat Bölümü Kat:1
Balcalı/Adana
sugur@cu.edu.tr / sedatugur@hotmail.com
Eğitim Geçmisi__________________________________________________________
2008 - 2011: Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Đktisat Anabilim Dalı.
2004 - 2008: Lisans, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi,
Đktisat Bölümü.
Đs Deneyimi____________________________________________________________
2010 - ... : Arastırma Görevlisi, Çukurova Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler
Fakültesi, Đktisat Bölümü, Adana.
2009 - 2010: Arastırma Görevlisi, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari
Bilimler Fakültesi, Đktisat Bölümü, Çankırı.
Yabancı Dil ve Paket Program Bilgisi_______________________________________
Đngilizce (ileri), E-Views 5.1/6.0 (temel), MS Office (temel).
Bilimsel Kuruluslara Üyelikler_____________________________________________
Human Development and Capability Association, Đktisadi Bilimler Derneği (Adana).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder